13 Kasım 2014 Perşembe

SUİDİ VAHABİZMİ : Arabistan ve İsrail görecek gününü. Rüzgar ekenler fırtına biçecekler..


















Vehhabizm, daha doğrusu Suudi rejimi Afganistan’daki yıkımdan sorumludur.Çeçenistan’ın ve Mali’nin kaybından sorumludur.. IŞİD’in ortaya çıkmasından sorumludur.. Dün yanlış yapıyordu, bugün de yanlış yapıyor.. Tutuşturduğu ateşin kendini de yakacağının farkında değil. Safevi Şiasının karşısına Vehhabizmle çıkmak doğru bir tercih değildi..

Suudilerin İran’a karşı kullanmak istedikleri Vehhabizm kendilerine geri dönen bir bumeranga dönüşebilir..Çeçenler, Özbekler Moskova’ya, Taşkent’e yönelecekler.. IŞİD içindeki Arap milliyetçileriniTahran’da göreceğiz.. Savaş Bağdat’ta değilse Tahran’da kendini gösterecek..

Suriye ve Irak’ı hesaba katmazsanız, üç ülke,
İran, Suudi Arabistan ve İsrail görecek gününü.
Rüzgar ekenler fırtına biçecekler..

Arapların, Sünnilerin, Selefi grubların, İran ve Şia’ya karşı grubların anonim fason örgütüne dönüşüyor.. ABD ve batı, Suudiler ve işbirlikçileri kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar..

Yaşlı ve hasta Suudi kıralı ve işbirlikçileri, kendi cehennemine kendi sırtında odun taşıyan adama benziyor. Bu yaptıkları ile akılsızca dinlerini ve dünyalarını yok ettiklerinin farkında değiller sanki..

Mısır’da Sisi’yi, Tunus’ta Diktatör Bin Ali’nin işbirlikçilerini destekliyor..

Zulm ile abad olunmaz. “Zalimlere yardım etmeyin, sonra ateş size de dokunur” diyen ilahi ikazın sanki farkında değiller..

IŞİD’in ayak seslerini işitebiliyor musunuz, yakında çok yakınınızda bu ayak seslerini duyacaksınız.. Ve korktuğunuz başınıza gelecek.. Geç kalacaksınız ve son pişmanlık fayda vermeyecek. Suriyelilerin çocuklarının başına gelenler, sizin çocuklarınızın da başına gelecek.. Çünki dua ile belanızı istediniz.. Allahım bizim ellerimizle zalimlere karşı mazlumlara yardım et.

Bizi zalimlerin zulmünden koru.
Arabistan Çöllerinden Riyad Sarayı’na...
SUUDÎ ARABİSTAN KRALİYET AİLESİNİN SERÜVENİ
12 Kasım 2014 Çarşamba

Selefî mezhebindeki Suudî emirleri, Riyad kaymakamı sıfatıyla Osmanlı tâbiyetinde iken; 1918’den itibaren yaşanan otorite boşluğunu iyi değerlendirip İngiliz desteğiyle Hicaz ve Arabistan’a hâkim oldular. İşte bu ekzantrik ailenin hikâyesi...

Suudi Arabistan kralları toplu halde

Suudi Arabistan kralları toplu halde

Osmanlı Devleti, bir şeriat devleti olmasına rağmen, halkın inanç ve amellerine, devletin resmî inanç sistemine aykırı bile olsa müdahale etmez; bir başka deyişle insanların evini ve zihniyetini gözetlemeye kalkmaz; ancak cemiyet nizamını bozacak bir hâl alırsa, hiç acımazdı. Şer’î prensipler, zaten bunu icap ettirir. Gerek Şeyh Bedreddin, Oğlan Şeyh, İsmail Ma’şukî; gerekse, Alevîveya Vehhâbî mezhebleri, aksiyona dönüşünce, fiilî müdahale ile karşılaşmıştır.



Abdülaziz es-Suud, sonra hepsi kral olan oğulları Faysal, Fehd ve Abdullah ile
Kaymakamlıktan krallığa

Bu cereyanlardan Vehhâbîlik, tesirlerini, Tâlibân, el-Kâide, IŞİD gibi teşkilatlar vasıtasıyla günümüze dek sürdürmesi bakımından mühimdir. XVIII.asır sonlarında Arabistan’ın doğusundaki Necd havâlisinde ortaya çıkan mezhebin kurucusuMuhammed bin Abdilvehhâb’dır. Esasları, önceleri Hanbelî mezhebine mensup olan İbn Teymiyye (1328) adlı Harrânlı bir âlimin fikirlerine dayanır. İbni Teymiyye, Allah’ın cisim olduğuna inanan Mücessime fırkasını andırır görüşleri ve Sahâbe hakkındaki menfi sözleri sebebiyle Şam ve Kâhire’de mahkûm olmuştu. İlim ve dindarlığının çokluğu ile meşhur bu âlim, tasavvuf, kerâmet, şefaat, kabir ziyareti gibi mefhumlara karşı çıktığı gibi; bazı hukukî meselelerde de önceki âlimlerin sözbirliğine uymayan, aşırı görüşler ileri sürmüştü. O ve talebeleri daha hayatta iken çok şiddetli tenkidlere maruz kalmışlar ve bid’at [dinde reformculuk]; hatta ilhad [dinsizlik] ile itham olunmuşlardı.


Abdülaziz bin Suud, Basra'da İngiliz istihbarat memurları Sir Percy Cox ve Gertrude Bell ile görüşürken (1916)

Abdülvehhâb, Uyeyne Kadısı ve Sünnî inancında idi. Ancak oğlu Muhammed, İbni Teymiyye ve takipçilerinin görüşlerine taassupla bağlandı. İslâmiyet’i, ilk zamanlarındaki saflığına döndürme iddiasıyla ortaya atıldı. Kabir ziyaretini, türbe yapılmasını, mevlid okunmasını, duada evliyaları aracı yapmayı, tasavvufu, câmilerde minber ve minâreyi, namazlardan sonra tesbih kullanılmasını bid’at, hatta küfr olarak görüyordu. Bağlıları, Ehl-i sünnetin Mâtüridî ve bilhassa Eş’arî mezhebini reddederek, yanıltıcı bir şekilde, Selefiyye adını almışlar; bu inanca uymayanları Sûfî diye vasıflandırmışlardır. Selef-i sâlihin, ilk müslümanlar demektir. Halbuki Selefîlerin inanç ve amelleri bunlara da benzemez.



Artık krallık kurulmuştur: Önde solda Abdülaziz ibnus-Suud

Hindistan yolundaki Basra körfezi ticaretini ele geçirmek isteyen İngiltere’nin mıntıkadaki istihbarat memurlarıyla yakın temas hâlindeki İbni Abdilvehhâb 1791’de öldü. Başta kardeşi Süleyman olmak üzere, çok sayıda âlimin reddiyelerine rağmen, fikirleri bilhassa bedevîler (göçebe Arablar) arasında yayıldı. Şimdiki Arabistan kraliyet ailesinin atası, Der’iyye Emîri Muhammed bin Suud, İbni Abdilvehhab’ın kızıyla evlenerek 1744’de bu mezhebi kabul etti. Vaktiyle Müseyleme el-Kezzâb’ın peygamberliğine inanan Benî Hanîfe kabîlesindendi. 1765’te öldü. Yerine geçen oğlu Abdülaziz, 1811’de Hicaz’a saldırdı. Medine düştü. Buradaki mübarek türbeler yıkıldı. Mukavemet edenler öldürüldü. Sultan II. Mahmud’un emriyle, Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşaordusuyla Hicaz’a geçti. Para ile bedevî ve köylüleri elde ederek zafer kazandı. Medine ve Mekke’yi geri aldı.


Genç Suudi aristokratları
Abdülaziz’in torunu Suud, İhvan (kardeşler) adını verdiği bedevî süvarilerle 1812’de tekrar Hicaz’a saldırdı. Mısır askeri bunları tekrar yendi. Elebaşıları İstanbul’a gönderilerek idam edildi. Suud’un oğlu Abdullah da 1818’de yenildi. Der’iyye düştü ve yerle bir edildi. Bugün burası (Suudîlerin tarihî eserlere karşı tavrının aksine) bir açık hava müzesi hâlinde aynen korunmaktadır. İstanbul’a gönderilen Abdullah, oğulları ile beraber Sultanahmed meydanında asıldı.



Kral Abdülaziz ABD başkanı Roosevelt ile
Boyun eğen Suudî emirleri, Riyad kaymakamı sıfatıyla Osmanlı tâbiyetini kabul ettiler. 1918’den itibaren yaşanan otorite boşluğunu iyi değerlendirip İngiliz desteğiyle Hicaz ve Arabistan’a hâkim oldular. 1924’da Mekke ve Medine düştü. Mekke Şerifi Hüseyn Paşa, Hicaz’dan çıkarıldı. Suudî Arabistan Krallığı kuruldu. Bir asır önce başkaldıran Abdülaziz’in, aynı isimdeki torununun torunu kral ilan edildi. Böylece 100 yıl önce İstanbul’da asılan büyük atasının intikamını kendince almış oluyordu.



Kral Abdülaziz çocuklarından bazısı ile

İbnü’s-Suud diye de anılan Abdülaziz, otonomi tanıdığı Hicaz’ın, müslümanların seçtiği bir komite tarafından idare edileceğini ve bir anayasa hazırlanacağını va’detti. Ancak bu, hiçbir zaman gerçekleşmedi. O zaman müstakil müslüman devlet azdı. Bu oldu-bittiye Ankara aldırmadı; bir tek Tahran karşı çıktı. Amerika’nın da desteğini alan kral, petrolün bulunmasıyla büsbütün güçlendi. Bugün Suudi Arabistan’da Selefîlik resmî mezhebdir. Tedrisat, vaazlar ve fetvalar, bu mezheb üzeredir. Ilımlı olanlar Hanbelî olduklarını söyler. Diğer üç Sünnî mezheb resmen tanınmaz.



Kral Abdülaziz çocuklarından bazısı ile
İyi bir aile babası!
1953’de ölen Abdülaziz ibnü’s-Suud’un sayısız evliliğinden 70’i küçükken ölen 150 çocuğu vardı. 5 oğlu sırayla kral oldu. Şimdiki kralın da babasıdır. Şu anda aile mensupları bin kişiyi aşkındır ve devletin çeşitli kademelerinde başlıca söz sahibidir. Abdülaziz’in oğlu ve 2.kral Suud, sefahate düşkündü. Bu sebeple ertesi sene tahttan indirildi. Sürgüne gönderildiği Atina’da 1969’da öldü.

Suudi ailesinin çöllerdeki mücadelesi
Abdülaziz’in 2.oğlu ve 3.kral Faysal, ailenin en tanınmışıdır. Üç lisan bilirdi. Hariciye vezirliğinde parladı. Ustaca siyasetiyle İslâm âleminde büyük bir şöhret, sempati ve nüfuz elde etti. Halifeliği ihya etmek istediyse de başaramadı. Müslüman ülkelerle samimi dostluklar kurmaya çalıştı. Hicaz vâlisiyken 1932’de Ankara’ya geldi. O zamana kadar kaba güce dayalı Selefîliğin, fikrî satıhta yayılması için çalıştı. Petrol şirketlerinden ve hacılardan elde edilen paralarla faaliyet gösteren Râbıtatü’l-Âlemi’l-İslâmî’yi teşkil etti. Müslüman ülkelerde câmiler, medreseler, İslâm merkezleri kurdu. Maaşını ödediği din adamları yetiştirdi. Selefî akidesine dair kitapları bütün dünya lisanlarına tercüme ettirip, bedava dağıttırdı. Faysal’ın zevcesi İffet Hanım, Adapazarlı bir Osmanlı zâbiti ile saraylı bir câriyenin kızıdır. Faysal, aşkı uğruna, başka evlilik yapmamaya söz vermişti. Faysal, popularitesine rağmen, 1975’de yeğeni tarafından öldürüldü.


Suudi ailesinin Osmanlı Devletine bağlı Riyad Kaymakamlık günleri
Yerine geçen 62 yaşındaki kardeşi Hâlid, dinine/mezhebine çok bağlı bilinirdi. Bir yüzbaşı ile zina eden torunu Prenses Şila’yı recmettirmekte duraksamadı. 1982’de Hâlid ölünce, 60 yaşındaki kardeşi Fehd kral oldu. Estetik zevki gelişmişti. Bu sebeple, koyu Selefîlerin, bid’at olarak gördükleri, Kubbetü’l-Hadra’yı yıkma, minareleri ve mescid duvarındaki yazıları indirme isteklerini ciddiye almadı. Şimdiki kral Abdullah, Fehd’ın kardeşidir. Her ikisini de Medine’de kaldığım sıralarda yakından gördüm. Fehd, Mescid-i Nebî’nin tamir faaliyetinin bitiş merasimine gelmişti. Yaşlılık ve şişmanlık sebebiyle yürüyemediği için bir golf arabasında dolaşıyordu. Koyu Selefîler, bugün kraliyet ailesini mezhep hususunda tavizkâr ve gevşek bulmaktadır. Hatta bunlardan “İhvân”(İhvânü’l-Müslimîn değil) fedaileri 1979’da Kâbe’yi basmış; isyanları zorlukla bastırılmıştı.


Suudi Arabistan'ın kurucuları: Geleceğin Kralı Abdülaziz bin Suud, İngiliz diplomat Sir Percy Cox ve onun politik danışmanı Gertrude Bell ile Basra'da (1916

******************
İSLAM TAHRİF ÇALIŞMALARI ve VAHHABİLİK

Dan Brown' un " Melekler ve Şeytanlar" isimli kitabı ile daha önce pek çok kişi tarafından duyulmamış yeni bir kelime zikredilir oldu: "İlluminati". Pek çok kişi kitaptan öğrendiği kadarı ile kalmayıp araştırmaya başladı nedir bu illuminati diye. Belgeseller hazırlandı, yazılar yazıldı, tozlu raflardaki tarih kitapları kurcalandı. Hem günümüzdeki etkileri, hem dünya tarihini nasıl etkiledikleri ile ilgili farklı yorumlar yapıldı. Bu yazıda, kişisel görüşlerimi yansıtmamaya çalışarak, bazı olayların bilinen kısımlarını hatırlatıp, bilinmeyen kısımlarına da giriş yapıcam. Puzzle oynar gibi parçaları birleştirmeye çalışıcam gelecek yazılarda da. Parçalardan birini elimize alalım ve başlayalım.

Dialog, sıkça duymaya başladığımız yeni bir kelime. Bir diğer ismiyle "ılımlı islam", pek çoğumuzun verdiği lakapla "light islam". Ama yeni bir kavram olmasına rağmen, ulaşılmak istenen amaç yeni değil, oldukça eski. Tek fark, eski zamanlarda, farklı isimlerle faaliyet göstermiş olması.

Tek başlıkta, tarih boyunca yapılan, popüler tabiriyle dialog olarak anılan çalışmaların, tüm tarihine ışık tutmak çok zor, sayfalar dolusu yazmak gerekir ki o sayfalardan çok rahat koca bir kitap çıkar. O nedenle, bu konunun parça parça ele alınmasında fayda var dierek giriş kısmını geçiyorum.



Yukardaki resimde 2 ingiliz casusundan bahsediliyor. Bir tanesi, filmi bile çekilmiş olan, arabistanlı lawrance olarak bilinen thomas edward lawrance, dieri ise mr hempher. 2si de ingiltere için çalışan ajanlar. Görevleri ise arap yarımadasını osmanlı devletinden ayırmak. Sebepse hilafet altında birleşen müslümanları ayırmak ve bu sayede osmanlıyı dağıtmak ve doğal kaynaklara el koymak. Süreç, 18. yy' da vahhabiliğin kurulması ile başlıor, 1932' de suudi arabistanın bağımsızlığını ilan etmesiyle bitior. Ama elbette etkileri günümüzde de sürmekte.

VAHHABİLİK:

Pek çok kişinin sünni mezheplerden biri sandığı ama esasında kendilerinden olmayan herkesi kafir olarak adlandıran vahhabilik, 18. yyda muhammed bin abdulvahhab tarafından kuruldu. Gençlik dönemlerinde, 13. yyda yaşamış olan ibn-i teymiyyenin görüşlerinin çok etkisinde kalan abdulvahhab, müslüman maskesi takmış ingiliz ajanı mr hempherin de desteklemesiyle, vahhabilik akımını başlattı.

Etkisinde kaldığı kitapların yazarı ibn-i teymiyyenin birkaç görüşüne bakalım:

1. Allahın adını zikretmek bidattır.
2. Allah, gökten yere, merdivenden iner gibi iner.
3. Kaza namazı kılmak lazım deildir.
4. Cennet ve cehennem sonsuz deildir.
5. Bazı yaratıkların başlangıcı yoktur, allah gibi ezelden beri vardırlar.
6. Allah da bir cisimdir, cisim olmadıına dair kuranda ayet yoktur.
7. Allah hareket eder, dilerse yere iner, dilerse göğe çıkar, dilerse oturur, dilerse kalkar.

Allahı cismani bir varlık olarak düşünen ve bu tarz söylemleri olan bu zat, günümüzde selefilerin şeyhül-islamı olarak saygı görüor. Vahhabiler de selefi olduklarını iddia ediorlar, isimleri farklı ama özleri aynı olan bu sözde mezhepler ya da sözde mezhep, bir tek kendilerini gerçek müslüman olarak görüorlar. ( son zamanlarda sürekli tvlerde demeçler veren bazı ilahiyatçıların fikir babası olduunu da unutmamak gerek, yeri gelmişken bir video paylaşaım, videodaki zatı muhterem, pek çok ilahiyatçıyı da etkilemiş olan ve ibn-i teymiyyeye övgüler yağdıran mustafa islamoğlu )

Şimdilik konumuza dönelim. Destek veren mr hempherin arap yarımadasında bir ingiliz ajanı olduğuna dair belgeler, 2. dünya savaşı sırasında almanların eline geçmiş, daha sonra der spiegelde yayınlanmış, ardından fransada, önemli bir gazetede bu belgeleri yayınlamış. Lübnanlı bir doktor, bu anı niteliğindeki belgeleri arapçaya çevirip kitap olarak sunmuş. Daha sonra bu kitap başka dillere de çevrildi. Kitapta ingilizlerin islamiyeti imha etmek için hazırladıkları planlar var, bu planları uygulamak için görevlendirilen ajanlardan biri de mr hempher. Müslüman görüntüsünde, müslüman gibi yaşayıp, nasıl müslümanların içerisine sızdığı ve çin, hindistan ve ortadoğuda uygulanan politikalar anlatılıor

Araplarla ingilizlerin, arap yarımadasında işbirliği yaptığını anlatan tek kitap bu deil elbet. Sultan 2. abdulhamit zamanında amirallik yapan eyüp sabri paşa da, 1888de yazdığı "mir'at al harramin" isimli eserinde abdulvahhabın, bir ingiliz ajanıyla kontak kurduundan ve düşüncelerinden etkilendiğinden bahseder.





Bir ingiliz ajanın itirafları kitabına dönersek, kitapta geçen, müslümanların kuvvetli gördükleri noktalarını tahrif etmek için sıralanan maddeler şöyle:

1. Müslümanlar arasında ırkçılık ve milliyetçilik körüklenecek, islamdan önceki kahramanlıklarına dikkat çekilecek.

2. İçki, kumar ve zina, açık ya da kapalı yaygınlaştırılacak. Gayri müslimlerden bu konuda istifade edilecek.

3. Satın alınan kişiler kahraman, kurtarıcı ilan edilecek. İslam dinine bağlı idareciler kötülenecek. Zalim liderler yetiştirilecek.

4. Çok cami yapılacak ama içlerine ya misyonerler, ya da mezhepsiz imamlar konulacak.

5. Kilise, okul, hastane, kütüphane, hayır kurumu isimleri altında propoganda merkezleri açılacak ve bu merkezler islam ülkelerine yayılacak.

6. Müslümanlara islamdan kastın mutlak din olduğu, bu dinin hrıstiyanlık ya da yahudilik de olabileceği inancı aşılanacak. Cihadın geçici bir fazr olduğu ve vaktinin geçtiği telkin edilecek.

7. Müslüman adetlerine bidatlar sokulacak, islam gerici ve terör dini gibi gösterilecek. İslam ülkelerinin geri kaldığı söylenerek islama olan bağlılık azaltılacak.

8. Kadınlar tahrik edilerek örtülerini açmaları sağlanacak. Bu iş için gayri müslim kadınlar kullanılacak. Ardından müslüman kadınlar da kendiliğinden açılacaktır.

9. İslamın yayılması ve müslüman olmayanlara öğretilmesi faaliyetleri men edilecek. İslamın sadece arapların dini olduğu fikri yayılacak.

10. Müslümanlar kuran hakkında şüpheye düşürülecek, içinde eksik ya da fazla ayet var denecek.

11. Arap ülkeleri dışında, ezan, namaz ve duaların arapça yapılması engellenecek. Arapça öğrenilmesi engellenecek. Arap diyarında da mahalli lehçeler yaygınlaştırılacak, kuran ve sünnet dili olan arapçanın kullanılmasının önü kesilecek.

12. Hadisler hakkında müslümanlar tereddüte düşürülecek. Bazı hadislere uydurma denecek ve hadislerin kaynak olması devreden çıkartılacak. Kaynak yalnız kurandır denecek.

13. İslam bünyesinde tahrif edilmiş din ve mezhepler çıkartılacak. Bu dinler insanların heveslerine uygun olacak.

14. İç savaş ve ayaklanmalar teşvik edilecek. Hem kendi içlerinde, hem de gayrimüslimlerle daima mücadele halinde olmaları sağlanacak, böylece kuvvetleri zayi olacak ve ihtilallere zemin hazırlanacak.

15. Hindistanın şimdiki hali gibi, iran ve osmanlı, birbirleriyle anlaşamayan mahalli devletlere bölünecek. Böl parçala, böl mahvet teoremi uygulanacak.


Bu planları gerçekleştirmek için görevli ingiliz ajanlarından olan mr hempherın da desteği ve etkilemesi ile muhammed bin abdulvahhab, kendi düşüncelerini, "müslümanlar 6 asırdır şirke battılar, doğru yolu gösteriorum" dierek yaymaya başladı. İngilteredeki sömürge bakanlığı, bu oluşumun haberini alınca, deriye emiri muhammed bin suuda durumu bildirdi. Para ve askeri yardım sözleri vererek, abdulvahhab ile işbirliği yapmasını sağladı.Muhammed bin suud ile siyasi bir oluşum haline gelen vahhabilik, katliamlar yaparak geniş bir alana yayıldı. Şimdi sormadan edemior insan, neden o kadar destek verildi altı üstü yeni bir islami mezhep (???) için die. Destek verenler de sözde hrıstiyan özde luciferian olan ingiltere yönetimi üstelik.

Osmanlı için bir sorun haline geldiklerinde başta 2. mahmut vardı. Mısır valisi kavalalı mehmet ali paşanın vahhabileri yenmesi üzerine, ilk vahhabi dönemi, 1819da kapandı ama kısa bir süre sonra, kurtulmayı başaran bir suud hanedanı üyesinin önderliğinde yeniden canlandı.


Muhammed bin Suud

Arap dünyasını osmanlıdan koparmak isteyen ingiltere, vahhabi akımını desteklemekle kalmadı. Sanayi inkılabını gerçekleştiren ingiltere, sömürgelerine giden yolların güvenliğini sağlamak için akdenizi ve ortadoğuyu ele geçirmek zorundaydı. Bu amaçla, dünyanın en en zengin petrol yataklarının bulunduğu musul-kerkük hattını ele geçirmek için, ortadoğuya, arabistanlı lawrance adıyla ünlenen casusunu yolladı. Çünkü lawrance bölgeyi biliordu ve arapçayı mükemmel konuşmayı öğrenmişti. Lawrance, 1. dünya savaşı çıkınca kahireye yollandı. Burda şerif hüseyin ve oğulları ile dostluk kurdu.



İngilizler, şerif hüseyini, kendi lehlerine çalışması şartı ile, kuracakları bağımsız hicaz devletinin başına getirecekleri vaadini verdiler. Gerekli mali ve askeri yardımı yaptılar. Bu anlaşmanın fikir babası ingiliz mc mahondu. Osmanlıya karşı isyan çıkartma fikrinin teşvikinin arkasında da , artık herkesin adını ezbere bildiği ünlü ingiliz rotschild ailesi vardı. Görünen amaçların arkasında bir başka amaç daha vardı: Ortadoğudaki otorite boşluğundan faydalanarak, filistinde büyük israil devletini kurmak.

Şerif hüseyin 1916da isyan bayrağını açtı. Amacı, hem arapları osmanlı hakimiyetinden kurtarıp bağımsız bir ülke çatısında birleştirmek, hem de hilafeti ele geçirmekti. Vahalarda yaşayan bedevi araplarla işbirliği yapan şerif hüseyin, osmanlı takviye güçlerinin gelmesini engellemek için ellerinden geleni yaptılar, türk birliklerine ağır kayıplar verdirdiler. Kasaba ve şehirlerde yaşayan araplar, şerif hüseyine destek vermediler. Tarihteki "araplar bizi sırtımızdan vurdu" olayının iç yüzü bundan ibaret aslında.

İsyan esnasında, ingiltere,bir yandan da suud hanedandından necd emiri abdulaziz bin suud ile görüşmeler yaptı. İsyan sonunda şerif hüseyin, önce mekke emiri, sonra da cidde kralı oldu. Ancak kral olmasının üstünden çok geçmeden, abdulaziz bin suud ile anlaşmazlıklar başladı. İngiltere suuda destek verdi ve şerif hüseyin liderlik mücadelesinde yenilip kıbrısa sürüldü. Şerifin ölmeden evvel söylediği söz ise manidar:
"Bu, bizim başımıza gelenler, ekmek kapımız, koruyucumuz ve asırlar boyu efendimiz olan osmanlı devletine karşı işlediğimiz günahların, giriştiğimiz isyanların, ilahi bir cezasıdır."

1900lü yılların başında, osmanlıdan valilik talebinde bulunan ama güvenilmez bulunduğu için reddedilen suud, 1926da ingilterenin desteğiyle, hicaz krallığının başına geçti ve hicazdaki 700 senelik, peygamber soyundan gelen haşimilerin iktidar dönemi bitti. Abdulaziz bin suud, 1932ye kadar arap yarımadasının nerdeyse tamamını idare altına alarak resmi mezhebi vahhabilik olan suudi arabistan devletini kurdu. Böylece arap yarımadasındaki 400 senelik osmanlı hakimiyeti son buldu, ortadoğudaki istikrar sona erdi. Araplar arasında senelerce sürecek anlaşmazlıklar baş gösterdi ve ortadoğu meselesi, günümüze kadar, kanayan bir yara olarak geldi.



Abdulaziz bin Suud

Şimdi de biraz vahhabiliğin öğretilerine değinelim. Abdulvahhabın kitab-üt tevhid isimli eserine göre, 3 mesele vardır:

1. İbadet imanın parçasıdır. Bir farzı, farz olduuna inanmasına rağmen yapmayan kişi kafir olur. Bu kişi öldürülür ve malları, vahhabilere taksim edilir.

2. Peygamberin ve evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarlarını ziyaret edip dua eden kafirdir. Ölmüş birinden birşey istemek şirktir.

3. Mezarlar üzerine türbe yapmak ve türbelerde namaz kılmak caiz deildir. Sünniler ve şiiler bu yüzden müşriktir. Bu müşrikleri öldürmek ve mallarını yağma etmek helaldir, ve bu müşriklerin kestikleri leş olur.


( Böyle de bir şeyhleri var, adı bin baaz, 1999da ölmüş. Maşallah, yüzünden de nur akıor )

Diğer inanışları ise şöyle:

1. Bir mezhebe uymazlar.

2. Peygamber ve evliyanın mezarlarına türbe yaptırmak, allahtan başkasına tapmaktır. Her türbe puthanedir. Müslümanların çou müşrik olmuştur.

3. Şefaat die bişey yoktur. Keramet de yoktur.

4. Hz muhammed "habibullah" (allahın sewdiği) die deil, "halilullah" (allahın dostu) die anılmalıdır.

5. Tasavvuf, hint yahudilerinin oyunudur ve eski yunandan alınmıştır. Tasavvufçular müşriktir.

6. Allah için adakta bulunmak ve hayvan kesmek, sonra da kesilen hayvanın etini fakirlere dağıtıp, sevaplarını peygambere ya da evliyaya hediye etmek şirktir.

7. Resulullahı övmek ve ondan şefaat dilemek şirktir. Bunları yapan müslüman müşriktir. Ölüden şefaat istemek, ona tapmak demektir.

8. Allah, arş üzerinde oturur, kendisi ile oturması için de hz muhammede yer bırakır. ( hrıstiyanlar da allahın gökte olduğuna inanır )
Ayrıca ünlü din adamlarının, oldukça abes söylemleri vardır. Mesela bunlardan biri, allahın 2 eli var der. Başkası "ya rasulallah" demek şirktir der. Bir dieri, yezidin ismi geçince, allah ondan razı olsun der. ( yezid: peygamberin torunu imam hz. hüseyinin kafasını, kerbela savaşında kestiren kişi )

Kısaca, gerçek müslümanın kendileri olduuna inanırlar. Dier mezhepler şirke batmıştır, inananları kafirdir derler. Ehl-i sünneti ve ehl-i sünnet alimlerini öldürmeyi mübah görürler. Tevhid anlayışları vardır, barışçıl söylemlerinde "la ilahe illallah" cümlesine biat edelim, birbirimize yardım edelim derler. "Muhammeden resulallah" demekten nieyse çekinirler. Son dönemin modası light islama ve gülen cemaatine ne kadar benzior deil mi?

Suudi arabistanın resmi mezhebi hala vahhabilik. Şu an baştaki kralları ise, abdulaziz bin suudun torunlarından kral abdullah. Bir ailenin isminin verildiği tek ülkedir suudi arabistan.

*******************
Özel yaşamlarında islamdan oldukça uzak bir tablo çizen bu hanedanın uygulamaları da oldukça islamdan uzak.

İslam dünyasınca kutsal kabul edilen mekke ve medine şehirlerine bir göz atalım şimdi de. Bakalım ne kadar kutsal onlar için de bu islamiyetin simgesi mekanlar.









400 sene boyunca kabenin çevresine, kabeden daha yüksek bir bina yapmayarak, kabenin kutsaliyetini gözeten osmanlının aksine, arap yönetimi, hiçbir mahsur görmemiş bu kutsal mekanın etrafına gökdelenler dikme konusunda. Son resimde görülen saat kulesi de dünyanın en yüksek saat kulesi olma özelliğine sahip. Görüldüğü gibi kabe minicik bir nokta gibi kalmış. Sözde kabenin etrafını genişletmek adına söküleceği söylenen osmanlı revakları ve yıkılacağı söylenen 5 yıldızlı otellerin yerine ne yapacaklarmış bakalım.




20 sene sonra bitirilmesi planlanan mekke projesi resimde görülüor. Kutsal kabe gene minicik bir nokta. Şehrin manevi dokusundan eser yok, uzay çağı kabeye monte edilmiş gibi.


Bu resimde de medinedeki proje görülüor. Peygamberimizin türbesi yani ravza-i mutahhara gökdelenlerin arasından görünmeyecek kadar ufak.

Bir de dier dinlerin kutsal yerlerine bir bakalım. Aynı şehirleşme oralarda da var mı acaba?



Burası hrıstiyanlarca kutsal kabul edilen vatikan. Resimden de anlaşılacağı üzere, herhangi bir gökdelen ya da daha yüksek bina görünmüor. Şehrin manevi dokusuna hiç zarar verilmemiş, uzay çağının yansıması yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder