13 Aralık 2014 Cumartesi

ŞEYTANIN AVUKATI FİLMİ : Biz insanların şeytanla yan yana anılmalarının sebebi neydi? Şeytan" kelimesiyle "avukat" kelimesinin bir arada kullanılması nedeni nedir ?



Nitekim "Şeytanın Avukatı" jargonu Amerikan hukukunda “ipten alma” anlamına gelirken kardinallerde, "papalığa aday gösterilen kardinalin gerçekte bu işe layık olmadığını araştırmakla görevli başka bir Vatikan kardinali" anlamına geliyor.

Önce filmin başrolleri hakkında bilgiler edinelim, sonra filmin derinliğine inelim.

The Matrix’in Neo’su olarak daha çok tanıdığımız, hırslı ve gözde kişiliğiyle savunma avukatı rolündeki Kevin Lomax(Keanu Reeves) müvekkillerinin suçları ne kadar ağır olursa olsun aklı ve karizması sayesinde jürileri etkileyerek suçluları beraat ettiren bir yeteneğe sahiptir. Öyle ki, babasız büyümüş bu cengaverin Florida gibi bir kasabada 64-0’lık dava rekoru var. Tabi “hiçbir dava kaybetmeme” başarısı birilerinin dikkatini çekiyor. Ve New York’un ünlü hukuk bürosundan cezbedici bir teklif alıyor. Hemen transferi kabul ediyor kerata. Fakat iş göründüğü gibi değildir. Gelicez oraya.

John Milton karakteriyle şeytanı canlandıran Al Pacino, New York hukuk şirketinin başındaki sıradışı, zeki ve son derece karizmatik kişidir. John Milton ismi nereden geliyor peki, kimdir? Şöyle geriye gidelim anlıcaz.


1608-1674 yılları arasında yaşamış, ünlü eseri Yitik Cennet(Paradise Lost)’te Adem ile Havva’nın tanrının gözünden ve huzurundan düşmesini destansı bir dille anlatırken şeytanın tarafını tutması ve ona karşı sempati duyması ile bilinir. Al Pacino’nun performansına bakılacak olursa, eserde tasvir edilen şeytan tiplemesi gibi canlı, güçlü ve karizmatik olduğu görülür. Filmin etkisinde kalan birkaç denyo sosyal medyada “Şeytan olasım geldi” yorumları atarak bu konuda canlı örnek olmuşlardır. Neyse, filmin sonlarına doğru kitaptan(Paradise Lost) alıntılar yaparak replikte zirveye oynarlar.

Biraz da Lomax’in eşinden bahsedelim. Marry Ann(Charlize Theron), kasabada küçük yaşlardan itibaren çalışan ve zor şartlar altında büyüyen biri olarak kocasının başarısı ve hızla yükselişinin altındaki gerçekleri bilir ama gelen paraya ve teklife hayır diyemez. Zira o da otomobil finansı ile ilgili ödemeyenlerin peşine düşmek gibi lanet bir işte çalışmaktadır. Marry Ann New York’a yerleştikten sonra tuhaf komşuları ve John Milton’un konuşmaları yüzünden depresyona girer ve bir süre sonra intihar eder.


Başroldeki ekipler bunlardı. Gerekirse ilerde annesinden, görümcesinden ve eltisinden bahsedicem.

Daha ilk dakikalarda karşımıza çıkıyor o bilindik tiyatral havasıyla göz boyayan sahne; Duruşma salonları. Belki de 20. yüzyıl gladyatörlerinin arenası burasıdır. Tabi bizim Beyoğlu adliyesinde böyle bir manzara göremezsin.

Şu önde oturan çocuk tecavüzcüsü pedofili matematik öğretmeni, bayan öğrencisine tacizde bulunmuş. Kız, kendisine nasıl tacizde bulunduğunu anlattığı anda öğretmenin tuhaf tavırları Kevin’in dikkatini çeker ve suçlu bir herifi savunduğunu anlar.

Apar topar hakimden kısa bir ara verilmesini rica eder. Dışarı çıkarlar ve Kevin kendisini savunamayacağını, haksız olduğunu ima eder. Ayaküstü bir süre tartışırlar.








Neyse, sonra lavaboya girer, ardından gazeteci Larry (arkadaşının kılığındaki şeytan) girer. Kusursuzca sürdürdüğü dava kazanma zaferlerinin bugün son bulacağını söyleyerek Kevin’in kibirini okşar ve gaza getirir; “Kimse hepsini kazanamaz!” Şeytanın banyoda kendisine verdiği bu vesvese sonucu müvekkilini savunma konusunda tereddüt geçirir. Ya etik kurallara uyup duruşmadan çekilecek yada başarılı, dava kaybetmeyen kimliğini korumak için suçluyu beraat ettirecek. Aslında davanın duruşma arasında lavaboda yaşadığı bu hal, hayalden ibarettir. Hayal olmasına rağmen durumdan etkilenir ve müvekkilinin savunmasından çekilir. Peki bu hayal sırasında ne görmüştü ki çekildi? Şimdi hayalde ne gördüğüne bakalım. Bu sahneyi aklında tut, geri döncez çünkü.



Ve Kevin yapacağını yapar, jüriyi etkileyerek haksız bir davayı kazanır. Aslına bakarsan, jüri dediğimiz şey, avukatların sözlerinden etkilenen bir avuç önyargılı insandır.


Dışarıdan baktığında son derece demokratik ve adil diye tanıtılan yargıların ve sonuçlarının ahlak ve adaletten uzak olduğu çoğu kez görülmez. Önemli olan suçlunun cezalandırılması veya suçsuzun aklanması da değil, bunlar ikinci planda. Belki de önemsenmeyen şeyler. Önemli olan avukatın gücü, performansı ve hırsıdır. Kendini inandırıcı kılabilmenin despotça yoludur bu ve genellikle sonuç getirir. Sadece avukatlıkla sınırlandırmak doğru olmaz azizim. Bugünkü liderlerin, başkanların, papazların, hocaların ihtirası, gücü, baskısı ve kibri insanları etkileyebilmiştir. Ne yazık ki çoğunluk bu etkiden dolayı itaat etme potansiyeline dönüşmüştür. Hiç şüphesiz Firavun ve halkı için de aynı psikoloji geçerliydi. Kur'an bu gerçeği bize şöyle bildirir;


Firavun halkını küçümsedi(ezdi); ama onlar yine de kendisine boyun eğdiler. Gerçekten onlar yoldan çıkmış (aldatılmış)bir halk idi. Zuhruf, 54


Firavun ve yandaşlarının baskısından korktuğu için Musa'ya,halkından birkaç kişi inandı.Firavun,yeryüzünde haddi aşan bir tiran idi. Yunus, 83


Andolsun ki Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Yine de onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri hiç de doğru değildi.Hûd,97


20. yüzyıl, para elde etmek için başarıya odaklanmış bencil insanın bu çağdaki trajesidir. Maddiyatın ön planda olduğu devletlere bir bakın, göreceksiniz ki adaletleri bireylerin hırsları uğruna kurban edilmektedir. Başarı hedef olmaktan çıkıp tutku haline dönüşmüştür. Buna köle olan insan, seçimlerinin yanlışını anlasa bile zaafları yüzünden başka bir yanlışa düşmekten kendini kurtaramaz. İşte Kevin, materyalizmin yönlendirdiği güdülerle insani değerleri hiçe sayarak, güç elde etmek için her şeyi göze alan yapısı ile tipik bir Amerikan erkeğidir.


Filme dönelim. Kevin kazandığı bu son davanın ardından gelen teklifi kabul eder. Sonra annesiyle vedalaşmaya gider.



Kevin’in paraya, güce ve başarıya tapan kişiliğinin aksine annesi Mrs. Alice Lomax kiliseye bağlı dindar biridir. Florida’daki Gülen cemaati ile birlikte “Tanrı şeytanı eziyor” ilahisiyle iyi ile kötünün ebedi çatışmasına gönderme yapar. (Ciddiye falan almayın, Gülen cemaati değil şaka!) Neyse, annesi kutsal kitaptan alıntılar yaparak New York’u günahlar şehri Babil’e benzetir ancak annesinin uyarısını dikkate almaz.
Kevin’in New York yolculuğu başlar. Ve John Milton’la tanışır.





Milton ve Lomax 'in ilk karşlaşmalarında Kevin'in "nice to meet you" deyişine Milton'un bir karşılık vermemesi dikkat çekicidir.




Mahhattan’a tepeden bakan çatı katındaki havuz tasarımlı yere çıkarlar. Davaları nasıl kazandığından bahseder.. Ailesinden bahsederken annesiyle ilgili bilgiler verir ve sevdiği bir kilisesi olduğunu söyler. Bu arada John Milton(Şeytan) incilden:
“Bilin ki biz sizleri kurtlar arasına kuzu olarak gönderdik.” sözünü söyler. Tabi Kevin buna anlam veremez ve atmosfere boş bir gülümseme bırakır.


John Milton, Kevin'e “Baskılara dayanabilecek misin? Geceleri uyuyayabilecek misin?” gibisinden sorular sorarak bir nevi haksız kişileri de karşına çıkarabilirime getirmiştir lafı. Ancak onun aklı paradadır. Milton “para en basiti” diyerek, kendi oturduğu apartmandaki lüks daireye yerleştirir.

Pedofili öğretmen davası(Gettys Davası)’nı nasıl kazandığını görmüştük. Ardından gelen Moyez davasını da kazanır. Cullen davasını yürütürken (şizofren zannedilen) eşi hastalanır. Bunun üzerine John Milton, eve dönmesini, eşinin yanında olmasını ve bu davayı başkasına da verebileceğini söyler. Ancak Şeytanın(John Milton) tavırları Kevin’i fena halde gazlamıştır. Kevin, önce davayı halletmesi gerektiğini, eşiyle daha sonra ilgileneceğini söyler. Kazanma hırsı eşini bile bir kenara bıraktırır.


İlk monolog, şirketin yöneticisi Eddie Barzoon hakkında olur. Onu bir şeylerin cisimleşmiş hali olarak düşünebilirsin. John Milton(Şeytan) bu monologda tüm insanlık ile ilgili çok çarpıcı açıklamalar yapar. Dinleyelim:

Eddie Barzoon, Eddie Barzoon... Boşanma davalarında, kokaini bırakırken ve resepsiyonisti hamile bırakırken ben yanındaydım. Tanrının evlatları değil mi? Tanrının özel yaratıkları… Onu uyarmıştım Kevin, onu her attığı adımda uyarmıştım. Onun rüzgarda bir sağa bir sola salınışını izledim. 120 kg’lık kendi kendine hareket eden kurmalı bir oyuncak gibiydi. bir sonraki bin yıl görünmek üzere Kevin.


Eddie barzoon, ona iyi bak; çünkü o gelecek bin yıl insanın en iyi örneği olacak. Bu insanlar geldikleri yerde bir sır değildirler. Ve sen, insan iştahını öyle bir keskinleştirirsin ki sadece isteyerek maddeyi atomlarına ayırır, Katedral büyüklüğünde egolar geliştirirsin, dünyayı fiberoptik olarak her heveslinin algılayabileceği şekilde birbirine bağlarsın. En sıkıcı düşleri bile dolar yeşili, altın fantezilere bağlarsın. Taa ki her insan arzularının peşinde bir imparator olana dek. Kendi tanrısı olana dek. Peki ondan sonra nereye gidersin? Bir anlaşmadan diğerine koşup dururken bu dünyayı kimse önemsemez. Hava yoğunlaşır, sular kirlenir, arıların balı bile metalik bir radyoaktivite tadı alır. Ve bu her gün ve her an devam eder. Hazırlanmaya vaktin bile yoktur. Geleceği satın alır, geleceği satarsın. Taa ki gelecek kalmayana dek. Yoldan çıkmış bir trendeyiz evlat. Geleceğe doğru koşan sayıları milyarları bulan Eddie Barzoon’lar var. Ve her biri tanrının eski gezegenini biraz daha becerebilmek için hazırlanır. Siberuzayda hesaplarını biraz daha doldurabilmek için temiz sibernetik klavyelerine otururken kendilerini her türlü pislikten arındırmayı unutmazlar. Sonunda gerçek kaçınılmaz olur. Yaptıklarının hesabını vermen gerek Eddie! özgürlüğü satın almak için biraz geç kaldın. Miden fazla dolu, penisin artık aşınmış, gözlerin kan çanağına dönmüş ve birinin sana yardım etmesini bekliyorsun. Ama tahmin et ne oldu? Etrafta hiçkimse yok. artık yapayalnızsın Eddie... Artık yapayalnızsın... Seni tanrının özel küçük yaratığı! Belki bu doğrusur. Belki tanrı arada zarlarını kullanmıştır. Belkide bizi yalnız bıraktı.




John Milton, Eddie Barzoon’u örnek vererek katedral büyüklüğünde egolar geliştirip dünyanın tüm kaynaklarını yok eden ve bunu umursamayan insanın kendi sonunu kendi eliyle hazırladığını söylüyor.

Filmden John Milton’un her dili konuştuğunu anlıyoruz. Gündüzleri kanı çekilmiş gibi soluk bir benizle dolaşan bu adam, metrodan başka ulaşım aracı kullanmaz ve yerüstünde pek görünmemeye çalışır.





Gettys davası gibi Cullen davasında da bir ikilem yaşar Kevin. Çocuklarını ve eşini öldürme suçuyla yargılanacak çok ünlü bir işadamının sonradan kendisinin öldürdüğünü öğrenir. Bunu John Milton’la paylaşır. John Milton(Şeytan) “herkes tüm davaları kazanacak diye bir şey yok, sen bilirsin ama baskı önemli bir unsur” tarzı şeyler söyler. Bu konuşma Kevin'i yine gaza getirir. Cullen davasını da bir şekilde kazanır.


Marry Ann hastaneye düşer. Önceleri vicdanını kolaylıkla bastırabiliyordu. Ancak giderek bu durumdan rahatsız olur. Kolay etki altında kalan ve karar vermekte zorlanan zayıf bir kadındır. Milton’un sözü üzerine saçını değiştirmesi ve evinin duvar rengine bir türlü karar verememesi bu özelliğini gösteriyor. Kocasını eve bağlamak ve çocuk doğurmak ister. Hamile kalamayacağını anlar ve depresyona girer.


Rahatsız vicdanının ve suçluluk duygularının etkisiyle intihar eder. Bu İntiharın ardından annesi Kevin için endişelenir. Tekrar Florida'ya dönmesini ister. Ardından John Milton’un kendi babası olduğu itirafında bulunur. Başta Kevin inanmaz. Ancak annesi incilden şunu söyler:
“Bilin ki biz sizleri kurtlar arasına kuzu olarak gönderdik.” Tabi Kevin davayı çakar. John Milton’un babası olduğunu anlar.



Peki dindar bir anne John Milton'la beraber olmayı nasıl göze alır? Onu çeken neydi?


Mrs. Alice Lomax: Benimle konuşuyordu. Daha önce kimse benimle konuşmamıştı. 16 yaşındaydım, evden kilometrelerce uzakta, birisi benimle ilgileniyordu. İncil'i biliyordu, kelimesi kelimesine. Ezbere biliyordu.


Burada bir gerçek var azizim. Birileri size Kuran’ı çok iyi bildiğini söyleyebilir. Namaz kılabilir ve Kuran’ı ezberinden okuyabilir. Ancak bu dindar olup olmadığı hakkında net bir bilgi vermez. Dikkat edilirse John Milton(Şeytan) da incili çok iyi biliyordu, hem de kelimesi kelimesine.


Kur'an bize, şeytanın "dosdoğru yolun üzerine oturacağını" bildirmiştir. Zira başka türlü inananların zaaflarını kullanarak sapıttırmaya yeltenemezdi.


Dedi: "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım." Araf,16


O halde din hakkında bilgi verenler, o yol üzerine tezgah kuranlar, alim, şeyh ve hoca diye adlandırdıklarımız da şeytan karakterli insanlar olabilir. Onları hemen tanıyamayız. Kuran'danmış gibi bazı kelimeleri telaffuz ederler. Korkutarak, güldürerek veya yüzeysel samimiyet göstererek dini anlatırlar, ilgi çekmeye çalışırlar, taa ki zaafınızı bulup kendilerine inandırana dek. Peki o zaman ne yapacağız? Yol basit; yalnızca Allah'a güvenerek Kuran'ı anlamak için çaba göstereceğiz. Başta zorlanacağız. Ancak samimiyetle yaklaşırsak, gittikçe anlaşılır bir kitap olduğunu farkedeceğiz. Değil mi ki ondan sorumluyuz. (Zuhruf, 44)


Filmin sonlarına doğru geldik. Kevin, eşinin intihar etmesinde John Milton’u sorumlu tutar. Tekrar yanına gider. Son monolog burada gerçekleşir.
 
Aslında bu film modern dönemin ahlak anlayışını, tanrı olgusunu ve sistemi en iyi şekilde eleştiren film. 

Film, çoğu sinema sever tarafından izlenmtir. Ama bu çoğunluğun çoğu, filmdeki sayısız "sembol"den habersizdir. İşte bu yazıyı onun için yazdım.

* Öncelikle filmin bir roman uyarlaması olduğunu belirtmek isterim. Andrew Neiderman'ın aynı adlı romanından uyarlama. Filmin (yukaarıdaki özette değinemediğim) kurgusunun ve alt yapısının nasıl böyle güçlü olduğunun cevabı işte burada yatıyor.




Paradise Lost Temsili
Gelelim sembollere:
*"Şeytanın Avukatı"
1) Papalığa aday gösterilen kardinallerin gerçekte bu işe layık olmadıklarını araştırmakla görevli bir başka Vatikan kardinalidir. Latince karşılığı "Advocatus Diaboli"dir.
2) Amerika'da "ipten alan" avukatlar için kullanılan bir sıfattır.

* John Milton:
17. Yüzyıl İngiliz Edebiyatının önde gelen şairlerindendir. "Kayıp Cennet" (Paradise Lost) adlı eserin yazarıdır. Kayıp Cennet'te insanın, tanrının gözünden ve huzurundan düşmesi anlatılmaktadır. Filmin sonunda John Milton Kevin'a Kayıp Cennet'in 1. kitabının 263. mısrasını okumaktadır: "Cennette hizmetkar olmaktansa, cehennemde hüküm sürerim."

* Mrs Alice Lomax:
Filmde Kevin'ın annesinden Mrs diye bahsedilmekte, ancak aslında Alice evli bulunmamaktadır. Hatta Kevin'ın babası da.... (Sürpriz)

* Mary Ann:
Kevin'ın (şizofren zannedilen) karısı için "Meryem Ana" ismi seçilmiştir. Ancak bu karakter Meryem Ana gerçeğiyle bağdaşmamıştır.

* Ex Nihilo:
John Milton'un dairesindeki o sofistike heykeller ve rölyefler, tanrının herşeyi yoktan var ettiğini anlatmaktadırlar. (Yandaki resim, Washington Milli Katedrali kapısındaki heykeldir. Filmde kullanılması, mahkeme konusu olmuştur.)

Ve kenara köşeye sıkıştırılmış daha nice semboller.

- Bir konuda haklıydın. Gözlüyordum. Elimde değildi. Gözlüyordum. Bekliyordum. Nefesimi tutarak. Ama ben kukla oynatıcısı değilim, Kevin. Olayların olmasını ben sağlamam. Öyle olmaz.
-Özgür irade.Tıpkı kelebek kanatları gibi. Bir kere dokundun mu,bir daha havalanamazlar. Ben yalnızca sahneyi kurarım. İplerinizi siz çekersiniz.

İnsan, özgür iradeyle yaptığı seçimle birlikte çoğu kez egosunu besler ve kendini kibir günahını işlemeye yöneltebilir. Şeytan "bir kere dokunur" ancak hiçbir zaman yaptırım gücünde bulunamaz;



"...Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın..." İbrahim, 22

- Asla dava kaybetmedin. Neden? Neden dersin? Çünkü o kadar iyisin ki. Evet. Ama neden? O mahkeme salonunda işler felaket kızışmıştı, değil mi? Oyun planın ne, Kevin?
İyi bir seriydi, Kev. Günün birinde bitmek zorundaydı. Kimse hepsini birden kazanamaz.


+ Nesin sen?
- O kadar çok ismim var ki.
+ Şeytan.
- Sen bana baba de.
+ Mary Ann, o biliyordu. Biliyordu. Biliyordu. Bu yüzden, onu yok ettin.
- Mary Ann için beni mi suçluyorsun? Umarım şaka yapıyorsundur. Mary Ann'i istediğin zaman kurtarabilirdin. Onun bütün istediği aşktı. Hey, sen fazla meşguldün.
+ Yalan bu.
- Kabul et, buraya geldiğin an, onu değiştirmeye başladın.
+ Bu doğru değil.Sen bizim ne yaşadığımızı bilmiyorsun!
- Ben senin tarafındayım.
+ Sen bir yalancısın!
- Sana karınla ilgilenmeni söyledim! Ne dedim ben? "Bütün dünya anlayış gösterir." Öyle demedim mi? Sen ne yaptın? "Beni korkutan ne, biliyor musun John? Davayı bırakırım, o düzelir, ben de bu yüzden ondan nefret ederim." Hatırladın mı?
+ Ne yaptığını biliyorum. Beni oyuna getirdin.
- Sana kim, Gettys hakkındaki herşeyi çarpıt dedi? Bu seçimi kim yaptı?
+ Bu bir tuzak. Beni oyuna getirdin.
- Ve Moyez! O tutturduğun yol! Papalar, hocalar, yılan yetiştiricileri, hepsi aynı kazanda kaynar. Bunlar kimin fikriydi?
+ Benimle oynadın! Bunlar denemeydi! Senin denemelerin!
- Ve Cullen! Suçlu olduğunu bile bile! O resimleri göre göre! Sen ne yaptın? O yalancı fahişeyi tanık sandalyesine çıkardın!
+ Beni faka bastırdın. Beni sen istedin! Ona sen yalan söylettin!
- Ben öyle şeyler yapmam, Kevin! O gün metroda sana ne dedim? Sana söylediklerim neydi? Belki de kaybetme zamanın gelmiştir. Sen o fikirde değildin.
+ Kaybetmek mi? Ben kaybetmem! Kazanırım! Kazanırım! Ben, avukatım! Bu benim mesleğim! Yaptığım iş bu! Ben davamı savundum.
- Delillerin bu kadar. Şüphe yok ki kibir benim en sevdiğim günah! Kevin, bu o kadar doğal bir şey ki. Kendini beğenme, doğadan gelen bir uyuşturucudur. Biliyor musun sorun Mary Ann'e önem vermediğinden değil, Kevin... Sadece bir başkasıyla biraz daha fazla ilgileniyor olmandan. Kendinle.


Kevin, kazanılacak davaların, kaybedilecek ruhların kurbanı olmuştur. Teklif doğrudan ona gelmemişti zaten. Performansı, hırsı, kırılmayan kusursuz zafer zincirleri ile günden güne artan kibiri bu teklifi kapısına kadar getirmişti. Çünkü teklifin diğer hattında “insanlarda en sevdiğim günah kibirdir, ben yetenekli insanları bulurum ve sonra yetkiyi ona veririm” felsefesine sahip, akıllı, dinamik, enerjisi yüksek olan şeytan (John Milton ) vardır. Monologa devam..


- Bak ne diyeceğim; tanrı hakkında içeriden biri olarak bilgi verebilirim. Tanrı izlemeyi sever, oyun oynamayı sever. Bunu bi' düşün. İnsanoğluna verdiği iç güdüleridir. İşte sana verdiği bu sıradışı hediyedir. Peki ya sonra ne yapar? He, ne yapar? Yemin ediyorum kendi eğlencesi için ve kendi özel kozmik çekim hataları için kuralları iki taraflı olarak koyar. Bu belki de en büyük hiledir.


bak ama sakın dokunma!
dokun ama tadına bakma!
tadına bak ama yutma!


Sen bir o bacağına bir bu bacağına zıplarken o ne yapıyor olur? Orda durur ve lanet olası göbeği çatlayana kadar güler. Tam bir vurdumduymaz, tam bir sadisttir. O, senin hiç görmediğin ev sahibindir. Ona mı tapıcam? Asla!


+ Cennette köle olmaktansa,cehennemde kral olurum. Söylediğin bu mu?


- Neden olmasın? Herşey başladığından beri burada, yeryüzünde her işe burnumu sokuyorum! İnsanoğluna bahşedilen her duyguyu onda yeşerttim! İstediklerini ona sağladım ve onu asla yargılamadım! Neden? Çünkü onu asla reddetmedim.


Bütün kusurlarına karşın! Ben insanoğlunun taraftarıyım! Ben hümanistim. Belki de son hümanist. Aklı başında olan kim 20. yüzyılın tamamen benim eserim olduğunu inkâr edebilir ki?Tamamı, Kevin! Tamamı. Benim eserim. Gücümün zirvesindeyim, Kevin. Bu artık benim zamanım. Bizim zamanımız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder