IŞİD aylardır Türkiye’nin, Ortadoğu’nun ve dünyanın gündemini meşgul ediyor. Irak ve Suriye’de ise sadece gündemi değil, hayatı da belirleyen unsur olmuş durumda. İnsanları hunharca katleden bu örgüt hakkında çok şeyler yazılıyor ama IŞİD’e hala zihinlerde bir şekil verecek yeterli bilgi yok. Mevcut bilgilerin kirliliği örgütü tanımayı daha da zorlaştırıyor. Onun için her yazılana inanmamak gerekiyor.
1- IŞİD ilk ortaya çıktığı sıralarda El Kaide’nin bir kolu olduğu iddia edildi. Sonradan bir alakasının olmadığı anlaşıldı. IŞİD, El Kaide’den bağımsız olarak, Irak’ın sünni bölgelerinde ortaya çıktı. Daha sonra Suriye’deki otorite boşluğundan istifade ederek bu ülkede Rakka bölgesini ele geçirdi. IŞİD tehlikesi Musul’u ele geçirinceye kadar çok dikkat çekmemişti.
2- Liderleri olan Ebu Bekir El Bağdadi’nin Amerika ve İsrail’le bağlantılı olduğu iddia edildi
3- Resmi rakamlara göre IŞİD’e mayıs ayına kadar 81 ülkeden 12,000 kişinin katıldı. Batı ülkelerinden 3000 kişinin IŞİD’e katıldığı tahmin ediliyor. En çok Fransa (900), İngiltere (400) ve Belçika’dan (240) katılım var. Dünya genelinde ise Tunus (3000), Suudi Arabistan ( 2500), Rusya ( 2000 kişiden fazla) ve Ürdün’den (2000 kişiden fazla) katılım var. Türkiye’den ise binden fazla katılım olduğu tahmin ediliyor.
4- IŞİD’in esin kaynağı ya da bugünkü tabirle teorisyeni İbn-i Teymiyye’dir. 1263 Harran doğumlu İbn-i Teymiyye bir çok alimce “sapıkların atası” olarak bilinir. Şu sözler ona aittir;
• Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullah’a da yer bırakır
• Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner
• Kaza namazı kılmak lazım değildir
• Cehennem azabı sonsuz değildir.
• (Hz.)Ömer çok yanılmıştır
• Gazali’nin kitapları uydurma hadis ile dolu
• Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır.
• (Hz.) Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı.
• (Hz.) Osman malı çok severdi
İslam alimleri, Vahhabiliğin de temelini atan İbn-i Teymiyye’ye uyanın küfre gireceğini söylemişlerdir. İbn-i Teymiyye ise kendisi gibi düşünmeyenleri tekfir etmiştir. Onu örnek alan IŞİDçiler de kendilerinden olmayanları kafir ilan ediyorlar ve katlini vacip görüyorlar. Bir çok katlin altında İbn-i Teymiyye’nin görüşleri yatıyor dersek yanlış olmaz.
5- Batı ülkeleri IŞİD’den kurtulmaya çalışıyor ama IŞİD’in elindeki silahların nerdeyse tamamı Amerika ve diğer batılı ülkelere ait. Bu silahların Irak ordusunun elinden alındığı iddia ediliyor ( ya da verildi). Şayet Batı ve Ortadoğu’daki müttefikleri IŞİD’e karşı ortak hareket etmezlerse Irak Şam İslam Devleti bir yıla kalmadan kurulur. Ne Irak ne Suriye ne de diğer örgütlerin IŞİD’le baş edecek kapasiteleri yok. Irak ve Şam düşerse sıra Lübnan ve Ürdün’e gelecektir.
7- IŞİD’in günün birinde İsrail’e de saldıracağı meçhul. Çünkü IŞİD son Gazze saldırısında İsrail yerine Hamas’ı tehdit etmişti. İlginçtir, İsrail de IŞİD’i birincil bir tehdit olarak görmüyor.
8- IŞİD sadece sahada değil, sosyal medyada da savaşıyor. Örgüt şu ana kadar twitter’da 60 bin hesap açtı. Twitter her ne kadar tespit ettiği hesapları kapatsa da 27 bin hesap hala aktif durumda. Öte yandan, Anonymous gibi bazı hacker grupları ile Suriye ve İran rejimlerine bağlı çalışan elektronik birimler de IŞİD’in hesaplarını bloke etmek için uğraşıyorlar. IŞİD iki gün önce twitter çalışanlarını ölümle tehdit etmişti.
9- IŞİD’e katılımların sosyolojik tahlili yapıldığında; militanların ülkelerinde ezilmiş, baskı ve zulüm gören, ikinci sınıf, fakir ve eğitimsiz sınıftan olduğu görülüyor. IŞİD’li militan Fransa’da toplumun dışladığı bir Cezayirli, Rusya’da baskı gören bir Çeçen, Mısır’da işkenceye maruz kalan bir Müslüman Kardeşler üyesi ya da Libya’da bir gelecek göremeyen bir vatandaştır. Savaşma nedenleri şeriat değildir. Çoğu yaşadığı ülkede karşı koyamadığı sınıf veya yönetime olan kinlerini kusmak için IŞİD’e katıldı.
IŞİD her ne kadar İslam’ı referans alda da yaptıklarının İslam’la alakası yoktur.
İsrail, ABD, İngiltere ve kendileri gibi diğer devletlerin daha fazla
keyif çatmaları için, dünyayı cehenneme çevirmeleri, her tarafı ateşe vermeleri
gerekiyor. Hem davacı, hem savcı, hem hâkim, hem de cellat rolünde de olsalar,
er ya da geç akıttıkları kan gölünde boğulacaklar!
Kavramlarla oynanıyor. Kavramlar, herkes için geçerli olan hakikatler olarak
değil de birilerinin işine geldiği gibi kullanılmaya başlayınca; ‘terör’ nedir,
‘terörist’ kimdir? ‘Saldırı’ nedir, ‘savunma’ nedir? ‘Zulüm’ nedir, ‘zalim’
kimdir? ‘Hak’ ve ‘haksızlık’ nedir? Bu sorular doğru cevabını bulmaz. Bu
tanımları kimse kendi tarafına göre yontmamalı. Zulüm zulümdür. Onu yapan ister
Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi olsun fark etmez. Peygamber Efendimiz
‘Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa, vallahi cezasını verirdim’ buyurarak
suçlunun konumunun önemli olmadığına dikkatleri çekiyor.
Kim tanımlayacak bu kavramları? Bu kavramları tanımlama hakkını
sadece ABD, İsrail, İngiltere, Rusya yahut BM (Birleşmiş Milletlere) mi
vereceğiz? Böyle olursa İsrail’in yüzlerce masumun canlarına mal olan
katliamlarını gerçekleştirdiği harekatın adı ‘Barış Harekatı’ bu zalimlere
karşı kendini ve işgal altındaki vatanlarını savunan Filistinlilerin meşru
müdafaası ‘terör saldırısı’ olup çıkmaz mı? Bunlar ‘düzeltme rolünü oynayan bozguncular’
değil mi?İsrail, ABD, İngiltere ve
diğer devletler kana doymayan vampir gibi zayıfların sırtından kan emerek
şişiyor. Onların müreffeh olması için, başkalarının daha fazla aç kalması
gerekiyor. Onların sömürmesi için, başkalarının daha fazla çalışıp alın teri
dökmesi gerekiyor. Onların daha fazla keyif çatmaları için, dünyayı cehenneme
çevirmeleri, her tarafı ateşe vermeleri gerekiyor. Onların neşeli ve mutlu
olmaları için, başkalarının ağlayıp ızdırab çekmeleri gerekiyor. Bunlar, hem
davacı, hem savcı, hem hâkim, hem de cellat rolünde de olsalar, er-geç
akıttıkları kan gölünde
boğulacaklar! Müslüman
halka (nerede olursa olsun) karşı yargısız infazı gerçekleştiriyor. Yanına da
suç ortakları arıyor. Cinayetlerine yardım ve yataklık yapmayanları ‘terörü
destekleyenler’ olarak damgalıyor. Terörü yok etme adı altında terörün en
kepazesini işliyorlar. Doymak bilmiyor, çokla yetinmiyor. ‘Ölçüyü ben koyarım’
diyor. Kimin haklı, kimin haksız olacağını kendisi belirliyor. Güç ve
kuvvetini, ölüm kusan silahlarını göstererek yapıyor. Nemrut’luğa soyunanlar,
burnundan beynine girecek sineğini aradığını unutuyor. Zalimler, ağlattığı
anaların gözyaşlarını ‘tuzlu su’dan ibaret görüyor. Bütün bunlar, ABD başta
olmak üzere diğer ‘şer ittifakı’ içinde olan devletlerin İslam’a ve İslam
dünyasına karşı topyekûn bir savaşa giriştiğinin açık bir delili. Ancak Kur’an-ı Kerim, ‘Her toplumsal yapının bir eceli vardır. Eceli
geldiğinde ne bir an geri kalır, ne de onu atlatarak ilerler’ buyurur.
Uygarlıkların bir eceli olduğunu beyan etmekle kalmaz. Aynı zamanda bu ecelin
ne zaman geleceğinden onun alâmetlerinden de bahseder. Bu belirtilerden
birincisi zulümdür. Kendisine, insana ve tabiata (eşyaya) fıtrata karşı işlenen
zulüm. İkincisi; servetle şımarmışların ahlaksızlığı. Günahlarını (fıskı,
fücuru) aleniyete dökmeleri. Zımnen Allah’a meydan okumaları. Üçüncüsü;
Sorumsuzluk. İnsanın kendisine, Allah’a, insana ve eşyaya karşı sorumsuzluğu.
Kısaca, yıkılmaların ana sebebi, zulüm ve dünyevileşmenin getirdiği şımarıklık.
Belki de halk tabiri ile ‘eceli gelen köpek camii duvarına işiyor.’
Bunlar ve daha sayabileceğimiz her kötülük, döner, dolaşır,
sonunda gelip insanı vurur. Beyaz, siyah dinlemez. Türk, Kürt, Arap, İngiliz
dinlemez. Müslim, gayr-ı Müslim dinlemez. Zengin, fakir, âlim, cahil dinlemez.
İnsanın içini boşaltır. İnsanı insan eden taraflarını yıkar. İnsanı değerinden
eder. İçteki onca kokuşmaya rağmen her şey dışarıdan muhteşem görünür. Bütün
sermaye vitrine, dış görünüşe yatırılmıştır. Bir sosyal yapı, insanı insan eden
değerler üretmiyor, insanı tüketiyorsa, o insanın bağlı olduğu medeniyeti
(uygarlığı) de tüketiyor demektir.
Herhangi bir olayı bahane edip, mazlum ve masum insanların üzerine
bomba yağdırılamaz. Siviller savaşın hedefi olamaz. Hiçbir yerde, hiçbir din,
ırk ve devlet adına, hangi gerekçe ile olursa olsun. Yapılan zulümler kendi
sonlarını getirir. Çünkü devlet, küfürle değil, zulümle yıkılır. Tarihte ebedî
yaşamış bir devlet veya bir uygarlık gösterilebilir mi? Kuran-ı Kerim’i açıp Hicr, Şuara, Yunus, Araf gibi surelerde acı
sonları anlatılan Nemrut ve Firavun’a baksınlar. Ad, Semud, Lut ve Eyke
medeniyetlerinin akıbetine bakıp ibret alsınlar. Her Firavun’un bir Musa’sı
olduğu, her Nemrut’un burnundan girip beynini yiyen bir sineğin bulunacağını
unutmasınlar.
Peki biz ne yapacağız? Sadece şu iki âyeti gereği gibi anlayıp
idrak etsek yeter.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder