Yeryüzünde insanca ve müslümanca bir hayat sürdürmemiz için kendi katında bize şeriat nizamını gönderen mutlak hâkimiyet sahibi Allahu Teâlâ’ya sonsuz hamd ve senalar olsun.
Cihanşümul bir şeriat ile gönderilen ebedi önder Hz.
Peygamber (s.a.v)’e, Âline, Ashabına ve İslam nizamının yeryüzüne hâkim olması
için kanının son damlasına kadar tağuti güçlere karşı amansız bir şekilde cihad
ibadetini sürdüren tüm dünya Müslümanlarına salat-u selam olsun. (Âmin)
“Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve
mü’min kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar, doğru
erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (gönülden
Allah’a) saygılı erkekler ve (gönülden Allah’a) saygılı kadınlar, sadaka veren
erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar,
ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden
erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar; işte Allah bunlar için bağış ve
büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab Suresi 35.ayet)
İslam düşmanı Siyonist ve emperyalistler, bir milleti yıkmak,
çürütmek ve İslam’ı bozmak için daima kadını en güçlü silah olarak kullanmış ve
halen de kullanmaktadırlar.
İslam’ı ve Müslümanları maddi güç ve silahlarla yok
edemeyen düşman, çağdaş silah olarak Müslüman kadınımızın ahlakını bozmayı ve
ona İslam’ın kazandırdığı kutsal ve yüce değerini yitirtip, şehvetperestlerin
metaı haline getirtip, sokaklara dökmüş, kişiliğini, ahlakını ve namusunu
kaybettirmiştir.
Düşman, kadınımızı modanın ve şehvetin kölesi haline getirip
istediği şekle ve maskaralığa sokabilmekte ve soyabilmektedir. Bununla beraber
bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz konu Müslüman kızlarımızda görülen
yozlaşma ve bozulmalardır.
Başörtüsü bir kimlik, bir tercih, bir semboldür.
İslami şahsiyetin kimliği, müslümanca bir hayatın tercihi, iffet ve hayatın
sembolü. Ama ne yazık ki bugün taktığı başörtüyü, büründüğü tesettürü
taşıyamayanlar adeta onu rencide edercesine hakaret edenler var. Başörtülü
kızlarımız tıpkı açık saçık bayanlar gibi erkeklerle el ele, kol kola, sarmaş
dolaş bir vaziyette çarşı-pazarda, parklarda, duraklarda, sahillerde
dolaşıyorlar. Tabii İslami olarak da hiçbir sakınca görmeden parmaklarına yüzük
takan iki genç artık toplumun arkasında her şeyi yapmayı kendilerine mubah
sayıyor. Tabi ki kadınlarımızın bu hale gelişinde çevre kültürünün yanı sıra,
tesettürün mahiyeti ve gerekliliği hususunda yeterince bilgi sahibi olmamaları
da büyük rol oynamaktadır.
Bu sahada yazılmış birçok kitap olmasına rağmen[1], biz
tekrarda fayda olduğuna inandığımızdan dolayı bu meseleyi yeniden gündemimize
alıp, İslam fıkhına göre içeriğini kıymetli eserlerden araştırıp, yazmayı uygun
gördük. Hayırlara vesile olması temennisiyle…
TESETTÜRÜN MAHİYETİ
Örtünmek, bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek manasına
gelen tesettür, “STR” kökünden “tefe’ul” vezninden bir mastardır. Bir fıkıh
terimi olarak, erkek ve kadının şer’an örtülmesi gereken yerlerini örtmesi
demektir. Bir kimsenin örtmesi gereken ve başkasının bakması haram olan
yerlerine “avret yeri” denir. [2]
Tesettür, hem Müslüman kadına, hem de Müslüman erkeğe farz
kılınmıştır. Örtünmenin amacı başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı meşru
olmayan cinsel isteklerden sakınmaktır. Allahu Teâlâ’nın şu ilahi emri, insanı
hayvandan ayıran en önemli özelliklerden birisinin örtünme olduğunu
bildirmektedir:“Ey Âdemoğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi,
süslenecek elbise indirdik. Takva (Allah’ın azabından korunma) elbisesi daha
hayırlıdır. İşte bunlar Allah’ın ayetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.”
[3]
İnsanın örtünme ihtiyacının ilk insan Hz. Âdem ve Hz. Havva
ile başladığı, çıplaklığın çirkin bir şey olduğu da ayette şöyle belirtilir:
“Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana ve babanızın kötü yerlerini kendilerine göstermek
için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa, sakın size de bir kötülük
yapmasın.”[4]
Erkeklerin gözlerini sakınması, kadınların iffetini korumak
içindir. Ayette şöyle buyrulur: “Mü’min erkeklere söyle, Gözlerini sakınsınlar
ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir. “[5] Ayetteki
“Gözlerini sakınsınlar” emri, her şey için değil, yalnız Allah (c.c)’ın haram
kıldıklarına aittir. Gözü sakınmanın birçok faydaları vardır:.Allah (c.c)’ın
emri tutulmuş olur. Bir ok gibi kalbi yaralayan manzaralardan korunulmuş olur.
Kalb kuvvetlenir. Kalb kötü şeylerle meşgul olmaz. Allah (c.c)’la meşgul olmaya
alışkanlık peyda eder. Kalbe nur kazandırır. Kalbe feraset verir. Şeytanın
giriş yolların kapatılması sağlanmış olur.
Hanefi mezhebine
göre insanların birbirlerinin mahrem yerlerine bakması dört kısımda toplanır:
1.Erkeğin erkeğe karşı avreti: Diz kapağından göbeğe kadar
olan kısmıdır.
2.Erkeğin kadına karşı avreti: İster namahremi, ister mahremi
olsun, erkeğin kadına karşı avreti, erkeğe karşı olduğu gibi, diz kapağı ile
göbeği arasıdır. Yalnız karı-koca arasında avret mahalli yoktur.
3.Kadının kadına karşı avreti: Erkeklerde olduğu gibi diz
kapakları ile göbekleri arasıdır.
4.Kadının erkeğe karşı avreti: Sahih olan görüşe göre,
kadının erkeğe karşı avreti bütün vücududur.
“Gözleri sakınma” hususunda hitap, erkeklere olduğu gibi
kadınlara da yapılmış ve tesettürü ne şekilde, kimlere karşı uygulayacakları şu
ayet-i kerime ile beyan ile beyan edilmiştir:
“Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini (harama bakmaktan)
sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar, bunlardan görünen
kısım müstesna, Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak surette) koysunlar
ziynet (mahal)’lerini kendi kocalarından yahut kendi babalarından, yahut
kocalarının babalarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocalarının
oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin
oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut kendi kadınlarından,
yahut kendi ellerindeki memlukeler (cariyeler) den, yahut erkeklerden yana
ihtiyacı olmayan hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali
olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri ziynetleri
bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah’a tevbe edin ey
mü’minler, Ta ki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.” [6]
“…Ziynetlerini açmasınlar…” ayeti kadınların yabancı erkekler
karşısında fitneye sebebiyet vermemek için ziynetlerini açmalarının haram
olduğuna delalet eder.
Ziynet; aslında, kadının giydiği elbise, takındığı süs eşyası
ve kullandığı makyaj malzemesidir. Zira ziynet iki çeşittir. Birisi
yaratılıştan olan ziynet, diğeri kazanılan ziynettir. Yaratılıştan olan ziynet
kadının teninin, boy ve endamının ve yüzünün güzelliğine denir.
Açıktır ki, elbise, küpe, gerdanlık gibi ziynetlere kadının
vücudundan ayrı olarak bakılması haram değildir. Haram olan, kadın vücuduna
takıldıktan sonra onlara bakmaktır. Kadına takılan ziynete bakmak haram olursa,
tabiatıyla ziynetin takıldığı uzva bakmak da haramdır. [7]
Ayette, Müslüman kadının diz kapağı ile göbeği arası, karın
ve sırtı dışında diğer yerlerini yanlarında örtmek zorunda bulunmadığı
hısımları ya da birlikte yaşanacak durumda olduğu kimseler sayılmıştır. Bu kimseler
şunlardır:
1.Kocası: Kadın kocasının yanında dilediği gibi giyinebilir.
Eşler arasında örtünme bakımından bir sınır söz konusu değildir.
2.Babası (Dedeleri)
3.Kayınpederi 4.Oğlu 5.Kocasının oğlu
6.Erkek kardeşi
7.Erkek kardeşinin oğlu
8.Kız kardeşinin oğlu (daha aşağıdaki yeğenler)
9.Müslüman kadın. Çünkü mü’mine kadın, gayri Müslim
kadınların yanında diğer yakın hısımlarının yanında açıldığı gibi açık
oturamaz. Bunda gayri Müslim kadınların (ayrıca fasık olan ve huyundan emin
olunamayan Müslüman kadınların bile) kendi erkeklerinin yanında Müslüman kadını
tasvir etmesi ve onu anlatması engellenmek istenmiştir. Hz. Ömer, Ebu Ubeyde’ye
(r.a) yazdığı bir mektupta şöyle demiştir: “Bana Müslüman kadınların hamamlara
müşrik kadınlarla birlikte girdikleri haberi ulaştı. Bu daha önceden kalma bir
adettir. Allah’a ve ahret gününe inanan hiçbir kadının kendi dininden olmayanın
avret yerine bakması helal olmaz.”[8]
10.Cariyesi: İmam Ebu Hanife (r.a) ve İmam Hanbel (r.a)’e
göre köle, hanımefendisi karşısında yabancı erkek gibidir. Onun hanımının
ziynetlerine bakması helal değildir. Bunlara göre ayetteki “kendi ellerindeki
memlükeler” den maksat bütün köleler değil, yalnız cariyelerdir.
11.Erkekliği kalmamış hizmetçiler: Denk olmama, yaşlılık,
hastalık v.b. sebeplerle kadınlara karşı istek duymama veya hadım olma gibi
nedenlerle evin sahibi kadına cinsel bakımdan zararı dokunmayacak kimseler,
kadın için diğer hısımlar gibidir.
12.”Henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklar”
ifadesinde âlimler ihtilaf etmişlerdir.
Bazı âlimlere göre ayetteki, “çocuklar” henüz buluğa ermeyen
çocuklardır. Diğer bazı âlimlere göre ise, çocukluğundan dolayı kadının gizli
yerleri ile gizli olmayan yerlerini birbirinden ayırt etmeyen çocuklardır. Bu
ikinci görüş daha sahihtir. Zira ayetteki çocuklardan maksat, şüphesiz
kadınların vücudu, tavır ve hareketleri hususunda cinsi bir şuura ulaşmayan
küçük çocuklardır. Bu çocuklar yaş itibariyle on yaşından küçük olmalıdır.
Kadınların gizli yerlerine muttali olan çocuk, henüz buluğ çağına ermese dahi,
kadınların ona karşı ziynetlerini örtmesi daha uygundur.
Ayrıca ayetteki: “Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye
ayaklarını da vurmasınlar” ifadesine dayanarak Hanefi âlimlerinin bir kısmı,
kadının sesinin de avret olduğuna hükmetmişlerdir. Zira bu ayet, kadınların
ayağına taktıkları halhalların sesini duyurmaları yasaklanmaktadır. Kadının
sesi, elbette ki halhalın sesinden daha caziptir. Bu yüzden de yasaklanması
zaruridir.[9] (Yalnız fitneden emin
olmak şartıyla kadınların sesinin avret olmadığı, fıkıh kitaplarında
geçmektedir.)
Ayette geçen “bunlardan görünen kısmı müstesna” hakkında
Mevdudi (r.a), şu açıklamada bulunuyor: “Ayet-i kerimedeki bu cümle, kadınların
ziynetlerini kasti olarak açmalarının caiz olmadığına delalet eder. Şu var ki,
kendi kasıtları olmadan açılmaları hali müstesnadır. Bir de, dıştan giydikleri
çarşaf ve benzeri giysileri gizlemeleri mümkün değildir. İşte bu üstten giyilen
çarşaf ve benzeri giyeceklerin görünmelerinde bir beis yoktur.”[10]
Şehid Seyyid Kutub (r.a) ise bu ayet hususunda şu
açıklamalarda bulunmuştur: “Yüz ve eller gibi görünmesi zaruri olan ziynet
yerlerinin gösterilmesi ise helaldir. Çünkü Hz. Peygamber (sav), yüz ve ellerin
gösterilmesine karşı çıkmamıştır. Nitekim Hz. Peygamber, Ebu Bekir’in kızı
Esma’ya yüz ve ellerine işaret ederek: “Ey Esma! Kadının ergenlik çağına
ulaştıktan sonra, buraları dışında kalan yerlerini başkasına göstermesi caiz
değildir” (Ebu Davud) buyurmuştur. [11]
Diğer yandan kadın yaşlanıp ay halinden kesilir ve cinsel
yönden erkeklere istek duymaz olursa, bunun için örtünmede bazı kolaylıklar
getirilmiştir. Ayette şöyle buyrulur: “Ay halinden kesilmiş ve evlenmek için
ümidi kalmamış olan yaşlı kadınlar ziynet yerlerini erkeklere göstermemek
şartıyla dış elbiselerini bırakmalarında onlar için bir günah yoktur. Bununla birlikte
yine de sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır.” [12]
HİCAB (PERDE) AYETİ
Kadınların ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal
ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Ayette şöyle
buyruluyor: “Ey Peygamber ! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış
elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp, kendilerine
sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allah çok yarlıgayıcıdır, çok
esirgeyicidir.”[13]
Ayetin Arapça metninde geçen “Celalib”, cilbab’ın çoğuludur.
Cilbab, bütün vücudu örten elbiseye denir. Hicab ayeti, kadınların avret
mahallerini örtmeleri istikrar kazandıktan sonra nazil olmuştur. Bilindiği
gibi, örtünme Hicri 5.yılda Şevval ayında Nur suresi 31.ayeti kerimenin inzali
ile farz kılınmıştır. Öyleyse bu ayette emrolunan tesettür, daha önce farz
kılınan setr-i avretten başka ve fazla bir örtünmedir. Bunun içindir ki bütün
müfessirler, tabirleri değişik de olsa mefhumda birleşerek ayetteki “cilbab”
tan maksadın kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü,
elbise olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeple zamanımızda kadınların çarşaf
denilen bir örtü veya onun benzeri bir örtü ile örtünmeleri gerekmektedir.
Ayetteki “cilbab”tan maksat bazı cahillerin sandıkları gibi setr-i avret
değildir.[14]
Yine “Bu onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.”
Ayetinde hicabın farziyetinin hikmeti beyan edilmektedir. Şer’i hükümlerin
hepsinde meşru hikmetler vardır. İşte kadınların örtünmelerindeki hikmet de hem
onların namuslarının, hem de cemiyetin korunmasıdır. Ebu Hayyan el-Endülüsi :
“Bu onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur” ayetini, “Namus ve
iffetle tanınsınlar ki, fasık kimseler onlardan hiçbir şey beklemesinler.”
şeklinde tefsir etmektedir. [15]
Üstad Mevdudi de ayetle ilgili der ki: ”Elbette (ayette
geçen) bu emir, erkeklerin ısrar edici bakışlarından, sarkıntılık etmelerinden
ve sataşmalarından rahatsız olan, bunları eğlenceli bulmayan, kötü şöhretli
ahlaksız kokak kadınlarından biri gibi kabul edilmek istemeyen, tam aksine
ahlaklı, namuslu ev kadınları olarak tanınmak isteyen kadınlar içindir. Böyle
ve şerefli kadınlara Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Eğer gerçekten iyi kadınlar
olarak tanınmak istiyorsanız ve erkeklerin şehvet dolu bakış ve ilgileri sizi
rahatsız ediyorsa, insanların açgözlü bakışları önünde bütün güzellik ve fiziki
cazibenizi ortaya koyacak şekilde yeni gelinler gibi süslü bir şekilde sokağa
çıkmamalısınız. Tam aksine bütün ziynetlerinizi gizleyen ve yüzünüzü örten sade
bir örtü ile ve ziynetlerinizin şakırtısı bile dikkati çekmesin diye ağırbaşlı
bir şekilde yürüyerek sokağa çıkmalısınız. Kendisini boyayıp süsleyen ve her
tür ziyneti takıp takıştırmadan dışarı adımını atmayan bir kadının, erkeklerin
dikkatini çekmekten başka bir amacı olamaz. Böyle yaptığı halde insanların,
açgözlü bakışlarından rahatsız olduğunu söyleyerek şikâyet ediyorsa ve “sokak
kadını” olarak tanınmak istemediğini, namuslu bir ev kadını olarak yaşamak
istediğini söylüyorsa, bu, sahtekârlıktan başka bir şey değildir…” Siz aynı
zamanda hem sokak kadını, hem de namuslu bir kadın olamazsınız. Eğer namuslu,
saygıdeğer kadınlar olarak yaşamak istiyorsanız, sokak kadınlarına yaraşan
davranışlardan vazgeçmeli ve namuslu kadın olmanızı sağlayacak bir hayat tarzı
benimsemelisiniz…”[16]
Müslümanların vazifeleri, daha sonra örtünmede zorluk
çekmemeleri için on yaşına giren kız çocuklarını örtünmeye alıştırmak
olmalıdır. Bu örtünme teklif emri değil, fakat terbiye bakımından gereklidir.
Namazda da durum böyledir. Nitekim Rasulullah (sav): “Çocuklarınız yedi yaşına
girdikleri zaman onlara namazı emredin. On yaşına girdiklerinde namaz
kılmazlarsa onları (hafifçe) dövün. “[17] Atalarımız “ağaç yaşken eğilir”
demişlerdir. Gerçekten küçükken İslami terbiye verilmeyen kişiler, sonradan
İslam’ı yaşamakta zorluk çekmektedirler.
Ahzab suresi 59.ayette geçen “cilbab” kelimesi hakkında
birkaç görüş vardır:
1.Kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudunu örten
bir örtü, (dış) elbise olduğunda müfessirlerce ittifak olduğunu ayetin
tefsirinin başında belirtmiştik.
2.Cilbab, bütün vücudu baştan aşağıya örten (çarşaf, ferace,
çar..vs gibi örten) dış kıyafetin adıdır.
3.Üst tarafı göbeğe kadar örten ve rida denilen örtüdür.
4.Cilbab; bütün vücudu baştan aşağı örten çok geniş ve uzun
bir örtüdür.
5.Taberi ve Ebu Hayyan, İbn-i Abbas (r.a)’dan şöyle rivayet
etmişlerdir: “Kadın cilbabını üstten alnının üzerine indirir ve oradan sıkar,
alttan da burnunun üzerine kadar (yüzünün ekserisini ve göğüslerini tamamen)
kapatır. Yalnız gözleri dışarıda kalır.”
Yüzün avret olmadığını söyleyenler, (bir kısım Hanefi
âlimleri gibi) bunu iki şarta bağlamışlardır. Bu şartlardan birincisi; yüzün
tabii durumunda olması (yani makyajsız olması), ikincisi; fitneden emin
olunmasıdır. Şayet yüzün açılması fitneye sebep oluyorsa açılması haramdır.
Şimdi günümüzde tekrar tekrar gözden geçirilip yapılmaması
gereken, çok önemli bir konu olan teberrüc hususunu açıklamaya gayret edelim:
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
“Evlerinizde oturun. İlk cahiliye (çağı) kadınlarının açılıp
saçılması gibi açılıp saçılarak (kırıta kırıta) yürümeyin.” (Ahzab S. 33.ayet)
Teberrüc: Bir kadının kocasından başka kimselere ziynetlerini
(altın, gümüş, gerdanlık…) ve fiziki güzelliğini teşhir ederek göstermesi,
böbürlenerek ve kırıtarak yürümesidir.
Ayetteki çağrı her ne kadar Peygamber hanımlarına yapılmışsa
da, tüm mü’mine kadınlara da yönelik bir emirdir.
İlk cahiliye çağı kadınlarının toplum içerisindeki dış
görünümlerini anlatan “teberrüc” kavramını müfessirler, şu şekilde
açıklıyorlar:
” Kadın çıkar erkekler arasında gezebilirdi. Kadınlar
evlerinden dışarı çıktıkları zaman, nazlanarak, kırıtarak, üzerlerine ilgi ve
dikkatleri çekerek yürürlerdi. Bu ayetle Allah (c.c) bundan mü’mine kadınları
menetti. Teberrüc, kadının örtüyü başına bağlamadan onu bırakması; gerdanlık,
küpe, boyun ve boğazını açık bulundurmasıdır. İşte o günün çıplaklığı, açıklığı
bu idi”
Bu demek değildir ki, “cahiliye kadınları hiç başörtüsü
kullanmıyordu. Fakat onlar, yalnız enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar,
yakaları önden açılır, ziynetleri görünürdü. Yani halaylık yaparlardı. Demek ki
son zamanlarda çağdaşlık, asrilik sayılan kerdenküşalık böyle bir eski
cahiliyet şiarı idi. İslam bu açıklığı yasaklayıp, kadınları başörtülerini
yakaları üzerine vurarak örtünmeleri farz kılındı.[18]
Ebu Hureyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Rasulullah
(s.a.v.) : “İki sınıf insan vardır ki, bunlar ateş ehlidirler. Birincisi, sanki
hiç elbise giymemiş gibi ince ve dar elbise giyen kadınlardır. Bunlar bu
elbiseleri erkekleri kendilerine celbetmek için giyerler. Bunların saçları da
hörgüçlü develerin hörgücüne benzer (saçları kabartılmış). Bunlar cennete
girmedikleri gibi, çok uzaktan duyulan cennet kokusunu dahi
alamayacaklardır”[19] buyurmuştur.
Kadınların başlarının deve hörgücüne benzetilmesi, çeşitli
bağ ve sargılarla sararak onları büyüttükleri içindir. Yani başörtünün altında
da olsa, tepeye toplanan saçların dikkat çekici olmaması gerekir. [20]
Şimdi de günümüzde oldukça kullanılan ipek eşarbın hükmünü
açıklamaya gayret edelim: Hz.Ali, Rasulullah (s.a.v.) bana bir “siyera” (ipek
cinsinden bir kumaş) kostüm vermişti. Onu giyerek dışarı çıktım. Ama
(peygamberimizin) yüzünden O’nun bana kızdığını anladım ve onu derhal yırtarak
yakınlarım olan kadınlar arasında paylaştırdım; demiştir. Müslim’deki
rivayetinde Rasulullah: “Onu ben sana giyesin diye göndermedim, yakınlarından
kadınların başörtüsü yapmaları için bölesin diye gönderdim.” Buyurduğu ilavesi
vardır. Demek ki ipeğin ipek olduğu için başörtüsü olarak kullanılmasında bir
beis yoktur. Başörtünün mahzurlu olması, ipek olmasından değil, süslü-püslü
olup, “teberrüc” (sayılacak bir başörtüsü) kapsamına girmiş olmasından dolayı
olabilir. Yani rengi ve deseniyle cazip olup, “teberrüc” sayılacak bir
başörtüsü, ipekten olmasa bile kadın için mahzurludur. Böyle bir başörtüsü ile
de tesettür gerçekleşir, ancak teberrüc yasağına uyulmamış olur. Rengi ve
deseni ile teberrüc kapsamına girmeyen bir başörtüsü, ipek olsa bile mahzurlu
olmamalıdır. (Allahu Alem) [21]
Kur’an’ın “evlerinizde oturun”… (Ahzab 33) buyurmasını, her
selim akıl sahibi insan anlar ki, eve kapanıp, boşu boşuna gününüzü gün edin
anlamı çıkmaz. Bu, çıkmanızı gerektirecek, şer’i bir ihtiyacınız dışında,
gereksiz yere, cahiliye kadınlarının açılıp, saçıldığı gibi dışarı çıkmayınız
demektir.[22]
Teberrücden korunamayan kadınlarla İslami bir cemiyet
kurulamayacağı için de ilk İslam toplumunu oluştururken Allah’ın Resulü mü’mine
kadınlardan teberrüc yapmayacaklarına dair biat alırdı.
Teberrüc; zinaya, boşanmalara, ailelerin dağılmasına, sapık
akımlara zemin hazırladığı için haram kılınmıştır. Dolayısıyla dinimiz
“dolaysız çıplaklığı” ve teberrüc dediğimiz “örtülü çıplaklığı” da
yasaklamıştır.
Günümüzde “Tesettür Giyim” reklamı altında yeni bir tehlike
hortlamış bulunmaktadır. Bir takım firmalar, ürettikleri İslam’a uygun (!)
modellerle Müslüman genç kızları adeta esir aldılar. Yırtmaçlı elbiseler,
taşlanmış ipekten yapılmış çeşitli pardösüler, kaplar, tunikler, albenili
başörtüler genç kızların hücumuna uğruyor. Gerçekten de bu sektör çok başarılı
(!) oldu ve Müslüman kızları bir tüketim kölesi yaptı. Pardösülerin yakaları
inip kalkıyor, göğüs kısmı açılıyor, kapanıyor, bir kemerle pardösünün vücuda
daha da oturması sağlanıyor. Çeşitli takılar, zincirler, halkalar, iri iri
düğmeler de aksesuar olarak bu pardösülerin şıklığını, çekiciliğini tamamlıyor.
Hâlbuki başörtülü kıyafette aranan şartlar şunlardır:
1.Başörtüsü, saçları ve boynu kapamalıdır:
Bir düğün topluluğunda, başörtülerini ince ve şeffaf alan
kadınlara Hz. Aişe (r.a): “Siz (Nur suresine inanmıyor musunuz? (Mü’min) kadın
böyle giyinir mi?” diyerek başörtüsünün kalın ve saçın rengini göstermemesi
gerektiğini söylemiştir.
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve Mü’minlerin kadınlarına
söyle! (başörtülerini üzerlerine alsınlar. Böyle yapmaları, tanınmamaları ve
eziyetlere uğramamaları için, daha iyidir.” (Ahzab S. 59.ayet)
Cilbab bahsinde beyan ettiğimiz üzere, kadın, dışarı çıktığı
zaman yani mahremlerinin görebileceği yerde, başörtüsünün üzerine bir de
“cilbab” (örtü) atmalıdır. Ama vücudun üst kısmını omuzları ve göğüsleri örten
geniş bir başörtüsü de cilbab sayılabilir diyenler de vardır.
2.Başörtüsü, saçı gösterecek kadar şeffaf olmamalı:
Dihye b.Halife el-Kelbiyye diyor ki: Rasulullah (s.a.v)’a
Mısır’dan ince keten kumaşları gelmişti. Bir parça da bana verdi ve : “ Bunu
ikiye böl, birisi ile kendine gömlek yap, diğerini hanımına ver, kendisine
başörtüsü yapsın” dedi, (başörtüsünün genişliğine dikkat) ben dönüp gideceğim zaman:
“Hanımına söyle, altına bir kumaş daha giysin; saçlarını göstermesin” dedi.[23]
3.Başörtüsünün altına giyilecek beden kıyafeti olacak bir
pardösüde şu özellikler bulunmalıdır:
a) Pardösülerin ya da daha değişik dış elbiselerin geniş
olması, kadın vücut hatlarını belli etmemesi gerekir. Yani batı medeniyetinin
bize fırlatıp attığı elbiseler gibi olmamalıdır. O öyle bir medeniyettir ki,
modacılar göğüsleri, belleri kalça v.s. yerleri açığa çıkararak elbiseleri
bütün duygu ve şehvetleri tahrik edecek elbise üretirler. İşte böylesine
pardösü ve manto giyenler de giyinik çıplaktırlar. Böyle bir kıyafette
fitnedir.
b) Erkek pardösülerini ve gayr-ı Müslim kadınların özel
kıyafetlerini andırmamalı, benzememeli.
c) Kadının topuklarına kadar ayaklarını, yenleri (bilek
kısmı) açılmayacak şekilde kollarını örtmeli.
d) Rengi, nakış ve dikişleri dikkat çekici olmamalıdır.
Dikkat çekici renkli başörtüler giyilmemelidir. Koyu renkli başörtüler
giyilmelidir.
e) Başın da sade süssüz ve geniş bir üstlük vazifesi gören
başörtüyle ve yukarıdaki özelliklere sahip abaye ya da pardösüyle kapatılması,
adına ne denirse kadının dış elbisesi sayılabilir.[24]
4. Başörtülü kıyafette pantolon ve çorap meselesi:
Kadınlarımızın ve genç kızlarımızın cilbablarının veya
pardösülerinin altına pantolon giymeleri mahzurlu olmadığı gibi övülen bir
uygulamadır.
Hz.Ali Efendimiz (r.a)’in rivayetinde şunlar anlatılmaktadır:
“Bulutlu ve yağmurlu bir günde Baki’de Rasulullah’la beraberdik. Merkebe binmiş
bir kadın geçiyordu. Merkepten düşecek oldu da Rasulullah (bir yeri açılır
endişesiyle) ondan yüzünü döndü. Orada bulunanlar: “Kadının pantolonu (sirvalı
var) üzeri açılmaz” dediler de Rasulullah: “ Pantolonlar (sirvaller) edinin.
Çünkü onlar en iyi örtücüdür. (Kadınların avretini) de dışarı çıktıklarında
onlarla koruyun” buyurdular.[25]
Kadın, dış elbisesinin altında sirval-iç don (pantolon)
giyebilir. Bunu da daha iyi örtünmek için yapmışsa güzel bir iş yapmış olur.
Ancak hadislerde geçen ‘sirval’i bugünkü pantolonlar gibi tam tamına anlamak da
yanlış olur. Eğer paçalar gözükecekse onları erkek pantolon paçalarından farklı
yapmalıdır. Erkek pantolonundan farklı olmalıdır. Albenili olmamalıdır. Aslında
Anadolu kadınlarının giydiği ve ‘dizlik’ tabir edilen uzun iç donu “sirval”
tarifine daha yakındır. (Allahu Âlem)[26]
Önemli bir konu da, başörtü ve pardösü giyen bayanların
dizkapağından aşağısına giydikleri Jartiyerli-Jartiyersiz diye bilinen naylon
çorap giymeleri konusudur. Bacakların rengini ve şeklini gösteren bu tip
çoraplarla yabancı erkeklere gözükmek caiz değildir. [27]
Ayrıca (Nur suresi 31.ayette belirtildiği gibi) kadınların,
ayaklarını yere vurdukları zaman ses çıkaran ayakkabıları giymeleri haramdır.
Giyilen ayakkabının görünüş olarak ziynet hükmüne girmemesi ve cinsel duygu
vermemesi gerekir. Erkeklerin, kadınları görmeseler bile ayakkabılarından çıkan
seslerden etkilendikleri bazı psikologlarca tespit edilmiştir.
HAREMLİK – SELAMLIK
Dinimize göre kadın erkek ilişkilerindeki sınırlamalardan
biri de yabancı erkek ve kadınların bir arada oturmamaları hususudur. Oturma
mekânlarının ayrı olmasına “Haremlik ve Selamlık” adı verilmiştir.
Haremlik, harem kelimesinden gelir. Harem ise; Arapça bir
kelimedir. “Haram”, “Hürmet, “Mahrem”, “Muhterem” ve “ihtiram” kelimeleriyle
aynı köktendir. Haremin manası, kişinin özenle koruduğu ve uğrunda savaştığı,
şehadeti göze aldığı mukaddes şeydir. Örneğin adamın haremi, ailesi, kadınları
ve himaye ettiği şeydir.[28]
Haremlik, İslam toplumunun bir vasfı olarak İslami aile
içerisinde kadına nikahı düşenlerin girmelerinin yasak olduğu ve sadece
kocasının ve nikahı düşmeyenlerin girebildiği evlerin özel bölümüne denir.
Selamlık ise, İslami aile içerisinde erkeklere açık olan evin
özel kısmına denir. Şunu bilelim ki; haremlik selamlık keyfi bir uygulama ve
hadise değil, şer’i naslardan kaynaklanan Rabbani bir mecburiyettir.
Haremlik-Selamlık; kitap, sünnet ve sahabe-i kiramın icma-ı ile sabit olan bir
husustur. İslam dini, “nesil emniyeti’ne önem vermiş ve zinaya yol açan her
türlü davranışı mefsedet hükmüne dâhil etmiştir. [29]
Hanefi fukahası; nikâhlanmaları, neseb, süt emme ve diğer
sebeplerden dolayı “ebediyen” haram olanların bir arada oturmasının bir mahzuru
olmadığı hususunda müttefiktir. Nikâhlanmaları, “muvakkat” olarak haram
olanlara gelince: Bunlar bir arada oturamazlar. Mesala, bir mü’min erkek
baldızı ile, bir mü’min kadın da; kocasının kardeşleri (kayınları) ile bir
arada oturamaz. [30](Bazı alimlere göre, ille de kayına veya (nikahlanmaları
“muvakkat” olan) enişte gibi kimselere çıkılması icab ederse, kadın tam
tesettürüne, oturuşuna, kalkışına, gülüşüne, konuşmasına, onların yanında
kokulanmamaya, süslenmemeye ve onlarla teki tekine bir odada kalmamaya dikkat
etmek şartıyla bir arada bulunabilirler) fakat yine de bir arada bulunulmaması
en uygun olan görüştür.
Mutlak müctehid Hasan-ı Basri (r.a) şöyle diyor: “Erkekler
ile kadınların beraberce (karma bir şekilde) toplanmaları, bir arada
bulunmaları bid’attır.[31]
Şunu bilelim ki; “Haremlik-selamlık tatbikatı; Kur’an ve
Sünnet’den bir delile dayanmaz. Kötülüğü önlemek gerekçesiyle fukaha tarafından
tanzim edilmiş kurallardır” diyen kimse, İslam’ın temel hedeflerinden
habersizdir. Müctehid imamlar, keyiflerine göre kural tanzim etmekle suçlayan
tipler, büyük bir hata içerisindedirler. [32]
Haremlik ve selamlık tatbikatı; “Zinaya yaklaşmayın. Zira o,
bir fuhuştur ve kötü bir yoldur.” emr-i ilahisinin (isra S. Ayet 32’nin)
doğrultusunda atılan Rabbani bir adımdır. Haremlik ve selamlık prensibinin
altyapısı örfü adet değil, ayet ve hadistir. Ahzab suresinin 53. Ayeti bu
konuyla alakalıdır.
“Ey iman edenler! Bir yemek için size izin verilmiş olması
hali müstesna, Peygamber’in evlerine girmeyin. (Yemeğe çağrılıp da girdiğiniz
vakit de) yemek kabını gözetlemeyin. Davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği
yediğinizde hemen dağılın. (Yemekten sonra) sohbete dalmayın. Çünkü bu
hareketiniz peygamberi üzüyor, fakat o (size bunu söylemekten) haya ediyordu.
Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. PEYGAMBERİN HANIMLARINDAN BİRŞEY
İSTEDİĞİNİZ ZAMAN HİCAB/PERDE ARKASINDAN İSTEYİN. Bu, hem sizin kalbleriniz,
hem de onların kalbleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın
Rasulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz
olmaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.” M.Hamdi Yazır (r.a) şöyle
diyor: “Artık onlara bir hicab: Yani görülmelerine mani bir perde, bir siper
arkasından sorun. Bundan böyle “harem” farz kılınmıştır ki, o zamana kadar
Araplarda adet değildi.” [33]
Dikkat edilirse haremlik ve selamlık uygulaması, İslam medeniyetini
cahiliye medeniyetinden ayıran Rabbani bir alamettir.
Yukarıdaki ayetin tefsirinde Cessas (r.a) şöyle diyor: “Bu
hüküm (hicab / perde arkasından isteme) , her ne kadar özellikle Rasulullah ve
onun zevceleri hakkında inmişse de, manası onlara da başkalarına da şamildir.
Çünkü biz Allah’ın sadece ona has kıldıkları dışında Rasulullah’a uymak ve onu
örnek edinmekle memuruz.” [34]
Birgün Hz.Peygamber ashabına: “Kadınların yanına girmekten
sakının.” buyurdular; Ashabdan biri: Ya Rasulullah, hısım, akraba için ne
buyurursunuz? Deyince: “Hısım-akraba, ölümdür” cevabını vermiştir. Yani mahrem
olmayan hısım-akraba da aynıdır. Hatta onun ihaneti daha fecidir.”[35]
Yukarıda hısımdan maksat kocanın babaları, kayın birader ve
geri kalan akrabalarıdır. Kadı İyaz da “Bir kadının kayınbiraderleriyle baş
başa kalması dinde fitneye ve helake sebep olur. İşte Rasulullah bunu ölümle
nitelendirmiş ve bu sözü söylerken de şiddet makamında söylemiştir.” [36]der.
Ümmü Seleme (R.Anha) validemizden rivayet edilen hadis-i
şerif, bu tatbikatın, bizzat Rasulullah (s.a.v)’a dayandığını göstermektedir.
Hadis şudur: “ Hicap (örtü) ayet-i kerimesi geldikten sonra, Ben ve Meymune
Rasul-i Ekrem’in yanında otururken, âmâ Hz. İbn-i Mektum (r.a) yanımıza
çıkageldi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) bize : “perde arkasına çekilin” dedi.
Biz “Ey Allah’ın Rasulü!… O âmâ değil mi? Bizi ne görür, ne tanır” dedik. Bunun
üzerine Resul-i Ekrem (sav): “Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?”
[37]buyurdu. Dikkat edilirse; gözleri (harama bakmaktan) sakınmak noktasında,
kadınla-erkek arasında pek fark yoktur. Bu hadis-i şerifin şerhinde İslam
âlimleri çeşitli açıklamalar yapmıştır.
Hadis şarihlerinden Azimabadi (r.a) şöyle diyor: “Gerek
İmam-ı Şafii ve gerekse Ahmed b.Hanbel (r.a) Ümmü Seleme’nin hadisini delil
getirerek erkeklerin kadınlara bakmalarının haram olduğu gibi, kadınların da
erkeklere bakmalarının haram olduğuna kail oldular. İmam-ı Nevevi (r.a) de bu
iki imamın görüşünü esas görüş olarak kabul eder. Buradaki haram fitne korkusu olduğu
zamandır. Kadınlar için fitne korkusu erkeklerinkinden daha şiddetlidir.
Rasulullah (sav)’in kendi hanımlarını Abdullah İbn-i Ümmü Mektum (r.a)’ın
gelişi esnasında hicab’ın ) perdenin arkasına gönderildiler. Nitekim
kadınlarının mutlak olarak kendisini görmemeleri için değil, belki onların
yanında Ümmü Mektum (r.a)un avret yerlerinden bir kısmı açılır da Abdullah
İbn-i Ümmü Mektum (r.a) farkında olmaz, fakat Rasulullah’ın hanımları o anda
açılan avret mahallini görmesinler diye hicabın /perdenin arkasına
gönderildiler. Nitekim kadınların çarşıya, mescide gitmelerine verilen izin de
bunu teyit etmektedir. [38]
İslam ulemasından Seharanfuri (r.a)de şöyle diyor: “Cumhura
ulema’ya göre kadının ecnebi / yabancı olan bir adamın göbeğinden aşağı
dizlerinden de yukarısının dışındaki yerlere fitne korkusu olmadığı zaman
bakması caizdir. Yukarıdaki hadis-i şerif de hem men vardır ve hem de ruhsat
vardır. Men durumu, fitne korkusu olduğu zamana hamledilmiş, ruhsat durumu ise
fitne korkusundan emin olunduğu ana hamledilmiştir.” [39]
Günümüzde bazı Müslüman hanımların, amca çocukları, teyze
çocukları ya da komşu çocukları ile evlerinde alabildiğine pervasızca, karışık
olarak, güle oynaya, senli benli oldukları gözlenmektedir. ”O benim
kardeşimdir, bundan kötülük sadır olmaz. İşi buraya kadar götürmek aşırılıktır”
diyenler gerçekten İslam’ın kurallarını tahrip edenlerdir. Bunlar en azından
dini kuralları çiğnemenin cezasını çekeceklerdir. Hiçbir mü’min: “Benim kalbim
temizdir” deyip, İslami hudutları çiğneyemeyiz. Çünkü bütün mü’minlerin
kalbleri temizdir. Zira kalb temizliği imanla ilgili bir hadisedir.
Dünya üzerinde malum olduğu üzere kadında utanma duygusunun
erkekte de kıskanma mefhumunun yok olması sebeplerinden biri de
Haremlik-Selamlık konusuna riayetsizliktir.
Bu hususta en iffetli yol, kadının yanına erkeğin girmemesi,
kadının da erkek cemaatine çıkmamasıdır. Başka bir ifade ile Haremlik-Selamlık
kuralına uymaktır. Müslümanlığımız da bunu gerektirir.
Bazıları diyor ki: “Kadın tesettürlü olduktan sonra erkeklerle
bilhassa akrabalarla (birbirlerine nikahları düşenlerle) bir arada
oturmalarında sakınca yoktur, oturabilir, karşılıklı konuşabilirler (!).” Böyle
bir düşünce tarzının yanlışlığı ortadadır. Kadın-erkek bir arada bulunduktan
sonra açıklıktan, kapalılıktan, söz etmenin manası nedir?
Kadın, evinde veya evinin dışında kocasını, arkadaşını
karşılar onunla sohbet eder, tartışır ve çayı, yemeği vesaire gibi ikramlarda
bulunur ve tokalaşırsa o kadının açık veya kapalı olmasında bir farklılık
sayılmaz. Zira Allah (c.c) birini erkek, birini kadın yaratmış, birbirine karşı
meyil ve arzulu yapmıştır. Bu kanunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. [40]
“Sen benim ahret bacımsın, ben de senin dünya-ahiret
kardeşin” şeklinde bir söz de haremlik ve selamlık kuralını çiğnemeye mazeret
sayılamaz. Zira İslam dininde namahrem (nikâhı düşenlere) olanlar veya mahrem
(nikâhı düşmeyenler) olanlar insanların bakış açılarına göre değiştirilemez.
Biliyoruz ki İslam’da mahremiyet, nesep, sıhriyet ve süt emme yollarından
birisiyle olur. (Nisa 23) Bu üç yoldan başka bir şekilde olması mümkün
değildir. Ahretlik, bacılık kardeşlik ve kirvelik şeklinde mahrem olma
dinimizce asla söz konusu değildir. Çünkü Ahzab suresi 53. Ayet-i celilesi
nazil olduktan sonra yıllarca Rasulullah’a hizmet etmiş olan ve hanımlarıyla
sohbet eden Enes (r.a)’in artık eskisi gibi yanlarına girmesinin
menedilmesi[41] bizdeki şekliyle suni kardeşliklerin ve onun doğurduğu
serbestliğin ne denli anlamsız olduğunu ifade etmeye yetmez mi?
Zira Rasulullah (s.a.v)’ın hanımlarının, mü’minlerin anneleri
olması, buna rağmen ilişkilerin öz anne ile olan münasebetlere benzememesi
gösteriyor ki, sun’i bir mahremiyet İslam’da asla söz konusu değildir.
Ayet-i Kerime’nin sonunda belirtilen ‘kalplerin temiz
kalması’ şeklindeki illet özellikle bizleri uyarmalıdır. Çünkü bu ilahi hitap
hususen ashab-ı kirama ve Nebi’nin hanımlarına yöneltilmiştir. Onlar
Rasulullah’ın terbiyesi altında yetişmişler ve O’nun, “Ashabıma sövmeyin,
sizden herhangi biriniz Uhut dağı kadar altın tasadduk etseniz, değil onların,
bir ölçeğine dahi ulaşamazsınız.” Övgüsüne nail olmuşlardır. Buna rağmen şu
fesat çağında “bizler bacı-kardeş olduk” yahut “kalbimize bakın” demenin ne
anlamı olabilir? Şüphesiz böyle bir iddiada bulunmak hiçbir mü’minin haddine
düşmeyeceğine göre bu nev’i yapmacık ve göstermelik mahremiyetlere bir an önce
son vermek ve geçmiş için de Allahu Teala’ya tevbe etmek, mağfiret taleb etmek
en doğru yol olacaktır. Çünkü kimlerin kimlere mahrem sayıldığını ve adabının
ne olduğunu tayin edecek olan Allah ve Rasulüdür. Allah’ın emirlerinin dışına
çıkarak yeni yeni bid’atler uydurmak İslam’ın özüne aykırı yaşayışlar içerisine
girmek, dalaletten başka bir şey olamaz. Aslında bütün mü’minler birbirlerinin
kardeşleri ve dostlarıdır. Kardeşlik ve dostluk bağlarını kuvvetlendirecek
hususlar elbetteki dinen de arzu edilir. Ancak yapılacak şeyler, İslam’ın hoş
gördüğü meşru usullerle olmalı. Allah’ın koymuş olduğu sınırlar ve hükümler
çiğnenmemelidir.”[42]
Mevzumuza Mevdudi (r.a)’nin şu veciz sözleriyle son
veriyoruz:
…İSLAM ŞÖYLE DİYOR:
“-Ey kadınlar! En iyi barındığınız, oturacağınız yer, her
şeyden evvel kendi evinizdir. Aile çerçevesi dışında kalan meselelerden sizi
sorumlu tutan yok… Huzur içinde, rahat rahat, size yakışan bir vakarla evinizde
oturunuz. Evinizin işlerini görünüz. Ve evinizle ilgileniniz Fakat zaruret
icabı sokağa çıkmanız gerekiyorsa, bu konuda size izin verilmiştir. Fakat
iffetinizi ve namusunuzu korumalısınız. Herkesin dikkatini çekecek şekilde
giyinmeyiniz. Başkalarını sizinle meşgul olmaya zorlamayınız. Gözleri
aracılığıyla insanların gönüllerini avlayacak şekilde güzellik gösterilerinde
bulunmayınız. Yürürken ağır başlı olunuz. Ellerinizle işaretler yapmayınız.
Yüzünüzü göstererek kaş ve göz oyunlarına başvurmayınız. Hele kırıtarak hiç
yürümeyiniz. Yabancı bakışları üzerinize toplayıcı hareketlerden sakınınız.
Mücevherlerinizi, bilezik ve sairenizi, gizleyiniz… Bunları şangırdatarak
seslerini duyanların gönüllerini avlamaya kalkmayınız. “Benimde cicilerim var”
kabilinde hareketler yapmayınız. Ölçülü konuşunuz. Bu kanun ve prensipleri
nazarı dikkate aldığınız takdirde sokağa çıkmanızda herhangi bir sakınca
yoktur. İhtiyaçlarınızı görmek için evlerinizden dışarıya çıkabilirsiniz.” [43]
Bu çalışmamızın bizleri, Rabbimizin rızasına eriştirmesini,
izah etmeye çalıştığımız anlamda tesettürü uygulamamızı Rabbimiz Allahu Teala
(c.c)’dan niyaz ederiz.
[1] Bakınız: Ebu’l-A’lâ Mevdudi, Hicab, Hilal Yayınları; M.Ali Haşimi,
Kur’an ve Sünnete Göre Müslüman Kadının Şahsiyeti, Ravza Yayınları; Hasan
Çalışkan, Örtünme ve Çıplaklık, Tekin Yayınları; Asım Uysal, İzahlı Kadın
İlmihali, Uysal Yayınları; Mü’mine Yüksel, Mücahideye Notlar, Ölçü Yayınları
[2] Şamil İslam Ansiklopedisi, “Tesettür” maddesi, c.6, s.194, Şamil
Yayınları, İstanbul,1994
[3] Araf Suresi 26.ayet
[4] Araf S.27.ayet
[5] Nur,30
[6] Nur S. 31. Ayet
[7] M.Ali es-Sabuni, Ahkâm Tefsiri (terc: M.Taşkesenlioğlu), c.2 s.173
Şamil Yayınları, İst.-ty.
[8] İbn Kesir, Muhtasaru’t-Tefsir, C.2, S.600-601, Arapça Baskısı
[9] – Bkz: M.Ali es-Sabuni, Ahkâm Tefsiri, c.2 s.179
[10] Bkz; M.Ali es-Sabuni, A.g.e.,
c.2, s.183
[11] Seyyid Kutup, Fizilali’l-Kur’an (çev.Bir komisyon), c.8, s.266 Hikmet
Yayınları, İst.1993
[12] Nur 24/60
[13] Ahzab S. 59.ayet
[14] Bkz; M.Ali es-Sâbûni, A.g.e., c.2, s.325
[15] Bkz; M.Ali es-Sâbûni, A.g.e.,
c.2, s.325
[16] Ebu’l-A’lâ Mevdudi, Tefhimu’l
Kur’an (çev. Komisyon), c.4, s.460, İnsan Yayınları, İst.1991
[17] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı ve Tercümesi, c.8,
s.232-233, Akçağ Yay., Ank-1989
[18] Ramazan Altıntaş, Bütün
Yönleriyle Cahiliyye, s.45, Ribat Yay., Konya 1990
[19] Müslim, Kitabu’l-Libas, 125, Ebu
Hüreyre’den
[20] Asım Uysal, İzahlı Kadın
İlmihali Ansiklopedisi, Konya, Uysal Yayınları
[21] Faruk Beşer, Hanımlara Özel
Fetvalar, c.2, s.130, Seha Yayınları, İst-1890
[22] Ramazan Altıntaş, A.g.e, s.46
[23] Ebu Davud, Kitabu’l-Libas
[24] Faruk Beşer, Hanımlara Özel
İlmihal, S.150, Nur Yayınları
[25] Münavi, Feyzü’l-Kadir, c.1,
s.109-110
[26] Faruk Beşer, Hanımlara Özel
İlmihal, s.150, Nun Yay.
[27] Hasan Çalışkan, Örtünme ve
Çıplaklık, s.123
[28] İbn-i Manzur, Lisanu’l-Arab,
c.12, s.120-123, Beyrut-1955
[29] Mustafa Çelik, Uydurma
Hadislerle Kadın Aleyhtarlığı, s.170, İst.-1995, Ölçü Yay.
[30] Mustafa Çelik, A.g.e., s.170
[31] Aliyyü’l-Kari,
El-Esraru’l-Merfua, s.97, Beyrut-1986
[32] Yusuf Kerimoğlu, Fıkhi
Meseleler, c.2, s.43, İst-1989, ölçü Yay.
[33] M.Hamdi Yazır, A.G.E., s.130
[34] Mustafa Çelik, A.g.e., s.174
[35] Sahih-Buhari
[36] Ahmed Davutoğlu, Sahih-i Müslim
Terc.Şerhi
[37] Mustafa Çelik A.g.e., s.179
[38] Mustafa Çelik A.g.e., s.179
[39] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca
söylenen sözler, C.2, s.202, Sabır Yay., İst.
[40] El-Cessas, Ahkâmu’l-Kur’an, c.3,
s.369,Beyrut
[41] Sahih-i Buhari
[42] Zeki Duman, Adab-ı Muaşerat
isimli kitabından alıntı
[43] Mevdudi, Hicab, s.452
HİCRET İMAMOGLU - 16 Nisan 2014
SÜSÜLÜMAN KAPANANLAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder