31 Ekim 2014 Cuma

Laik cumhuriyet mi? Laikliğin objesi din ve devlet değil, devlet, ülke, halk ve rejimi ifade eder. O ülkede dindar bir halk, kendi inanç ve geleneğini, değerleri yüceltmek adına o düzeni kurar..





Dini otorite ile kamu otoritesidir laikliğin objeleri. Dini otorite ile kamu otoritesi arasında paylaşım, çatışmama, iş bölümü anlamına gelir laiklik. Sekülarizm daha farklı bir anlam taşır..

Bir’den fazla dini inanış ve dini otorite varsa, devlet bunlar arasında adalet ilkesi ile hareket eder. Herhangi bir dini yasa ya da kuruma dayalı olarak ötekine din ve hayat tarzı dayatmaz..

Bu arada birçok laik cumhuriyetçi aslında laiklik ve sekülarizm arasındaki farkın farkında değildir.

Mesela Fransa’yı laikliğin kalesi olarak görürler ama, eğitim, sağlık ve sosyal örgütlerinin çok büyük bir bölümünün laiklik ilkesi gereği kilisenin kontrolünde olduğunu görmezler ve bilmezler. Bilmediklerini de bilmezler..

Ve yine, AİHM’in de bulunduğu Strasbourg’un içinde yer aldığı Fransa’nın Alsas Lauren bölgesinin laik kurallarla yönetilmediğini de bilmezler.. Almanya ve bu eyalet kontrat, yani kilise ile devlet arasında yapılan eski bir anlaşmaya göre yönetilir.. İtalya ile Vatikan arasındaki ilişki de yine paylaşım esaslı bir kontrata göredir.. Fransa’da laiklik çatışmama ilkesi üzerine yapılandırılmıştır.. Laiklik din dışılığı ifade etmez. Kilise hiyerarşisi, ruhani otoriteye bağlı olmamayı ifade eder. Çünki ruhani otorite aynı zamanda egemen bir devlet özelliği taşımaktadır, Vatikan’ın şahsı manevisinde..

Aslında laiklik, laiklerin önerdiği bir sistem değil, varlık ve meşruiyetini İncil’den alan dini bir kuraldır.. Laikliği doğrudan vaz eden kişi Hz. İsa’dır. Hz. İsa “Tanrının hakkı Tanrıya, Sezarın hakkı Sezara” demiştir. Zaten Sezar da sonuçta Tanrıya aittir. İki otorite ruh vebeden gibi düşünülmüştür bu öğretide.. Yani laiklik bir dini kuraldır.. Şimdi gel de bizimCHP’lilere bunu anlat.. Bunların çoğu La Lique’nin adını bile duymamışlardır.. LaikliğiFransa’da devlet değil, sivil toplum korur.. Papaz, rahib ve rahibe değilseniz, çok dindar da olsanız laiksiniz demektir.. Bizdeki gibi laiklik ladinilik anlamı taşımaz batıda.. Onun içinde zaten devlet mi birey mi laik olacak saçmalığı yaşanmaz. Birçok AB ülkesi devletin resmi dini vardır ve kilise devleti takdis eder.. İncil’e yemin ederler..

Bu anlamda her ülkede en azından Katoliklerin yaşadığı toplumlarda laiklik vazgeçilmez bir kuraldır.. Laikliğe karşı çıkmak ya da laikçilik yapmak anlamsız bir tavırdır.. Müslümanlar için laiklik dayatması, başka bir dine ait kuralın Müslümanlığa eklemlenmeye çalışılması anlamına gelir..

Aslında bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olduğumuz birçok konuda kaş yapalım derken göz çıkartıyoruz..

Mesela demokrasiyi ele alalım. “Sözü dinler doğrusuna tabi oluruz. Hikmet müminin yitik malıdır. Nerede bulursa onu alır..” Niye bu endişelerden ve çözüm önerilerinden yararlanmayalım ki. Eğer Büyük İskender Zülkarneyn aleyhisselam ise, ki Tarihi Taberiye göre bu böyle, hatta Sahihi Buhari Tecridi Sahir şehrinde de bu görüş hakim, o zaman demokrasi de muharref bir şeriattır. Yani ilahi bir öz taşıyor olabilir. O zaman, MÖ 350’li yıllarda yaşayan Eflatun, Aristo, Sokrat da sahabe hükmünde erdemli ve hikmet sahibikişiler olabilir.. Bu vesile ile Eflatun’un “Devlet” kitabının kadim dönemde Harran’daki astronomi ve tıp mektebinde korunduğunu hatırlatalım.. Yani Grekçe’ye Arapça’dan çevrildi..Eflatun Çanakaleli, Aristo Antalyalı idi..

Sahi bizim İslamcılar restpublicas/cumhuriyet konusunda bu kadar istekli olurkendemokrasi /demos kratos konusunda isteksizdirler. Burada bir kafa karışıklığı sözkonusu değil mi? Hemen “Hubbül vatan minel iman” diye, ulusun toprağına sahip çıkıyorlar dahalk / yaratılmış nas konusunda sorumluluktan kaçıyorlar.. “Millet”i farkında olmadan “din” olmaktan çıkartıp, “nation”laştırdıklarının farkında değiller mi? Bir yandan kutsal devletanlayışını şuuraltında yüceltirken, “government”i “devlet” diye yutuveriyorlar.. Sahi, Namık Kemal “Vatan yahud Silistre”yi yazdığında niçin hapse atılmıştı!

Laiklik olmadan cumhuriyet olmaz, cahilce bir saçmalıktan ibarettir..

Bizim laikçilerin durumu insanın aklına “cehaletin bu kadarı ancak eğitimle mümkündür” vecizesini hatırlatıyor..

Sahi, İngiltere, Japonya hâlâ niçin monarşi ile yönetiliyor.. Batıda monarşi ile yönetilen 15ülke var. Avrupalılar dışında 22 ülke daha var monarşi ile yönetilen. 9’u Müslüman ülke. Çoğu Arap. 22 ülkenin hemen hemen tamamı batılıların himayesinde ve onların tayin ettiği rejimler..

Avustralya (federal meşruti monarşi), Kanada (meşruti monarşi), Japonya (meşruti monarşi), Yeni Zelanda (meşruti monarşi), Danimarka (meşruti krallık), Liechtenstein(parlamenter monarşi), Lüksemburg (meşruti monarşi), Belçika (meşruti krallık), Norveç(meşruti krallık), Hollanda (meşruti krallık), Büyük Britanya (İngiltere) (meşruti krallık),İspanya (meşruti krallık), İsveç (meşruti krallık), Vatikan (seçime dayalı mutlak monarşi),Monako (meşruti monarşi).

Mübarek/Sisi, Esed rejimin, Saddam, Kaddafi rejimin adı cumhuriyet olsa ne yazar. Tek adam ve tek parti rejimleri, monarşilerden çok daha tehlikeli olabiliyor.. Tiranlığadönüşebiliyor. Diktatörlüğe dönüşebiliyor.. Darbe ile gelen rejimlerin yetkileri din ve gelenekten de bağımsız bir şekilde mutlak bir monarşiden daha baskıcı bir hal alabiliyor..

Bu konu yine burada bitmeyecek.. Mecburen yarın da devam edelim.. Yıllar önce Beyan Yayınlarından “Laisizm” üzerine bir kitabım çıkmıştı. Yıllardır konuşuyor, tartışıyoruz ama, maalesef bu en çok tartışılan, uğruna darbeler yapılan bir kavram hakkında toplumun genel anlamda ansiklopedik düzeyde bile bilgisi yok. Eğitime mi, mediaya mı kızarsınız, STK’lara, insanların ilgisizliğine mi? Selâm ve dua ile..


YENİAKİT / Abdurrahman Dillipak

**************


DEVAMI


Prof. Dr. Ilber Ortaylı’nın, “Tarihin Izinde” isimli kitabının “Yahudilikte ve Müslümanlıkta Laiklik Reçetesi Olmaz” bölümünde aynen şöyle yazıyor:

“Din ile devletin ayrılması Yahudilik ve Müslümanlıkta imkânsızdır. Çünkü her iki din, insanların yirmi dört saatini ayarlar. Sadece devletle olan ilişkilerini değil özel hayatlarını, nasıl yiyip içeceklerini, nasıl temizleneceklerini, karı-koca arasındaki ilişkiyi ve tabii ki devletle olan ilişkiyi belirler.”[1]


Ilber Ortaylı, Islam’ın özel hayatı düzenlediği gibi kamusal hayatı da düzenlediğini, aynı eserinde:


“Müslümanlık ve Yahudilikte vahiy kamusal ve özel hayatı düzenler; bu nedenle devletle dinin ayrılışının teorik reçeteleri yoktur.”[2] şeklinde belirtmektedir.


Böylece, Laikliğin Islam’a aykırı olduğu gerçeğini, kemalistlerin, “yobaz, kara cahil” gibi hakaretlerle kamuoyu gözünde itibarsızlaştırmaya çalıştıkları “Islam alimlerinden” sonra; Cambridge, Oxford, Princeton, Galatasaray, Bilkent ve daha başka birçok Üniversite’de öğretim üyeliği yapmış olan Türk Tarih Profesörü Prof. Dr. Ilber Ortaylı gibi bir “Bilim Adamı” da ifade etmiş oldu.


Acaba kemalistler, Prof. Dr. Ilber Ortaylı’ya da “yobaz, kara cahil” diyecekler mi?

Prof. Dr. Ilber Ortaylı bunları bir konferansta da dile getirmişti. Izlemek için tıklayın:

KAYNAKLAR:


[1] İlber Ortaylı, Tarihin İzinde, Profil Yayıncılık, Istanbul 2008, sayfa 179.


[2] İlber Ortaylı, Tarihin İzinde, Profil Yayıncılık, Istanbul 2008, sayfa 183 – 197.

Kadir Çandarlıoğlu



Necip F. Kısakürek’ten Atatürk’e: “ALLAHSIZ” (Tarih II, Ortazamanlar, 1931 yılının Lise Tarih kitabı) 

Necip F. Kısakürek’ten Atatürk’e: “ALLAHSIZ” (Tarih II, Ortazamanlar, Devlet Matbaası, Istanbul, 1931 yılının Lise Tarih kitabı)
*




Necip Fazıl Kısakürek’in bahsettiği kitabın kapağı…


***


Yazının sonunda bu kitaptan bazı sayfaların resmini ekleyeceğiz. Dinsiz bir neslin yetişmesinin sebebi nedir sanıyorsunuz? (Söz konusu kitaptan yapılan alıntılarda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ismini yazmayacağız, o alana nokta işaretleri eklenecektir.)


Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Dedektif X Bir mahlasıyla Büyük Doğu Dergisinde kaleme aldığı bir yazı:


1 - Güya münevver geçinen, fakat ayağını nereye bastığı ve yüzünü ne tarafa çevirdiği belli olmıyan, kokmaz, bulaşmaz bir zümre vardır ki, Birinci Cumhur Reisi (M. Kemal Atatürk) hakkında şöyle düşünür:


«Onun İslâmiyete hiçbir zararı olmamıştır! Belki de, kaba taassubu yok etmek bakımından dine faydası dokunmuştur! Ne imana, ne ibadete, ne de herhangi bir dini esasa el sürmüş değildir!» Böyleleri, benzerleri ve benzerlerinin benzerleri arasında, Birinci Cumhur Reisini rahmetle ananlar, ona Mevlit okutturanlar bile vardır.


2 - Halbuki Birinci Cumhur Reisi, herhangi bir temenniye «İnşaallah…» duasını katan insan için «Bak, Allahtan bekliyor, Allaha inanıyor!» diye mukabele edecek ve Kâinatın Mefhari hakkında «Donsuz Bedevi! hakaretini savuracak kadar Allah ve Resulünün düşmanıydı.


3 - Bize her şeyden evvel düşen borç, kıymet hükmümüzü izhara lüzum bile görmeden, ukdelerin ukdesi ve bütün tarihi görüş inkılâbının düğüm noktası olan Birinci Cumhur Reisi (M. Kemal Atatürk) mevzuunda,

sadece ilmî ve (Akademik) hüccetlerle onun din, İslâmiyet ve Peygambere karşı vaziyetini tesbit etmek ve hiç olmazsa «Dine ne yaptı?» sözüne sarf imkânı bırakmamaktır. Renkler, siyahla beyaz halinde belli olsun da, mücadele ona göre dürüst ve namuskârane cereyan etsin; fakat, mevzuları bir türlü çerçeveliyememekte en feci idrak belâsı olan renkleri birbirine karıştırma zaafının önüne geçilmiş olsun…


4 - Bütün icraatı, baştan başa en keskin din ve şeriat düşmanlığını billûrlaştıran Birinci Cumhur Reisinin bu mevzuda izhar edilmiş (net) ve (ideolojik) sözleri ve görüşleri büyük bir yekûn teşkil etmediği ve bilinmediği için, icraatı sözden daha büyük bir fikir tecellisi diye alacak herhangi bir irfan zümresinin de eksikliği yüzünden, Birinci Cumhur Reisi hakkında «Canım, İslamiyete ne yaptı? Allaha ve Peygambere inanmadığı nereden malûm?» gibi bir demagocyaya muhatap bulunabilmektedir.


5 - Şimdi bizim yapacağımız, din ve imanı yok etmek için 15 yıllık icraatı dağ gibi yükselen ve bütün bir «lisan-ı hal» ile her şeyi söyliyen Birinci Cumhur Reisinin bu icraata esas teşkil edici kanaat ve sözlerini, üzerinde münakaşa edilmez şekilde vesikalara bağlamak ve onun bu cephesini artık inhiraf kabul etmez bir vuzuhla tesbit etmektir. Böylece, dine en küçük bir temayül ve sevgi içinde, Birinci Cumhur Reisini müdafaaya imkân kalmamalıdır. Müdafaacıları, cephelerini apaçık göstermeğe mahkûm şekilde, Birinci Cumhur Reisi dostluğiyle Allah ve Peygamber düşmanlığını bir arada temsile mecbur tutulmalıdır.


6 - Bu hususta tek, kafi ve riyazi hüccet, Birinci Cumhur Reisinin bizzat yazdığı, devlet işlerini bırakarak mevsimlerce meşgul olduğu ve 1931 yılında Maarif Vekâleti armasiyle devlete mal ve tabettirdiği (bastırdığı)

meşhur tarihtir. Bu tarih onun bütün ruh (portre) sini ve dünya görüşünü hulâsa eder. İşte bu tarihin daha ilk sahifelerinde, Birinci Cumhur Reisinin zekâdan başka (idealist) hiçbir kıymete inanmadığı ve bütün ruh ve

mavera âlemini insanlarca uydurulmuş birer masal saydığı hemen belli olur:


(M. Kemal’in yazdırdığı kitaptan):


«Bundan, tabiatı anlamakta zekâmı en büyük cevher ve müessir olduğu anlaşılıyor ki, tabiatın fevkinde ve haricindeki bütün mefhumların, insan dimağı için kendi tarafından uydurma

şeylerden başka bir şey olmadığı meydana çıkar.» (1931 yılının Lise Tarih kitabı, Cild 1, sayfa 2, satır 35 ilâ 39.)


***


7 - Birinci Cumhur Reisi (M. Kemal), sadece umumi mânada bir «Allahsız» değil, ruhunda en küçük (idealist) havaya pay bırakmıyan koyu ve sert bir (materyalist)’tir. Bu bakımdan, belki de (Karl Marks) ve (Lenin)’i

aşacak bir istidatta, kaba maddeden başka bir hedef tanımaz:


(M. Kemal’in yazdırdığı kitaptan):


«Her halde hayatın, herhangi bir tabiat harici âmilin müdahalesi olmaksızın, dünya üzerinde tabii, zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesi olduğunu kabul etmek lazımdır.» (1931 yılının Lise Tarih kitabı, Cilt 1. sahife 5, satır 10 ilâ 17.)


***


8 - Umumi mânadaki bu ruh seciyesinden sonra Birinci Cumhur Reisi, pek, ama pek hususî mânada tam bir İslâmiyet düşmanıdır:


(M. Kemal’in yazdırdığı kitaptan):


«Mekkeliler Arapları kendi mabetlerine çekebilmek için Arap yarımadasının muhtelif yerlerinde mabut tanılan 360 putu Kabede yerleştirmişlerdi. Kabenin kutsiyetini Yahudi ananelerine de raptetmişlerdi. Bu uydurmalara göre İbrahim, karısı Hacer ile oğlu İsmail’i buraya getirmişti. Bunların hepsi, bittabi, sonradan uydurulmuş masallardır.» (1931 yılının Lise Tarih kitabı, Cilt 2, sahife 85, satır 19 ilâ 27.)


***


9 - Birinci Cumhur Reisinin bütün hayat, fikir ve hamlelerine hâkim olan en büyük nefret kutbu, bizzat Allahın Sevgilisidir. Bu tarih kitabında, en küçük bir hürmet edası gösterilmeksizin sadece hâs ve mukaddes ismiyle, polis zabıtlarındaki sanıklara ait üslûpla anılan Gaye-İnsan ve Ufuk-Peygamber (Salât ve Selâm O’na olsun) hattâ kasden methediliyormuş gibi durulduğu noktalarda bile sistemle düşürülmek istenmiştir. Mukaddes ismi nokta nokta göstererek metinleri takdim ediyoruz:


(M. Kemal’in yazdırdığı kitaptan):


«…….. 40 yaşına geldiği zaman, vatandaşlarını, kendisinin bulduğu ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine davet etmeğe başladı.» (1931 yılının Lise Tarih kitabı, Cilt 2, sahife 89, satır 15 ilâ 18.)


***


10 - Birinci Cumhur Reisince (M. Kemal) her şey Allah Resulü tarafından (hâşâ) uydurulmuştur. Bu uydurmaların (namütenahi defa hâşâ) mecmuası da Kur’andır; yoksa o sanıldığı gibi, Allahın kelâmı değildir:


(M. Kemal’in yazdırdığı kitaptan):


«……..’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir.» (1931 yılının Lise Tarih kitabı, Cilt 2. sahife 90. satır 25 ila 26.)


Bakınız, uydurma diye iddia ettiği mukaddes oluşların izahını nasıl yapıyor ve Peygambere nasıl bir hile isnat ediyor:


«O, Arapların ahlâk ve âdetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunların ıslahı için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri

doğmuştur.» (1931 yılının Lise Tarih kitabı, Cilt 2, sahife 40, satır 33 ilâ 36.)


Aynı hile isnadının devamı:


«…….. uzun bir devredeki tefekkürlerin mahsulü olan âyetleri, lüzum ve ihtiyaçlara göre takdir ediyordu.» (1931 yılının Lise Tarih kitabı, Cilt 2, sahife 41, satır 26 ilâ 27.)


***


11 - O kadar İslâmiyet düşmanıdır ki, bu dinde samimî olanları bile yabancılar kabul eder ve onun kaynak teşkil etliği ırk ve kavmi, İslâmiyetle beraber düşürmek ister:


«Arap olmıyan, kavimler İslamiyeti hırsla benimsediler, halbuki asıl Araplardan olan sınıflar İslamiyeti, tahakküm etmek için bir siyaset vasıtası olarak kullandılar. Nihayet nüfuz ve iktidar Arap olmıyan Müslüman kavimlerin ellerine geçti. Araplar adeta çöllerine döndüler.» (1931 yılının Lise Tarih kitabı, Cilt 2. sahife 93, satır 25 ila 29.)


***


12 - Ve nihayet mahut tarihte ki gayet sinsi (taktik), Âlemlerin Efendisini bir kumandan ve devlet reisi olarak medheder gibi görünüp O’nun aslî, ulvi ve münezzeh mâna ve hakikatine ağız dolusu sövmek, böylece güya yeni bir rütbe ve paye adına nihaî ve mefkûrevî rütbeyi, en haşin bir küfür asabiyetiyle ayaklar altında çiğnemektir:


«Aksi takdirde……..’i her şeyi bir melekten alan ve aynen muhitine tebliğ eden ümmi, cahil, hissiz, hareketsiz bir put derekesine indirmek hatasından kurtulmak mümkün olmaz.» (1931 yılının Lise Tarih kitabı, Cilt 2, sahife 93, satır 32 ilâ 35.)






**********






KAYNAK:


Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Dergisi, 22 Aralık 1950, Sayı: 40, sayfa 3.


ALINTI: n-f-k.com






**********


Söz konusu kitaptan birkaç sayfanın resmi:





***





***





***





***





***









**********






Kadir Çandarlıoğlu






**********






“Belgelerle Gerçek Tarih” isimli 792 sayfalık çalışmamızı ücretsiz indirebilirsiniz:


http://www.mediafire.com/?vgk9k8cozdpy7ez


*


Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:


http://www.belgelerlegercektarih.wordpress.com



5



TEM92012
Türkiye’de Laiklik – M. Şevket Eygi


Türkiye’de Laiklik – M. Şevket Eygi




***


** Bizde hiçbir zaman laiklik olmadı, laikçilik oldu. Bizde hiçbir zaman din ile devlet ayrılmadı, din-devlet birliği oldu.


** Bizde laiklik perdesi altında devlet dini (din devleti değil!) uygulaması oldu.


** Bizde din ile devlet barış, uyum, işbirliği, mutabakat içinde olmadı.


** Bizde Kemalist rejim dine ve dindarlara baskı yaptı.


** Bizde rejim dine saygılı olmadı.


** Bizde laiklik adına Müslüman halkın temel insan hak ve hürriyetleri çiğnendi.


** Laiklik adına din, inanç, ibadet, imanına göre bir hayat sürmek hakları çiğnendi.


** Gerçek laikliğin tam tersine dinî hizmet ve faaliyetler, resmî bir genel müdürlük statüsündeki Diyanet İşleri Başkanlığı’na verildi.


** Devlet Diyanet Başkanını tayin ve azl etti.


** Laik olduğu iddia edilen devlet bir ara Müslümanların Ezanına bile karıştı ve Arapça Ezan-ı Muhammediye okunmasını yasakladı.


** Laik devlet Cuma hutbelerine de karıştı.


** Müslümanların kestikleri kurbanların derilerini bile gasb etti, şuraya vereceksin, buraya vermeyeceksin diye baskı yaptı.


** Laik devlet Müslümanların zekatlarına göz dikti, camilerde THK, ÇEK, Kızılay için zekat zarfları dağıttı.


** Rejim laiklik adına İslam medreselerini kapattı, icazetli Sünnî din alimi yetiştirilmesini yasakladı.


** Laiklik adına, 15 yaşından küçük çocuklara özel din ve Kur’an dersleri verilmesini yasakladı, verenlere hapis cezası verdi.


** Uzun yıllar boyunca TCK’nun 163’üncü maddesi ile en masumane dinî yazıları ve propagandaları ağır hapis cezaları ile cezalandırdı, yazarları, fikir ve din adamlarını zindanlara attı, Müslümanları dehşet içinde sindirdi.


** Laik olduğunu iddia eden ideolojik rejim, bir yandan İslam’ı ve Müslümanları darbeler ve baltalarken, Kemalizmi yeni bir din gibi benimsetmeye çalıştı.


** Laik geçinen rejim hac konusunda Müslümanların seyahat hürriyetini kısıtladı, haccı tekel altına aldı.


** Müslümanların serpuşlarına, millî kıyafetlerine, çarşaflarına, başörtülerine kısıtlamalar getirdi.


** Şapka Kanunu’nu protesto eden nice Müslümanı olağanüstü zalim mahkemelerde yargılayıp; kimini astırdı, kimini zindanlarda süründürdü, ortalığa dehşet saçtı.


** Cumhuriyetin ilk yirmi beş yılında on bin camiyi, mescidi, tekkeyi, medreseyi, taş mektep binasını, vakıf eserini sattı, kiraya verdi, kapattı, yok etti. (1943’te Sultan Ahmet Camii bile ibadete kapatılıp asker deposu yapılmıştı!)


** Laik rejim, Müslümanların topluca zikrullah yapmasını yasakladı.


** Uzun yıllar boyunca Müslümanların Risale-i Nur okumalarını ağır cezalık bir suç saydı, çok zulm etti.


** Laik rejim İslam vakıflarını kendisi kontrol etti, sayısız vakıf mülkünü elden çıkarttı. Yakın tarihimizde büyük bir vakıf yağması oldu.


** Müslüman halkın kültür devamlılığını kopartmak için İslam yazısı yasaklandı. Bütün bu insan hakları ihlalleri, bu zulümler, bu devlet terörü sözde laiklik adına yapıldı.


M. Şevket Eygi’nin köşe yazısından alıntılanmıştır.






Kadir Çandarlıoğlu






M. Kemal Atatürk Ayetle Alay Mı Ediyor? Atatürk’ün Madam Corinne’e yazdığı mektup













M. Kemal Atatürk’ün Madam Corinne’e gönderdiği 20 Temmuz 1915 tarihli mektup














***


Peyami Safa’nın 1954 yılında Milliyet gazetesinde yayınlanan “Atatürk’ün Bir Kadına Mektupları” isimli yazı dizisinin 30 Kasım 1954 tarihli 10’uncu bölümünde M. Kemal Atatürk’ün Madam Corinne’e 20 Temmuz 1915’te Çanakkale’den gönderdiği mektubun tercümesi yer alıyor. Bu tercümenin bir yerinde şöyle yazıyor:


‘… Gerçekten de cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidir. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini daha çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün. Ya gazi, ya şehit olmak! Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek. Orada Allah’ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi olacaklar. Yüce Saadet…’


Tabii siz şimdi, “bunda ne var, askerlerinin imanlarını övüyor” diyeceksiniz. Fakat işin aslı sanıldığı gibi değil.


Peyami Safa’nın aktarımı şöyle devam ediyor:


“Sizin mantıki nasihatlerinizi beklerken şimdiki hâdiseler yüzünden kazandığım sert karakteri yumuşatacak romanları etüd etmeye ve böylece ümit ederim ki, hayatın hoş ve iyi taraflarını hissedecek hale gelmeye karar verdim”[1]


Fakat arada sansürlenen bir bölüm var.


Bu bölümü Erdal Inönü, Madam Corinne’in yeğeni (kardeşi Edith’in [Edibe] kızı) Melda Özverim’in fransızca orijinalleriyle yayınlanan kitabından “Anılar ve Düşünceler” adlı kitabına almıştır. Peyami Safa’nın Milliyet’te Türkçe’ye çevirisini yapmayıp sansürlediği kısım Erdal Inönü’nün çevirisiyle şöyle:


“Görüyorsunuz ya Madam, benim insanlarım şehit olmayı ararken de budalaca davranmıyorlar. Peygamberimiz ne kadar bilgeymiş. Insanların gerçek arzularını ne kadar iyi biliyormuş. **Bana gelince, çok yazık ki, bu inanmış insanların, Allah vergisi nitelikleri bende yok,** ama bu nitelikleri desteklemeyi de hiç ihmal etmiyorum.


Çok **garip bulduğum** bir şey var. Erkeklere huriler ve başka güzel eğlenceler vaat eden Hazreti Muhammed, kadınlar için hiçbir taahhüde girmiyor. Bu duruma göre ölümden sonra erkekler, cennetteki kadınlara sahip olarak hoş vakit geçirirlerken, kadınların dayanılmaz hale düşecekleri anlaşılıyor. Öyle değil mi?


Gördüğünüz gibi Madam, dağdağalı ve kanlı bir yaşama alıştıktan sonra da insan, cennet ve cehennemden söz etmek ve hatta **yüce Tanrı’yı bile eleştirmek** için zaman bulabiliyor. Madam, eğer Tanrımızı eleştirerek günaha girmemi önlemek isterseniz, çarpışmalar dışında kalan zamanımı, hangi meşgaleyle geçirebileceğim konusunda lütfen bana yol gösteriniz.”[2]


Dinimizle resmen alay ediyor… Gaziliğe ve Şehitliğe inanmayan birisinin “Gazi” olmaya hakkı yoktur. M. Kemal’in mektuptaki sözlerini çok iyi anlayabilmek için bu konuyu okuduktan sonra şu konumuza bakınız;


https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/06/28/acaba-bu-ayetler-m-kemal-ataturkun-islam-aleyhinde-yaptiklarini-bize-haber-mi-veriyor/ [3]


***


M. Kemal Atatürk Ahirete inanmıyor mu?





M. Kemal Atatürk’ün Madam Corinne’e gönderdiği 6 Mayıs 1916 tarihli mektup








***


Peyami Safa’nın bu sefer sansürlemediği M. Kemal Atatürk’ün 6 Mayıs 1916 tarihli başka bir mektubunda Madam Corinne’e şöyle yazdığı görülmektedir:


“Aziz Madam,

Bu defa size hakiki dostluğumuzu hatırlatmak için ilk önce ben kalemi elime alıyorum. Batıdan doğuya kadar devam eden uzun ve yorucu bir yolda iki ay kadar seyahat ettikten sonra bir istirahat ânı bulunabileceğine inanılır, değil mi? Fakat, heyhat! Görülüyor ki, bu ancak ölümden sonra mümkün olacak. Fakat bu hayali rahata kavuşmak için Allah’ımızın cennetine gitmeye kolay kolay razı olacak değilim.”[4]


Bu, tam materyalist kafa değil de nedir?


***


M. Kemal Atatürk Allahu Teala’nın vaadi ile alay mı ediyor?





M. Kemal Atatürk’ün Madam Corinne’e gönderdiği 17 Eylül 1916 tarihli mektup


***


17 Eylül 1916 tarihinde ise M. Kemal Atatürk, Madam Corinne’e gönderdiği mektupta Kur’an’da müjdelenmiş “köşkler” ile alay etmektedir:


“Bu umumi savaşlar sırasında zavallı Faik Paşa alnından bir kurşun yiyerek şeref meydanında can verdi.


Eski dostunun kahramanlık misalini takip etmek isteyen Nuri Bey’in coşkunluğu görülecek şey! Allah’tan, cennette kendisi için yapılan, fakat *henüz inşâ halinde*bulunan köşk tamamıyla bitinceye kadar sabretmesi için verdiğim nasihatlere kulak astı.”[5]


Bir insanın dostunun ölümüne üzüldüğü zaman bile, onunla alay edebilen birisidir M. Kemal… Üstelik -haşa- dini değerler üzerinden.


***


Ankebut Suresi


58 - İman edip iyi iyi işler yapmış olanları elbette onları cennetin altlarından ırmaklar akan köşklerine yerleştireceğiz, o halde orada ebedi kalacaklardır. Ne güzeldir mükafatı o iş görenlerin.


***


Zümer Suresi


20 - Fakat o Rablerine sığınarak korunanlar için altlarından ırmaklar akan, üzerlerinden şehnişinler yapılmış, şehnişinli (balkonlu) köşkler vardır. Bu, Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz.


***


Duhan Suresi


54 - İşte böyle, biz onları ayrıca iri siyah gözlü hurilerle evlendiririz.






**********






KAYNAKLAR:


[1] Peyami Safa, Milliyet Gazetesi, Atatürk’ün Bir Kadına Mektupları, 30 Kasım 1954, sayfa 3.


[2] Erdal Inönü, Anılar ve Düşünceler, cild 3, Doğan Kitap, birinci baskı, Istanbul 2001.


Mektup için ayrıca bakınız;


Sadi Borak, Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları, Çağdaş yayınları, Istanbul 1980, sayfa 78, 79.


- Ihsan Yılmaz, Milliyet Gazetesi , 9 Nisan 2001.


[3] https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/06/28/acaba-bu-ayetler-m-kemal-ataturkun-islam-aleyhinde-yaptiklarini-bize-haber-mi-veriyor/


[4] Peyami Safa, Milliyet Gazetesi, Atatürk’ün Bir Kadına Mektupları, 1 Aralık 1954, sayfa 3.


Ayrıca bakınız; Sadi Borak, Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları, Çağdaş yayınları, Istanbul 1980, sayfa 80, 81


[5] Peyami Safa, Milliyet Gazetesi, Atatürk’ün Bir Kadına Mektupları, 2 Aralık 1954, sayfa 3.


Ayrıca bakınız; Sadi Borak, Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları, Çağdaş yayınları, Istanbul 1980, sayfa 81, 82.






Kadir Çandarlıoğlu



5

1982 Anayasa’sı ve Laik Kemalist darbecilerin oyunu


1982 Anayasa’sı ve Laik Kemalist darbecilerin oyunu





Anayasa’nın 24. maddesinin son paragrafında şöyle bildirilmektedir:


“Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”


Mesela “Kisisel çıkar, yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını, yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar etmek” ifadesi çok sübjektiftir ve tamamı ile “kanunu uygulayanların insafına” bırakılmıştır. Yani savcılar isterlerse, bu kanuna dayanarak bütün din görevlilerini tutuklayabilirler. Çünkü hepsi de “maaş karsılığı”, yani “para olarak” din alanında çalışmaktadır ve bu durum pekala “din yoluyla kişisel çıkar” sınırları içinde mütalaa edilebilir.


Bunun gibi başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere, birçok dini kitap ve yayın da bu şekilde yorumlanarak “suç” itibar edilebilir. Çarşıda, pazarda takke, tesbih ve benzeri “dince kutsal şeyleri” alıp satmak da pekala, (söz konusu maddeye) aykırı sayılabilir. Hele bazı Devlet büyüklerinin ve siyasilerin Cuma ve Bayram Namazlarına katılmaları “nüfuz sağlama” manasına gelebilir.


Bir ilim ve fikir adamının veya bir köşe yazarının “din ve sosyal hayat”, “din ve ekonomi”, “din ve hukuk”, “din ve siyaset” konusunda yazdığı bir yazı ve yaptığı bir araştırma, pekala “Devleti’in temel düzenine” yönelen bir tehdit olarak değerlendirilebilir. Velhasıl, işimiz, savcıların merhametine kalmış bulunmaktadır ve Anayasa değişmedikçe, bu, böylece devam edecektir. Oysa inananların da hürriyete ihtiyacı var.






**********






KAYNAK: Seyyid Ahmet Arvasi, Sahte Dindarlar Sahte Laikler, Burak Yayınevi, İst. 1996, sayfa 170, 171.


Yani bir Savcı, isterse bu kanuna dayanarak; “Kur’an, dini kitap, tesbih ve takkelerin vb. alım ve satımını yapanları suçlu ilan edebilir.” Daha birçok yorum çıkarılmaya müsait bir madde. Laikler bu maddenin değişmesine asla izin vermek istemiyorlar.


Ancak kafirler istemese de Allah (celle celaluhu) Nurunu tamamlayacaktır.






`K. Çandarlıoğlu
Inkılâbın, milleti gavurlaştırmayı amaçladığına dair bir delil










Inkılâbın, milleti gavurlaştırmayı amaçladığına dair bir delil









“Şapka inkılâbından sonra diğer bir arkadaşımızın, Ankara valisi Yahya Galip Beyin bir ziyaretini hatırlarım. Aynı zamanda mebus (milletvekili) olarak bulunan Yahya Galip Bey de çok yakınımızdı. Bir teklifi vardı. Nedir? dedim.


- Şapkanın orta yerine bir ay-yıldız koyalım. Diğer milletlerden farkımız belli olur? dedi. Teklifi bu. Yahya Galip Beye:


- Canım biz bunları farkımız olmasın diye yapıyoruz. Sen ne teklif ediyorsun, tarzında çıkıştım..”






**********






KAYNAK: İnönü’nün hatıraları, Ulus gazetesi 5 Nisan tarihli nüsha






Peki Islam ne diyor?


“Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır.” (Ebu Davud, Libas, 4; Müsned, 2/50)


“Bizden başkasına benzeyen bizden değildir.” (Tirmizî, İstizan, 7)






Kadir Çandarlıoğlu
Milletimiz Kuran’dan tiksinir mi haşa ? Peki M. Kemal Atatürk ne diyor?










Milletimiz Kuran’dan tiksinir mi haşa ? Peki M. Kemal Atatürk ne diyor?





Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan sözkonusu haber


***


M. Kemal Atatürk, “Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman “tiksineceğini” söylüyor


(Dikkatinizi çekeriz sözkonusu eser ilki 1934 yılında Atatürk yaşarken, üç kez Türkçeye çevrildi ve M. Kemal müdahale etmedi… Demek oluyor ki bunları gerçekten M. Kemal söyledi. Ayrıca “Radikal” ve “Milliyet” Gazetesi’nde de yayınlandı… Ben Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan haberin resmini çektim ve buraya yükledim.)


***


Atatürk’ün din hakkındaki görüşlerine ışık tutacak yeni bir belge ortaya çıktı. 1932-1933 yıllarında Ankara’da görev yapan ABD Büyükelçisi Charles H. Sherrill’in hazırladığı ve Atatürk’ün kendi ağzından dinle ilgili görüşlerini içeren rapor ilk kez Toplumsal Tarih dergisinde araştırmacı yazar Rıfat N. Bali’nin hazırladığı yazıda yayımlandı.


Büyükelçi, Ankara’da görev süresi boyunca Atatürk ile yaptığı görüşmelere ve gözlemlere dayanarak “A Year’s Embassy to Mustafa Kemal” adlı bir kitap hazırlamıştı. Eser ilki, 1934 yılında Atatürk yaşarken, üç kez Türkçeye çevrildi. Kitabın en ilginç bölümü Atatürk’ün dine bakışını içeren kısımdı. Bu bölümde yazar, Atatürk’le yaptığı uzun bir mülakata yer vermiş ancak Atatürk’ün sözlerinin bir kısmını kitaba almamış bunu da “Din konusundaki şahsi görüşleri hususunda söylediklerinin tamamını burada vermek hiç doğru olmaz” satırlarıyla dile getirmişti.


Ancak Sherill, kitaba sadece bir bölümünü aldığı görüşmeyi özetleyerek bir rapora döktü ve ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdi. ABD Dışişleri Arşivi’ndeki bu raporu, Rıfat N. Bali Türkçeye çevirip Toplumsal Tarih’e yazdı. Aşağıda, raporun tam metni yer alıyor.


ABD BÜYÜKELÇİLİĞİ

Sayı:423

Ankara, 17 Mart 1933

Konu: Türkiye’de din

MÜNHASIRAN MAHREM

Saygıdeğer Hariciye Vekili

Washington

(…)


Arapça neden yasaklandı?


“Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor.


Kuran’dan alınan Arapça bir bölüm okudu. Bu surede Hz.Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) amcası ile amca kızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gidecekleri yazıyor. (Tebbet Suresi)


‘Düşünen bir Türkün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?’ dedi.


Bu fikrini geliştirdikçe ben de gitgide Kuran’ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kuran’ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyorum. Daha sonra umumi ve şaşırtıcı bir beyanda bulunarak Türk halkının gerçekte hiçbir şekilde dindar olmadığını, aralarından camilere giden az sayıda kişinin alışkanlıktan veya yüksek sesle söylenen duaların cezbine kapılarak camiye gittiğini ileri sürdü.”






**********






KAYNAKLAR:


ABD BÜYÜKELÇİLİĞİ, Sayı: 423, Ankara, 17 Mart 1933, Konu: Türkiye’de din, MÜNHASIRAN MAHREM, Saygıdeğer Hariciye Vekili, Washington.


ABD Dışişleri Arşivi’ndeki bu raporu, Rıfat N. Bali Türkçe’ye çevirip “Toplumsal Tarih”e yazdı. Ayrıca Milliyet Gazetesi’nde haber olarak yayınlandı, bakınız: Milliyet, 7 Eylül 2006.


K. Çandarlıoğlu´





Yabancı Gözüyle M. Kemal Atatürk Inkılapları





“Ayın Tarihi” resmi bir yayındır. Üstelik 1930’larda, çok “koyu devletçi” devletin resmi yayını. Fotoğrafta da görebileceğiniz gibi, kapağında şu bilgiler yer almaktadır:


“Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından her ay neşredilir.”


Yani, “Iç Işleri Bakanlığı Basın-Yayın Genel Direktörlüğü tarafından her ay yayımlanır.”


“Ayın Tarihi”nin “Ikinci Teşrin 1934″ tarihli nüshasında bir yazı yayınlanıyor…


Yazıda, New York Times’da yayınlanmış bir makaleye yer veriliyor… Makalenin konusu Ayasofya’dır. Ayasofya’nın tarihi uzun uzadıya anlatıldıktan sonra makalenin bir yerinde şöyle yazıyor:


“Kemal (Atatürk) Kur’an’ı istihfafla (küçümseyerek) yere atmış, kendi heykelini diktirmiş, fesi ortadan kaldırmış ve kadınların yüzlerindeki peçeyi yırtmıştır. Sultanların sarayı olan Yıldız köşkü bugün müzedir. O halde sultanın camii de (Ayasofya) niçin bir müze olmasın?”[1]


Işte, yabancı gözüyle M. Kemal Atatürk Inkılabı:


“Kemal (Atatürk) Kur’an’ı istihfafla (küçümseyerek) yere attı.”


Yani, kemalistlerin iddia ettikleri gibi sadece “biz yobazların” görüşü değildir bu.


Üstelik söz konusu makale, M. Kemal’in en güçlü olduğu dönemde ve devletin resmi yayın organı tarafından yayınlanmıştır. Iftira olarak algılansa, gerçeği yansıtmadığı düşünülse; bunu yayınlamak bir yana, New York Times’ın haberi yalanlanmaz mıydı? Hele böyle mühim bir mevzuda.


Kemalistler, “yabancılar ATA’mızı övüyor” diye böbürleniyorlar… Islam düşmanları böyle birisini övmesin de ne yapsın?


Mesela Adolf Hitler, M. Kemal Atatürk’ü şu sözlerle övmüştür:


“Mustafa Kemal Atatürk’ün din adamlarından kurtulmak konusundaki hızı tarihin en dikkate değer bölümlerinden biridir. 39 tanesini astı, diğerlerini aşağıladı, ve Istanbul’daki Ayasofya şimdi bir müze!”[2]





Hitler’in sözlerinin yer aldığı “Hitler’s Table Talk” adlı kitabın kapağı


***





Hitler’in sözlerinin yer aldığı “Hitler’s Table Talk” adlı kitabın 607. sayfası


***


**********






KAYNAKLAR:


[1] Ayın Tarihi, 1934 No: 11, sayfa 495-497.


[2] Hitler’s Table Talk 1941 – 1944 His Private Conversations, (Almanca’dan tercüme eden Norman Cameron ve R.H. Stevens) Enigma Books, New York City 2000, sayfa 607.


Almanca yayın için bakınız; Henry Picker, Hitlers Tischgespräche im Führerhauptquartier 1941–1942, Athenäum Yayınları, Bonn 1951.


Adolf Hitler’in, M. Kemal’i övücü başka sözleri için bakınız;






Kadir Çandarlıoğlu



1

M. Kemal Atatürk ve avenesinin Islam’a açtıkları savaşın sebep olduğu buhran


M. Kemal Atatürk ve avenesinin Islam’a açtıkları savaşın sebep olduğu buhran


M. Kemal Atatürk ile başlayan dinsizlik hareketi, Müslüman halkta manevi boşluk oluşmasına sebep olmuştur. Kimileri bu manevi boşluğu hıristiyanlığa girmek suretiyle doldurmak istemişlerdir. Zira gayri müslimler dinlerini rahatça yaşayabiliyorlardı. Son derece büyük baskılar altında kalan Müslümanlar, maddi refahtan ziyade din hürriyeti istiyorlardı.


Nitekim Demokrat Parti Kastamonu Milletvekili Muzaffer Ali Mükta’nın bu konuyla ilgili olarak Meclis kürsüsünde anlattığı, 1950 seçim kampanyaları sırasında bir vatandaşın dile getirdiği şu istek oldukça ilgi çekicidir: “Bizler Demokrat Parti’den iktidara geçer geçmez milleti refaha kavuşturacağınızı beklemiyoruz. Bu, zamanla olacak iştir. Bizlerin birden çarıklarımızı kundura, bez pantolon ve ceketlerimizi kumaştan yapamazsınız. Bunu beklemiyoruz. Yalnız bizleri dini ve manevi sahada hürriyet ve refaha kavuşturun bu kâfidir.”[1]


*


Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız





[1] no’lu dipnot ile ilgili Meclis Tutanağı


***


Gençlerin bu konudaki durumunu anlamak için de, Kayseri Milletvekili Ismail Berkok’un, 1953 yılına ait Diyanet Işleri Başkanlığı bütçesinin görüşülmesi sırasında anlattığı bir olayı nakletmek, sanırız yeterli olacaktır: Istanbul’da iki Türk genci, Mukaddes Kitaplar Şirketi Müessesesinin başkanına müracaat etmişler ve“vicdanımızın gıdaya muhtaç olduğunu hissediyoruz. Memleket muhitimiz bu gıdayı temin edemiyor, binaenaleyh bizi hıristiyan yapınız” demişlerdir.[2]





[2] no’lu dipnot ile ilgili Meclis Tutanağı


***


Milleti bu duruma düşürenleri savunmak ya gafilliktir, ya da sahtekarlık.






**********








KAYNAKLAR:


[1] Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 9, cild 5, sayfa 786.


[2] Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 9, cild 20, sayfa 522.






*1


HAZ92012
Kemalistin dilinden Kamalizm Dini


Kemalistin dilinden Kamalizm Dini


*








Söz konusu kitabın kapağı


***


(Ne olur ne olmaz, okuduktan sonra Kelime-i Şehadet getirip imanınızı tazeleyin. Inşaallah “Müslümanım ama Atatürkçüyüm” diyen kardeşlerimiz de gerçekleri görürler.)


Mehmed Şeref Aykut’un 1936 yılında yayınlanan “Kamalizm” adındaki kitabından birkaç alıntı:


“Kamalizm, bir dindir ki, onun en büyük ve ana sıfatlarından birisi de devrimci olmasıdır.”[1]


“Kamalizm Dini’nin devletçiliği.”[2]


“Kamalizm ise, tam bir erişliğin bütün istediklerini toplayarak ulusu amacına yönleten bir din olmasına göre ne savsacı bir siyasa, ne oportun gündelik bir yönetge gütmez ve güttürmez.”[3]


“Biz, Kamalizm’in inanlı tapkanları (tapıcıları veya müminleri demek istiyor galiba.), şunu çok iyi anlamak kadar inanmak gerekliğini gönlümüzde taşımalıyız ki Türk tarihini Atatürk’e gelinceye kadar kimse içinden eleyerek onun büyük ulusa yüksek bir terbiye kaynağı olduğunu anlayamamıştır.”[4]


Ortaya yeni bir din çıkmış olur da onun bir kitabı olmaz mı? Onu da Şeref Aykut açıklasın;


“Işte bu tarihtir ki, bugün kutsal bir kitap gibi önümüze açılarak, yüce partimizin korucusu Atatürk’ün parti prensiplerini kavrayan şimdi çözelemeğe çalıştığım mushafını yapıyor.”[5]


“Gençlik, Türklüğün dayangacı ve geleceğin biricik umududur. Gençlikte yaşayacak olan her şeyden ve hatta en yüksek uzmanlığa kadar varan bilgiden, bilginlikten önce yalnız, yalnız ülkü ve kültürdür (Islam yok). Işte bize böyle bir gençlik gerektir. Gençlik ruhunun ihtiyacını yerine getirmek. Onun inanını doldurmak, vicdanını doldurmak ister. Bu sebepledir ki, onu Kamalizm dininin hiç şaşmayan, şaşırmayan orunçlu ve coşkun tapkanı (“mümini” anlamında galiba) yapmak, ona bu kutsal, ulusal ve kurtarıcı dini olanca derinliği ve inceliği ile oydamlamak ister… Ta ki, Kamalizm dinine inanı artsın. Işte disiplin altında gençlik böyle olacaktır. Parti, bunu amaçlamış, hazırlamıştır.”[6]








**********








KAYNAKLAR:


[1] M. Şeref Aykut, Kamalizm, Istanbul 1936, sayfa 15


[2] M. Şeref Aykut, Kamalizm, Istanbul 1936, sayfa 32.


[3] M. Şeref Aykut, Kamalizm, Istanbul 1936, sayfa 17.


[4] M. Şeref Aykut, Kamalizm, Istanbul 1936, sayfa 33.


[5] M. Şeref Aykut, Kamalizm, Istanbul 1936, sayfa 33.


[6] M. Şeref Aykut, Kamalizm, Istanbul 1936, sayfa 79.


K. Çandarlıoğlu´

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder