31 Ekim 2014 Cuma

Yakın tarihimizde binlerce subay, dindar oldukları, namaz kıldıkları, karılarının başı örtülü olduğu için yargı yolu kapalı olmak üzere ordudan atılmıştır. Bu bir zulüm değil midir?


Yüksek ve parlak bir tahsil yapmış olan Merve Kavakçı, milletvekili seçildiği halde Meclis’e sokulmamış, bin bir hakaret içinde kovulmuştur. Sebep: Başı zarif bir eşarpla örtülüymüş. Bu zorbalık, utanç verici bir zulüm değil midir?

Lâik bir rejim, Haçlıların, Siyonistlerin, Farmasonların baskısıyla hadîs ayıklamaları çalışması yapabilir mi, yaptırabilir mi?

Lâik rejimin, Ayasofya camiini camilikten çıkartmaya hakkı olabilir mi?

Türkiye Yahudileri cumartesi günü hafta tatili yapıyor, Türkiye Hıristiyanları pazar günü tatil yapıyor da, Türkiye Müslümanları niçin Cuma günü tatil yapamıyor? Lâiklik bu mudur?

Türkiye Masonları localarında serbestçe, hürce, güven içinde sere serpe Mason âyini yapabiliyor da; Müslümanlar niçin dergâh, zâviye ve tekkelerde toplanıp zikrullah yapamıyor? Neymiş, lâikliğe aykırıymış, yasakmış. Masonun âyini niçin aykırı olmuyor?

Türkiye Müslümanlarının, 15 yaşından küçük çocuklarına özel din dersleri vermelerine hangi zâlim güç mâni oluyor?

(M. Şevket Eygi, Milli Gazete, 2010-11-22)

Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi : Sorun hep dindarlık-dinsizlik, doğuculuk-batıcılık, müslümanlık-laiklik gibi çelişkilerle değerlendiriliyor.

Yazar: Emrah KAYA
 Oysa ben, bu değerlendirmelerin, tarih bilincinden yoksun ve yanlış olduğunu düşünüyorum. Yaptığım araştırma sonucunda da, şeriatçı yükselişlerin, sınıfsal ve ulusal sorunlarla çok yakından ilgisi olduğunu, uluslararası politikanın ve devletin seçtiği yöntemlerin güdümüne girdiğini görüyorum.

31 Mart Vakası'nın, Alman emperyalizminin Osmanlıya ilişkin programının en yoğun uygulandığı döneme denk düşmesi, hiç de tesadüf değil.

Cihat fetvaları yayınlanıyor ve Sultan, onlarca ülkeye İslam ihracına girişiyor. Sonuçta telef olan, yine bu ülkenin insanlarıdır.

Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı bastırmaya çalışan İngiliz emperyalizmi, en yakın müttefik olarak yanında Halife-Sultan'ı, Şeyhülislam'ı ve hocaları buluyor. Şeyhülislam, Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında ölüm fetvaları veriyor; İngiliz ve Yunan uçakları bunları gökten insanlara serpiştiriyor; İtalyan gemileri limanlara ulaştırıyor ve Fransız subayları halka dağıtıyor. 'Şeriat isteriz' diye ayaklananların cebinden, İngiliz gizli servisinin belgeleri çıkıyor. İngilizseverler Derneği Başkanı olan hoca gibilerin başını çektiği ayaklanmalar boşuna yaşanmıyor.


1940'larda (Amerikan emperyalizmi Türkiye'ye girerken), yıllardır uyuyan Said-i Nursî uyandırılıyor ve Suudi Arabistan kökenli olan Ticanî tarikatı, laisizme karşı ilk eylemlerine başlıyor. Adnan Menderes, bir yandan Amerikan emperyalizminin ülkeye girişine zemin hazırlarken, diğer yandan da Said-i Nursî'nin elini öpüp hilafet sancağının gölgesinde yürümeye başlıyor.

Rastlantı mı?

Öğrenci ve işçi eylemleri başladığında, hak ve ekmek arayanların karşısına yine o, "Din elden gidiyor!" naraları atanlar çıkıyor. İstanbul gençliğinin 6. Filo'ya karşı başlattığı protestolar, Dolmabahçe camiinde, kıbleyi bırakıp 6. Filo'ya dönerek namaz kılan şeriatçılarla kırılmaya çalışılıyor. Amerikan askerleri için beyaza boyanan İstanbul genelevlerini dile getiren öğrenciler, çember sakallılar tarafından dövülüyor, hatta öldürülüyorlar.

DEVAMI :


1970'lerin son iki yılında ABD'nin, SSCB'yi güneyden, ılımlı ve denetlenebilir İslamcı bir yeşil kuşakla çevirme projesini; batıda Polonya'dan "Let us Poland, be Poland" (Bırakınız Polonya Polonya Olsun) sloganıyla başlatılan "Yeni Dünya Düzeni" kampanyası destekliyor. Kilise Polonya'daki sosyalist rejime, cami Türkiye'deki laik rejime saldırıyor. Süreç işliyor ve sosyalizm, emperyalizme bağımlı liberal sisteme, laisizm denetlenebilir İslam'a dönüştürülmeye çalışılıyor.

Afganistan, Pakistan, Cezayir, Tunus ve Türkiye gibi ülkelerdeki İslamcı yükselişi, Yeni Dünya Düzeni projelerinden ayrı düşünmeye, kopartarak anlamaya çalışanların yanılgıları, müslüman-laik çatışması biçiminde ortaya çıkıyor.


Atatürkçülük adına askeri darbe yapan generallerin yaptıkları ilk şey, Atatürk'ün mirasını yerle bir etmek oluyor. Yine aynı generaller, ABD'ye danışmadan da iş yapmıyorlar.

DEVAMI

Bediüzzaman'ın laiklik konusu üzerine : Evvela belirtmeliyiz ki, İslâm’ın tavsiye ettiği belirli bir devlet şekli yoktur. Devletin iş-lerinin yürütülebilmesi için öngördüğü bir “şûrâ meclisi” vardır.

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
 sosyal medya hesabından Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de kutlanan bir milli bayram ile alakalı Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin tespitlerini paylaştı.

 Devlete ait önemli işlerin bir danışma meclisinde karara bağlandıktan sonra yürütülmesini emreden Kur’an âyetleri ve hadisler, gayet kesin ve açıktır. Hz. Peygamber ve râşid halifeler devrinde bu esas uygu-lanmıştır. İslâm hukukçuları, “şûrâ meclisinin” kurulmasının devlet başkanı için kesin bir görev mi yoksa tavsiye edilen bir esas mı olduğunda fikir ayrılığı içindedirler. Tarih içinde bazı sultan ve halifelerin bu esasa uymadığı göz önüne alınarak, kesin dinî bir görev olma-dığı düşüncesi yerleşmiştir. Ancak Kur’an’ın bu müesseseye verdiği önem ortadadır.

Son olarak İslâm hukukunda ve eski Türk devletlerinde “şûrâ” meclisinin vasfı yani dev-letin şekli üzerinde de durmak istiyoruz. Yapılan araştırmalar, mevcut devlet şekillerinden hiçbirinin İslâm’ın öngördüğü devlete tam olarak uymadığını göstermektedir. Monarşik devlet şekillerinde hâkimiyet tek şahısda, cumhuriyet idarelerinde bir heyette kendini gös-termektedir. İslâm’da ise hâkimiyet sadece Allah’a aittir. Ancak, Halife veya Sultan, Allah’tan aldığı hâkimiyetin temsilcisi değildir; belki İslâm milletinin vekili durumundadır.

Hâkimiye-tin kaynağı ilahî irâde olduğundan, sultan şer’î hukuka aykırı hareket edemeyecektir. Ettiği takdirde kendisine temsil yetkisi veren Müslümanlar onu görevden alabilecektir. Osmanlı Padişahlarının hal’ında mutlaka fetvâya başvurulmasının sebebi budur. Halife veya sultanın, hâkimiyeti Allah’tan doğrudan değil halk vasıtasıyla almış sayıldıkları için, İslâmî devlete ba-tıdaki anlamıyla teokratik bir devlet nazarıyla bakılamaz. İslâm’da halkın iradesinin üstünde ilahî irade bulunduğundan, halkın kendi irâdesi ile kendisini yönettiği cumhurî devlet şekli de buna tam uymamaktadır. İslâm hukukunda meşrû’iyet önemlidir. Eğer halkın iradesi meşrû’ ise, o zaman İslâmî devlet söz konusudur. Yapılan izahlar karşısında, İslâm hukuku-nun belli bir devlet şeklini öngörmediğini, ancak koyduğu prensipler ve hâkimiyet anlayışı-nın dindar bir cumhuriyet olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten râşid halifeler, hem bir halife hem de dindar bir cumhuriyet reisiydiler.

İslâm hukukunun anladığı manada ideal devlet, sadece Râşid Halifeler zamanında gö-rülmüştür. Daha sonra zikredilen vasıfları taşıyan ideal bir devlet gelmemiştir. Ancak ideal olmasa da Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar da birer İslâmî devlettirler. Hem Selçuklu hem de Osmanlı devlet idaresini (Meşrûtiyetin ilânına kadar) kayıtsız şartsız mutlak bir monarşi olarak vasıflandırmak mümkün değildir. Zira mutlak monarşide hâkimiyet hüküm-dardadır ve hükümdar mutlak monarşide hiçbir bağlayıcı kurala bağlı değildir. Hâlbuki baş-ta Osmanlı Padişahları olmak üzere, bütün Müslüman Türk sultanları, şer’î şerif denilen hu-kuk ile kayıtlıdır ve asıl hâkimiyet sahibi olan Allah’a ve onun kanunlarına karşı manen de olsa sorumludur.

Bütün bu izahlardan sonra asıl konuya geçebiliriz:

Cumhuriyet'in ilanı, milletin yönetilme şeklinin belirlenmiş olduğu, Mustafa Kemal’in siyasî hedeflerinden bir tanesidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) 29 Ekim 1923'te ortaya çıkan kabine bunalımı sonucunda, bu yönetim şeklinin kusurları açıkça dil-lendirilmeye başlanmış ve 29 Ekim'de Anayasanın ilgili maddeleri değiştirilerek, ülkenin yönetim şekli cumhuriyet olarak belirlenmiştir.

23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılışı ile Millî Hâkimiyete dayalı yeni bir devlet kurulmuştur. Ancak Kurtuluş Savaşı devam ederken, millî birlik ve beraberliğin bozulmaması için rejimin adı konulmamıştır. Osmanlı'da saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Antlaşması'nın ardından TBMM'de en çok tartışılan konulardan biri, yeni devletin vasfıydı.

Mustafa Kemal Paşa`nın tavsiyesi ile 27 Ekim 1923'te Ali Fethi Okyar Bey başkanlığın-daki hükümetin istifası ve Cumhuriyet Halk Fırkası (Müdafaa-i Milliye) grubunun yeni hükûmet listesi üstünde anlaşmaya varamaması üzerine Mustafa Kemal, 28 Ekim gecesi arkadaşlarını toplayarak meselenin gerçek çözümüyle ilgili düşüncesini açıkladı ve İsmet İnönü'yle o gece, devletin vasfının Cumhuriyet olduğunu öngören bir kanun tasarısı hazır-landı.

Bedîüzzaman hiçbir zaman Cumhuriyet nizamına karşı çıkmamıştır; ancak onun taraftar olduğu dindar cumhuriyettir. Nitekim 1935 Eskişehir Ağır Ceza mahkemesinde yargılandı-ğında Cumhuriyet düşmanı olarak itham edilince verdiği cevap ortadadır:

Orada benden sordular ki: Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?

Ben de dedim: Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayatım isbat eder. Hülâsası şudur ki: O za-man şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim, bana çorba geliyordu. Ben de tane-lerini karıncalara veriyordum, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten taneleri karıncalara veriyorum.

Sonra dediler: Sen selef-i sâlihîne muhalefet ediyorsun?

Cevaben diyordum: Hulefa-i Raşidîn hem halife hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A.) Aşere-i Mübeşşere'ye ve Sahabe-i Kiram'a elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adâleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mana-yı din-dar cumhuriyetin reisleri idiler.

İşte ey müddeiumumî ve mahkeme a'zaları! Elli seneden beri bende olan bir fikrin aksiy-le, beni ittiham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki; lâik mana-sı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim. Yirmibeş senedir hayat-ı si-yasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El'i-yazü billah, eğer dinsizlik hesabına, imanına ve âhiretine çalışanları mes'ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-perva ilân ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeğe hazırım. Ne yaparsanız yapınız! Benim son sözüm "Has-bünallahü ve ni'melvekil" olarak sizin beni i'dam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim: Ben Risâle-i Nur'un keşf-i kat'îsiyle i'dam olmuyorum, belki terhis edilip, nur ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey gizli düşmanlarımız ve dalalet hesabına bizi ezen bedbahtlar! İ'dam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferid ile mahkûm bildiğimden ve gördü-ğümden tamamıyla intikamımı sizden alarak kemal-i rahat-ı kalb ile teslim-i ruh etmeye hazı-rım! Onlara demiştim.

Bedîüzzaman’ın laik cumhuriyete taraftar olmadığı, ancak kamu düzenini sarsmamak için isyan manasına da asla yaklaşmadığı ortadadır:

Başta لاَ اِكْرَاهَ فِى الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ (“Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyice ayrılmıştır.” Bakara Sûresi, 2:256) cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç-yüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mana-yı işarî ile der: Gerçi o tarihte, dini dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihâda muarız olan hürriyet-i vicdan, hükûmetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükûmet lâik cumhuriyete döner. Fakat ona mukabil ma’nevî bir cihâd-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıncıyla ola-cak. Çünki dindeki rüşd ü irşad ve hak ve hakikatı gözlere gösterecek derecede kuvvetli bür-hanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur'an'dan çıkacak diye haber verip, bir lem'a-i i'caz gösterir.

DEVAMI :

Laik cumhuriyet mi? Laikliğin objesi din ve devlet değil, devlet, ülke, halk ve rejimi ifade eder. O ülkede dindar bir halk, kendi inanç ve geleneğini, değerleri yüceltmek adına o düzeni kurar..





Dini otorite ile kamu otoritesidir laikliğin objeleri. Dini otorite ile kamu otoritesi arasında paylaşım, çatışmama, iş bölümü anlamına gelir laiklik. Sekülarizm daha farklı bir anlam taşır..

Bir’den fazla dini inanış ve dini otorite varsa, devlet bunlar arasında adalet ilkesi ile hareket eder. Herhangi bir dini yasa ya da kuruma dayalı olarak ötekine din ve hayat tarzı dayatmaz..

Bu arada birçok laik cumhuriyetçi aslında laiklik ve sekülarizm arasındaki farkın farkında değildir.

Mesela Fransa’yı laikliğin kalesi olarak görürler ama, eğitim, sağlık ve sosyal örgütlerinin çok büyük bir bölümünün laiklik ilkesi gereği kilisenin kontrolünde olduğunu görmezler ve bilmezler. Bilmediklerini de bilmezler..

Ve yine, AİHM’in de bulunduğu Strasbourg’un içinde yer aldığı Fransa’nın Alsas Lauren bölgesinin laik kurallarla yönetilmediğini de bilmezler.. Almanya ve bu eyalet kontrat, yani kilise ile devlet arasında yapılan eski bir anlaşmaya göre yönetilir.. İtalya ile Vatikan arasındaki ilişki de yine paylaşım esaslı bir kontrata göredir.. Fransa’da laiklik çatışmama ilkesi üzerine yapılandırılmıştır.. Laiklik din dışılığı ifade etmez. Kilise hiyerarşisi, ruhani otoriteye bağlı olmamayı ifade eder. Çünki ruhani otorite aynı zamanda egemen bir devlet özelliği taşımaktadır, Vatikan’ın şahsı manevisinde..

Aslında laiklik, laiklerin önerdiği bir sistem değil, varlık ve meşruiyetini İncil’den alan dini bir kuraldır.. Laikliği doğrudan vaz eden kişi Hz. İsa’dır. Hz. İsa “Tanrının hakkı Tanrıya, Sezarın hakkı Sezara” demiştir. Zaten Sezar da sonuçta Tanrıya aittir. İki otorite ruh vebeden gibi düşünülmüştür bu öğretide.. Yani laiklik bir dini kuraldır.. Şimdi gel de bizimCHP’lilere bunu anlat.. Bunların çoğu La Lique’nin adını bile duymamışlardır.. LaikliğiFransa’da devlet değil, sivil toplum korur.. Papaz, rahib ve rahibe değilseniz, çok dindar da olsanız laiksiniz demektir.. Bizdeki gibi laiklik ladinilik anlamı taşımaz batıda.. Onun içinde zaten devlet mi birey mi laik olacak saçmalığı yaşanmaz. Birçok AB ülkesi devletin resmi dini vardır ve kilise devleti takdis eder.. İncil’e yemin ederler..

Bu anlamda her ülkede en azından Katoliklerin yaşadığı toplumlarda laiklik vazgeçilmez bir kuraldır.. Laikliğe karşı çıkmak ya da laikçilik yapmak anlamsız bir tavırdır.. Müslümanlar için laiklik dayatması, başka bir dine ait kuralın Müslümanlığa eklemlenmeye çalışılması anlamına gelir..

Aslında bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olduğumuz birçok konuda kaş yapalım derken göz çıkartıyoruz..

Mesela demokrasiyi ele alalım. “Sözü dinler doğrusuna tabi oluruz. Hikmet müminin yitik malıdır. Nerede bulursa onu alır..” Niye bu endişelerden ve çözüm önerilerinden yararlanmayalım ki. Eğer Büyük İskender Zülkarneyn aleyhisselam ise, ki Tarihi Taberiye göre bu böyle, hatta Sahihi Buhari Tecridi Sahir şehrinde de bu görüş hakim, o zaman demokrasi de muharref bir şeriattır. Yani ilahi bir öz taşıyor olabilir. O zaman, MÖ 350’li yıllarda yaşayan Eflatun, Aristo, Sokrat da sahabe hükmünde erdemli ve hikmet sahibikişiler olabilir.. Bu vesile ile Eflatun’un “Devlet” kitabının kadim dönemde Harran’daki astronomi ve tıp mektebinde korunduğunu hatırlatalım.. Yani Grekçe’ye Arapça’dan çevrildi..Eflatun Çanakaleli, Aristo Antalyalı idi..

Sahi bizim İslamcılar restpublicas/cumhuriyet konusunda bu kadar istekli olurkendemokrasi /demos kratos konusunda isteksizdirler. Burada bir kafa karışıklığı sözkonusu değil mi? Hemen “Hubbül vatan minel iman” diye, ulusun toprağına sahip çıkıyorlar dahalk / yaratılmış nas konusunda sorumluluktan kaçıyorlar.. “Millet”i farkında olmadan “din” olmaktan çıkartıp, “nation”laştırdıklarının farkında değiller mi? Bir yandan kutsal devletanlayışını şuuraltında yüceltirken, “government”i “devlet” diye yutuveriyorlar.. Sahi, Namık Kemal “Vatan yahud Silistre”yi yazdığında niçin hapse atılmıştı!

Laiklik olmadan cumhuriyet olmaz, cahilce bir saçmalıktan ibarettir..

Bizim laikçilerin durumu insanın aklına “cehaletin bu kadarı ancak eğitimle mümkündür” vecizesini hatırlatıyor..

Sahi, İngiltere, Japonya hâlâ niçin monarşi ile yönetiliyor.. Batıda monarşi ile yönetilen 15ülke var. Avrupalılar dışında 22 ülke daha var monarşi ile yönetilen. 9’u Müslüman ülke. Çoğu Arap. 22 ülkenin hemen hemen tamamı batılıların himayesinde ve onların tayin ettiği rejimler..

Avustralya (federal meşruti monarşi), Kanada (meşruti monarşi), Japonya (meşruti monarşi), Yeni Zelanda (meşruti monarşi), Danimarka (meşruti krallık), Liechtenstein(parlamenter monarşi), Lüksemburg (meşruti monarşi), Belçika (meşruti krallık), Norveç(meşruti krallık), Hollanda (meşruti krallık), Büyük Britanya (İngiltere) (meşruti krallık),İspanya (meşruti krallık), İsveç (meşruti krallık), Vatikan (seçime dayalı mutlak monarşi),Monako (meşruti monarşi).

Mübarek/Sisi, Esed rejimin, Saddam, Kaddafi rejimin adı cumhuriyet olsa ne yazar. Tek adam ve tek parti rejimleri, monarşilerden çok daha tehlikeli olabiliyor.. Tiranlığadönüşebiliyor. Diktatörlüğe dönüşebiliyor.. Darbe ile gelen rejimlerin yetkileri din ve gelenekten de bağımsız bir şekilde mutlak bir monarşiden daha baskıcı bir hal alabiliyor..

Bu konu yine burada bitmeyecek.. Mecburen yarın da devam edelim.. Yıllar önce Beyan Yayınlarından “Laisizm” üzerine bir kitabım çıkmıştı. Yıllardır konuşuyor, tartışıyoruz ama, maalesef bu en çok tartışılan, uğruna darbeler yapılan bir kavram hakkında toplumun genel anlamda ansiklopedik düzeyde bile bilgisi yok. Eğitime mi, mediaya mı kızarsınız, STK’lara, insanların ilgisizliğine mi? Selâm ve dua ile..


YENİAKİT / Abdurrahman Dillipak

**************


DEVAMI

29 Ekim 2014 Çarşamba

ANGELİNA JOLİE MELEK Mİ ŞEYTAN MI? Erkek kardeşiyle de arasında ilişki olduğu söyleniyor. Biseksüel ayrıca. Eşcinselliğini ilk kocasına itiraf etmiş



Her ikisi de oyuncu olan anne ve babası o çocukken ayrıldıkları için anne ve babasına hep mesafeli olmuş.
Annesi Fransız, babası da Alman ve Slovak karışımıdır.

Babasının ilgisizliğinden dolayı Voight soyadını resmi olarak kaldırtmıştır.

Annesi de onu sevmemiş ölünceye kadar; çünkü annesinin sevgilisini elinden almış Angelina.
Brad Pitt'i de Jenifer Aniston'ın elinden aldığı söyleniyor ama Angelina bunu asla kabul etmiyor.
Çocukken okulda oğlan çocuklarını sıkıştırıp bağırta bağırta öpüyormuş.

Erkek kardeşiyle de arasında ilişki olduğu söyleniyor.
Biseksüel ayrıca. Eşcinselliğini ilk kocasına itiraf etmiş. Daha sonra da bir röportajında, "Eğer kocamla evlenmeseydim rol arkadaşım Jenny Shimizu ile evlenirdim. Onu gördüğüm ilk saniyede aşık oldum." diyor.

Silahlarla arası iyi. Yatak odasında bıçaklarla oynamayı seviyor. İlişki esnasında elinde bıçak olup karşısındakinin canını acıtmaktan hoşlanıyor. Bıçaklara ilgisi, modellik hayatında başarısız olunca gururunun kırılmasıyla başlamış: 

"Bıçak biriktiriyordum ve kendimi kesip acıyı hissetmek benim için bir tür ritüel olmuştu. Bu benim için bir çeşit terapiydi, çünkü kendimi yaşıyor gibi hissediyordum."

İkinci kocası Billy Bob Thornton ile evliyken birbirlerinin kanlarını boyunlarında kolyede taşıyorlardı. Kocası ayrılıklarının sebebini şöyle açıklıyordu: Ben televizyon izlerken o göya dünyayı kurtarmak istiyordu.

Forbes dergisi tarafından dünyanın en güçlü kadını ve en çok kazanan oyuncusu seçildi.

Siyah giyinmeyi sevmesinin sebebiyse, 14 yaşında okuldan atılınca cenaze yıkayıcısı olmaya karar vermesinden.

Lisanslı bir pilot, motosiklet tutkunu.
İyi niyet elçisi ve hayırsever ama kimsenin kendisine sarılmasını istemiyor, hoşlanmıyor bundan.
Üç öz, üç de farklı farklı ülkelerden evlat edindiği toplam altı çocuğu var 
.
Çocuklarını okula göndermiyor ve nerede film çevirirse yanında taşıyor. Çocuklarını çok özgür yetiştiriyor.

Oscar'lı bir oyuncu. Marilyn Monroe'den sonraki en büyük efsane.
Uluslararası başarısını "Lara Croft: Tomb Raider" filmiyle yakalamıştır.

"Büyük İskender" filminin başarısızlığınıysa, Büyük İskender'in biseksüelliğine bağlamıştır.
Clint Eastwood onun için "Bence onun yüzü gezegendeki en güzel yüz. Bu yüzden insanlar bazen onun yeteneğini göremiyorlar." demiştir

Ailesinde; annesi ve teyzesinde kanser olduğu için, memelerinden sonra yumurtalıklarını da aldırmaya karar vermişti en son.

En sevdiği yiyecek de böcekmiş.
Kendisi gibi üç öz çocuğu da İkizler Burcu.
Dövmeye çok düşkün olan Angelina'nın kasıklarında "Beni besleyen şey, beni yok edecek" yazan bir dövmesi de var.

Kaynak: Gazeteler ve Wikipedia.


ŞEYTANIN SOYU : Kabbalah ya da kabbala temelde şeytana tapınmayı hizmet etmeyi şart koşar. Doğru yanlış, Tanrı-şeytan ve cennet cehennem olaylarına yeniden anlam verirsiniz.

Dünya Gerçekleri Şeytanın soyu
Gerçek Yahudilik ve Satanist Yahudiler

Mısır uygarlığı fivarunlar tarafından yönetilirdi. Ve Her firavun tanrı olarak görülürdü.. Firavunların kahinleri (büyücüleri) olurdu , bütün ilmi bilgileri ve inanç sistemi büyücüler sınıfı oluştururdu. ( şeytanın, insanlara aşılamaya çalıştığı din anlayışını, ilk defa burada görüyoruz.

 Tanrıya ihtiyacın yok, sen zaten kendinin tanrısısın.’’ Ayrıca Firavun resimlerinde görebileceğiniz başlarına 2 yana sarkan kurt kafalı bir şapka takmaktadırlar. Bu da iblisin boynuzlarını simgelemektedir.Ve yine Tıpkı bugün kü 33.dereceye ulaşmış MASONlar ve onlara hizmet eden devlet başkanlarının temeli Firavun-Kahin ilişkisinin ilişkisine dayanmaktadır. Büyücüler Firavunu Tanrılaştırır-Firavun ise hükmeder.

Ayrıca Tek Tanrı inancını savunan Tutankamun ALLAHA'a inandığı için öldürülmüştür kahinler tarafından.

Mısır uygarlığında çok tanrılı bir din hakimdi. Ateş tanrısı, su tanrısı, toprak tanrısı vs. gibi tanrılar bulunurdu. Her tanrı hiyerogliflerle hayvan şeklinde resmedilirdi..


ALLAH kesin kes bu konuda insanları uyarmıştır. Yüce ALLAH'ın kendisinden başka tanrının olmadığını ayetlerinde buyurmuştur. İşte bugün anlıyoruz ki Şeytan (LUCİFER) artık bildiğimiz satanizmde resmedilmiş olan korkunç suratların, ve Çoklu tanrı motiflerin temellerini o zamanlardan atmış.)



Kabbalah ya da kabbala temelde şeytana tapınmayı hizmet etmeyi şart koşar. Doğru yanlış, Tanrı-şeytan ve cennet cehennem olaylarına yeniden anlam verirsiniz.Onlara göre ; Biz Yanlışa göre doğruyuz ama aslında siz de bize göre doğrusunuz. Yani yanlış ve doğrunun varlığı ancak birbirinin varlığıyla devam eder. Bir nevi yanlış olmasa doğru da olmaz. Yanlış var olduğu için doğru da var. Eğer yanlış olmasaydı bugün yanlışın zıttı olan doğru da var olmayacaktı . Kabalistler genelde tanrının varlığını kabul eder ama doğruyu şeytana tapınmakta bulurlar. Şeytan boş vaatlerle kandırır. Bu tür insanlar İsanın geleceğini kabullenmez ki geldiğinde sonlarının ne olacağını biliyorlardır. Neyse.. Kabala ilk eski mısırda ortaya çıktı ya da ben öyle inanıyorum.

Daha sonra Nabukadnezar döneminde babile taşındı. Ordan kudüse süleyman döneminde geçti. Hz Süleyman büyüye karşı olduğu için kabalist inançları barındıran tüm kitapları ortadan kaldırdı. Mısır döneminde firavunlar piramitleri inşa ettiriyolar. Ve ordaki piramitleri yapan insanlar kendilerine duvar işçisi manasında olan ''mason'' ünvanını alıyor. Aynı şekilde süleyman mabedinin inşasında görev yapan cinler ve insanlar yine o manada olan ''mason'' ünvanını alıyor. Daha sonra bu masonluk ve kabala haçlı seferleri sırasında avrupaya taşınıyor. Kabala büyük bir hazinedir ki içindeki bilgilerin metafizik gücün haddi hesabı yoktur. Bu yüzden tapınakçılar kabalaya büyük hazine der. Avrupaya taşındığında ise illuminati ailesi olarak 1776 yılında ortaya çıkarlar.

ILLİMUNATİ ve AMACI

Eski Mısırın uygarlıklarından olan, Firavun ve Yönetici sistemi olan büyücülerinin kullandığı (Kabala-Şeytanla iletişim) adlı büyü kitabının Firavundan kaçan Yahudilerin Musa peygamberle birlikte (Musa peygamberin bile milleti için GÜNAHKARLAR diyerek gözyaşları döktüğü Şeytan soyunun) bu kitabı Kudüsteki süleymaniye tapınağına getirmesi ve sonrasında 1.Haçlı Seferi ile Hristiyanların tapınak şovalyeleri tarafından kitabın bulunmasıyla birlikte bu serüvenin MASON adıyla geliştirilip 1 Mayıs 1778 yılında Ingolstadt Üniversitesi kilise hukuku profesörlerinden biri olan Cizvit Adam Weishaupt tarafından 5 yahudi ile kurulmuş MASON tarikatının Bilim koludur

Günümüzde Dünyadaki bütün kirli planların,ölümlerin, savaşların,derin devlet olaylarının,mezhepsel kavgaların,devrimlerin ardında bu şeytanist beyinler vardır.Emirlerini de Şeytani CİN'lerden alırlar.

ASIL AMAÇLARI; Dünyadaki ALLAH İNANCINI ve Hak dini olan İslamiyet inancını, ulusların devlet anlayışını,kurulu olan bütün düzenleri yıkmak, vatanseverliği ortadan kaldırmak, Allahın tüm emirlerini yanlışmış gibi insanlara empoze etmek, din ve inanç kavramlarının yerini inançsızlığın almasını sağlamak,Müslümanları TERÖRİST gibi göstermek en büyük amaçlarıdır.

Tüm hükümetleri ele geçirerek dinleri ve monarşiyi yıkıp YENİ DÜNYA DÜZENİ'ini kurmayı amaçlayan köklü bir örgüttür.


Dünya Gerçekleri Şeytanın soyu

http://www.dailymotion.com/video/xpuljx_dunya-gercekleri-seytanin-soyu_news

Gerçek Yahudilik ve Satanist Yahudiler




Şeytan ve Yardımcıları


27 Ekim 2014 Pazartesi

Fetullah Gülen’in Kur’an-ı Kerim’i yere fırlattığı o cami : “Kur’an-ı Kerim’i yere fırlatan” Fetullah Gülen; hiçbir şey olmamış gibi, daha sonra“namaz”ını kılmış ve namazdan sonra da, yine Salihli’deki “Küçük İmam Camii’nin temel atma töreni”ne katılmış,


CAMİ VE KURAN DÜŞMANLIĞI!
KUR’AN-I KERİM’İ YERE FIRLATAN FETULLAH GÜLEN: İŞTE O KARAMAN CAMİ

“İstanbul sermayesini parmağında oynatan, derin devleti uzaktan kumanda eden, iktidara racon kesen Fetullah Gülen kim? 

Fetullah Gülen, sadece ananas sever emekli bir vaiz mi?İslami bir lider mi? 

Ünlü Alman dergisi Der Spiegel’deki ifadeyle Der Pate mi? Yoksa Erdem Yavuz’un şahane benzetmesiyle Don Fettucini mi?

Bir araştırıp bakalım Fetullah Gülen, ne imiş?

Godfather, İskenderun’da bir camide vaaz ederken, (hangi gerekçe ile olursa olsun)elindeki Kuran’ı kürsüden aşağı fırlatıyor.(*) 

Süleymancılar içerisinde söz sahibi biri olarak tanıdığımız Hilmi Türkmen, galeyana gelen cemaati güçlükle yatıştırıp, Gülen’i evine götürüyor. 
Bu skandal olayın üstü öylece kapanıyor.
Altmışlı yıllarda Gülen, Hilmi Türkmen’in kapısını bu kez Manisa’da çalıyor. Arkadaşları beş parasız sokağa attığı için perişan bir halde... 
İş istiyor. 
Hilmi Türkmen, kendisine yardım ediyor. Fetullah Gülen bu kez kürsüde bayılıyor. İki ay,Manisa’da bir hastanede yatıyor. 
Hastaneden çıkar çıkmaz yine Hilmi Türkmen’e gelip, iş istiyor. Ama Türkmen, bu olayın duyulduğunu, eğer Manisa’da çalışırsa adının “deli hoca”ya çıkacağını söylüyor. Lakin kerhen de olsa yine yardım ediyor. Gülen’e, hocalarını yakinen tanıdığı İzmir Kestane Pazarı Kuran Kursu’na, çocuklara Kuran öğretmek üzere iş imkânı sağlıyor.
O tarihlerde MİT, Hilmi Türkmen’e birlikte çalışma teklifi götürüyor. Eğer MİT için çalışırsa,Diyanet İşleri Başkanı yapacaklarını vaat ediyor. Hilmi Türkmen tabii ki reddediyor. 
Tevafuk bu ya… 
Bir süre sonra, kendisine teklif getiren görevliyi, Fetullah Gülen’le görüşürken yakalıyor.
İşte o tarihten itibaren, Hilmi Türkmen’in ifadesiyle o “silik” ve “deli hoca” yükseldikçe, yükseliyor.
Bu gerilim filmlerini aratmayan hikâyenin kaynağını merak edenler, Kadir Mısıroğlu’nun eserine müracaat edebilir.”
İKİNCİ VAK’A SALİHLİ’DE!
Aradan 10 ay geçtikten sonra Mehtap Yılmaz’ın yazısını, yeniden niye yayınladığımı merak edenlere hemen cevap vereyim:
“Fetullah Gülen’in, Kur’an-ı Kerim’i yere fırlatma olayı”nın sadeceİskenderun’la sınırlı olmadığını göstermek için!..
Fetullah Gülen, aynı olayı,Manisa’da, hem de benim doğduğum ilçe olan Salihli’de de tekrarlamış, iyi mi?..
“Salihlili dostlar”la buluşmamızda sohbet; “Paralel Yapı!.. Kirli operasyonlar!.. Cemaat’in ruh hali ve hareketi terk edenlerin sayısının hızla artması” üzerine devam ederken, “o günleri yaşayan”dostlardan biri; “Fetullah Gülen’in, vaaz esnasında Kur’an-ı Kerim’i yere fırlatma olayı Salihli’de de yaşandı!” demesin mi?..
Dondum kaldım...
Şu hâle bakın;
“17 yaşına kadar Salihli’de yaşayan, İlk, Orta ve Lise’yi Salihli’de bitiren, hemen her yıl Salihli’ye giden ben, böyle bir olaydan habersizim.”
Bugüne kadar da; “Fetullah Gülen’in Kur’an-ı Kerim’i Salihli’de yere fırlattığını” ne söyleyen oldu, ne ima eden!..
İşte bu yüzden;
Bu haberi duyunca, büyük bir şok yaşadım, nutkum tutuldu, konuşamadım!..

O CAMİ, KARAMAN CAMİİ!

 DEVAMI

26 Ekim 2014 Pazar

LANETLENEN SOY VE MADDELER HALİNDE YAHUDİLİK : Garp emperyalizma ve kapitalizmasının bizi tam çember içine aldığı Tanzimat devresinde kaleyi içinden teslim işi yine yahudiye düştü. Memlekete Masonluğu ve kozmopolitlik fikirleri o soktu.




Kur'an'da Hz. Musa'nın kavmi olan İsrailoğulları'nın alemlere üstün kılındığını ve onlara imtiyazlar verildiği, hiçbir kavme verilmediği kadar nimet verildiği ve onlara peygamberler ve hükümdarlar gönderildiği anlatılmaktadır.

 Ancak Kur'an'da geçen üstünlüğün yalnız Allah'a itaat edildiği dönemlerde olduğu da zikredilmekte; Allah'a şirk koştuklarında ve O'nun itaatinden çıktıkları dönemlerde ise Allah'ın, nimetlerine nankörlükten dolayı onları lanetlediğini ve rahmetinin artık onlara ulaşmayacağını ifade edilmektedir. Dolayısıyla onların üstünlüğü ancak takva derecesi ile ilgilidir. 

Nitekim Kur'anî bir düstur olan"üstünlüğün ancak takvada" olması, kavmî bir üstünlüğün söz konusu olamayacağını göstermektedir.

Yahudiler kendilerine gönderilen elçilere uyduklarında, Allah onları üstün kılmıştır:

Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi (bir dönem) alemlere üstün kıldığımı hatırlayın. ( 2 Bakara Suresi, 47)

Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim de onu inkar ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi (bir dönem) alemlere muhakkak üstün kıldığımı hatırlayın. ( 2 Bakara Suresi, 121-122)

Burada unutulmaması gereken bir diğer noktada da Musa, İsa gibi peygamberlerin de Yahudi soyundan olduğudur.


 Kuran'da adı geçen 25 peygamberden Yahudi ırkındandır. Bunlar Yahudilerin olduğu kadar Müslümanların da peygamberidir. Hepsi de Allah'ın elçisidir ve bizler için örnek insanlardır. Sadece Peygamberler değil Hz. İsa'nın Annesi Hz. Meryem annemiz de Yahudi ırkındandır ve Allah onu takvasından dolayı ( ırkında dolayı değil), tüm kadınlardan üstün kılmıştır:

Hani melekler: Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı; demişti. ( 3 Ali İmran Suresi, 42)

"Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça, kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir.

 Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.

 Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar." (Al-i İmran, 3/112-113)

"Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez."(Bakara ,2/100)


Yahudilerin bir diğer özelliği de Allah'ı uygunsuz vasıflarla tavsif etmeleridir. Yahudiler Allah'ın oğulları olduklarını iddia etmişler, Allah'ı eli sıkı ve fakir gibi vasıflarla tavsif etmişlerdir.

 Buna karşılık Kur'an onlara yakıcı bir azabın olduğunu, bu ifadelerin onların küfürlerini artıracağını, bu şirklerinden dolayı onların kıyamete kadar aralarında düşmanlık ve kin sokulduğunu ve onların artık ebediyen lanetlenmiş bir millet olduğu (Maide, 5/18, 64) zikredilmektedir.

Yahudilerin Kur'an'da zikredilen diğer özelliklerinden biri de, fitne ve fesat çıkaran bir millet olduklarıdır. (Maide, 5/64) Onların fesatlarının altında yatan şey, bütün beşeriyete duydukları kin ve şahsî menfaatleri doğrultusunda hareket etmeleridir. Öncelikle toplumları ahlaken çökertmekte, birbirine düşürmekte ve menfaatlerine göre hareket etmektedirler. Bu durumda onların hileli yollarla ulaşmak istediği emellerine, Allah'tan onlara hiçbir zafer gelmeyeceği bildirilmiştir.

Yahudilerin nankörlüklerine bir örnek de peygamberlerini ve cemiyetleri içinde adaletli olan kimseleri öldürmüş olmalarıdır. Kin ve düşmanlıkta yarışan Yahudiler'in bu hareketlerinden dolayı acı bir azaba müstehak olacakları Kur'an'da bildirilen hususlardandır.

Kur'an Yahudileri lanetlenmiş bir millet olarak zikretmekle beraber, onlara Allah'a ve ahiret gününe inandıkları ve iyiliği emredip, kötülüğü nehyettikleri takdirde müjdelerin olduğunu beyan etmiştir.

Kur'an'da geçen

Yahudiler, "Allah'ın eli çok sıkıdır" dediler. Söyledikleri söz sebebiyle onların elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Aksine Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü azdırıyor. Biz, onların aralarına tâ kıyamete kadar düşmanlık ve kin atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozğunculuğa koşarlar. Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez. (Maide suresi 64)


DEVAMI

TAĞUTİ REJİMLEREDE SAPIK FİKİRLER :Yaşar Nuri Öztürk "KUR'ANDA Kİ İSLAM" isimli kitabından : Hz. Peygamberin vefatindan sonra Kur'an devre disi birakilmistir. Kadın hayz halinde, namaz kılar, oruç tutar, Kur'an okur, tavaf eder.




YAŞAR NURİ ÖZTÜRK'E DİKKAT !!!
ALLAH İLE ALDATMAK -YAŞAR NURİ ÖZTÜRK :
 Yaşar Nuri Öztürk "KUR'ANDA Kİ İSLAM" isimli kitabından : Diyor ki:

1- Ebrehe'nin ordusunu helak eden siccin taşları, veba mikroplarıdır. (s. 45)

2- Mirac ruhani bir olaydır. (s. 58 )

3- Ayın ikiye ayrılma mucizesi, fiili değildir. Resulullah, böyle görüntü meydana getirdi. (s. 90)

4- Kur'anda kadere iman diye bir şey yoktur. (s. 93,95)

5- Davud Peygamber günah işlemiştir. Peygamberler günahtan beri değildir. (s. 101)

6- Kur'anı anlamadan okumak hatim sayılmaz. (s. 102)

7- Yolculukta bakımsız mescitlerde namaz kılmamalı, namazları cem etmelidir. (s. 104)

8- Cennette ALLAH görülmeyecektir. (s. 108)

9- Hazret-i Peygamber, ümmî değildi. (s. 110,334)

10- Cihazdan dinlemekle hatim olur. (s. 117)

11- Ölüler için Kur'an okunmaz. (s. 118-317)

12- Camilerdeki Muhammed v.s.nin ismi yazılı tablolar tevhid inancına ters düşer. (s. 120)

13- Resulullah, tek bir hadisin bile yazılmasına izin vermemiştir. (s. 127)

14- Hazret-i İbrahimin babası putperest idi. (s. 55)

15- Kur'anın hiçbir âyeti nesh edilmemiştir. (s. 157)

16- İslamiyette tenasüh (reenkarnasyon) vardır. (s. 161,249,257,283,312,320)

17- Kur'ana abdestsiz, gusülsüz el sürülür ve okunur. (s. 162,163,288)

18- Hazret-i Musa, günah işlemiştir. Bir kıbtiyi öldürmüştür. (s. 165)

19- Namazda her millet kendi lisanı ile okuyabilir. (s. 295)

20- ALLAHa ve ahirete inanan ve barışa yönelik hizmetler sergileyen herkes, ister yahudi, ister hıristiyan olsun cennete girecektir. (s. 367,493,511)

21- Namaz kılarken kıbleye yönelme şartı yoktur. (s. 580)

22- Mezhebi dörtte sınırlamak, İslama yapılabilecek en büyük kötülüktür. (s. 399)

23- Oruç kefareti diye bir şey yoktur. (s. 415) 

24- Dinden dönen, mürted olan öldürülmez. (s. 424)

25- Müslüman kadın, kitap ehli kâfirlerle evlenebilir. (s. 425) 

26- Kadın hayz halinde, namaz kılar, oruç tutar, Kur'an okur, tavaf eder. (s. 429)

27- Şahitlikte iki kadının bir erkeğe eşitliği yanlıştır. (s. 453,452)

28- Kadınlara da cuma namazı farzdır. Cuma namazı iki rekattır, diğerleri bid’attir. (s. 515)

29- Eskiden, köle kadınlardan ayırt edilmesi için, hür kadınlar örtünürdü. Bugün için böyle bir şeye ihtiyaç olmadığı için, kadınların örtünmesi farz değildir. (s. 529, 615)

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK'E DİKKAT !!!


Günümüzde son derece bozuk ve tehlikeli görüşlere sahip,SAPIK ve SAPTIRICI olan bu şahsın düşünce ve benliğine gösterilen hürmet,muhabbet,ilgi ve alaka bizi gerçekten hayrete düşürmüş derinden yaralamıştır.

Bundan dolayı bize de,bu zatın eserlerinde yediği haltları,kendisine körü körüne bağlı olan kardeşlerimize göstermek vacip olmuştur.

Yaşar Nuri Öztürkün Diğer SAPKIN 

GÖRÜŞLERİNDEN BAZILARI...

1. Otuz veya elli hadis disinda kalan hadisler uydurmadir.

2. Sahabe ve alimlerde dahil olmak üzere Kur'an’a sahip çikmadiklari için suçludurlar.

3. Hz. Peygamberin vefatindan sonra Kur'an devre disi birakilmistir.

4. Kur'an’dan uzaklasma hicri dördüncü yüzyilda meydana gelmistir.

5. Kur'an’dan baska kaynak kabul etmek sirktir. Çünkü Kur'an disinda hiçbir kaynagin korunma garantisi yoktur.

6. Mirac hadisi çeliskilerle doludur.

7. Yaziyi emreden rivayetler uydurmadir.

8. hadis diye yazilanlar Resulullah’in sözleri diye ona isnad edilmistir.

9. Hadisler hicri iki yüz yilindan sonra yaziya geçirilmistir.

10. Hadisler baglayici degildir. Hüküm kaynagi da olamaz çünkü çeliskilerle doludur.

11. Iki türlü sahabi vardir; a) Hz. Muhammed’in Sahabisi yani, inanmis olarak Peygamberi gören kimsedir. b) Allah Resulü Hz. Peygamberin Sahabisi yani, ruhani sevgiyle Peygamberimizin gerçek kisiligine dost olanlardir. Ikinci tür sahabi birincisinden daha büyüktür.

12. Size iki emanet birakiyorum hadisinde sünni çevreler, Allah’in kitabi yanina sünnet kelimesini eklemislerdir.

13. Orta namaz sabah namazidir.

14. Adetli olan kadinlar namaz kilip oruç tutabilirler.

15. Kadinin sesinin haramligi konusunda Kur'an ve sünnette delil yoktur.

16. Insanlara sadece Kur'an ve mütevatir hadisler nakledilmelidir.

- Sünnete misna tabirini kullanmaktan çekinmiyor.

- Görüslerinde, genelde Ebu Reyye’yi taklit ediyor.

- Simdiye kadar pek çok hadis aliminin uydurma dedigi hadisleri isine geldigi zaman delil olarak kullaniyor. Ayrica itibar edilmeyen kitaplardan nakiller yapiyor.

- Hadisleri inkâr ettigi halde esbab-i nuzül’le ilgili rivayetleri nakletmekten çekinmiyor.





Kanaltürk Tv ekranlarında soruları yanıtlayan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztür, islam diniyle, siyasetle, hastalık süreci ve gündemle ilgili ilginç açıklamalarda bulundu. Öztürk, program sırasında bir izleyiciden gelen "Cuma günleri yaptığınız program Cuma namazı saatine denk geliyor. Cuma namazı kılmıyor musunuz?"sorusu üzerine, 'enfeksiyon kapmamak için camilerden uzak durduğunu' söyledi.

"ENFEKSİYON KAPMAMAK İÇİN CAMİLERDEN UZAK DURUYORUM"

Doktorların talimatlarına uyarak hareket ettiğini söyleyen Yaşar Nuri Öztürk: "Kılmaz olur muyum? Kılıyorum. Benim birkaç ay, doktorların tamam diyeceği güne kadar topluluklara katılmam yasak. Enfeksiyon riski var. Kolay bir ameliyat, tedavi geçirmedim. Enfeksiyon riskinin en çok olduğu yer, dikkat edilmesi gereken yer de camiler ve havaalanlarıdır. Biliyor musunuz, ben 1 buçuk yıldan beri bir 40 dakikalık uçak yolculuğu yaptım. Enfeksiyon kapmamak için uçağa binmiyorum. Camilerden, cemaatlerden uzak duruyorum. " dedi.

Yaşar Nuri Öztürk TÜRKİYE'DE CUMA NAMAZI FARZ DEĞİLDİR

"Türkiye'de Cuma namazı farz değil midir?" sorusuna ise ilginç bir yanıt veren Öztürk,"Evet değildir. Bir çok İslam ülkesinde değildir. Orada derin anlamlar vardır. Cuma namazı cemaatle kılınan bir namazdır. O cemaatin vücut bulması, o cemaatin o namazı kılmak için toplandığı mekanın hassasiyetleri önemlidir. Fıkıhtan dikkate alındığı zaman bu dediğim doğrulanır" diyerek sözlerini daha fazla detaylandırmadı.



24 Ekim 2014 Cuma

IŞİD’in Bilinenleri, Bilinmeyenleri : Din sadece savaşa alet ediliyor. Örgüt bir an önce durdurulmazsa Moğol istilası benzeri bir yıkım yaşanacaktır.


IŞİD aylardır Türkiye’nin, Ortadoğu’nun ve dünyanın gündemini meşgul ediyor. Irak ve Suriye’de ise sadece gündemi değil, hayatı da belirleyen unsur olmuş durumda. İnsanları hunharca katleden bu örgüt hakkında çok şeyler yazılıyor ama IŞİD’e hala zihinlerde bir şekil verecek yeterli bilgi yok. Mevcut bilgilerin kirliliği örgütü tanımayı daha da zorlaştırıyor. Onun için her yazılana inanmamak gerekiyor.

1- IŞİD ilk ortaya çıktığı sıralarda El Kaide’nin bir kolu olduğu iddia edildi. Sonradan bir alakasının olmadığı anlaşıldı. IŞİD, El Kaide’den bağımsız olarak, Irak’ın sünni bölgelerinde ortaya çıktı. Daha sonra Suriye’deki otorite boşluğundan istifade ederek bu ülkede Rakka bölgesini ele geçirdi. IŞİD tehlikesi Musul’u ele geçirinceye kadar çok dikkat çekmemişti.

2- Liderleri olan Ebu Bekir El Bağdadi’nin Amerika ve İsrail’le bağlantılı olduğu iddia edildi


3- Resmi rakamlara göre IŞİD’e mayıs ayına kadar 81 ülkeden 12,000 kişinin katıldı. Batı ülkelerinden 3000 kişinin IŞİD’e katıldığı tahmin ediliyor. En çok Fransa (900), İngiltere (400) ve Belçika’dan (240) katılım var. Dünya genelinde ise Tunus (3000), Suudi Arabistan ( 2500), Rusya ( 2000 kişiden fazla) ve Ürdün’den (2000 kişiden fazla) katılım var. Türkiye’den ise binden fazla katılım olduğu tahmin ediliyor.


4- IŞİD’in esin kaynağı ya da bugünkü tabirle teorisyeni İbn-i Teymiyye’dir. 1263 Harran doğumlu İbn-i Teymiyye bir çok alimce “sapıkların atası” olarak bilinir. Şu sözler ona aittir;

• Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullah’a da yer bırakır
• Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner
• Kaza namazı kılmak lazım değildir
• Cehennem azabı sonsuz değildir.
• (Hz.)Ömer çok yanılmıştır
• Gazali’nin kitapları uydurma hadis ile dolu
• Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır.
• (Hz.) Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı.
• (Hz.) Osman malı çok severdi



İslam alimleri, Vahhabiliğin de temelini atan İbn-i Teymiyye’ye uyanın küfre gireceğini söylemişlerdir. İbn-i Teymiyye ise kendisi gibi düşünmeyenleri tekfir etmiştir. Onu örnek alan IŞİDçiler de kendilerinden olmayanları kafir ilan ediyorlar ve katlini vacip görüyorlar. Bir çok katlin altında İbn-i Teymiyye’nin görüşleri yatıyor dersek yanlış olmaz.

5- Batı ülkeleri IŞİD’den kurtulmaya çalışıyor ama IŞİD’in elindeki silahların nerdeyse tamamı Amerika ve diğer batılı ülkelere ait. Bu silahların Irak ordusunun elinden alındığı iddia ediliyor ( ya da verildi). Şayet Batı ve Ortadoğu’daki müttefikleri IŞİD’e karşı ortak hareket etmezlerse Irak Şam İslam Devleti bir yıla kalmadan kurulur. Ne Irak ne Suriye ne de diğer örgütlerin IŞİD’le baş edecek kapasiteleri yok. Irak ve Şam düşerse sıra Lübnan ve Ürdün’e gelecektir.

7- IŞİD’in günün birinde İsrail’e de saldıracağı meçhul. Çünkü IŞİD son Gazze saldırısında İsrail yerine Hamas’ı tehdit etmişti. İlginçtir, İsrail de IŞİD’i birincil bir tehdit olarak görmüyor.




8- IŞİD sadece sahada değil, sosyal medyada da savaşıyor. Örgüt şu ana kadar twitter’da 60 bin hesap açtı. Twitter her ne kadar tespit ettiği hesapları kapatsa da 27 bin hesap hala aktif durumda. Öte yandan, Anonymous gibi bazı hacker grupları ile Suriye ve İran rejimlerine bağlı çalışan elektronik birimler de IŞİD’in hesaplarını bloke etmek için uğraşıyorlar. IŞİD iki gün önce twitter çalışanlarını ölümle tehdit etmişti.

9- IŞİD’e katılımların sosyolojik tahlili yapıldığında; militanların ülkelerinde ezilmiş, baskı ve zulüm gören, ikinci sınıf, fakir ve eğitimsiz sınıftan olduğu görülüyor. IŞİD’li militan Fransa’da toplumun dışladığı bir Cezayirli, Rusya’da baskı gören bir Çeçen, Mısır’da işkenceye maruz kalan bir Müslüman Kardeşler üyesi ya da Libya’da bir gelecek göremeyen bir vatandaştır. Savaşma nedenleri şeriat değildir. Çoğu yaşadığı ülkede karşı koyamadığı sınıf veya yönetime olan kinlerini kusmak için IŞİD’e katıldı.

IŞİD her ne kadar İslam’ı referans alda da yaptıklarının İslam’la alakası yoktur.




Kan gölünde boğulacaksınız!
 İsrail, ABD, İngiltere ve kendileri gibi diğer devletlerin daha fazla keyif çatmaları için, dünyayı cehenneme çevirmeleri, her tarafı ateşe vermeleri gerekiyor. Hem davacı, hem savcı, hem hâkim, hem de cellat rolünde de olsalar, er ya da geç akıttıkları kan gölünde boğulacaklar!
Kavramlarla oynanıyor. Kavramlar, herkes için geçerli olan hakikatler olarak değil de birilerinin işine geldiği gibi kullanılmaya başlayınca; ‘terör’ nedir, ‘terörist’ kimdir? ‘Saldırı’ nedir, ‘savunma’ nedir? ‘Zulüm’ nedir, ‘zalim’ kimdir? ‘Hak’ ve ‘haksızlık’ nedir? Bu sorular doğru cevabını bulmaz. Bu tanımları kimse kendi tarafına göre yontmamalı. Zulüm zulümdür. Onu yapan ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi olsun fark etmez. Peygamber Efendimiz ‘Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa, vallahi cezasını verirdim’ buyurarak suçlunun konumunun önemli olmadığına dikkatleri çekiyor. 
Kim tanımlayacak bu kavramları? Bu kavramları tanımlama hakkını sadece ABD, İsrail, İngiltere, Rusya yahut BM (Birleşmiş Milletlere) mi vereceğiz? Böyle olursa İsrail’in yüzlerce masumun canlarına mal olan katliamlarını gerçekleştirdiği harekatın adı ‘Barış Harekatı’ bu zalimlere karşı kendini ve işgal altındaki vatanlarını savunan Filistinlilerin meşru müdafaası ‘terör saldırısı’ olup çıkmaz mı? Bunlar ‘düzeltme rolünü oynayan bozguncular’ değil mi?İsrail, ABD, İngiltere ve diğer devletler kana doymayan vampir gibi zayıfların sırtından kan emerek şişiyor. Onların müreffeh olması için, başkalarının daha fazla aç kalması gerekiyor. Onların sömürmesi için, başkalarının daha fazla çalışıp alın teri dökmesi gerekiyor. Onların daha fazla keyif çatmaları için, dünyayı cehenneme çevirmeleri, her tarafı ateşe vermeleri gerekiyor. Onların neşeli ve mutlu olmaları için, başkalarının ağlayıp ızdırab çekmeleri gerekiyor. Bunlar, hem davacı, hem savcı, hem hâkim, hem de cellat rolünde de olsalar, er-geç akıttıkları kan gölünde boğulacaklar! Müslüman halka (nerede olursa olsun) karşı yargısız infazı gerçekleştiriyor. Yanına da suç ortakları arıyor. Cinayetlerine yardım ve yataklık yapmayanları ‘terörü destekleyenler’ olarak damgalıyor. Terörü yok etme adı altında terörün en kepazesini işliyorlar. Doymak bilmiyor, çokla yetinmiyor. ‘Ölçüyü ben koyarım’ diyor. Kimin haklı, kimin haksız olacağını kendisi belirliyor. Güç ve kuvvetini, ölüm kusan silahlarını göstererek yapıyor. Nemrut’luğa soyunanlar, burnundan beynine girecek sineğini aradığını unutuyor. Zalimler, ağlattığı anaların gözyaşlarını ‘tuzlu su’dan ibaret görüyor. Bütün bunlar, ABD başta olmak üzere diğer ‘şer ittifakı’ içinde olan devletlerin İslam’a ve İslam dünyasına karşı topyekûn bir savaşa giriştiğinin açık bir delili. Ancak Kur’an-ı Kerim, ‘Her toplumsal yapının bir eceli vardır. Eceli geldiğinde ne bir an geri kalır, ne de onu atlatarak ilerler’ buyurur. Uygarlıkların bir eceli olduğunu beyan etmekle kalmaz. Aynı zamanda bu ecelin ne zaman geleceğinden onun alâmetlerinden de bahseder. Bu belirtilerden birincisi zulümdür. Kendisine, insana ve tabiata (eşyaya) fıtrata karşı işlenen zulüm. İkincisi; servetle şımarmışların ahlaksızlığı. Günahlarını (fıskı, fücuru) aleniyete dökmeleri. Zımnen Allah’a meydan okumaları. Üçüncüsü; Sorumsuzluk. İnsanın kendisine, Allah’a, insana ve eşyaya karşı sorumsuzluğu. Kısaca, yıkılmaların ana sebebi, zulüm ve dünyevileşmenin getirdiği şımarıklık. Belki de halk tabiri ile ‘eceli gelen köpek camii duvarına işiyor.’
Bunlar ve daha sayabileceğimiz her kötülük, döner, dolaşır, sonunda gelip insanı vurur. Beyaz, siyah dinlemez. Türk, Kürt, Arap, İngiliz dinlemez. Müslim, gayr-ı Müslim dinlemez. Zengin, fakir, âlim, cahil dinlemez. İnsanın içini boşaltır. İnsanı insan eden taraflarını yıkar. İnsanı değerinden eder. İçteki onca kokuşmaya rağmen her şey dışarıdan muhteşem görünür. Bütün sermaye vitrine, dış görünüşe yatırılmıştır. Bir sosyal yapı, insanı insan eden değerler üretmiyor, insanı tüketiyorsa, o insanın bağlı olduğu medeniyeti (uygarlığı) de tüketiyor demektir. 
Herhangi bir olayı bahane edip, mazlum ve masum insanların üzerine bomba yağdırılamaz. Siviller savaşın hedefi olamaz. Hiçbir yerde, hiçbir din, ırk ve devlet adına, hangi gerekçe ile olursa olsun. Yapılan zulümler kendi sonlarını getirir. Çünkü devlet, küfürle değil, zulümle yıkılır. Tarihte ebedî yaşamış bir devlet veya bir uygarlık gösterilebilir mi? Kuran-ı Kerim’i açıp Hicr, Şuara, Yunus, Araf gibi surelerde acı sonları anlatılan Nemrut ve Firavun’a baksınlar. Ad, Semud, Lut ve Eyke medeniyetlerinin akıbetine bakıp ibret alsınlar. Her Firavun’un bir Musa’sı olduğu, her Nemrut’un burnundan girip beynini yiyen bir sineğin bulunacağını unutmasınlar. 
Peki biz ne yapacağız? Sadece şu iki âyeti gereği gibi anlayıp idrak etsek yeter.


BARNABAS KİLİSESİ, GERÇEK İNCİL : Ben Kıbrıslı Barnabius. Tesbihe layık alemlerin Rabb’inden bir bütün olarak, Ruh’ul Kudüs (Cebrail) ile Meşaha’ya (Mesih’e) vahiy edilen bu kitabı tıpkı İsa’dan duyduğum gibi, sadakatle, 48. Gök yılları sonunda dördüncü nüsha olarak yazıyorum.

Barnabas İncili 44. Bölüm“Allahın elçisi Muhammed yaratılan hemen her şeye mutluluk getirecek bir nurdur”
…….«Ey Muhammed, Allah seninle olsun ve beni ayakkabının bağlarını çözecek değerde kılsın. Buna ermekle ben de büyük bir peygamber ve Allah’ın kutsal bir (kul)”u olacağım.» Ve İsa böyle deyip, Allah’a şükretti.   (Kaynak: Filolog Hamza Hocagil)

1500 Yıllık İncil Vatikan'ı Endişelendiriyor

Türkiye’de Etnografya Müzesi’nde gizli tutulan ve 1500 yılı aşkın bir süre önce yazılmış olan İncil, Vatikan’da endişeyle karşılanıyor.

Vatikan'ı endişelendiren önemli sebeplerden biri, Hz.İsa’nın havarinden biri olan ve havari Paul ile seyahat eden Barnabas İncili’ni içermesi. Kitap 2000 yılında bulunurken, şu an Ankara Etnografya Müzesi’nde gizli tutuluyor. Hz.İsa’nın dili olan Aramice lehçesi ile deri üzerine yazılan kitap sayfaları zamandan dolayı kararmış halde bulunuyor.

HZ. İSA ÇARMIĞA GERİLMEDİ

İddialara göre, Tahran dini yönetimi metnin Hz. İsa’nın çarmığa gerilmediğini ve Allah’nın oğlu olmadığını gösterdiğinde ısrar ediyor. Kitapta ayrıca Hz.İsa’nın çarmığa gerilme öncesinde hayatta olarak göğe yükseldiğini, onun yerine ise Judas Iscariot’un çarmığa gerildiğini yazıyor.

VATİKAN ENDİŞELİ

Vatikan kitabın açığa çıkarılmasından dolayı duyduğu endişeyi ifade ederek, Türk yetkililerden Katolik Kilisesi uzmanları ile beraber Katolik Kilisesi’nde içeriğinin incelenmesini istedi. İznik Katedrali’ndeki Katolik Kilisesi’nin İncil’in bir örneğini çıkardığı, Barnabas İncili dahil bazı yerleri ise kaldırmış olabileceğine inanılıyor.

HZ. MUHAMMED'İ (SAV) HABER VERİYOR

İçinde Hz.Muhammed’i (ASM) haber veren ayetler olduğu için Müslümanların büyük ilgi gösterdiği Barnabas İncili’nin bugün basılı 2 nüshasının olduğu biliniyor. Hıristiyan kiliselerinin “apokrif” yani varlığını kabul ettiği ama içindeki bilgileri reddettiği Barnaba İncili, 1979’da önce Pakistan’da İngilizce olarak yayımlandı. Daha sonra İngilizce’den tercüme edilerek Türkçe basıldı.

Barnaba İncili’ni 1980’lerin ilk çeyreğinde Zafer dergisi gündeme getirmiş, Türkiye günlerce bu İncil’i konuşmuştu. Pakistan’da basılan Barnaba İncili, Avusturya’daki nüshadan yapılan bir baskının Amerikan Kongre Kütüphanesi’ndeki nüshasından tercüme edilmişti. Dünya bu İncil’in varlığından, ABD’deki nüshadan alınan mikrofilmlerle Pakistan’da yapılan baskıdan sonra haberdar olmuştu





İngiliz Daily Mail gazetesi Barbaranas İncili'nin orijinalinin Ankara Adalet Sarayı'nda olduğunu öne sürerek adalet sarayının bir fotoğrafını paylaştı.

Daha önce sözkonusu İncil'in Türk Genel Genelkurmay Arşivi'nde olduğu öne sürülmüştü.
Hatta Büyük Birlik Partisi yetkilileri helikopter kazasında hayatını kaybeden Muhsin Yazıcıoğlu'nun Barbanas İncili ile ilgili çalıştığını belirterek ve ölümüyle bunun bağlantılı olabileceği gündeme gelmişti.

Hazreti İsa'nın havarilerinden Barnabas'ın yazdığı ve İslamiyet'in gelişini haber verdiği söylenen İncil'in bir versiyonunun, 12 yıl önce düzenlenen bir kaçakçılık operasyonunda Türk askerlerinin eline geçtiği ifade ediliyor.

İran kaynakları İncil'in halen Türk ordusunun elinde bulunduğunu ve "Siyonistlerin ve Batı yönetimlerinin kitapta yer alan iddiaları örtbas etmek istediğini" iddia ediyor.

Vatikan yetkililerinin kitabı incelemek için Türkiye'ye başvuruda bulunduğu ve Türk yönetiminin İncil'i kamuoyuna açıklamayı planladığı iddialar arasında.


İran'da Devrim Muhafızları ile bağlantılı “Basij Press” sitesi, Türkiye’nin elinde bulunan “Barnabas İncili”nin Hıristiyanlık dinini çökerteceğini ileri sürdü.


Hıristiyan dünyasınca sahte olduğu öne sürülen Barnabas İncili'nin 41'inci bölümünde, cennetten kovulan Hazreti Adem'in geriye dönüp baktığında kapının üzerinde, "Allah birdir ve Muhammed onun elçisidir" yazdığını gördüğü öne sürülüyor.

Kitapta ayrıca, Hazreti İsa'nın asla çarmıha gerilmediği, Tanrı'nın oğlu olmadığı ve Hazreti Muhammed'in peygamber olarak geleceğinin öngörüldüğü söyleniyor.

VATİKAN'DAN İNCELEME TALEBİ

Öte yandan yine Daily Mail Gazetesi Vatikan'ın bu yılın Şubat ayında incili incelemek için Türkiye'ye resmi bir talepte bulunduğunu yazdı.(Vatan)




1983 kışında, Hakkari’de bir mağarada bulunan ve bugün bir kozmik odada gizlenmekte olan kitap, bu sözlerle başlıyordu…

(Kamuoyunda bu kitabın 1981’de bulunduğu bilinmektedir ama bu tarih yanlıştır; doğrusu 1983’tür.)

Onu ilginç kılan ise günümüzden iki bin sene önce Hz. İsa’nın vahiy kâtibi Aziz Barnabas tarafından yazılmış olması ve diğer bütün İncillerden farklı olarak Hz. İsa’nın konuştuğu dil olan Aramca olarak kaleme alınmasıydı.

Bu dördüncü nüsha, Genelkurmay Başkanlığının Beşiktaş’taki gizli ofisinde, antik diller uzmanı Prof. Hamza Hocagil tarafından incelendi ve kısmen Türkçeye tercüme edildi. Dinler tarihini -dolayısıyla da insanlık tarihinin akışını- değiştirebilecek bu kitabın, gizli tutulması şimdilik bir devletler politikası…

Bu kitap yüzünden, Ergenekon terör örgütünün aktif olduğu dönemde birçok kişi öldürüldü. 6 Temmuz 1996’da makineli silahla taranarak öldürülen Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı da onlardan biri olabilir miydi? Çünkü şüpheli ölümünden kısa süre önce, Aziz Barnabas’ın mezarının bulunduğu kilisede çok garip bir olay meydana gelmişti. Adalı, sormaması gereken soruları sormuştu.

Kilisede yaşanan gariplik:



DİNLERE GİRMİŞ KABALA : YAHUDİLİK ,HİRİSTİYANLIK YASAK İLİŞKİLER, TEK TİP-TEK CİNS, UNİSEX ANLAYIŞ, GEYLİK , ADEM YARATILIŞI - 3. BÖLÜM

ŞEYTANIN CİNSİYETİ ve ŞEYTAN FİGÜRLERİ :


by pante


Kur’an’da ve İslam’da Allah’ın cinsiyeti yoktur, meleklerin de.
Açıkça ifade edilmesine rağmen insanlar yine de dolaylı da olsa bir cinsiyet yakıştırırlar.

Tevrat’a göre Allah Adem’i kendi suretinde yaratmıştır.
Yani Allah kuşa, balığa, bitkiye, taşa benzemez, insana benzer.
Adem erkek olduğuna göre Allah da erkek olarak tahayyül edilmiştir.

Çocukların çoğunun kafasındaki imaj da Allah’ın erkek olduğudur.
Bu çocuğa öğretilmemiştir ama dolaylı olarak öyle algılatılmıştır.
“Allah baba” hitabı kesinlikle reddedilmesine rağmen tamamen sökülüp atılamamıştır.
Bugüne dek “Allah ana” diyene de rastlanmamıştır.

Hristiyan aleminde de kiliseden kabul görmese de Allah erkek olarak resmedilir.

Esmaül Hüsna’daki Allah’ın isimleri hep erkeklere verilir.

Aziz, Mümin, Melik, Rahim, halim, Kerim, Hafız, Latif, Hasib, Vahid, Macid, Kadir, Adil

Bu isimler kızlara verilirken -e eki alır. Azize gibi..

Zuhruf/ 19. Onlar, Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların (yalan) şahitlikleri yazılacak ve sorgulanacaklardır.

Ayete rağmen toplumda meleklerin imajı kızdır.
“Melek” isim olarak sadece kızlara verilir.
Ama büyük meleklerin isimleri (Cebrail, İsrafil, Mikail) erkeklere verilir.

Allah’a, meleklere cinsiyet yakıştırması yapılır ama ilginçtir ki şeytan cinsiyetten münezzehtir.
Kimse şeytanı erkek ya da dişi olarak algılamaz.

Kur’an’da Şeytanın cinlerden olduğu yazılıdır.
Ama ne hikmetse meleklerle beraberdir, hatta meleklerin başıdır.
Allah’a isyan eder ve kovulur.

Şeytan melek olsaydı cinsiyeti olmayacaktı.
Madem ki şeytan cinlerden, cinlerin de erkeği dişisi olduğuna göre;
Şeytanın cinsiyeti nedir acaba?

Kadının erkeğin kaburgasından yaratılmış olmasını, erkeğin yarı haklarına sahip oluşunu, cehennemin çoğunluğunun kadınlardan oluşmasını, şeytanın Adem’e secde etmeyişinin arkasında feministlik aranmasını, “kadın şeytandır” sözünün yaygınlığını gözönüne aldığımızda şeytanın cinsiyetinin dişi olma ihtimali daha yüksek.

Lucifer:

Talmud, Bava Batra Bölümü, Daf 16a ‘ya göre: Şeytan, kötü dürtüler ve Ölüm Meleği aynı varlıklardır. Eski Ahid’e göre şeytan güzeller güzeli, bilgeler bilgesidir.




Ezekiel 28:12–19: “..güzellerin ve bilgelerin en mükemmeliydin. Eden’de, Tanrı’nın bahçesindeydin. Giysilerin hep güzel taşlarla – yakut, zümrüt, aytaşı, beril, onix, safir, turkuazla – ve altın işlemelerle süslüydü. Bunlar sana sen yaratıldığın gün verildi. Seni kudretinle ve gücünle bekçim yaptım. Tanrının kutsal dağına gidebiliyor ve ateş tarlalarında yürüyebiliyordun. Yaptıklarından tamamen muaf tutulurdun ta ki için kötülükle dolana dek. Bu varlık içinde bile daha büyük şiddet yarattın ve günahkar oldun. Seni tanrının dağından men ettim ve seni bekçilik ettiğin ateş tarlalarından sürgün ettim. Güzelliğin yüzünden için kibirle doldu ve bilgeliğini kendi ünün için harcadın. Seni içine hapsettiğim ateşle beraber Dünya’ya attım. Seni takip edenlerle beraber sonunuz ateşler içinde küle dönecek. Çok feci bir sona geldin.”

Tanrıya isyan ettiği için kovulan şeytan Şamael’in Hristiyanlıktaki adı Lucifer’dır. Adem ile Havva’yı aldatan yılan da Hristiyan ulemasınca şeytan olarak kabul görmüştür. Latincede Lucifer sabah yıldızı olarak anılan Venüs’ün ismidir. Ve ilginç olan aşk tanrıçası Afrodit’i simgeler.

Erkek şeytan olan cinlerin kralı Şamael’in Hristiyanlıktaki karşılığı Lucifer, aşk tanrıçası Afrodit simgesiyle dişi olarak karşımıza gelir. Ve kafalarımız tekrar karışır.

Bu çelişki bizi şeytan Şamael’in Lucifer olmadığı sonucuna götürür. Evet Lucifer düşen meleklerden biri olabilir ama tanrıya isyan eden başmelek ve kovulan şeytan değildir. Hristiyan uleması, pagan Roma mitolojisinden aldığı Lucifer figürünü şeytan Şamael’le eşleştirerek hata yapmıştır.

Ayrıca Lucifer’ın Hristiyanlıktaki bir başka adı “Şeytanın oğlu”dur. Bu durumda “Lucifer, Şamael’le Lilith’in oğlu mudur?” diye düşünmemiz gerekir. Ama Roma mitolojisinde Lucifer, Tanrıça Aurora (Dawn) ve Tanrı Ceyx’in oğlu olarak geçer. Anlaşılan odur ki çoktanrıcı dinlerdeki kötü tanrılar, tek tanrıcı dinlere şeytan figürü olarak değişik şekillerde aktarılmıştır.

Bunu en bariz olarak Zerdüşt dini olan Mazdaizmde-Pers Mitolojisinde görürüz. Yaratıcı olan Ahura Mazda iyiliklerin tanrısıdır. Buna karşın ona düşman olan Ehrimenkötülüklerin tanrısıdır. Ehrimen’in cinsiyeti hakkında bir bilgi olmamakla beraber delik delik bir vücuda sahip çift boynuzlu bir adam olarak tasvir edilir. Bu tipleme şeytanı andırır ve şeytan figürünün Ehrimen’den geldiği kanaatini güçlendirir. Pers mitolojisindeki bir başka figür parilerdir. Dilimize peri olarak geçen çok güzel ve iyilik dolu varlık, Pers mitolojisinde çirkin ve kötü bir kadın olarak nitelenir, yani şeytani varlık gibi görülür.

Bilgeler bilgesi şeytanın kökeni hakkında iddialar en eski din ve mitoloji olan Sümer’in sular ve bilgeler tanrısı Enki‘ye kadar uzanır. Hatta İslam’daki şeytan taşlamasının benzeri olarak Enki de taşlanmıştır. Ve Enki erkektir.

Görüldüğü gibi Mitolojide şeytan hayli karmaşıktır. Dişi mi yoksa erkek mi olduğu bile net değildir. İslam’da şeytanın cinlerden olduğu ve cinlerin de erkekli-dişili yaratıldığı söylenirken şeytanın ya da başşeytan olan İblis’in cinsiyeti bilinmez.