31 Ekim 2014 Cuma

Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi : Sorun hep dindarlık-dinsizlik, doğuculuk-batıcılık, müslümanlık-laiklik gibi çelişkilerle değerlendiriliyor.

Yazar: Emrah KAYA
 Oysa ben, bu değerlendirmelerin, tarih bilincinden yoksun ve yanlış olduğunu düşünüyorum. Yaptığım araştırma sonucunda da, şeriatçı yükselişlerin, sınıfsal ve ulusal sorunlarla çok yakından ilgisi olduğunu, uluslararası politikanın ve devletin seçtiği yöntemlerin güdümüne girdiğini görüyorum.

31 Mart Vakası'nın, Alman emperyalizminin Osmanlıya ilişkin programının en yoğun uygulandığı döneme denk düşmesi, hiç de tesadüf değil.

Cihat fetvaları yayınlanıyor ve Sultan, onlarca ülkeye İslam ihracına girişiyor. Sonuçta telef olan, yine bu ülkenin insanlarıdır.

Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı bastırmaya çalışan İngiliz emperyalizmi, en yakın müttefik olarak yanında Halife-Sultan'ı, Şeyhülislam'ı ve hocaları buluyor. Şeyhülislam, Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında ölüm fetvaları veriyor; İngiliz ve Yunan uçakları bunları gökten insanlara serpiştiriyor; İtalyan gemileri limanlara ulaştırıyor ve Fransız subayları halka dağıtıyor. 'Şeriat isteriz' diye ayaklananların cebinden, İngiliz gizli servisinin belgeleri çıkıyor. İngilizseverler Derneği Başkanı olan hoca gibilerin başını çektiği ayaklanmalar boşuna yaşanmıyor.


1940'larda (Amerikan emperyalizmi Türkiye'ye girerken), yıllardır uyuyan Said-i Nursî uyandırılıyor ve Suudi Arabistan kökenli olan Ticanî tarikatı, laisizme karşı ilk eylemlerine başlıyor. Adnan Menderes, bir yandan Amerikan emperyalizminin ülkeye girişine zemin hazırlarken, diğer yandan da Said-i Nursî'nin elini öpüp hilafet sancağının gölgesinde yürümeye başlıyor.

Rastlantı mı?

Öğrenci ve işçi eylemleri başladığında, hak ve ekmek arayanların karşısına yine o, "Din elden gidiyor!" naraları atanlar çıkıyor. İstanbul gençliğinin 6. Filo'ya karşı başlattığı protestolar, Dolmabahçe camiinde, kıbleyi bırakıp 6. Filo'ya dönerek namaz kılan şeriatçılarla kırılmaya çalışılıyor. Amerikan askerleri için beyaza boyanan İstanbul genelevlerini dile getiren öğrenciler, çember sakallılar tarafından dövülüyor, hatta öldürülüyorlar.

DEVAMI :


1970'lerin son iki yılında ABD'nin, SSCB'yi güneyden, ılımlı ve denetlenebilir İslamcı bir yeşil kuşakla çevirme projesini; batıda Polonya'dan "Let us Poland, be Poland" (Bırakınız Polonya Polonya Olsun) sloganıyla başlatılan "Yeni Dünya Düzeni" kampanyası destekliyor. Kilise Polonya'daki sosyalist rejime, cami Türkiye'deki laik rejime saldırıyor. Süreç işliyor ve sosyalizm, emperyalizme bağımlı liberal sisteme, laisizm denetlenebilir İslam'a dönüştürülmeye çalışılıyor.

Afganistan, Pakistan, Cezayir, Tunus ve Türkiye gibi ülkelerdeki İslamcı yükselişi, Yeni Dünya Düzeni projelerinden ayrı düşünmeye, kopartarak anlamaya çalışanların yanılgıları, müslüman-laik çatışması biçiminde ortaya çıkıyor.


Atatürkçülük adına askeri darbe yapan generallerin yaptıkları ilk şey, Atatürk'ün mirasını yerle bir etmek oluyor. Yine aynı generaller, ABD'ye danışmadan da iş yapmıyorlar.

DEVAMI

Liberalizm adına badem bıyıklarıyla iktidara gelen Özalcı yönetim, Amerikan yanlısı Suudi Arabistan sermayesini ve bu sermayenin şeriatçı gruplara mali desteğini getiriyor. Liberal Ahrarlar, SSCB'deki gelişmelere bakarak sosyalizmin, ideolojinin ölümünü bayram yaparak ilan ediyorlar ve bizatihi bir ideoloji olan şeriatçılığın yükselişini (bilerek ve isteyerek, yani hukuk deyimiyle 'taammüden') görmezden geliyorlar. Görenler ise uzlaşma yolları arıyor.


İşte bu noktada; şeriatın, özgürlük ve emek düşmanlığını, emperyalizmle işbirliğini, insan haklarına karşı tavrını ve döktüğü kanı tarihsel bir süreç içinde görmek gerekiyor. Başka türlüsü, bir odası eksik eve benziyor.


Tarih öğretici ve yol göstericidir. 31 Mart 1909 ile 2 Temmuz 1993, Türk toplumunun tarihinde şeriatçılarla yaşanan iki büyük çatışma noktasıdır. Bu noktalar arasında kimin ne yaptığını, hangi kesimin kimden yana ve nasıl tavır aldığını unutmamalıyız. Bu anımsama, bundan sonra herkesin safını ve tavrını doğru tahmin edebilmemiz için de gereklidir.


Bu yüzden elinizdeki çalışmanın biçimi, kronoloji olarak belirlendi. Bir kolaj oldu. Cumhuriyet tarihini açıklamak gibi, bir savı yok. Anımsatma savı var. Sadece, "Şu işler oldu; şu işleri şunlar yaptı; şunlar karşı çıktı" demeye çalıştı. Eksikleri var. Başkaları tamamlayabilir, tamamlamalıdır. Yanlışları varsa (ki, aksi yöndeki tüm çabama karşın olabilir), bundan sonraki baskılarda düzeltmek üzere, şimdiden özür dilerim.


Cumhuriyet Gazetesi arşiv bölümü ve iletişim servisleri çalışanlarına teşekkür ederim.

4 Şubat 1949: İki 'meczup' Meclis'te ezan okuyor.
15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.
1 Mart 1950: CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılması'na Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığı'nca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.
12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.
29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes, sadece ''Millete mal olmuş inkılâplarımızı saklı tutacağız'' diyerek irticaya ilk işareti veriyor.
16 Haziran 1950: Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
5 Temmuz 1950: Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
21 Ekim 1950: Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.
3 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
1953: Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulları'na dönüştürüldü.
1953: Yasa değişikliği ile ''siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak, öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç'' sayılmaya başladı.
1954: 25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.
1955'te Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor:
''Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa'yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz.'' Menderes, 1956'da Konya'da halka hitap ederken ''ortaokullara din dersleri konulacağını'' açıklıyor.
13 Eylül 1956: Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor. Başbakan Menderes, 1957'de Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor:
''Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun.'' Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor: ''İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir Kâbe yapacağız.''
14 Şubat 1957: Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı için Cami Yaptırma Derneği'ne 100.000 TL bağış yapıyor.
19 Mayıs 1957: Kayseri'de halka yaptığı açıklama Menderes, ''DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye'nin 500'üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların İstanbul'a davet edileceğini'' söylüyor.
1957 - 1958: Liselere seçmeli din dersi kondu.
1959: Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.
26 Haziran 1965: Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, ''İmam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin'' müjdesini veriyor.
15 Nisan 1966: Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor. 31 Mayıs 1966: Demirel, Kayseri'de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor: ''Bugün Türkiye'de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır.''
17 Mayıs 1967: İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
20 Ağustos 1967: İzmir'de İslam Enstitüsü'nün temelleri, Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor.
Aralık 1967: Meclis'te iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.
21 Şubat 1968: Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, ''Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır'' diyor.
19 Şubat 1969: Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizm fedaisi ABD'nin 6. Filosu'nu protesto eden yurtsever gençler üzerine ''ABD bizim Kâbemiz, cihada hazır olun'' sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere ''Kanlı Pazar'' olarak geçmesini sağlamıştır.
1 Ekim 1969: Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi'nin 'Kıratlı Kuran' dağıttığı haberleri basına yansıyor.
26 Ocak 1974: Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.
1974 - 1977: Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
1975-1976: Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.
1976-1977: Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.
1977-1978: Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.
Kahramanmaraş'ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı…. Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara ''Allah için savaşa, Müslüman Türkiye'' sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları söylemişti: ''Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz''
12 Haziran 1979: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor: ''Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor?''
4 Temmuz 1980: Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken Başbakan Demirel ''Çorum'u bırakın Fatsa'ya bakın!'' diyerek ''solun kalesi'' diye anılan Fatsa'yı hedef gösteriyordu.
22 Temmuz 1980: Kemal Türker'in öldürülmesi.
7 Eylül 1980: MSP'nin Konya'da düzenlediği mitingte yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu: ''Dinsiz devlet yıkılacak elbet… Şeriat gelecek… Laiklik dinsizliktir… Anayasa Kuran… Ya şeriat ya ölüm… Cihada hazırız…''
12 Eylül 1980: Amerika'nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların ''bizim çocuklar'' dedikleri Generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekün bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden silindir gibi geçildi. Ulusal birlik yerine dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül'ün darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada ''Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz'' diyordu.
''Gerçekte,'' der Machiavelli, ''hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki, Tanrı'ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur.''
Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.
12 Eylül'de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü'nün oğlu veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendi tarikatının üyesi olan Turgut Özal'ın Çankaya'ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal'ın, ''12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik.'' biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.
Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası'nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu gözardı ederek şunları söylemiştir: ''Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok. …Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur. …Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır.''
1989: TCK'nın Türkiye'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
28 Aralık 1989: Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.
31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi.
7 Mart 1990: Çetin Emeç'in öldürülmesi.
4 Eylül 1990: Turan Dursun'un öldürülmesi.
6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi.
24 Ocak 1993: Uğur Mumcu, ''İmam-Subay'' başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban gitti.
2 Temmuz 1993: Sıvas'ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri'nin 3. gününde, Müslümanlar ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı. Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli'ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı:
''Zafer İslam'ın… Cumhuriyet Sıvas'ta kuruldu, Sıvas'ta yıkılacak!.. Şeriat gelecek zulüm bitecek… Kahrolsun laiklik…''
27 Mart 1994: Yerel seçimlerle RP'nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin, Ankara ve İstanbul'daki Anakent Belediyeleri'nin tüm olanakları RP'nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan, ''Refah iktidara gelerek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek'' diyordu.
5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan ederken ''Son sosyalist devleti de yıktık.'' sözleriyle Kemalizm'in sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.
10 Kasım 1994: Anıtkabir'de Atatürk'e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, ''Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kuran'a davet ediyorum.'' diye slogan attı.
11 Ocak 1995: Onat Kutlar'ın öldürülmesi.
9 Ocak 1996: Metin Göktepe'nin öldürülmesi.
1997: Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, ''Laiklere şeriat enjekte edilecek'' diyordu.
1997: Şevket Yılmaz, ''Allah'ın size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?''
Hasan Hüseyin Ceylan, ''Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!''
Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, ''Bu törenlere için kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin.''
Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, ''Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak.'' diyorlardı.
Ve Nihayet Şubat 1997…
Özal'ın halefi olan Başabakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutun'da verdiği iftar yemeğine Türkiye'nin en ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı.


Laiklikliğin tanımı bile değiştirilerek, ''laiklik, din özgürlüğüdür'', ''din ise birleştirici ve lâzımdır'' denilmeye başlandı.


Eğitim yoluyla bu ülkede, ''İktidar olursak, içkinin içilip içilmeyeceğini referanduma götürürüz.'' diyen Tayyip Erdoğan gibi şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu kafa sahipleri, iktidar olup cesaret ettikleri taktirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de referanduma götüreceklerinden, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarından, artık hiç kuşkumuz kalmadı.
21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın öldürülmesi.
18 Aralık 2002: Prof Dr. Necib Hablemitoğlu'nun öldürülmesi.
2002: AKP, ABD sayesinde başa geçti...

*Halil Nebiler, Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2010, İstanbul.



Yazar: Emrah KAYA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder