10 Aralık 2014 Çarşamba

YAHUDİLİK TARİHİ, TERÖRİST YETİŞTİREN TEVRAT VE TALMUD : Ibrâhîm aleyhisselâm, ulül-azm Peygamberlerdendir. O, ne yehûdî,ne de hıristiyan idi. Hakîkî müslimân idi. Ibrâhîm aleyhisselâm Benî Isrâîlin, ya’nî yehûdîlerin, ve ayrıca arabların da ceddidir. Muhammed aleyhisselâmın da, dedelerindendir.

   
 HIRİSTİYAN SİYONİZMİ

Önce Siyonizm’i tanıyalım. Siyonizm, 19. yüzyılda TheodorHerzl isimli Avusturyalı Yahudi bir gazeteci ve fikir adamı tarafından, fikri temelleri kurulmuş Yahudi Milliyetçiliğidir.Her ne kadar doğrudan dini bir akım olm
amasına rağmen, temelleri Tevrat’ta ki “Tanrı tarafından seçilmiş millet” ve ” Vaat edilmiş Topraklar” anlayışına dayanan Kudüsmerkezli bir dünya hakimiyeti ideolojisidir.

Tamamen din eksenli bir ideoloji olmamasına rağmen, bu temellerinden dolayı hem dindar hem de laik olmak üzere herkesimden Yahudi toplumunun benimsediği bir akım olmuştur. Theodor Herzl 1896’da bu akımın temellerini oluşturan “Yahudi Devleti-Der Judenstaat” isimli bir kitap yazdı ve hemen arkasından 1897 yılında İşviçre’deki Basel şehrinde “1. Dünya Siyonist Kongresi” toplanmasını organize ederek, Siyonizm’in İdeallerinin Yahudi toplumları arasında yayılmasını sağladı. T. Herzl bu kongrede Tevrat’a uygun olarak “kuracağımız Yahudi Devletinin kuzey sınırları Anadolu’da ki Kapadokya dağları, güneyde de Süveyş Kanalı’na, sloganımız Davut ve Süleyman’ın Filistin’i olacaktır” demiştir.

Ayni amaçlarla 87 yıl sonra 1985 yılında, yine Basel şehrinde bir toplantı daha yapılacaktır. Bu kez düzenleyiciler Yahudi olmayıp Hıristiyan olacak ve ismi de “1.Hıristiyan Siyonizm’i Kongresi” olacaktır. Yani Siyonizm sadece Yahudilerce değil, bir kısım Hıristiyanlarca da benimsenecektir. GelelimEvanjelizm’e. Evanjelizm,müjde veya müjdeli haber anlamına gelen İncil’in, Almanca ismi olan Evangelium (Yunanca Eu-aggelion) isminden türemiştir. 

Aslında Evanjelizm, Tanrı Sözü olan İncilin dünyaya duyurma misyonunun adı olmasına rağmen, Evanjelik ismi Almanya’da Protestanlığın kurucusu Martin Luther’ci gruplar için kullanılmıştır. 

Almanya’da kurulan Protestan Luteryan kiliseler, Evanjelik Kilise olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım, Protestanlar öğretilerini yalnızca İncil’lere dayandırdıklarından, Kutsal Kitab’a yönelmek anlamına gelmektedir. Günümüzde ise Evanjelik tanımı, ABD’deki Hıristiyan toplumunun tutucu (fundamantalist) gruplarını tanımlamak için kullanılır. Evanjelik Hıristiyanlık, tutucu-radikal Protestan’ları, yine ayni misyona sahip Liberal Protestanlıktan ayırmak için kullanılır.

Protestanlık,Martin Luther (1483-1546) önderliğinde, Katolik Kilisenin ve Papanın otoritesine karşı girişilen, Kutsal Kitaba dönüş hareketinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Protestanlar Kutsal Kitab’ı Hıristiyanlık için tek kaynak kabul etmişlerdir. Böylece Papanın yanılmazlığını reddederler. Bir Katoliklik ve Ortodoksluk gibi ruhani bir liderleri yoktur. Tanrı ile kul arasına birilerinin girmelerine karşı çıkarlar. Her inanan bir din adamıdır. 

Pavlus’unMektuplarından çıkardığı “siz, Tanrı’nın bağışıyla iman sayesinde kurtuldunuz” cümlesine dayanarak, insanın kurtuluşunun ayinlere değil, sadece imana dayandığını savundu. Buna dayanarak, Endülijans satılmasına ve papazların günahları affetme yetkisine karşı çıktı. Kutsal Kitap’ta reddedildiği için kiliselerdeki ikona ve heykelleri Putperestliğe dönüş olduğundan reddederler.

Martin Luther ve diğer reformistler, Avrupa’da başkaldırdıklarından, Avrupa’daki hakim mezhep Katoliklikle mücadele etmelerine rağmen, aslında Ortodoksluğa da karşıdırlar. Papalığın yanılmazlığını reddederler ve herkesin Kutsal Kitab’a uymasını isterler. Her inananın İncil’i anlamalarını ve kendi dillerinde okumalarını isterler. 

Katoliklerde İncil’i sadece Latince, Ortodokslarda ise İncil Yunanca okumak zorunluluğu vardır. Bu açıklamalarla bir konuya dikkat çekmek istedik. Protestanlıkla Kutsal kitab’a dönüş başlamıştır. Ama önemli bir farkla. 16. yüzyıla kadar Hıristiyan dünyada Kutsal Kitap olarak İncil ön plandaydı. Tevrat’ı da bir kutsal kitap olarak kabul etmelerine rağmen çok geri planda kalmıştı. Protestanlıkla beraber Tevrat ta İncil ile ayni öneme sahip oldu. Böylece Protestanlıkla beraber Hıristiyanlığın Yahudi kökenlerine bir dönüş başlamıştır.

Protestanlık öncesinde Yahudiler bütün nesiller boyunca, Hz. İsa’nın çarmıhta ölüm cezasına çarptırılmasının baş sorumlusu görülerek, Tanrı katili olarak onlara büyük düşmanlık yapılmıştır. Siyonizm’in kurucusu Theodor Herzl 1904 yılında Papa X.Pius’tan Filistin’den toprak istekleri için destek ziyaretinde Papa sert bir cevapla “Biz bu hareketi hoş karşılamayız. 

Yahudi’ler, Efendimiz İsa’yı tanımıyorlar. Bu yüzden biz de Yahudi’leri tanımıyoruz. Eğer Filistin’e gelir ve halkınızı oraya yerleştirirseniz, hepinizi vaftiz etmek için bütün rahiplerimiz ve kiliselerimizle hazır bulunacağız.”26 Kilisenin bütün engellemelerine karşı 1948 yılında İsrail Devleti kurulunca Vatikan tanımayı reddetti. Vatikan’ın İsrail Devletini 1995 yılında tanıması, bir komplo sonucunda mecburiyetten kaynaklandığını iddia edenler var.

1947 yılında Filistin’de Ölü Deniz (Kumran) civarında, Hz. İsa’nın yaşadığı döneme ait bazı dini elyazmaları bulunmuş ve bunlar İsrail’in eline geçmişti. Bu yazmaların bir çoğunun içeriği, uzun zaman açıklanmadı. 1993 yılına kadar ancak bunların dörtte biri yayınlanabilmişti. Bu yazmaların bazıları Hıristiyanlığa aitti ve şu an ki öğretilere ters şeyler içermekteydi. 

1989 konunun uzmanı olan Prof. Robert EİSENMAN, önde gelen İsrail ve ABD gazetelerinde Ölü Deniz Parşömenlerinin önyargılı bir ekibin tekelinde olduğu, büyük bir bölümünün gizlendiği, Hıristiyanlıkla ilgili metinlerin yayınlanmadığı ve bunların bir an önce bağımsız bilimadamlarının denetimine açılmasını söyledi.27 Daha sonraları bunların, Vatikan’la İsrail arasında bir pazarlık konusu olduğu gündeme getirilmiştir.

İsrail’in Prof. RobertEisenman’a el altından ulaştırdığı bilgilerle, Vatikan iyice sıkıştırılınca tanıma gerçekleşti. Ama bunun sonucunda parşömenlerin Hıristiyanlıkla ilgili açıklamaları çok sınırlı kaldı.28 Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere, Hıristiyan dininde asıl büyük bir topluluğun (Katolik ve Ortodokslar), değil İsrail Devleti’nin kurulmasına İncil’in kerameti olarak yardımcı olmaları, kurulunca bile uzun yıllar tanımadılar.

İşte Protestanlıkla Hıristiyan dünyada büyük bir değişme yaşandı. Önce Tevrat kutsallaştırıldı, arkasından da Yahudi kavmi. Protestanlara göre Yahudiler “TANRI KATİLİ” olmaktan kurtulmuş, Tanrı’nın “SEÇİLMİŞ HALKI” olmuş ve “VADEDİLEN TOPRAKLAR-ERETZ İSRAİL” onların hakkı olmuştu. Tabi Tevrat ölçü olarak alındığında ister istemez aşağıda ki gibi ifadeler ölçü alınacaktır:


“3-Ben seni kutsayanları kutsayacağım ve sana lanet edenleri lanetleyeceğim.” (Yaratılış-12)


Tevrat’a yönelmek, İncil’in aksine ruhani bir hayattan çok dünyevi bir hayat, öte dünyadan çok, bu dünyaya yönelmeyi getirdi. Bu açılım sonunda mal biriktirmeyi özendirmekle, Kapitalizmi doğurdu:


“5- Yabancılar sürülerinizi güdecek, Irgatınız, bağcınız olacaklar.
6- Sizlerse RAB’bin kâhinleri, Tanrı’mızın görevlileri diye çağrılacaksınız. Ulusların servetiyle beslenecek, Zenginlikleriyle övüneceksiniz.” (Yeşaya-61)


Protestanlığın geliştiği ülkeler, büyük gelişmeler sağlayarak çok zenginleşip, dünyanın büyük bir kısmını ele geçirdiler. Bu ülkelerin sayesinde Yahudiler de kendilerine Tanrı tarafından “VADEDİLEN TOPRAKLARINA” kolayca kavuşmuş oldular.

Martin Luther 1523’te, Katolik Kilisesi’nin yüzyıllardır sürdürdüğü Yahudileri dışlayan tutumunu yerden yere vurarak “Dass Jesus Christus ein Geborener Jude Sei”, yani “İsa Mesih Yahudi Olarak Doğdu” adlı kitabını yazdı. Yahudilerin Katolik dinini kabul etmemekte yerden göğe kadar haklı olduklarını söyleyerek, “ben bir Yahudi olsaydım, Katolikliği kabul etmektense, domuza dönüşmeyi tercih ederdim” dedi. “İsa Mesih bir Yahudi Olarak Doğdu” isimli bir eseri bulunanMartin Luther’in yahudilere ilgisini gösteren bir cümlesi şöyle:

“Yahudiler bizim Tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kafir demekten yorulduklarında Yahudi desinler. Kutsal Ruh, Kutsal Kitab’ın bütün bölümlerini, sadece Yahudiler vasıtasıyla indirdi. Yahudiler Tanrı’nın çocuklarıdır. Biz ancak onların sofrasında yabancı misafirleriz. Bizim payımıza düşen, sahiplerin sofrasından düşen kırıntıları toplayan köpekler olmaya razı olmaktır. Tamamen Kenanlı kadın gibi.”


Kilise otoriteleri de kısa süre sonra onu “yarı-Yahudi” (semi-Judaeus) olarak nitelendirdiler. Calvin, Zwingli, Servetus gibi diğer Protestan önderlerde Yahudileşmekle suçlandılar. Özellikle Kabalacı Yahudi düşünürler için Martin Luther, bir gizli-Yahudi idi ve onu, Hıristiyanları Yahudiler hakkında düşündükleri düşmanca fikirleri değiştirecek bir reformist olarak sahiplenmişlerdi.


“Kabalist Abraham B. Eliezer ha-Levi, Luther’in Hıristiyanları yavaş yavaş eğitmeye çalışan bir ‘Gizli Yahudi’ olduğunu söyledi.”(Encyclopedia Judaica, cilt 14, sf. 21)

“Luther’in RomaKatolikliğine getirdiği yıkıcı darbe ilk olarak Yahudiler tarafından benimsendi.” (Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 584)

“Hıristiyanlıktaki reform hareketleri, Yahudi edebiyatı ve felsefesinden oldukça etkilendi. Bu tip hareketlerle ‘Yahudileşmeleri’ nedeniyle düşman edindiler. Birçoğu Tevrat’la bağlantılıydı. Bu nedenle bu hareketler Tevrat’ın yeni tercümelerine önayak oldu.” (The Universal Jewish Encyclopedia, Christianity, sf. 185) 

“Yahudi Ütopyası” kitabına karşı eleştiri amacıyla, “Sonuncu Dünya Düzeni” isimli eserin yazarı Robert H.Williams, Yahudilerin özellikle Protestanlığı yönlendirmek amacıyla, gençlerini nasıl Hıristiyan okullarına verdiklerini, 64-65 sayfalarında anlatır.Hele İngiltere’de Calvinci William Tyndale liderliğinde kurulan, Protestan akım olan PÜRİTENİZM, tam bir İngiliz Yahudiliğiydi. 

Bunlar şeklen de olsa İncil’e bağlı olan Lutherci Protestan akımlardan çok daha fazla Tevrat’a yönelip, tam bir Yahudi gibi yaşamaya başlamışlar. O kadar ki, tekrar erkeklerde sünnet ve Şabat (cumartesi çalışma yasağı) geleneğine dönmüşler, Yahudi isimleri almaya başlamışlardı. “Yahudi Ansiklopedisi” Encylopaedia Judaica, Püritenlik’ten, “Judaizers” (yahudiciler/ yahudi sempatizanları) başlığı içinde söz ediyor. Bu terimi ise şöyle açıklıyor:


“Judaizer: Yahudi olmadığı halde Yahudi dininin bir kısmını ya da bütününü uygulayan veya Yahudi olduğunu öne süren kimse”.
Bu sınıfa dahil ettiği Püritenler için de şunları söylüyor:

“İngiltere ve Amerika dahil, Kuzey Atlantik’te Püritenliğin güçlenmesiyle birlikte, Tevrat’ın incelenmesi buna bağlı olarak ta ‘yahudileşme’ (judaizing) hareketleri başladı. Bu İbrani dilini kullanma, anayasanın Tevrat’a dayandırılması ve Sabbath’ın Yahudi dinine göre kutlanması taleplerine kadar vardı.”29

Geldânîlerin merkezi Bâbil sehri idi. Meliklerine (Nemrûd) denirdi. Geldânîler o zemân, aya, günese ve yıldızlara taparlardı. Bunları temsîl eden çesidli putlar yapmıslardı. Nemrûdlar da putlar arasında idi. 

Allahü teâlâ, Ibrâhîm aleyhisselâmı bunlara Peygamber olarak gönderdi. Fekat îmân etmediler. O mübârek Peygamberi, ateşte yakmak istemişler, ancak Allahü teâlâ, atesi selâmet kılmışdı.
   Günlerce odun toplıyarak yakdıkları bu atesin içerisi, Ibrâhîm aleyhisselâm için yesil bir bagçe oldu. Bu mu’cize karsısında da, çogu îmân etmedi. Ibrâhîm “aleyhisselâm” Mısra gitdi. Sonra Allahü teâlânın emri ile Filistine döndü. Ibrâhîm aleyhisselâmın vefâtından sonra, oglu, Ishak aleyhisselâm, bundan sonra da, bunun oglu Ya’kûb aleyhisselâm Peygamber oldular. Ya’kûb aleyhisselâmın diger ismi, Isrâîldir. Bunun için, Ya’kûb aleyhisselâmın oniki oglundan çogalan insanlara, (Benî Isrâîl) ya’nî Isrâîl ogulları denilir.
   Ya’kûb aleyhisselâmın ogullarından Yûsüf aleyhisselâmı, kardesleri kıskandılar. Bir kuyuya atıp, Ya’kûb aleyhisselâma, öldü diye yalan söylediler. Sonra, kuyuya gelen yolcular, Onu kuyudan çıkarıp, Mısra götürdü. Orada, köle diye satdılar. Yûsüf aleyhisselâmı, Mısrın mâliye vezîri, Azîz satın aldı. Evine götürdü. Hanımı Zelîha, Ona âsık oldu. Yûsüf “aleyhisselâm”, ona iltifât etmeyince, iftirâ etdi. Bu iftirâ üzerine, Yûsüf aleyhisselâm zindâna habs edildi. Mısr hükümdârı Fir’avnın bir rü’yâsını ta’bîr ederek, zindândan çıkarıldı. Fir’avn, Yûsüf aleyhisselâmı mâliye vekîli yapdı. Yûsüf aleyhisselâm, babası Ya’kûb aleyhisselâmı ve diger kardeslerini Ken’ân diyârından ya’nî Filistinden Mısra getirdi. Fir’avn, Ya’kûb aleyhisselâma ve
çocuklarına çok hurmet ve iltifât etdi. Böylece, Isrâîl ogulları, Mısra yerlesmis oldular. Önce, Mısrda râhat bir hayât süren Isrâîl ogulları, sonradan Mısrda büyük bir zulm ve sıkıntı görmüsler, kölelige düsmüslerdir. Onları bu sıkıntılardan kurtaran ve (Ard-ı Mev’ûd) ya’nî va’d olunmus topraklara [Filistine] götüren, Mûsâ
aleyhisselâm olmusdur.
   Mûsâ aleyhisselâmı, Fir’avn serâyında büyütdü. Kırk yasına gelince,
serâyı terk edip, akrabâlarının ve büyük kardesi Hârûnun yanına geldi. Birgün, Mısrlı bir kâfirin [kıptînin], Benî Isrâîlden birine iskence etdigini gördü. Kurtarırken, kıptî öldü. Mûsâ aleyhisselâm korkarak, Tebük civârındaki Medyen sehrine gitdi. Orada Su’ayb aleyhisselâmın kızı ile evlendi. Ona on sene hizmet etdi. Mısra dönmek için yola çıkdı. Yolda, Tûr dagında, Allahü teâlâ ile konusdu.
   Mısra gelip, Fir’avnı dîne da’vet etdi. Benî Isrâîle serbestlik verilmesini istedi. Fir’avn kabûl etmedi. (Mûsâ, büyük sihrbâzdır. Bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor) dedi. Yanındaki vezîrlere sordu. Onlar da, (sihrbâzları topla, onu maglûb etsinler) dediler. Sihrbâzlar geldiler. Mısr halkı önünde, ipleri yere
atdılar. Her ip, yılan görünüp, Mûsâ aleyhisselâma dogru yürüdü. Mûsâ “aleyhisselâm” asâsını yere bırakdı. Büyük yılan oldu. Ipleri yutdu. Sihrbâzlar sasırdılar. Îmân etdiler. Fir’avn kızdı. 
(O, sizin ustanız imis. Ellerinizi, ayaklarınızı kesecegim. Hepinizi hurma dallarına asacagım) dedi. (Biz Mûsâya inandık.
Onun Rabbine sıgınıyoruz. Yalnız Onun afv ve merhametini isteriz) dediler. Kâfirlerin suları kan oldu. Kurbaga yagdı. Cild hastalıkları oldu. Üç gün karanlık oldu. Fir’avn, bu mu’cizeleri görünce korkdu. Benî Isrâîlin Mısrdan çıkmasına izn verdi.
   Mûsâ aleyhisselâm, Benî Isrâîl ile, Kudüse dogru giderken, Fir’avn pismân oldu. Askerleriyle arkalarına düsdü. Süveys körfezi açılıp, mü’minler karsıya geçdi. Fir’avn geçerken, deniz kapandı. Askerleri ile birlikde boguldu. Benî Isrâîl, yolda öküze tapanları gördüler.



   Mûsâ aleyhisselâma (Biz de böyle tanrı isteriz) dediler. Mûsâ aleyhisselâm, (Allahü teâlâdan baska tanrı yokdur. Allahü teâlâ sizi kurtardı) dedi. Sonra, Tîh çölüne düsdüler. Yolu sasırdılar. Aç ve susuz kaldılar. Gökden (Men) ve (Selva) ya’nî helva ve et inerdi. Bunları yirlerdi. Asâsı ile yere vurunca, su çıkardı. Bundan
da içerlerdi. (Helva ile etden bıkdık. Bakla, sogan gibi seyler isteriz) dediler. Mûsâ aleyhisselâmı gücendirdiler. Bunun için, kırk sene çölde kaldılar. Mûsâ “aleyhisselâm”, Hârûn aleyhisselâmı vekîl bırakıp, Tûr dagına gitdi. Orada kırk gün ibâdet etdi. Allahü teâlânın kelâmını isitdi. Allahü teâlâ (Tevrât) kitâbını ve on emrin yazılı oldugu iki levhâyı indirdi. Tîh çölünde, Sâmirî adında bir münâfık, herkesdeki altınları, süs esyâsını eritip, bunlardan bir buzagı yapdı. 
(Mûsânın ilâhı budur. Buna tapınız!) dedi. Tapmaga basladılar.
   Hârûn aleyhisselâmı dinlemediler. Mûsâ “aleyhisselâm” gelip olanları görünce çok kızdı. Sâmirîye la’net etdi. Büyük kardesinin sakalından tutup, darıldı. Pismân olarak, yalvardılar. Mûsâ aleyhisselâm, Tevrâtı ve on emri teblîg etdi. (Tevrât)a göre ibâdet etmege basladılar. Sonra yine bozuldular. Yetmisbir fırkaya ayrıldılar.
   Mûsâ “aleyhisselâm”, ümmeti ile Lût gölünün cenûb tarafına
geldi. (Ûc bin Ûnk) adında bir melik ile harb etdi. Serî’a nehri sarkındaki yerleri ele geçirdi. Erîha sehri karsısındaki daga çıkdı. Ken’ân ilini uzakdan gördü. Yerine Yûsâ aleyhisselâmı halîfe bırakıp, bir rivâyete göre, mîlâddan 1605 sene evvel yüzyirmi (120) yasında, orada vefât etdi. Erîha sehrini, sonra da Kudüsü, Yûsa’
“aleyhisselâm” Amâlika kâfirlerinden aldı. Dahâ sonra, Dâvüd aleyhisselâm melik oldu. Kudüsü tekrâr aldı. Böylece, yehûdîlerin en parlak zemânı basladı. Sonra, Süleymân aleyhisselâm, babasının hâzırlatdıgı yere meshûr ma’bed ya’nî (Mescid-i Aksâ)yı yapdırdı. Süleymân aleyhisselâm, içinde Tevrât ve diger emânetler ve on emrin yazılı oldugu levhalar bulunan (Tâbût-ı sekîne)yi, ya’nî (Mukaddes sandıgı) ma’bedin bir odasına koydurdu.
   Oniki kabîleye ayrılmıs olan yehûdîler, Süleymân aleyhisselâmın vefâtından sonra, iki devlete ayrıldılar. On kabîle Isrâîl devletini, diger ikisi Yehûdâ devletini kurdular. Azgınlasarak hak yoldan ayrılıp, taskınlık etdiler. Gadab-ı ilâhîye ugradılar. Isrâîl devleti M.Ö. 721 de Âsûrîler, sonra da, Yehûdâ devleti M.Ö. 586 da Bâbilliler tarafından yıkıldı. Âsûrîler Bâbil devletini isgâl etdi. 587 de Âsûrî hükümdârı Buhtunnasar Kudüsü yakıp yıkdı. Yehûdîlerin çogunu öldürdü, kalanlarını da, Bâbile sürdü. Bu karısıklıkda gökden inen Tevrât yakıldı, yok edildi. Bu hakîkî Tevrât, çok büyükdü. Ya’nî, kırk cüz idi. Her cüzde bin sûre, her sû- rede bin âyet vardı. Bu muazzam kitâbı, Uzeyr aleyhisselâmdan baska kimse ezberlememis idi. Tevrâtı yehûdîlere yeniden ta’lîm etdi. Zemânla bir çok yerleri unutuldu, degisdirildi. Muhtelif kimseler, hâtırlarında kalan âyetlerini yazarak, Tevrât isminde çesidli risâleler meydâna geldi. Mîlâddan takrîben dörtyüz sene evvel yasamıs olan Azrâ ismindeki bir haham bunları toplıyarak, simdi mevcûd olan Ahd-i atîk denilen Tevrâtı yazdı. Îrân hükümdârı Sîreveyh, Âsûrîleri yenince, yehûdîlerin tekrâr Kudüse dönmelerine izn verdi. Yehûdîler, M.Ö. 520 den sonra Mescid-i Aksâyı yeniden ta’mîr etdiler. Önce Perslerin, sonra da, Makedonyalıların idâresi altında yasadılar. M.Ö. 63 senesinde Kudüs, Romalı kumandan Pompey tarafından zabt edildi. Pompey, yehûdîleri dagıtdı. Sehri ve Mescid-i Aksâyı, yakdı, yıkdı. Böylece yehûdîler, Roma devleti hâkimiyetine girdiler. M.Ö. 20 de Romalıların Filistindeki yehûdî vâlîsi Herod, ma’bedi tekrâr yapdırdı. Yehûdîler dahâ sonra, Roma
hâkimiyetine isyân etdiler. Fekat mîlâdın 70. senesinde Romalı kumandan Titus, Kudüsü temâmen yakdı, yıkdı. Sehri virâneye çevirdi. Beyt-i mukaddes de yandı.
   Sâdece batı dıvarı kaldı. Bu duvara türkler (Aglama dıvarı) derler. Bu duvar, yüzyıllarca yehûdîlerdeki millî ve dînî suuru ayakda tutmusdur. Kurtarıcı Mesîh
inancı da, yehûdîlerde bu suurun devâmını te’mîn etmisdir. Bizanslılar
ve sonra Emevîler ve Osmânlılar bu dıvarı muhâfaza ederek,
mescidi ta’mîr etmislerdir.
   Titusun, katliâm ve zulmünden sonra yehûdîler, bölük bölük
Filistini terk etdiler. Kudüs ve çevresinden kovuldular. Yehûdî
esîrler, Romalıların emrinde çalısdırılmak üzere, Mısra sevk edildiler.
Bu sene, yehûdîler dünyânın her yerine yayıldılar.
Yehûdîler, Yehûdîligin iki emr kaynagını birbirinden ayırmısdır:
1- Yazılı emrler, 2- Sözlü emrler.
Yehûdîlerin mukaddes saydıkları kitâbları, (Torah) [ya’nî Tevrât] ve (Talmud) olmak üzere ikiye ayrılır: Birincisi, yazılı emrleri, ikincisi ise, sözlü emrleri ihtivâ ediyor derler. Tanah kitâbına hıristiyanlar (Ahd-i atîk) ismini verirler. Yehûdîler bu ta’bîri kabûl etmezler. Yehûdîler, Tanahı üç kısma ayırmıslardır:
1- Torah, ya’nî Tevrât, 2- Neviim, ya’nî Peygamberler, 3- Ketûbîm, ya’nî Kitâblar.
Tanah ismini, bu üç kısmın, ibrânîce bas harflerini birlesdirerek meydâna getirmişler. Neviim iki kısmdır. Ilk peygamberler dört kitâb, son peygamberler onbes kitâbdır. Ketûbîm, ya’nî kitâblar ise, yehûdîlere göre onbir, hıristiyanlara göre onbes kitâbdır.
Yehûdîler, Tevrât ismini verdikleri bes kitâbın Allahü teâlâ tarafından, Mûsâ aleyhisselâma indirildigine inanmakdadırlar. Bu beş kitâb, (Tekvin), (Hurûc), (Levililer), (Sayılar), (Tesniye)dir. Tesniyede, Mûsâ aleyhisselâmın ölümü, ihtiyârlıgı, yası ve defnedildigi ve yehûdîlerin ona mâtem [yas] tutdukları yazılıdır. [Tesniye
bâb 34]. Bu ahvâl, Mûsâ aleyhisselâm vefât etdikden sonra, Mûsâ aleyhisselâma vahy olundu dedikleri kitâbda nasıl bildirilmisdir?
   Bu misâl, Tevrâtın Mûsâ “aleyhisselâm” tarafından bildirilen
ve Allahü teâlâ tarafından vahy edilmis olan, hakîkî Tevrât olmadıgının açık delîllerindendir. Bir yehûdî din adamı olan, H.Hirsch Graetzin, (History of the
Jews) kitâbındaki beyânına göre, yehûdîler, kendi cemâ’atlerinin Tevrâtın emrlerine tam ittibâ’ edebilmelerini te’mîn için (Yetmisler Meclisi)ni kurdular. Bu meclisin reîsine, (Bas Kâhin) dediler. Yehûdî gençlerine, mekteblerde dinlerini ögreten, Tevrâtı açıklayan yehûdî din adamlarına (Yazıcılar) denilir. Bunların, Tevrâta yapdıkları açıklamaların, ilâvelerin bir kısmı, sonradan yazılan Tevrâtlara karısdırılmısdır. Incîllerde geçen yazıcılar iste bunlardır. Bunların bir diger vazîfesi de, yehûdîlerin Tevrâta ittibâ’ etmelerini saglamakdır.
Yehûdîlerin ekserîsinin inanmadıkları bir Tevrât dahâ vardır ki, buna (Somranim Tevrâtı=Tora Ha-Somranim) derler. Bu Tevrâta inananlar, yazıcıların Tevrâta açıklamalar ve ilâveler yapmalarına, hattâ harflerini dahî degisdirmelerine karsı çıkmıslardır. Yehûdîlerin ellerindeki Tevrât ile Somranim Tevrâtı arasında altı
bin kadar ihtilâf bulundugu bildirilmekdedir.
   Bugün Tevrât dedikleri kitâbın, Allahü teâlâ tarafından Mûsâ aleyhisselâma gönderilen hakîkî Tevrât olmadıgı sübhesizdir. En eski yazılan Tevrât nüshası ile, Mûsâ aleyhisselâm arasında iki bin
sene vardır. Mûsâ aleyhisselâm, Tevrâtın (Tâbût-i sekîne)ye, ya’nî (Mukaddes Sandıgı)na konularak muhâfaza edilmesini ümmetinin âlimlerinden istemişdi. Süleymân aleyhisselâm (Mescid-i Aksâ)yı
binâ edince, Ahd sandıgını buraya koymus ve sandıgı açdırmısdır. Sandık açılınca, içerisinden yalnız (Evâmir-i Asere), ya’nî on emrin yazılı oldugu iki levhâ çıkmısdır.
ABD’nin Kaliforniya Üniversitesi profesörlerinden Elliot
Friedmanın, 1987 senesinde nesr etdigi, (Tevrâtı Kim Yazdı) ismli kitâb, yehûdî ve hıristiyan dünyâsını karısdırdı. Profesör Friedman, Tevrâtı teskil eden bes kitâbın, bes ayrı ilâhiyyâtcı tarafından yazıldıgını ve Mûsâ aleyhisselâma indirilen Tevrât kitâbının asl nüshası ile hiç bir sûretde kıyaslanamayacagını açıkladı.
Hıristiyanların inandıgı, (Kitâb-ı Mukaddes)in (ahd-i atîk) ve
(ahd-i cedîd) kısmlarının birbirleriyle tenâkuz içerisinde bulundugunu
belirten profesör Friedman, kitâbında bunun misâllerini zikr
etmisdir. Ayrıca, Tevrâtın içerisindeki kitâbların da birbirleri ile,
hattâ kendi bâbları arasında tenâkuzlarla dolu olduguna dikkati
çeken profesör Friedman, böyle bir esere (Ilâhî kitâb) vasfının verilemiyecegini
bildirmisdir. Tevrâtı meydâna getiren bes kitâbdaki, ifâde tarzları da, birbirinden temâmen farklıdır. Prof. Elliot Friedman’a göre bugünkü Tevrât, Mûsâ aleyhisselâmdan birkaç asr sonra yasıyan bes haham tarafından kaleme alınmıs ve Azrâ adındaki haham bunları tek tek toplıyarak, Ahd-i Atîk’in asl nüshası oldugu iddi’âsı ile çogaltdırmısdır. Târîh profesörü Friedman, kaleme aldıgı eserinde, dahâ sonra su ifâdelere yer vermisdir:
(Günümüzde, Tevrât’ın üç nüshası mevcûd: Yehûdîler ve protestanların
kabûl etdikleri ibrânîce nüsha, katolik ve ortodokslar tarafından
kabûl edilen yunanca nüsha ve sâmirîlerce kabûl edilen
sâmirî dilinde yazılmıs nüsha. Bunlar Tevrâtın en eski ve en i’timâdlı
nüshaları olarak bilinmelerine ragmen, gerek aynı nüshanın
içinde ve gerekse nüshalar arasında birçok yerlerinde tezâdlar vardır.
Hiçbir ilâhî dinde bulunmıyan, insanlara zulm telkînleri, Peygamberlerden
ba’zılarına karsı çok çirkin ve makâmlarına yakısmıyacak
isnâdlar vardır. Hakîkî Tevrâtda ise, tezâdlar bulunacagından
söz edilemez.)
Fransız papazlarından, Richard Simon da, (Historia Critique
du Vieux Testament) kitâbında, Tevrâtın Mûsâ aleyhisselâma
vahy edilen Tevrât olmadıgını, sonradan farklı zemânlarda yazılarak
bir araya getirildigini belirtmisdir. Papazın bu kitâbı toplatdırılmıs,
kendisi de kiliseden kovulmusdur.
    Dr. Jean Astruc de, (Conjectures il parait que Mouse s’est Servi
pour composer le livre dela Genese) adlı eserinde, Tevrâtın bes kısmının çesidli yerlerden derlenmis birer kitâb oldugunu yazmısdır. Jean, bir kısmındaki ismlerin degisdirilerek, iki-üç yerde tekrâr edildigine de dikkatleri çekmisdir.
Tekvînin birinci bâbının onbirinci âyeti ve devâmında, nebâtların insandan önce yaratıldıgı, yazılıdır. Ikinci bâbının bes, altı, yedi, sekiz ve dokuzuncu âyetlerinde ise, insanın yaratıldıgı ve o zemân yer yüzünde hiç bir nebâtın bulunmadıgı, nebâtâtın insandan sonra yaratıldıgı yazılıdır. Bu ve bunun gibi pek çok tenâkuzlara, büyük hatâlara dikkati çeken Jean Astruc dinsiz i’lân edilmisdir.
   Gottfried Eichhorn, Tekvînden baska, sonra gelen bes kitâbın
da, târîhleri i’tibârı ile ve lisân olarak birbirinden farklı oldugunu
1775 senesinde nesr etdigi kitâbında yazmısdır. Fekat Eichhorn ve
kitâbları aforoz edilmisdir.
Alman sâiri ve filozof Herden [1744-1803] (Von Geiste den
hebraischen Poesie) eserinde, Ahd-i atîkin, (Mezmûrlar) kitâbının
içindeki si’rlerin birçok ibrânî sâirlerine âid oldugunu, baska baska
zemânlarda yazıldıgını ve sonradan bir araya cem’ edildigini
yazmakdadır. Ayrıca (Nesîdeler Nesîdesi)nin de, beserî ve müstehcen
bir ask kasîdesi oldugunu, bu si’rlerin Süleymân aleyhisselâm
gibi bir Peygambere atf olunamıyacagını da beyân etmekdedir.
Merâk edenlerin, (Nesîdeler Nesîdesi) kitâbına göz gezdirmeleri
kâfîdir.
   19. yüzyılda Ibrânî lisânı üzerindeki incelemeler artınca, Tevrâtdaki
bes kitâbın Mûsâ aleyhisselâma âid olmadıgı ve ahd-i atîkdeki kitâbların muhtelif zemânlarda bir araya getirildigi isbât edildi. Bu husûsda, Avrupalı pek çok târîhci, papaz ve piskoposlar eserler nesr etmislerdir.
   Mood Incîl Enstitüsünden Dr. Graham Scroggie, (Incîl Allah
kelâmı mıdır?) ismli kitâbda (Ahd-i Atîk) ve (Ahd-i Cedîd)in Allah kelâmı olmadıgını i’tirâf etmekdedir.
Dr. Stroggie ise, (Tekvîn kitâbı, secerelerle doludur. Kim kimden dogdu, nasıl dogdu? Hep bunlardan bahs ediliyor. Bunlardan bana ne? Bunların ibâdet ve Allahü teâlâyı sevmek ile ne alâkası var? Nasıl iyi bir insan olunabilir? Kıyâmet günü nedir? Kime ve nasıl hesâb verecegiz? Sâlih bir insan olmak için neler yapmak lâzımdır? Bunlardan pek az bahs olunuyor. Ekseriyâ, muhtelif efsâneler var. Dahâ gündüz anlatılmadan, geceye geçiliyor) demekdedir. Böyle bir kitâb nasıl Allah kelâmı olabilir?
   Bugün, yehûdîlerin (Tanah), hıristiyanların ise, (Ahd-i Atîk)
dedikleri kitâbları okuyan bir kimse, Allahü teâlâ tarafından indirilmisbir kitâb degil, fuhs, müstehcenlik ve ahlâksızlıgı ögreten bir seks kitâbı okudugunu zan eder. Bu kitâbların, Allah kelâmı olmadıgınıanlayan batılı birçok papaz ve fen adamları, pekçok kitâblar nesr ederek, hakîkati herkese duyurmaga çalısmıslardır. Bunları burada zikr etmege kitâbımızın hacmi müsâid degildir.

-TALMUD-


   Yehûdîlerin Tevrâtdan sonraki kudsî kitâblarıdır. (Sözlü emrler)dedikleri kitâbdır. Talmud, iki kısmdan meydâna gelmisdir. Bunlar Mişna ve Gamârâdır:
Mişna: Ibrânîce tekrâr demekdir. Sözlü emrlerin, kanûn hâline
getirilmis ilk hâlidir. Yehûdî i’tikâdına göre, Allahü teâlâ, Mûsâ
aleyhisselâma, Tûr dagında Tevrât kitâbını (Yazılı emrleri) verdigi
gibi, ba’zı ilmleri, ya’nî (Sözlü emrler)i de söyledi. Mûsâ “aleyhisselâm”,
bu ilmleri Hârûn, Yûsâ’ ve Eliâzâra “aleyhimüsselâm”
bildirdi. Bunlar da, kendilerinden sonra gelen Peygamberlere bildirdiler.
Eliâzâr, Su’ayb aleyhisselâmın ogludur [Mir’ât-i kâinât].
Uzeyr aleyhisselâma yehûdîlerin Azrâ dedikleri (Müncid)de yazılıdır.
Bu bilgiler, neslden nesle, ya’nî hahamlardan hahamlara rivâyet
edildi. Mîlâddan önce 538 ve mîlâddan sonra 70 senelerinde çesidli
Misnalar yazıldı. Bunlara yehûdîlerin âdetleri, kanûn müesseseleri,
hahamların bir mevzû’daki tartısmaları ve sahsî görüsleri de
karısdırıldı. Böylece Misnalar, hahamların indî görüs ve münâkasalarını
ifâde eden kitâblar hâline geldi.
   Yehûdî hahamlarından Akiba, bunları topladı ve kısmlara
ayırdı. Talebesi, haham Meir, bunlara ilâveler yaparak basitlesdirdi. Dahâ sonraki hahamlar bu rivâyetlerin, te’lîfi ve bir araya toplanması için çesidli üsûller ve sartlar koydular. Böylece pek çok rivâyetler ve kitâblar zuhûr etdi. Nihâyet bunlar, Mukaddes Yehûdâya (Judah Hanesiye) ulasdı. Yehûdâ, bu karısıklıklara son vermek için, mîlâdın ikinci asrında, bu kitâbların en saglam kabûl edilenini yazdı. Yehûdâ, mevcûd nüshalardan, bilhassa Meirin yazdıgı nüshadan istifâde ederek, kırk yılda bir kitâb vücûde getirdi. Bu kitâb, digerlerini içinde toplıyan, en son ve meshûr (Misna) oldu.
   Mişnanın yazılmasına istirâk eden, fikrleri Misnada yazılı
olan, mîlâdî birinci ve ikinci asrda yasayan yehûdî hahamlara
(Tannaim) ya’nî (muallim) derler. Yehûdâ en son muallimlerdendir.
(Hâkim) diye de ta’bîr olunurlar. (Gamârâ)nın toplanmasına
istirâk eden hahamlara (Amoraim) ya’nî (îzâhcılar) derler.
Bunlar muallimlerin fikrlerinin yanlısını çıkaramaz, ancak îzâh edebilirler. Mîlâddan sonra altıncı ve yedinci asrlarda, Talmuda
şerh ve ilâve yapanlara (Saboraim) ya’nî (akllılar veyâ münâkasacılar)
denildi. Talmudu şerh ve tefsîr eden hahamlardan, yehûdî
konsillerinin baskanı olanlarına (Geonim) denilir ki, fetvâ veren
demekdir. Konsil baskanı olmayanlara ise (Posekim) ya’nî karar
verenler, tercîh edenler derler.
   Yehûdâdan sonra gelen hahamlar, Misnaya ilâve ve serhler
yapmışlardır. Misnanın lisânı, kendisinde Yunanca ve Lâtincenin
te’sîri görülen Yeni Ibrânîce (Neo Hebrew)dir.
   Mişnanın yazılmasından maksad, yazılı emr kabûl edilen, Tevrâtı
temâmlayıcı olan, sözlü emrleri tanıtmakdır. Yehûdânın, yazdıgı
Mişnaya almadıgı ve diger hahamların yazdıgı Misnalardaki ma’lûmâtlar
sonradan toplandı. Bunlara Ilâveler (Tosefta) denildi.
Mişnalar, Tevrâtlardan dahâ basît olup, kelime ve cümle seklleri
onlardan çok farklıdır. Emrler, umûmî kâideler seklinde bildirilmisdir.
Dikkat çekici misâller verilmisdir. Vâki’ olmus hâdiselere
ba’zen rastlanılır. Emrler beyân edilirken, kaynak olarak Tevrâtlarının
âyetleri verilir.
   Mişna 6 kısmdan mütesekkildir: 1- Zerâim
(tohumlar), 2- Moed (Mubârek günler, Bayram ve oruc günleri
gibi), 3- Nasim (Kadınlar), 4- Nezikin (Zararlar), 5- Kedosim
(Mukaddes seyler), 6- Tehera (Tahâret, temizlik)dir. Bunlar altmısüç
risâleye, risâleler de cümlelere taksîm edilmisdir.
Gamârâ: Yehûdîlerin Filistin ve Bâbilde iki mühim dînî mektebleri
vardı. Bu mekteblerde, Amoraim (îzâhcılar) denilen hahamlar,
Misnanın ma’nâsını açıklamaga, tezâdları düzeltmege, örf
ve âdetlere dayanarak verilen hükmlere kaynak aramaga, olmus
veyâ olmamıs, ya’nî teorik mes’eleler üzerinde hükmler vermege
çalısdılar. Bâbildeki hahamların yapdıkları serhlere (Bâbil Gamârâsı)
denildi. Bu Gamârâ, Misna ile berâber yazıldı. Meydâna gelen
kitâba (Bâbil Talmud)u denildi. Kudüsdeki hahamların yapdıkları
serhlere de, (Kudüs Gamârâsı) denildi. Bu Gamârâ da Misna
ile berâber yazıldı. Meydâna gelen bu kitâba (Kudüs Talmud)u
denildi.
Filistin Gamârâsı, bir rivâyete göre mîlâdî üçüncü asrda temâmlandı.
Bâbil Gamârâsı, mîlâdın dördüncü asrında basladı ve altıncı asrında temâmlandı. Dahâ sonra, Kudüs ve Bâbil serhleri tefrîk edilmeksizin Misna ve bir Gamârâya (Talmud) ta’bîr edildi. Bâbil Talmudu, Kudüs Talmudunun üç misli dahâ uzundur. Yehûdîler, Bâbil Talmudunu Kudüs Talmudundan dahâ üstün tutarlar. Misnanın bir-iki cümlesi, ba’zen Talmudda on sahîfe anlatılır. Talmudun anlasılması, Misnadan dahâ zordur. Her yehûdî, din egitiminin üçde birini
Tevrât, üçde birini Misna, üçde birini de, Talmuda ayırmak mecbûriyyetindedir.
Hahamlar, Talmudda, bir kimse kötü bir seye niyyet etse, onu
yapmasa bile günâhkâr olacagını bildirmislerdir. Onlara göre, hahamların
nehy etdigi birseyi yapmaga niyyet eden kisi, necs, pis olur.
Bu i’tikâdların [inançların] kaynagı olan Talmuda müslimânlar
(Ebül-Encâs=Necâsetlerin babası) demisdir. (Hebrew Literature sahîfe
17). Yehûdîler, Talmuda inanmıyanı, onu kabûl etmiyeni, yehûdî
saymazlar. Bunun için yehûdîler, sâdece Tevrâtı kabûl eden ve
ona baglanan Karâim yehûdîlerini yehûdî kabûl etmezler.
Yehûdî din adamları, Kudüs ve Bâbil Talmudları arasında büyük
farklar, tezâdlar oldugunu i’tirâf etmekden sakınırlar.
Bâbil Talmudu, ilk def’a mîlâdî 1520-1522 de, Kudüs Talmudu
ise, 1523 senesinde Venedikde basıldı. Bâbil Talmudu, Almanca ve
Ingilizceye, Kudüs Talmudu da, Fransızcaya terceme edilmisdir.
Bâbil Talmudunun % 30’unu, Kudüs Talmudunun % 15’ini hikâyeler
ve kıssalar teskil eder. Bu hikâyelere (Hagada) derler. Yehûdî
edebiyyâtının esâsını bu hikâyeler teskîl eder. Mekteblerinde
bunları okuturlar. Yehûdî mekteblerinde, hattâ üniversitelerinde
Tevrât ve Talmudun ögrenilmesi ve ögretilmesi mecbûrîdir.
Hıristiyanlar, Talmuda düsman olup, ona siddetle hücûm etmekdedirler.
Hıristiyanların, yehûdîlere yapdıkları zulmleri, iskenceleri, kitâbımızın
çesidli yerlerinde bildirdigimiz için, burada zikr etmiyecegiz.
Ancak, hıristiyanların yehûdîlere Talmudla ilgili yapdıkları zulmlerden kısaca bahs edelim:
Fransa, Polonya ve Ingiltere gibi, hıristiyan beldelerde, Talmudlar toplatdırılmıs ve yakılmısdır. Yehûdîlerin evlerinde bile Talmud bulundurmaları yasak edilmisdir. Talmud hükmlerini açıklayan en mühim kisiler, Yehûdî dönmeleri Nicolas Donin ile Pablo Christianidir. Pablo Christiani, mîlâdî onüçüncü asrda,
Fransa ve Ispanyada yasamısdır. 1263 senesinde Ispanyanın Barcelona
sehrinde yapılan münâzarada hahamlar, Talmudun katı prensiblerine
ve yazılarına karsı vârid olan süâllere (Cevâb veremediler),
bunları müdâfeadan âciz kaldılar.
(El-Kenz-ül-Mersûd fî Kavâid-it-Talmud) kitâbının beyânına
göre, Talmudda, Îsâ aleyhisselâmın Cehennemin derinliklerinde,
zift ve ates arasında oldugu, hazret-i Meryemin asker Pandira ile
zinâ etdigi, kiliselerin necâset dolu [pislik] oldugu, papazların kelblere [köpeklere] benzedigi, hıristiyanların öldürülmesi lâzım
oldugu gibi husûslar yazılıdır.
   927 [m. 1520] de Papanın izni ile Bâbil Talmudu, üç sene sonra
da Kudüs Talmudu basılmıs, bundan otuz yıl sonra yehûdîler için
felâketler zuhûr etmisdir. 9 Eylül 1553 de Romada ele geçirilen bütün
Talmud nüshaları yakılmısdır. Bu hâl, diger Italya sehrlerinde
de tatbîk edilmisdir. 1554 senesinde Talmud ve diger Ibrânîce kitâblara
sansür konulmusdur. 1565 de Papa, Talmud kelimesinin
kullanılmasını dahî, yasak etmisdir.
   1578-1581 seneleri arasında Talmud, Basel sehrinde yeniden basılmısdır.
Bu baskıda, ba’zı risâleler çıkarılmıs, hıristiyanlıgı kötüleyen
birçok cümleler kaldırılmıs, birçok kelimeler de degisdirilmisdir.
   Bu târîhden sonra, Papalar yine Talmudları toplatmıslardır.
Endülüs Emevî Sultânlarının dokuzuncusu Ikinci Hakem, haham
Joseph Ben Masesa emr ederek, Talmudu Arapcaya terceme
etdirmisdir. Okundukdan sonra, bu tercemeye (Keseye konan pislik)
ismi verilmisdir. Ikinci Hakem, 366 [m. 976] da vefât etdi.
Karâim yehûdîleri, Talmudu red etmis ve bunu bid’at kabûl etmislerdir.
Talmuda göre kadın, dînî mekteblere alınamaz. Çünki hafîf
akllıdır ve ona din egitimi sart degildir. (Kim kızına Tevrât ögretirse,
ona kötü bir sey ögretmis olur) cümlesi haham Eliazerindir.
(Misna, Nasim (kadınlar), Sotak kısmı 216). Yehûdî haham Mûsâ
bin Meymun, bundan maksadın Tevrât degil, Talmud oldugunu
zikr etmisdir.
   Talmud, müneccimligin insan hayâtına hükm eden bir ilm oldugunu
bildirmekdedir. Talmud, (Günes tutulması, milletler için kötü
bir alâmetdir) demekdedir. [Evil-Sign] Ay tutulmasının ise, yehûdîler
için kötü bir alâmet oldugu yazılıdır. Talmud, sihr ve kehânetlerle
doludur. Birçok seyleri ifrîtlere (Demons) baglamıslardır.
Haham Rav Hunr (Her birimizin sagında onbin, solunda onbin ifrît
[seytân] bulunur) demekdedir. Haham Rabba ise, (Havradaki
va’z sırasında zuhûr eden izdihâm, ifrîtler sebebi iledir. Elbiselerin
eskimesi, ifrîtlerin sürtünmelerindendir. Ayakların kırılması, yine
ifrîtler sebebi iledir) demekdedir. Talmudda, seytânların, öküzlerin
boynuzlarında raks etdikleri, seytânın Tevrât okuyanlara zarar
veremiyecegi, Cehennem atesinin, Benî Isrâîlin günâhkârlarını
yakmıyacagı yazılıdır.
   Yine Talmudda, Benî Isrâîlin günâhkârlarının oniki ay Cehennemde yanacagı, Kıyâmeti inkâr edenlerin ve diger milletlerdenolan günâhkârların elîm bir azâb içinde ebedî olarak kalacakları, orada vücûdlarının kurtlarının ölmiyecegi ve ateslerinin sönmiyecegi yazılıdır.
   Yine ba’zı hahamlar Talmudda, rûh cesedden ayrıldıkdan sonra,hesâb olmadıgını, günâhlardan cesedin mes’ûl oldugunu, rûhuncesedden mes’ûl olmasının mümkin olmadıgını yazmıslardır. Baskabir haham da, yine Talmudda buna i’tirâz etmisdir.

Talmudda, (Hahamlardan ba’zıları, insan ve karpuz yaratmaga kâdirdir) diye yazılıdır. Bir hahamın, bir kadını disi merkeb hâline getirdigi, üzerine bindigi, onunla çarsıya gitdigi, sonra da baska bir hahamın, onu eski hâline çevirdigi, Talmudun rivâyetlerindendir.


Talmudda, hahamların hârikulâde isleri, yılanlar, kurbagalar, kuslar ve balıklara âid pekçok efsâne ve kıssaları yazılıdır. Yine Talmudun beyânına göre, ormanda bir yırtıcı hayvan olup, Rum kayseri bunu görmek istemis, bu hayvan Romaya 400 mil yaklasınca kükremis ve Roma sehrinin dıvarları yıkılmısdır. Yine Talmudun beyânına göre, ormanda bir yasında bir öküz, Tûr dagı kadar imis.


Çok büyük oldugu için, bunları kurtarmak Nûh aleyhisselâma çok zor gelmis ve bunlardan sâdece birini boynuzlarından gemiye baglamıs.


O zemânın Bashan (Bolan) beldesinin mâliki olan (Üc), vücûdu çok büyük oldugu için, gemiye binememis, o da öküzün sırtına binmis. Bu melik Üc, dünyâ kadınlarından biri ile evlenen bir melekden dogan Amâlikalılardan imis. Ayagı 40 mil uzunlugunda imis. Akl ve mantıgın aslâ kabûl edemiyecegi dahâ nice safsatalar…

   Talmudun Hosem hamispat, Yoreh deah, Sultan Arah kısmlarında,
(Yehûdî olmıyan kimselerin kanını akıtmak Allaha kurban
takdim etmekdir), (Yehûdîlik maksad ve gâyesi için islenen bütün günâhlar, gizli olmak sartı ile mubâhdır), (Yalnız yehûdî olanlara insan gözü ile bakılır. Yehûdî olmayanlar birer hayvandır), (Allah dünyânın bütün servetini sâdece yehûdîlere tahsîs etmisdir), (Hırsızlık etmeyiniz emri sâdece yehûdîler içindir. Diger milletlerin canları ve malları halâldir), (Yehûdî olmıyanların ırzı, nâmûsu halâldir. Zinâ etmiyeceksin emri yehûdîler içindir), (Yehûdî olmayanın, malını çalan ve isini elinden alan bir yehûdî, iyi bir is yapmısdır), (Emrlerimizi, yehûdî olmıyan birine haber vermek, bütün yehûdîleri katl edilmeleri için ihbâr etmekle aynıdır. Yehûdî olmıyanlar, kendileri için ögretdiğimiz şeylerden ma’lûmât sâhibi olunca bizi sürgün ederler), (Zirâatden dahâ aşağı bir iş yokdur) gibi cümleler vardır.
   Talmudda, yehûdîlerin bekledikleri Mesîh için, (Mesîh, yehûdî olmıyanları, harb arabalarının tekerlekleri altında ezecekdir. Büyük harb olacak ve insanların üçde ikisi ölecekdir. Yehûdîler gâlib olacak, maglûb olanların silâhlarını yedi sene yakacak olarak kullanacaklardır.
   Diger milletler yehûdîlere itâat edeceklerdir. Mesîh hıristiyanları kabûl etmiyecek ve onları temâmen imhâ edecekdir. Bütün milletlerin hazîneleri yehûdîlerin ellerine geçecek, yehûdîler çok zenginlesecekler. Hıristiyanlar yok edilince, diger milletlerin gözleri açılacak, onlar da yehûdî olacaklardır. Böylece yehûdîler dünyâya hâkim olacak, dünyânın hiç bir yerinde yehûdî olmıyan kimse kalmıyacakdır) demekdedir.
Yerli Düşünce

Kadim sırlar ve günümüzdeki yeri



Kabala, Yahudilerin kanına girmiş bir zehirdir, bundan kurtulmaları mümkün değil.” Yahudi yazar Theodore Rina

Hz. Yusuf, Mısır’da makam sahibi olup, çocukken kendisini kıskançlık sebebiyle kuyuya atan abisi Yahuda ve diğer kardeşlerini Mısır’a çağırdığında, onların burada kadim Mısır büyülerini öğrenip, Şeytan’la anlaşma yapacaklarını elbette bilemezdi.




Öyle ki, Hz. Yusuf’un ölümünden sonra Yahuda, şeytani güçle, kısa zamanda Beni İsrail’in liderliğini ele geçirir.

Yusufi değil de Yahudi olarak anılmaları işte bu sebeptendir.Yahuda öldüğünde ise soyu firavunların zulmüne uğrar, Allah, Hz. Musa’yı kendilerine kurtarıcı olarak seçer.

Bu dönem, Hz. Musa, hem firavunun Yahudilere olan zulmüne son verip Hak’ka iman etmesi, hem de kavmini birtakım sapkın alışkanlıklardan vazgeçirmesi için çabalamıştır. Bir dağın, şahit olduğunda yerle bir olmasını sağlayacak denli büyük mucizeler gören bu kavim, Hz. Musa’nın, yanlarından bir süre ayrılışında, bu alışkanlıklarına tekrar döner, Kabala’ya olan bağlılıklarını gösterirler.

“Hani Musa ile kırk geceliğine sözleşmiştik de siz onun arkasından buzağıyı ilâh edinerek zalimlerden olmuştunuz.” (Bakara Suresi, 51)
Yine Taha Suresi’nde anlatıldığı üzere bu buzağı normal bir buzağı değil, böğüren altın bir buzağıdır, aralarındaki Samiri isimli Kabalist tarafından ateşte harlanan süs eşyaları ile yapılmıştır. Bu buzağı, kavmin Mısır’dayken tapmakta olduğu Moloch’tan başkası değildir! Yahudiler, o bölgede bir süre sonra, Tevrat’ta anlatıldığı üzere kendilerine bir kral istediklerinde, Hz. Samuel başlarına Talut’u (Saul) başa geçirir. Hz. Davut bu dönem Saul’un yardımcısıdır. Söylenir ki, Saul zamanla güç sarhoşu olur, Allah’ın takdir ve takdisini kaybeder. Filistinlilerle yapılan bir savaşta ölür ve yerine Hz. Davut geçer. Sonra da o tahta Hz. Süleyman geçecektir.

Yahudiler, ne Hz. Davut’u ne de Hz. Süleyman’ı peygamber olarak görür. Fakat Hz. Süleyman’a verilen ilme olan hayranlıklarını hiçbir türlü gizleyemezler. Hz. Süleyman dönemine baktığımızda, Yahudiler tarafından ne denli istismar edilmeye müsait bir dönem olduğunu anlayabiliriz.

“Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, zincirlere bağlı olarak, diğerlerini de, O’nun (Süleyman) emrine verdik.”(Sad Suresi, 37-38)

Allah tarafından Hz. Süleyman’a öğretilen 6 köşeli yıldız, cinleri komuta ve kontrol eden bir tür tılsımdır, fakat sonraları Kabalist Yahudiler bu tılsımı cinleri çağırma ve onlarla iletişime geçme adına kullandılar. Cinler, yaptıkları sarayda, kendi üsul ve yöntemlerini kullandılar, mimaride de Yahudilere ilham kaynağı oldular. Öyle ki Eski Mısır’dan bu yana zaten Kabala ile haşır neşir olan bu kavimden bir taife, bu şeytani ilimde uzmanlaştıkça uzmanlaşır. Büyü yöntemlerini kitaplaştırırlar. Hz.Süleyman tüm bu büyü kitaplarını toplatıp yaktıysa da pekçok yöntemi çoktan öğrenmişlerdir. Hz. Süleyman’ın büyü kitaplarını toplatması üzerine nefretlerini azdırıp O’nun hakkında Moloch(Moleke) yani şeytana taptığı iftirasını atarlar:


“Süleyman yaşlandıkça, karıları O’nu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini, Tanrısı olan Rabbe adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalıların tanrıçası Aştorete ve Ammonluların iğrenç ilahı Moleke taptı.” (Eski Ahit, Krallar Bölümü 11/4-5)

İşte bu noktada Allah’ın, peygamberini savunan ayeti, iftiracılara sert bir cevap niteliğindedir:

“Süleyman’ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil’de Hârût ve Mârût adlı iki melek/iki melik üzerine indirileni öğretiyorlardı. Oysaki o iki melek, “Biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. İnsanlar onlardan erkekle eşinin arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu satın alanın âhirette hiçbir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Öz benliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilebilselerdi!” (Bakara Suresi, 102)


Ayetten çıkarılacak başka bir anlam da Babil’de öğretilen bu ilmi, iletişime geçtikleri şeytanlar aracılığıyla Yahudilerin çoktan öğrenmiş olduklarıdır. Hz. Süleyman’ın vefatından çok sonra Yahudi Krallığı Babil istilasına uğrayıp, Süleyman Sarayı yıkılıp, Yahudiler Irak’a sürgün edildiklerinde, sürgündeki Kabalist yahudi hahamlarca Talmud kaleme alınır. İçerisinde ensest ilişkiyi öneren, zinayı, gaspı, yalanı ve birçok günahı Yahudi tarafına meşru gören, bütün milletleri goyim yani Yahudilere köle olarak sayan ve Yahudi kavmine dünyanın hakimi olma adına her yolu mubah gösteren sözler işte bu kitapta yer alır. Bu kitap doğrudan Şeytan vahyidir ve Yahudiliğin içerisine inanç sisteminin bir parçası olarak girmiştir.

Yahudiler Irak sürgününden döndüklerinde, Hz. Süleyman Sarayı’nı tekrar inşaa etmek istediler. Burada durup bir düşünelim. Hz. Süleyman yokken bir saray ne işe yarar? Kendilerine Allah tarafından zorla çalıştırılacak şeytanlar/cinler de verilmeyeceğine gore, aynı bölgede, aynı mimaride, aynı sembolik yapılarla amaçladıkları nedir? Bu dönem kendilerine, Pers Kralı Kuruş yardım eder ve sarayı tekrar inşaa ederler. Hz. İsa dönemine kadar Yahudilere birçok uyarıcının gelmesi olasıdır, Tevrat’ın bazı bölümlerine adını veren peygamberlerden bunu anlayabiliriz.Hz. İsa da bu soy içerisinden çıkan pekçok peygamber gibi Yahudileri bu şeytani alışkanlıklarından vazgeçirmeye çalışır fakat Yahudiler O’nun Hak’kı haykırmasına daha fazla tahammül gösteremeyip, Yahudiye eyaletinin valisi olan Pontius’a O’nu şikayet ederler. Yahuda isimli hain bir yahudi tarafından ispiyon edilse de Allah Hz. İsa’yı katına yükseltir, O’nun suretinde başka birisini gösterir ve çarmıha da o kişiyi gererler.

Yahudiler bu olaydan sonra Hz. İsa’nın ve kavmine aşılamaya çalıştığı tevhid inancının, mağduriyet ilkesi gereği galip geleceğini anladıkları vakit, Pavlus kanalıyla bunun önünü almaya çalışırlar. Pavlus bir Farisi yani İranlı bir Yahudiydi. Kendisi de bunu mektuplarında itiraf eder:

“Kardeşler, ben öz be öz Farisiyim. Ölülerin dirileceği umudunu beslediğim için yargılanmaktayım.” (Elçinin İşleri 23:6)

Diğer yandan Yeni Ahit’te Ferisiler’e güvenilmemesi gerektiği söylenir:

“İsa onlara, ‘Dikkatli olun, Farisiler’in ve Sadukiler’in mayasından kaçının!’dedi.“ (İncil, Matta 16:9)

Pavlus, Hz. İsa’nın ölümünden hemen sonra, Tanrı-oğul, teslis, vaftiz gibi tevhidin karşısında yer alan öğretiler geliştirdi ve sözde Hristiyanlık esasta Paganizm ve Mitraizm karışımı yeni bir din tesis etti. Hz. İsa’nın doğum tarihi olarak 25 Aralık Pazar’ı belirtir oysa 25 Aralık, İran Güneş Tanrısı Mitra’nın doğum günüdür, Yahudilerin de Hanuka dedikleri ‘Işık Bayramı’, İbrani takviminde Kislev ayının 25. günü başlar! Kislev, Miladi Takvimdeki Aralık ayıdır. Ayrıca tüm güneşe tapan dinlerin, Yezidilerin, Zerdüştlerin de o gün bayramıdır.

Pazar günü ingilizce ‘Sunday’dir, yani ‘güneş günü’. Açık değil mi? Matta, Markos, Luka, Yuhanna kimin öğrencileri? ‘İsa’nın sözleri’ diyerek esasta kimin sözleri ve öğretilerine kitaplarında yer verdiler sizce?
Konstantin Roma’nın resmi dini olarak acaba gerçekten Hristiyanlığı mı yoksa Mitraizmi mi seçer?

Yahudiler, M.S 70 yılında, Roma İmparatorluğu’nun, Süleyman Sarayı’nın kapısına kendi putlarını yerleştirmesine öfkelenerek ayaklanırlar, Kudüs çevresinde Roma askerleri tarafından öyle bir baskın yapılır ki, Süleyman Sarayı’nı yıkar, binlerce Yahudiyi katleder, geri kalanları ise o bölgeden çıkmak zorunda bırakırlar. Artık Yahudilerin o bölgedeki hakimiyeti yok olmuştur. Böylece Avrupa’ya, Mısır’a ve Afrika’ya yayılmaya başlarlar. Artık 1948’e dek bu bölgeye tekrar dönüp, devlet kuramayacaklarını biliyoruz.Bugün, Masonlar ile Yahudiler arasında bir bağlantı olup olmadığı tartışılır. Oysa aralarında çok güçlü bir bağ vardır. Masonlara, Kabalayı Yahudiler öğretir ve ikisi de Kabala’ya sahipse, Şeytan ikisiyle de aynı dili konuşuyor demektir.

1095’te Mitraist Vatikan’ın Papası Urbanus, Şam ve Kudüs yakınlarına saldırı emrini verir ve Haçlı orduları burada büyük bir katliam gerçekleştirir. Mescid-i Aksa ve Kubbetüs Sahra yakınlarına yerleşirler. Burada kaldıkları süre boyunca Kabalist Yahudi Hahamlarıyla tanışır ve onlardan Kabala’yı öğrenirler. Masonluk adıyla kurulacak şeytani bir örgütün tohumları böylelikle atılmış olur. 1177’ye kadar burada Süleyman Sarayı’nı inşaa etmek adına iskan ederler fakat Selahaddin Eyyubi ve ordusuyla yaptıkları savaşta mağlup olur, tekrar Avrupa’ya dönmek zorunda kalırlar.

Döndüklerinde Vatikan, savaşı kaybetmeleri ve sapkın hallere düşmeleri gerekçesiyle (Hristiyanlık, her ne kadar itikadde paganist bir yapıda da olsa şeriatlerinde bazı ahlaki kurallara sahiptir) idam cezasına çarptırılırlar. Birçoğu, İngiltere ve İskoçya’ya kaçar. Burada, Kudüs’te iken Yahudilerden öğrendikleri mimari biçimlerini uygularlar, Gothic Mimari bunlardan birisidir. İngiltere’ye okyanuslara dayanıklı ilk gemiyi yaparlar. (Muhtemelen bunu da Kudüs’teyken, Hz. Süleymanın ermine verilen duvar ustası ve dalgıçcı cinlerle irtibatli hahamlardan öğrenmişlerdi). İngiltere’nin ‘sömürge imratorluğu’ böylece başlamış olur.

Yine bu vakitte Napolyon, Malta Adası’nı işgal edip, krallığın tüm hazinelerini bir gemiye yığıp kaçmaya çalıştığı sırada İngiltere tarafından durdurulur, gemi batar, tabii hazineler kurtarılıp, Tapınakçılar zengin edilir. 1717’de ilk resmi Mason Locası İngiltere’de açıldığı vakit, artık masonlar politikadan, hukuka, sanayiden, eğitime, ekonomiye kadar tüm kurumlara çoktan sızmış ve hakimiyet kurmuştur. Avrupa’da hızla lobileşirler, denizcilikte gelişir, yeni ülkeler keşfeder yahut işgal eder, sömürgeleştirdikçe zenginleşirler.

Amerika kıtası keşfedilince, Kuzey Amerika’ya yerleşip, tamamen Masonik bir devlet kurarlar.Masonlar burada devlet kurunlarını kendi kontrollerinde tesis edip, güç ve zenginliklerini artırmak amacıyla her kurum için birtakım sistemler geliştirirler. Bunlardan biri de ekonomiye hakimiyet amacıyla kurdukları, özel teşebbüse ait bir bankanın devlete/kamuya borç verme esasına dayanan ‘federal rezerv’ sistemidir. Bu sisteme göre devletin/kamunun harcmaları arttıkça Mason bankerlere olan borçlanma artacaktır. Öyle ki mason bankerleri en çok zengin edecek harcama, savaş sanayii harcamalarıdır, bu yüzden ABD ‘kaostan kâr’ politikası izler. O zamana dek dünya ‘toplu cinnet ortamı’ görmemiştir , ta ki Yahudi masonlar, bir dünya savaşı çıkarabilecek güçe erişinceye kadar.

I.Dünya Savaşı öncesinde Abdülhamit’e gelerek Filistin topraklarını isteyen Siyonist Theodore Herzl’in finansörü Mason Rotchild Hanedanlığı’dır. Yahudiler Kudüs’e tekrar sahip olup, Süleyman Sarayı’nı tekrar inşaa etmek ister. Osmanlı engeline takıldıklarında, plan bellidir.

I Dünya Savaşı ile o bölgeler güçlü bir himayeden kopartılır. Geriye sadece Avrupa’da dağınık yaşayan Yahudileri Kudüs’e ulaşabilecekleri bir bölgede toplamak kalır. II.Dünya Savaşı’nda, Mitraist/Paganist Naziler, Avrupa’daki mason locaları, savaşı finanse eden güçlü Yahudi aileler ve ABD, milyonlarca insanı Şeytan’a kurban ederek, amacına ulaşır.


Tüm bu savaşlar, işgaller, katliamların emrinin verenin, Süleyman Sarayı saplantısının sahibinin, Tevrat’ın muharref birçok bölümünde ve Talmud’da, dünyaya hakimiyet kurmaları adına sahip olmaları gereken toprakları haber veren ve bu yolda izlemeleri gereken yol haritalarını çizen Şeytan’ın bizzat kendisidir.
Şeytan ile iletişime geçmelerini sağlayansa Kabala’dır.


Yahudiler Kabala’yı Eski Mısır’dan aldılar demiştik. Eski Mısır’ın semboloji taassubu, Kabala’dan ileri gelir ve bu kültür zamanla Kabala’yı benimseyen Yahudilere de nüfuz eder. Semboloji yoluyla, Şeytanları kutsar, yine semboloji yoluyla onlarla iletişim kanalları açıp, kuvvetli bağlar kurarlar. Hiçbir zaman bundan vazgeçmiş değiller, Bugün Eski Mısır’a ve şeytanlara olan bağlılıklarını gösteren ve onları övüp kutsayan alametleri görebiliriz.



1 dolar ve üzerindeki semboller
Üzerinde 6 sene boyunca 15 kişinin çalışıp tasarlamış olduğu 1 dolar’a neredeyse tüm inanç ve öğretilerini işlemişlerdir. Piramit üzerindeki ‘tek göz’ İblis’in gözüdür, aslında Deccal’in gözüdür, Deccal de cin taifesinden olacağı için İblis’in gözü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bir mucizedir ki, masonların piramit üzerine kondurduğu ve ‘Tanrımız’ dedikleri Deccal’in tek gözlü oluşuna Hz. Muhammed s.a.v, 1400 sene öncesinden dikkat çekmiştir.


“Hiçbir peygamber yoktur ki ümmetini tek gözlü Deccal’den uyarmış olmasın. Dikkat edin O’nun bir gözü kördür. Rabbiniz olan Allah ise tek gözlü değildir. ” (Hadis-i Şerif Buhari, Fiten, 26)

Yine Deccal’in tek gözlü olluşuna, Eski Ahit de gönderme yapar:


“Kılıç onun sol kolunu ve sağ gözünü vursun. Kolu tamamen kurusun, sağ gözü kör olsun!” (Zekeriya 11/17)
Piramite dikkat ettiğimizde Masonluğun York Riti’ne göre 13 katlı ve Hz. Süleyman’ın emrine verilen 72 büyük şeytanı temsilen 72 taşlı olduğunu farkederiz. Piramitin altındaki latince yazı ‘Novus ordo seclorum’ yeni dünyevi düzen demektir. Yine piramitin en alt taşındaki Romen rakamı MDCCLXXVI, Rumi ebced olarak 1776’yı verir. Bu tarih Amerikan Bağımsızlık bildirgesinin imzalandığı tarih olduğu gibi, aynı zamanda Masonik İlluminati örgütünün kuruluş tarihidir.


1 dolar üzerindeki piramit ve üzerindeki semboller

Çoğu kişi 6 köşeli yıldızı Hz. Süleyman’ın kullanmasından sebep kutsal sayar, oysa daha once de belirttiğimiz üzere bu işaret Hz. Süleyman’ın cinleri kontrol etmesi amacıyla Allah tarafından kendisine öğretilmiştir.Aslında bu simge amaca göre iyi veya kötü manada kullanılan bir ilmin anahtarıdır.Yani bu simgeyi müslümanlarda zaman zaman kullanmışlardır. Ama bizim kullanış amacımız büyü ve tılsım manasında değil, insanlara musallat olmuş cinlerle temas kurup onları uzaklaştırmak veya içine yazılan bazı dualarla cin musallatından korunmak amacıyla ve Hz.Süleyman'ın gerçek temsilcilerinin biz olduğumuzu kanıtlamak maksadıyla kullanılmıştır.Nitekim ünlü Osmanlı kaptanı deryalarından olan Barbaros Hayrettin Paşa'da, sancağında mühr-ü süleyman veya Davud yıldızı adı verilen bu yıldızı kullanmıştır. Ancak bu tılsım kötü işler içinde kullanılmış ve kullanılmaktadır. Bu tılsımı Yahudiler, cinlerle irtibat kurmak ve büyü yapmak amacıyla kullanmış, bu ilim Masonluğa intikal ettirmişlerdir.


Ayrıca bir ek bilgi daha verecek olursak, iç içe geçmiş ve ortada kesişen bu iki üçgenden oluşan sembolde, bir tarafı bizim dünyamızı diğer tarafta cinlerin alemini simgeler.Ortada kesişen yerler ise cinlerle insanların, kullandığı ortak alanlardır.



Barbaros Hayrettin Paşa sancağı ve askerlerimiz



Doların sağ tarafındaki kartal figurü, Eski Mısır’dan beri kullanılan bir figürdür, özellikle paganist Roma İmparatorluğu’nun putu olarak kabul edilmiştir. Başındaki 13 yıldız 6 köşeli yıldızı oluşturur. Pençelerinde birinde tuttuğu oklar, savaşı, diğerinde tuttuğu zeytin dalları, barışı sembolize eder. Bu da her ikisini kendilerinin yönettiğini bize bildirir.



Dolardaki kartal


Dolara gizlenmiş bir başka simge de baykuştur. Baykuşun da yine Eski Mısır’dan gelme bir anlamı var. Eski Mısır Tanrılarından Uluka baykuş görünümündedir. Eski Mısır’da baykuş ölüm ve karanlıkla anılır.Yani bir nevi uğursuzlukla da anılır diyebiliriz. Ne yazık ki bu saçma, hurafe ve baykuşun uğursuzluğuna bazı cahil müslümanlarda inanmış durumdadırlar. Oysa Baykuş, uğursuz değildir.İslam da uğursuzluğa inanmak diye birşey yoktur. Bu konu hakkında detaylı bilgi için bknz; (http://shar.es/1m51vX )




Dolardaki baykuş

Hemen aşağıda ise Mezopotamya tanrılarından olan Lilith'in tasviri var. Baykuş vücuduna sahip olan Lilith’in elinde Eski Mısır tanrılarının da tuttuğu ankh var, arkada baykuşlar ve kendisi aslanlar üzerinde ayakta duruyor. Bakıldığı zaman Mezopotamya tanrıları, Antik Yunan tanrıları, Eski Çin tanrıları ve Eski Mısır tanrıları birbirine çok benzer.Hatta bazı Hind tanrıları bile bu kategoriye girer. Bu, esasta sözde tanrılarının aynı, yani şeytanların her zaman aynı yöntemi kullandığını, sadece farklı kılıklar seçtiklerinin bir göstergesidir. Kimi zaman baykuşa, kimi zaman aslana, kimi zaman ise keçi, fil ve boğa şeklinde görünürler. Amaçları ise bellidir. İnsanı Allah'a ibadet etmekten alıkoymak, insanları kendilerine taptırmak ve bu yolla insanlardan kurban istemektir. Kurban istemelerinin iki sebebi vardır:



Birincisi, akan masum ve günahsızların akan kanıyla birlikte, bir enerji açığa çıkar ve bu enerji onların, yani ifritlerin bizim dünyamızda daha fazla kalabilmesine ve güçlenmesine yarar.

İkincisi, akıtılan masum kanlar, o cinayeti işleyenlerin cehenneme gitmesine sebebiyet verir. Bu durum ise, zaten en başından beri insana düşman olan şeytan ve onun soyu olan ifrit ve marid cinsinden olan cinlerin yapmaya çalıştıkları en önemli bir amaçlarındandır.





Mezopotamya tanrılarından Lilith




Bu Mezopotamya tanrısı Lilith. Baykuş vücuduna sahip olan Lilith’in elinde Eski Mısır tanrılarının da tuttuğu ankh var, arkada baykuşlar ve kendisi aslanlar üzerinde ayakta duruyor.


Bakın şu gerçeği kesinlikle gözardı etmeyin. Dünyanın birçok önemli devletindeki yöneticilerin çoğu satanisttir. Yani doğrudan olmasa da şeytana ve onun ifritlerine taparlar. Baykuş, Eski Mısır’daki öneminden sebep Masonlar ve Yahudiler için de son derece önemlidir. Öyle ki, Baykuş Tanrısı Uluka’ya Mısır’daki gibi tekrar tapınma adına Bohemian Club’u kurmuşlardır. Hatta Bohemian Grove denilen mevkide ayinleri bile görüntülenmiştir.Aşağıda soldaki resim Bohemian Klübün simgesidir. Sağdaki resim ise, Bohemian Grove'da yapılan Uluka'ya tapma ayininden bir karedir.


Bohemian Grove adlı mekan, Abd'nin San Francisco eyaletinin kuzeyinde Santa Rosa yakınlarında, Redwood ormanları içerisinde bir kamp alanı gibi bir alandır. Normal kamp alanlarından farkı ise her sene Amerikan plutokrasisinin önde gelenlerinin toplanip iki hafta garip, tantra (seks) şeklinde ve eski pagan duaları eşliğinde yapılan ayinlerle Uluka'ya tapınmasıdır. Burada Amerikan başkanları, bankerleri, generaller, bakanlar, önde gelen gazeteciler iş adamları, masonlar vs. toplanıp aksamları ışık gösterileri eşliğinde, büyük bir baykuş toteminin (put,heykel) altında, eski pagan, mezopotamya, babil vs. zamanında yaptıkları ayinlerini tekrar canlandırıp coşarlar. Zaman zaman Amerika dışından önemli dünya liderleri de davet edilir buraya. Kissinger, Rockefeller'lar, Amerikan başkanları, Bush'lar, Greenspan vs. düzenli katılımcıları arasindadır. Sadece erkekler davet edilir. Dolayısıyla eşcinsel bir tantra ayini düzenlenir.






Uluka'ya tapma ayini


ABD'nin kongre binasına, kuş bakışı bakıldığında ne görülür dersiniz ? Mimarisine bir göz atalım. Aşağıda kongre binasının kuş bakışı görünüşünün resimleri var. Siz hangi hayvana benzettiniz ? Çok mu paranoyağız acaba ne dersiniz ?




Abd kongre binası



Gelelim 666 sayısına, nedir bu 666 ? Neden bu kadar önemli ?


666’nın işlendiği bir tılsım, Süleyman Mührü’dür. Hz. Süleyman’ın Allah’ın öğrettiği ve izin verdiği üzere bu tılsımı cinleri kontrol etmek için kullandığını biliyoruz, Kabalistler ise bu tılsımı onlarla bağlantı kurmak için kullanıyordu, çünkü 6 köşeli yıldıza işlenmiş sayı, cinlerin okuduğu bir sayıdır. Bu sayı 666’dır. Bu tılsım, 6 açı, 6 kenar ve 6 küçük üçgene sahiptir.


Tahrif edilmiş İncil'de bu konu ile ilgili iki pasajda bu konu hakkında detaylar geçiyor.İşte o pasajlar:

“Canavar ve onun önünde mucizeler yapan sahte peygamber yakalandı. Sahte peygamber, canavarın işaretini(666) alıp onun putuna tapanları bu mucizelerle saptırmıştı. Her ikisi de kükürtle yanan ateş gölüne diri diri atıldı.” (Vahiy/Revelation 19/20)

“Sonra on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın denizden çıktığını gördüm. Boynuzlarının üzerinde on taç vardı, başlarının üzerinde küfür niteliğinde adlar yazılıydı. Gördüğüm canavar parsa benziyordu. Ayakları ayı ayağı, ağzı aslan ağzı gibiydi. Ejderha canavara kendi gücü ve tahtıyla birlikte büyük yetki verdi. Küçük büyük, zengin yoksul, özgür köle, herkesin sağ eline ya da alnına bir işaret vurduruyordu. Öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan ne bir şey satın alabilsin, ne de satabilsin. Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı insanı simgeler. Sayısı 666’dır.” (Vahiy/Revelation 13)


Aşağıda ki simge İngiliz kraliyet ailesinin simgesidir. İngiliz kraliyet ailesi, firavun hanedanının devamıdır. Bu hanedan devam etmektedir. Bu hanedan kendisini korumak adına, her türlü iğrenç uygulamayı (ensest, yani aile içi ilişki) her türlü cinayeti işlemiştir (Prenses Diana tünelde kaza süsüyle öldürülmüştür. Diana'nın lakabı ise eski Mısır tanrılarından olan Isis'tir. İsis ise doğurgan ve dişi bir tanrıdır. Diana, hanedan dışından birisini sevmiş ve ondan hamile kaldığı iiçin yok edildi ama kayıtlara trafik kazası olarak geçti)



İngiliz, kraliyet arması, Buckingham Sarayı'nın kapısında mevcuttur.



İngiltere Kraliyet Arması, tamamen Vahiy/13 baz alınarak tasarlanmıştır. Ejderha bir yanda, ağzı aslan ayakları ayı bir canavar diğer yanda, ortada ise Kral Şeytan. Yine Şeytan’ın sayısını tarif ederken, anlaşıldığı üzere sayıyı iletişime geçtikleri şeytanlardan öğrenip, bu sayıyı nasıl kullanmaları gerektiği tarifini de almışlardır. Ticarette kullanılması gerektiğini bizzat Şeytan bildirmiştir!






Barkodun üzerindeki başta,ortada ve sondaki kalın çift çizgiler, 666'yı simgeler



Barkod teknolojisini masonlar icat eder, bu teknolojide ikili çizgi 6’ya tekabül etmektedir. Masonlar ve Yahudiler için önemli bir başka figür de aslandır. Aslan, Eski Mısır’da firavunların tahtının sağ ve solunda yer alır, güç ve iktidarın simgesi kabul edilir. Bazı scientologist Eski Mısır araştırmacılarına göre, firavunlar ‘Aslan Takım Yıldızı’ndan gelmiştir. Esasta bu firavunların ve onların günümüze ulaşan soyunun iddiasıdır. Her firavun cin taifesinden olmayabilir fakat cinlerle irtibatları söz konusudur.






Bugün İsrael devletinin sembol hayvanı ne dersiniz?

33.dereceden bir mason olan Walt Disney’in sahibi olduğu Disney Channel’in ürettiği ‘Aslan Kral’ çizgi filmiyle neyin mesajını vermek istiyorlar sizce? Yılan ise Eski Mısır’da bazı firavunların başında yer almıştır, bunlardan biri İsis’tir.Güneş Tanrısı karanlıklar ve kötülükler dünyasıyla savaşırken, yılanlar gelir ve güneş ışığını korurlarmış bir rivayete göre.




Bir diğer yılan tanrı: '' Amemt ''

Yine Eski Mısır’da Yılan Tanrı Amemt, insanların başına felaket getiren, çocuk kurban edildiği zaman öfkesi dindiğine inanılan bir tanrıdır.Amemt’e tapınmayı bıraktılar mı dersiniz? Aşağıda solda Amemt'in tasviri, sağda ise ünlü otomobil firması Alfa Romeo'nun logosu var. Uyanın beyler bayanlar, bugün hala bu inanca sahip ve gerçekten insan kurban eden ruh hastası, görünüşte insan ama şeytanın avanesi olmuş birçok yaratık var.





Yahudiler için Şeytan’ın en çok kılığına girdiği hayvan da yılandır.
İşte Muharref Tevrat'tan, bu konuda bir alıntı:

Yılan, Adem’i cennetten çıkardı. Tanrı, “Bahçenin ortasında ki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın, yoksa ölürsünüz.” dedi. Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi. Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız. Kadın meyveyi koparıp yedi, yanındaki kocasına da verdi, O da yedi. Rab Tanrı: “ Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin? ” dedi. Böylece Rab Tanrı Adem’i Aden bahçesinden çıkardı, O’nu kovdu.(Yaratılış 3 / 3,24)




Apple firmasının logosu da buradan esinlenilmiştir. Onlara göre bu elma ilk günahı temsil eder.



Burada bir açıklama ve ek bir bilgi vermek gerekirse, Yahudi ve Hristiyanların kitaplarının çoğunda bu meyve, açıkça elma diye bahsedilir.Oysa dinimize göre sadece meyve olarak bahsedilir ve meyvenin ismi zikredilmez. Ayrıca bu olay ve Hz.Adem'in yaptığı eylem bir günah değil zelle'dir. Ayrıca bu olay, şeytanın beklediğinin aksine insanın yararına bir durum ortaya çıkarmıştır. Zaten cennetten, dünyaya indirilecek insana, bu olay sonucunda insana tövbe kapısı açılmıştır.


Kabala, Sefirot, denilen kavramlara, bir göz atalım !


Kabala’da da yılan, Şeytan’ı sembolize eder. Sephiroth (Hayat Ağacı) dedikleri sembol, her biri farklı anlamlar ve sırlar içeren sayısal değerlerle çalışan bir büyü sistemidir. Sephiroth’a sarılı duran yılan yani Şeytan ve bu sistemi onlara öğreten de O’dur.



Sefirot şeması



Yine, Tıp kelimesinin orijinini aldığı Teb (Thebai) şehrinin totemi yılandır. Teb şehri ise eski Mısır’ın en önemli sağlık merkezidir. Bugün Masonların kurduğu modern tıp, sembolünü Eski Mısır’dan alır.



Hermesin asası ve modern tıbbın sembolünün eski Mısır kökeni

Bir asa üzerinde kıvrılan iki yılan (Hermes’in Asası) neyi ifade ediyor olabilir?

Yahudiler Eski Mısır’da Moloch isimli bir boğa yahut buzağı görünümünde bir tanrıya tapınmışlardı. Hatta Hz. Musa yanlarından bir süre ayrıldığında tekrar tapınmaya başlayacak kadar Moloch’a bağlıydılar, demiştik.



( Bu konuyla ilgili daha detaylı bilgi almak isteyenler, Samiriler hakkındaki araştırmamıza bakabilirler bknz. http://shar.es/1m5Tjy )



Moloch'a çocuk kurbanının tasviri
Yahudiler Eski Mısır’da Moloch’ı, ateşe değerli eşyalarını atıp Kabala’dan birtakım sözler söyleyerek çağırmışlardır. Moloch’a isteklerini sunmuş, O da çocukları karşılığında bunları gerçekleştireceği vaadini vermiştir. Zamanla başlarına gelen her bir felaket için daha çok çocuk kurban adarlar. Öyle ki Yahudi krallarından Ahaz, kendi oğlunu dahi Moloch’a kurban etmiştir. Kabalistlerin ve Masonların bu tanrıya günümüzde tapınmadıklarını sanıyorsanız, yanılırsınız.




New York’un göbeğine yaptıkları bu devasa boyuttaki heykel, tanrıları Moloch’a olan saygı gösterileridir.
Elbette Moloch’a olan bağlılıklarını sadece bir heykel anlatmaya yetmez. ‘Güneş diski önünde iki boğa çarpışmak üzere’çizilmiş bir marka amblemi. Neden güneş diski?


Güneş diski firavunların hiyerogliflerinde başlarının etrafında görülür, özellikle Güneş Tanrısı Ra bu güneş diskiyle sıkça tasvir edilmiştir. Mitra’nın yüzünü yüzyıllardır Hz. İsa olarak tanıtan Paganist Vatikan’ın dünyaya servis ettiği ikon ve resimlerde de güneş diskine rastlanır.Güneş dini gerçekte kendini Güneş’in, Işığın Efendisi olarak tanıtan Lucifer’in dinidir. Paganizm, Güneş Tapıcılığı bir anlamda Şeytanperestliktir.








Gelelim Kabala'ya...

İsrailoğulları henüz Hz. Musa (as) hayatta iken dahi, Eski Mısır'da gördükleri putların benzerlerini yapıp onlara tapınmaya başlamışken, Hz. Musa (as)'ın vefatının ardından daha ileri sapmalara kaymaları zor olmamıştır. Kuşkusuz tüm Yahudiler için aynı şey söylenemez, ama aralarından bazıları Mısır'ın putperest kültürünü yaşatmış, dahası bu kültürün temelini oluşturan Mısır rahiplerinin (Firavun büyücülerinin) öğretilerini sürdürmüş, bu öğretileri Yahudiliğin içine sokarak onu tahrif etmişlerdir.

Eski Mısır'dan Yahudiliğe devrolunan öğreti, Kabala'dır. Kabala da, aynı Mısır rahiplerinin sistemi gibi, ezoterik (gizemli) bir öğreti olarak yayılmış ve yine Mısır rahipleri gibi temelde büyü ile ilgilenmiştir. Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon Halevi, "Kabala, Tradition of Hidden Knowledge" (Kabala, Gizli İlmin Geleneği) adlı kitabında Kabala'yı şöyle tanımlamaktadır:

"Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur."

Kabala'nın en önemli özelliği, büyü ile yakından ilgili olmasıdır. Kabala'yı tanıtan en tanınmış kitaplardan biri "Die Kabala" (Von Papus) da, Kabala-büyü ilişkisini şöyle vurgular:

"Kabala'nın teorisi, büyünün genel teorisine bağlanır."




Kabala'nın dikkat çekici bir yönü ise, Tevrat'taki yaratılış anlatımından çok farklı bir anlatım içermesi, Eski Mısır'ın maddenin sürekliliğine dayalı materyalist görüşünü korumasıdır.

Eski Mısır'ın materyalist, büyüye dayalı ezoterik öğretilerini devralan Yahudiler, Tevrat'ın bu konudaki yasaklamalarını tamamen göz ardı ederek, diğer putperest kavimlerin büyü ritüellerini de benimsemişler ve böylece Kabala Yahudiliğin içinde, ama Tevrat'a muhalif bir mistik öğreti olarak gelişmiştir.

Kur'an'da bu konuya işaret eden bir ayet bulunmaktadır. Allah, İsrailoğulları'nın, kendi dinlerinin dışındaki kaynaklardan şeytani büyü öğretileri öğrendiklerini şöyle haber vermektedir:

"Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi, ancak şeytanlar inkâr etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe Harut'a ve Marut'a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: "Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkâr etme." demedikçe hiç kimseye öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi."(Bakara, 2/102)

Ayette bazı Yahudilerin, ahirette kayba uğrayacaklarını bilmelerine rağmen, büyü öğrendikleri ve uyguladıkları haber verilmektedir. Yine ayetteki ifadeyle, söz konusu Yahudiler, bu şekilde Allah'ın kendilerine indirdiği şeriattan sapmış ve putperestlerin kültürüne (büyü öğretilerine) özenerek "kendi nefislerini satmış", yani imandan vazgeçmişlerdir.

Bu ayette haber verilen gerçek, Yahudi tarihindeki önemli bir mücadelenin de ana hatlarını göstermektedir. Bu mücadele, Allah'ın Yahudilere gönderdiği peygamberler ve bu peygamberlere itaat eden mümin Yahudiler ile, Allah'ın emirlerine isyan eden, çevrelerindeki putperest kavimlere özenerek Allah'ın şeriatı yerine onların inanç ve kültürlerine eğilim gösteren sapkın Yahudiler arasındadır.

İşin ilginç yanı, bu mücadaleye bazı Yahudi olmayan kimselerin de katılmasıdır. Kabala ve ona dayalı pagan öğretiler, sadece Yahudiler içinde değil, Yahudi olmayanlar arasında da yankı bulmuştur.

Peki bu Yahudi olmayanlar neden Yahudilere yardım ediyor ?


Bununda iki sebebi vardır:

Birincisi, Nefislerine hoş gelen Dünya yaşamı sebebiyle, Yahudilerin bu sapkın tabakasına itaat ederek, ruhlarını adeta satıyorlar ve onların hizmetkârı olarak karşılığında; şan, şöhret, para, kadın gibi dünyalıkları elde etme isteğindendir.


İkincisi, Hristiyanların tahrif edilmiş İncilin'de, tıpkı Yahudilerin muharref Tevrat'ındaki gibi Mesih'in geleceğinden söz edilir ama mesih için gerekli şartlardan ve ne yapılması gerektiğinden bahsedilmez. Bunu bilen Yahudi hahamlar, önce Hristiyanlığın merkezi Vatikan'ı ele geçirdi ve bu düşünceyi Hristiyanlar arasında yayarak, şöyle bir tez uydurdular:


Bizde Mesih bekliyoruz, siz Hristiyanlarda mesih bekliyor. Ama sizin kitabınızda Mesih'in gelmesi için yapılacak işlemler ve eylemler açıkça yazmıyor ama bizim kitabımız olan Tevrat'ta bunlar yazıyor ve gelin bu eylemleri yapmada bize yardım edin diyerek, bu düşünceyi Hristiyanlara aşıladılar. Bugün Hristiyanların, Yahudilere yardım etmesinin sebebi budur...
Bütün bunlar neticesinde, Yahudi ve Hristiyan inancının tamamen karışmış olduğu bir inanış oluştu.Hatta Hristiyanların '' Haç işareti '' Yahudilerin sefirotundan esinlenilerek Hristiyanlığa sokulmuştur.Daha sonrasında Hristiyanlık, Yahudilerin daha da etki alanına girmiş ve Avrupa'da Protestanlık denilen '' pozitivist '' akımına bağlı Yahudi kökenliler tarafından Protestanlık mezhebi ortaya çıkmıştır. Protestanlık olarak ortaya çıkan bu mezhebinde farklı kolları türemiştir. Amerika'daki kolu ise Evanjelizm denilen yarı Hristiyan, yarı Yahudi tarikatı şekline dönüşmüştür.


Oscar ödülüne ilham olmuş, bir tanrı: '' Phat ''

Eski Mısır’da tapındıkları bir diğer tanrı Phat. Phat, Eski Mısır’da evreni ve diğer her şeyi yarattığına inanılan tanrıdır. Elleri dışında tüm bedeni sakıca sarılmış, elinde bir asa taşıyan, kafası kazınmış bir insan olarak tasvir edilir.Oscar Ödülü olarak tasarlanmış heykel, Phat isimli tanrılarının görüntüsündedir.



Solda, Oscar ödülü, sağda ise Mısır tanrılarından '' Phat ''


Yahudilerin ve Masonların en önemli tanrılarından biri: Baphomet


Baphomet esasta Eski Mısır Güneş Tanrısı Mendes’tir. Babillerde adı Ea, Antik Yunan’da ise Pan’dır.
Mendes’e Baphomet ismini Tapınakçıların koymuş olma ihtimali yüksektir zira tapınakçılar tekrar Vatikan’a döndüklerinde, tapındıkları tanrıyı itiraf etmeleri istendiğinde Mendes diyemezlerdi çünkü bu tanrı, Vatikan tarafından biliniyordu.




Soldan sağa: Kabalayla ilgilendiğini açıklayan Madonna, Baphomet tasviri, Abd'nin ilk başkanı Goerge Washington'un yaptırdığu heykeli, Hristiyanlığa sokulmuş bir gravür


Baphomet dedikleri Mendes’in, görüldüğü üzere bir eli yukarıda, bir eli aşağıda tasvir edilmiş. Bu Şeytan’ın Mısır’dan bu yana ‘aracılık’ ettiği iddiasıyla Yahudileri kandırışını, esasta çok iyi tarif etmektedir. Bu aracılık, Güneş ile insanlar arasındadır, Baphomet O’na tapanlara ışık getirir. ABD’nin ilk başkanı ve bir Mason olan George Washington’ın heykelinin Baphomet pozunda oluşu tesadüf olmasa gerek.


'' Kurtlar Vadisi '' adlı diziyi izlemiş olanlar, bu sahneyi hatırlayacaklardır...

Masonların gönye ve pergel sembolü...

Masonların simgesi penge ve gönye içerisinde duran ‘G’, Goat (keçi)’ın ‘g’sidir. Keçi, Baphomet’i sembolize etmektedir. Diğer bir ifadeye göre de Gematria'yı yani kutsal Geometriyi simgelediği de söylenir. Hatta masonlar, tanrılarına hitap ederken: '' Evrenin ulu mimarı '' hitab ederler.

(Masonlar hakkında detaylı bilgi için bknz: http://shar.es/1m5MaG )




Gönye, pergel ve G harfi

Yahudilerin tapındığı, Kur’an’da da bahsi geçen başka bir tanrı: Baal.


“Milletine: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Biçim verenlerin en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah’ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?” demişti.”(Saffat 124/125/126)


Baal, ayrıca Mısır değil, Mezopotamya tanrılarındandır. Birde diğer bir Mezopotamya tanrısı '' İştar '' vardır. Ama şimdilik bu konuya derinlemesine inmek, araştırmamızı çok uzunlaştıracağından, burada yüzeysel olarak üzerinden geçmiş olduk.




Baal adlı tanrının tasviri
Baal, gerçekte Babillerin tapındıkları bir tanrıdır Yahudiler bu tanrıya Babil sürgününde ve Kenan bölgesindeyken tapınmıştır. Seher Yıldızı ve Güneş olarak anılmıştır. Simgesi Mezopotamya tanrılarından olan İştar’ın ve Eski Mısır Güneş Tanrısı Mendes’in de simgesi kabul edilen Pentagram’dır. Baal 2 kez reerkarnasyon geçirir birincisinde Tammuz ikincisinde Marduk adını alır. Babil ve Kenan’da reerkarnasyonu yöneten tanrı olarak kabul edilmiştir. Öyle ki Saffat Suresi’nden anlaşıldığı üzere, Baal, reerkarnasyon ile insanları şekilden başka bir şekile girecekleri yönünde kandırmıştır.



Amerika'nın en önemli devlet ve askeri yapılarından olan Pentagon, binasının mimarisi niçin İştar, Mendes (Baphomet) ve Baal’ın yıldızı olan Pentagram biçiminde?




Pentagon ve Pentagram (Beş köşeli yıldız)

Gelelim diğer bir sembol olan dikilitaşlara diğer adıyla obelisklere...


Kur'an-ı Kerim'de mealen, yüce Allah şöyle buyuruyor; “İçki, kumar, dikili taşlar (obeliskler) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir.” (Maide/90)

Obeliskler Eski Mısır’ın Kabalistik bir mimari çeşididir. Tepesi piramittir ve gövdesinde Kabala sembolleri yer alır. Ayet ‘şeytan işi’ diyerek Şeytan’ın insanlara öğrettiğine vurgu yapmaktadır. Obelisk yapımı Mısırlılardan Yahudilere onlardan da Masonlara geçmiştir. Mısır’da ilk obelisk yapımı, Osiris’in ölümüyle başlar.




Ra’nın 4 çocuğu olur, Osiris, İsis, Seth ve Nepht. İsis ile Osiris, Seth ile de Nepht evlenmelidir. (Firavunlarda, güç ve iktidarın aile içinde kalmasını sağladığından ensest evlilikler yaygındı) Ra, Osiris’e kendisinden sonra tahta geçme şansını vereceğini açıkladığında, Seth kıskançlık kriziyle Osiris’i öldürüp 9 parçaya ayırır, İsis bulamasın diye dünyanın çeşitli yerlerine taşır. İsis her bir parçayı bulur, yalnız tek bir parçayı bulamadığı söylenir o da cinsel uzvudur. Rivayete gore İsis ile Osiris o an ilişkiye girer fakat İsis’in rahminde Şeytan hulul eder. Osiris ölür ve İsis dul kalır. Osiris’in cinsel uzvunun semboli olarak, bugün hala Masonlar tarafından dünyanın çeşitli yerlerine dikilmektedir ve bunun için genelde ley hatlarını seçerler. (Ley hatları hakkında detalı bilgi için, bknz: http://shar.es/1m5NV2 ) Boşuna değildir ki, Kabe’nin yakınındaki Cemarat’ta bulunan obelisk şeytanı temsilen yer almaktadır.



Beyaz tavşan ve Eski Mısır

Eski Mısır’da Osiris’i temsil eden hayvan ‘beyaz tavşan’.Masonlar kurdukları fuhuş sektörü dergisi olan Playboy’a verdikleri sembol ile O’nu anmakta ve tanrılarını tesbih etmektedirler.




Bir dolarda da gizli bir tavşan silüetini saklamışlar, yukarda baykuş silüetinin yakınında görebilirsiniz.
Alice Harikalar Diyarı Masalı’nı hatırlayın, Alice beyaz tavşanı izler ve içerisinde türlü cinlerin, perilerin, devlerin olduğu bir dünyada kendisini bulur. İlk defa çizgi film uyarlamasını ise ne tesadüftür ki Walt Disney üstlenmiştir. Walt Disney’in, çizgi film uyarlamasına, Cia’in o dönem üzerinde araştırma yaptığı ‘Monarch ve Mk Ultra Akıl Kontrol Projesi’nden bazı öğeler yerleştirdiği bilinir. Matrix'in filminin ilk serisinde ise beyaz tavşan, Neo’nun gerçek dünyaya uyanışını sağlayacak Trinity’nin attığı mesajdır ve bunun akabinde, Neo'nun kapısına gelen yakın müşterisinin sevgilisinin kolunda, beyaz tavşan dövmesi olarak karşımıza çıkar. Osiris bir cindir. Vermek istedikleri mesaj çok açıktır: ‘Büyünün olduğu bir dünyaya erişin’! Kabala’dan öğrendikleri bir büyü vardır ki, bugün bu büyüyü neredeyse her alanda çok etkin bir şekilde kullanırlar.



Siğil büyüsü ve Isis
Harflerin iç içe geçişiyle yeni semboller ortaya çıkarma bir çeşit sigil büyüsüdür. Doların işaretini de sigil büyüsüyle hazırlamışlar ve İsis’e olan bağlılıklarını O’nun ismini doların işaretinde kullanarak göstermişlerdir.




Osiris’in ölümünden sonra İsis dul kaldı demiştik. Bugün Masonlar kendilerine ne diyor? : Dul Kadın’ın Oğulları. İsis’in babasız dünyaya getirdiği Horus, onlar için Şeytan’ın oğludur, O’na apayrı bir saygı ve bağlılıkları vardır.

Horus



Horus, amcası Seth ile babasının intikamını almak üzere savaşır ve sağ gözünü yitirir. Ne ilginç değil mi? Sonraları tüm bir Mısır’ın hakimi olur ve ‘Tek Gözlü Güneş Tanrısı’ olarak anılmaya başlanır. Zeitgeist isimli, finansörü Rotschild olan, dezenformasyon amaçlı yapılan belgeselde Horus ile Hz. İsa karşılaştırılmış, Hz. İsa, aslında Horus figüründen ortaya atılarak uydurulmuş bir mittir demeye getirilmişti. Gerçekte Horus, Şeytan’ın oğlu, Hz. İsa ise Allah’ın bir mucizesidir. Bu iki benzer olay ancak insanlar için birer imtihandır. Hristiyanlar ise bu imtihanı, Hz. İsa’yı Tanrı’nın oğlu sayarak kaybetmiştir. Eski Mısır’ın tanrıları/şeytanları Mezopotamya’da olduğu gibi Nemrut bölgesinde de karşımıza çıkar:

“Tahtın önünde billur gibi, sanki camdan bir deniz vardı. Tahtın ortasında ve çevresinde, herşeyi gören, gözlerle kaplı dört tane canlı yaratık duruyordu. Birinci yaratık aslana, ikinci yaratık danaya benziyordu. Üçüncü yaratığın yüzü insan yüzü gibiydi. Dördüncü yaratık uçan bir kartala benziyordu.” (Yeni Ahit, Vahiy/Revelation 4/6, 4/7)





Gelelim meselenin özüne...Bahsedilen yaratıkların şimdiye dek anlatmış olduğumuz Eski Mısır’da da kendilerini göstermiş olan tanrılar/şeytanlar olma ihtimali çok yüksek. Diğer bir seçenekse, benzer kılıklara girdiklerinin ve insanları aldatma yöntemlerinin aynı olduğunu gösterir.

Yahudiler tanrılarının tek olduğunu ve adının da Yehvah diğer adıyla Yehovah olduğunu iddia eder. Yehova isminin nereden geldiği ise tam bir muammadır, üstelik İbrani dilinde bir anlamı yoktur. Eski Ahite göre muharref (değiştirilmiş) Tevrat'a göre Hz. Musa da bu isminin anlamını soruyor:

“Musa Tanrı’ya ismini sorduğunda Yehova isminin anlamı hakkında şunu dedi: ‘Ben, Ben olanım.’(Mısır’dan Çıkış 3:14)

Yahudiler’in Eski Mısır ile olan köklü bağı, bize, acaba Yehova isminin de Mısır orijininde bir anlamı var mıdır diye sorduruyor açıkcası. Bağlantıyı araştırmaya başladığımızda, Eski Mısır Tanrısı olan ‘Yahu’ ile karşılaşıyoruz. Işık Tanrısı : Yahu.


Sir Wallis Budge, James Allen gibi Eski Mısır araştırmacılarının yapıtlarında da geçen Yahu, ismini, ay anlamına gelen ‘Yah’ sözcüğünün türetilmesiyle kazanmış. Yine Mısır ve Eski Dilce ‘Va’ veya ‘Ua’ sözcüğü ‘Bir ve Tek Olan’ anlamına geliyor. Bu sözcükler sonuna geldiği ismi tanrısallaştırıyor zaten. Yahva yani Yahova/Yehova oluyor ‘Bir ve Tek Olan Işık Tanrısı’.

Yahudilerin, ışık ve güneşle anılan bunca tanrıya, şeytana tapınma serüvenleri, üstelik daha öncesinde Ay Tanrısı Thoth’a tapınmaları, Ay’ın hareketlerine büyük önem verip, Ay Takvimini kullanmaları gibi etkenler, Yahuva’yı Yehova olarak Eski Ahit’e kabul edip, tanrıları ilan ettikleri ihtimalini bir hayli güçlendiriyor.

Bir diğer mesele Yahudilerin devlet ismidir.

Kur’an’da Hz. Yakup’tan, soyu ile ilişkilendiriliyorsa ‘İsrail’ olarak bahsedilir. Yahudiler içinse İsrailoğulları denir.

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُواْ نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ



Şimdi birde aşağıda muharref Tevrat'taki sapkınlığa bakalım:


“Böylece Yakup arkada yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti.Yakup’u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup’un uyluk kemiği çıktı. “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi. Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıt verdi Adam, “Adın ne?” diye sordu. “Yakup.” Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrael denecek” dedi, “Çünkü Tanrı’yla, insanlarla güreşip yendin.” Yakup, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu. Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup’u kutsadı. Yakup, “Tanrı’yla yüzyüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel adını verdi.” (Yaratılış 32/24-25-26-27-28-29-30)

Tevrat’taki orijinal metinde, adamın Hz.Yakup’a verdiği unvan şöyle yazılıdır: יִשְרָאֵל, Yişra’el

Kur’an’da Hz. Yakup için İsrail deniyor, Tevrat’ta İsrael diye geçiyor. Oradaki bir harf değişimi çok şeyi değiştirir.

İbranice ‘El’ tanrı anlamını verir. Bunu bir ek gibi bir ismin sonuna yahut başına getirdiğinizde o ismi tanrılaştırmış olursunuz. Baal gerçekte Ba’el bunlardan biridir.

Kabala’da Ariel kötülükler tanrısı olarak geçer.

Azazel, Talmud’u vahyettiğine inanılan tanrıdır. Ayrıca Allah'ın rahmetinden kovulmadan önce İblis'in adı diye rivayetler vardır.

Abel, Kabalistik 12 yüce tanrıdan biridir.

Exael, yine Kabala’da cennetten inen melektir, aslında Lucifer’dir. Vs. örnekler çoğaltılabilir. Kabala ve mitolojik kaynaklı ‘el’ sözü eklenerek tanrılaştırılan binlerce melek, cin, peri ismiyle karşılaşmak mümkün.
İslami kaynaklarda yer alan Cebrail, Mikail, Azrail, İsrafil gibi melekler Yahudi kaynaklarında Mikael, Gabriel gibi isimlerde yer alır.

Yine Kur’an’da ismi anılmayıp Tevrat’ta geçen bazı peygamberler vardır, Deniel ve Samuel gibi.
Yukarıda Hz. Yakup’a unvan verildiği olayı anlatan metine bakıldığında Hz. Yakup’un ‘tanrıyla güreşmesi’ gibi sapıkça bir ifade ile karşılaşılır. İsrael, sözcük anlamı olarak ‘Tanrıyla güreşen’ manasındadır. Yahudilerin, melekleri ve bazı peygamberleri tanrılaştırdıkları gibi Hz. Yakup’u da tanrılaştırdıkları ortada.
Öte yandan, Allah’ın, arapça ‘gece yürüyüşü’ manasına gelen ‘İsra’dan türetilen İsrail unvanıyla Hz. Yakup’a seslenme ihtimali yüksek. Tevrat’ın bir bölümünde de Hz. Yakup’un bir gece vaktinde Hz. Muhammed s.a.v’in mirac hadisesine benzer bir hadise yaşadığı anlatılır.

Yahudi devleti, kendisine İsrael diyerek, tanrıyla güreştirdikleri Hz. Yakup’un ‘tanrıya meydan okuyan soyu’ olduklarını lanse ederken detayda çok ince bir nüansla İsRa-El yani ‘Ra Tanrıdır’ mesajıyla da Eski Mısır Tanrısı olan Ra’ya bağlılıklarını sunmaktadır. Ki Eski Mısır’a olan taassuplarını düşününce, bunun ne denli mantıklı bir çıkarım olduğu ortadadır.

(Yazıda bahsettiğimiz Yahudiler, Hz. Yusuf’un Kabala’ya bulaşan abisi Yahuda’nın izinden gidenler, Eski Mısır geleneğinden kopamayan ve Talmud/Kabala’ya iman etmiş olanlardır. Talmud’u ve Kabala’ya değil, Hz. Musa’nın Hak dine inanan İsrailoğullarını tenzih ederiz.Ancak hz. Yusuf ve Hz. Musa ve diğer peygamberlerden sonra Yahudiler, yine bu sapık inançlara dönmüş ve bu inançlarla amel etmektedirler.)



Bu araştırma yazısı, '' arastiralim.com '' adlı internet sitesinden alıntılanmış olup, şahsımın eklemeleri ve düzenlemeleriyle daha anlaşılır, daha doğru ve daha zengin bir içeriğe sahip olmuştur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder