9 Aralık 2014 Salı

Ateizm, Darvinizm ve Allah İnancı -Ateizm Ve Ateistlerin Yanılgıları - HAYAT, ÖLÜM ve KABİR

   

Evren ve içinde bulunan her bir şeyin yaratılışının bir amacının olmaması ne mümkündür, ne de yaratıkların hiç birisinin oluşumu tesadüfidir. Esasında evrende tesadüf diye bir şey de yoktur. Bazılarının tesadüf dedikleri şey iradesiz bir enerjinin evrende başı boş dolaşması ile oluştuğu var sayılan işler ve şekillerdir. Aslında böyle başı boş bir enerji yoktur.
Bugün pozitif ilmin geldiği sonuç şudur ki; evrendeki her bir şey, yaratıcı gücün iradesiyle hareket etmekte ve her bir şey, o gücün sahibi ezeli iradeyle varlık bulmakta ve şekil almaktadır.
     İlahi kudret ve iradeyle oluşan şeyler ikiye ayrılır:
    Birinci tür oluşumlar; Allah’ın bizatihi irade ve kudretiyle var ettiği şeylerin yine O’nun iradesiyle hareket etmesi ve şekil almasıdır. Bunların oluşumunda cüzi iradelere yer yoktur. Buna ateistler “tesadüfen oluşanlar” demektedirler. Tıpkı evin penceresinden sokaktaki rüzgarın esmesiyle uçuşan yaprakları göremeyen ve akıl edemeyen 2 yaşındaki çocuğun yaprakların kendiliğinden uçtuğunu sanması gibi.
     İkinci tür oluşumlar; bunlar da Allah’ın gücü ve iradesi ile meydana gelmektedir. Ancak; Allahu Teala, mahluklarına verdiği cüzi irade ile onların dilemelerini diledikten sonra o tür olaylar ve oluşumları yaratmaktadır. Aradaki fark; mahlukların bir kısmı İlahi irade ile doğrudan yaratılmakta, diğeri ise yine İlahi iradenin dilemesi ile cüzi iradeler sebebi ile yaratılmaktadır. İlahi iradenin cüzi irade sebebi ile yarattıklarına insanların, cinlerin ve şeytanların işleri denir.
     Özetle tüm kainattaki oluşumlar ve bozuşumlar; Allah’ın bizzat kendi irade ve kudretiyle yarattığı varlıklar ve olaylar ve kullarının iradesi sebebiyle yarattığı işler ve oluşumlardan ibarettir. O halde kainatta tesadüfe asla yer yoktur. Kainatta tesadüfün yer alması asla mümkün değildir. Zira evrende iki tür enerji vardır. Birisi yapmakta diğeri ise bozmaktadır. Bunların bir denge ve ahenk içinde olması bir tek iradeye bağlı olmasının bariz alametidir.
- “Eğer yer ile gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak     fesada uğrar yok olurdu. O halde Arş’ın Rabbi olan Allah, onların vasfetmekte     oldukları şeylerden (bütün noksanlıklardan) beridir, münezzehtir.”  (Enbiya -22)


      Bütün bu evren ve içindekilerin yaratılışının amacı ise, insan ve cinlerin Allah’ı tanıyp O’na kulluk etmeleri içindir. Allahu Teala Kur’an-ı Kerimin  Zariyat Sure’sinde bu hususu açıkça beyan etmektedir, mealen:
-” Ben cinleri ve insanları ancak; beni tanısınlar ve bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmaktadır.
Ne insanın ne de diğer varlıkların varlığı üzerinde rastgele hiçbir şey yoktur. Şu resimde görülen maymunun her bir organı bir amaç için yaratıldığını ve hal dili ile şunları anlatmaktadır;
-” Bizler; beyin, kalp, göz, kulak, el, ayak ve diğer organlar olarak, kör ve sağır olmayanlara şöyle söylemekteyiz; ” Sakın, bizlerin yeryüzüne gelmeden önce şu maymuna lazım olacağını bu maymunun düşünüp tasarladığını ve yarattığını sanmayın. Onun bu işlere ne aklı yeter ne de gücü. Onun ana babasının da bu işlere aklı ve gücü yetmez. Bizim gibi organların bu maymuna gerekli olacağını her şeyi bilen ve gören, ilim ve kudret sahibi Yüce bir Zat bilip var etmiştir. Eğer kalbiniz kör ve sağır değilse, bunu anlamakta sıkıntı çekmeyeceksiniz.”

     Allah’a inanmak aklın ve İlahi vahyin gereğidir. Akıl kavrayamasa dahi, Yaratan kendi varlığını tanıtan ve emirlerini ve yasaklarını haber veren peygamberler ve kitaplar gönderdiği için her insan, vahyin gereklerini kabul etmekle yükümlüdür. Ancak şu da bir gerçektir ki, selim bir akıl vahyin gereklerini anlayacak ve kabul edecek yetenekte yaratılmıştır.



İlmin, iradenin, ve üstün bir kuvvetin eseri olan evren ve içinde bulunan bunca yaratıkların ilimsiz, iradesiz, kör ve sağır doğa(tabiat) tarafından yaratıldığına inanan kimse; kör, sağır ve bilgisiz bir kimsenin şu bilgisayarı yaptığına inanan kimseden daha basiretsiz ve akılsız olduğunun en bariz şahididir…
Hiç şüphesiz bu evren ve içindekiler ilmin, irade ve kontrollü bir gücün eseridir. Bu ilim, irade ve gücün sahibi de, bir tek zât olmalıdır. Aksi düşünülemez. Zira bunun tersi düşünüldüğünde, evrende dirlik ve düzen olamazdı. Biri, evreni yaratmayı istediğinde öbürü ona tabi olsa da aciz olurdu, tabi olmasa da aciz sayılırdı. Aciz olan ise ilah olamaz.
Şu resimde görülen maymunun bir ilmin,  bir iradeye bağlı gücün eseri olmadığını iddia edebilen kişinin kesin aklî dengesi bozuk demektir.
İnsan aklını hangi yönde kullanırsa, akıl o yönde keskinleşip gelişir. Şüphe ve inkarcılık yönünde aklını kullanmak isteyenler, akılları bir havuz gibi sürekli bulanıklaşan kimseler gibidir, asla net bir görüşe ulaşamazlar.
Darvinciliğe gelince, o ilmen çürütülmüş batıl bir saplantıdır.
Üstat Necip Fazıl’a (rahmetullahi aleyh);
- “İnsanların maymundan evrimleştiğini söyleyenler vardır ne dersiniz” diye sormuşlar. Üstat:
- ” İnsanlar maymundan evrimleştiler ise, diğer maymunlar niye evrimleşmeyip maymun olarak kaldılar?” şeklinde müthiş bir cevap vermişlerdir.
Öyle ya, diğer maymunlar evrimleşerek insanlaştılarsa, niçin diğer maymunlar maymun olarak kaldılar? Zira, öyle bir evrim olsaydı bugün hiç bir maymunun maymun olarak kalması mümkün değildi…
Masalları, insanların karakterlerini daha belirgin olarak anlatabilmek için yazılan farklı bir yazı uslübüdür. Bu yazıda vereceğimiz temsildeki karekterler, insanların inanç anlayışlarını daha farklı bir boyuttan ifade içindir.
       B İ R   K I S S A :
      Şöyle bir falb vardır: Kağıt biti, tahta kurusu ve leylek bir araya geldiklerinde, aralarında şöyle bir sohbet olur: Kağıt biti, kağıdın üzerindeki yazı ve resimleri yazan ve resmeden kişiyi göremeyecek kadar ufacık olduğundan, tahta kurusuna şöyle söyler:
   -“Ben bu kağıdın üzerindeki yazı ve resimlerin kendiliğinden yazıldığına tanık oldum.”der. Tahta kurusu buna itiraz ederek:
  -“Yanılıyorsun ufaklık. Çünkü senin görüşlerinde, boyun gibi kısa olduğu için, sen o yazı ve resimlerin bir kalem tarafından yazıldığını göremedin.”der.
     Bu konuşmaları biraz öteden dinleyen yaşlı ve tecrübeli leylek, uzun gagasını uzun süre, birbirine vurduktan sonra söze ve sohbete katılır ve:
-“ Hey, yukarı bakın sizi gidi ahmak böcekler.”der ve devam eder:”Ben ikinizin de yanıldığını buradan çok net olarak görüyor ve; o kağıdın üzerindeki yazı ve resimleri yapan ve yazanları sizin görmeye boylarınızın da, görüşlerinizin de yetmeyeceğini bilir ve görürüm diyorum. Bu işi yapanı bana sorarsanız; o yazı ve nakışları akıllı ve yetenekli bir kimsenin yazdığını size söyleyebilirim” der ve iki böceğin akıllarının ermemeyeceği bilgileri onlara takdim eder.
     Buradaki kağıt biti karakteri, Allah inancını tanımayan ateistleri temsil etmektedir. Ateistin kalıbı değil, aklı bit kadar ufak olduğundan, ateist birisi, kağıt üzerindeki yazının kendiliğinden yazıldığına inanan bit gibi, kainatın ve içindeki herşeyin kendi kendine yaratıldığına inanır. Böyle inanmasına karşın ateist, en basit bir at arabasının, hatta bir el arabasının bile, hiç bir zaman kendiliğinden oluştuğunu söyleyemez. Söyleyen varsa, o kimse delidir. Zaten deliye de itibar edilmez. 
     Tahta kurusu temsiline gelince o da, darvincilerin; yani canlıların en basitten en mükemmele doğru, doğa kanunları içinde oluşan kazalar sonucunda evrimleştiğine inanan inanç karakterini ifade etmektedir. Zira onlarda, tahta kurusunun kağıt üzerindeki yazı ve resimleri yazıp nakşedenin, kalem olduğunu sanması gibi, “doğanın” kendi kendini yaratıp, kazalar geçirerek evrimleşme neticesinde, bu canlıların solucandan maymuna , oradan da insana dek, kaza geçire geçire olgunlaştığına inanırlar. Evet  bunları okuyunca gülmeye engel olamayıp, kendi kendinize; “bunlar deli saçmasıdır, hatta deli saçması bile bu kadar olamaz.” dememek ne kadar mümkündür? Çünkü kaza geçiren hiç bir araba veya insanın, kazadan sonra daha mükemmel  olacağını, hiç bir akıllının söyleyemeyeceğini biliyor olmalısınız elbette.  Oysa ki, “doğa” denilen akılsız, gözsüz, bilgisiz,  iradesiz, taş, toprak parçaları ile, ateş ve su damlacıklarının kendliğinden bir araya gelerek akıllı bir insan olup, yazı yazdığını, resimler yaptığını ve bir el arabasının bile evrimleşerek at arabası olduğunu hiçbir darvinist, hiç bir şekilde söyleyip isbat edemez. Söylüyorsa, ancak zırvalamıştır, ona da itibar edilmez.
     Leylek karakteri ise, akıllı bilge bir kişiyi temsil etmektedir. Akıllı bir çocuk bile, bir at arabasının meydana gelmesi için bir sürü plan proje, bilgi, enerji, el, ayak, göz ve kulağın lazım olduğunu bilir. Bu özelliklere sahib olmayan, “doğa” denilen ölü ve tepkisiz, kör ve sağır, taş ve toprağın, bir el arabasını bile tarih boyunca meydana getirdiğini, hiç bir kimse söyleyemez, söylersede delidir, o da zaten bellidir…
    Akıllı bir kimse, en başta kendi varlığının ve tüm oluşumların yaratılması için, varlığı kendinden olan, hiç bir kimseye muhtaç olmayıp, varlığının başlangıcı olmayan, ölümsüz bir varlığın sahibi, herkesin ihtiyacını kendisi veren; ilim, irade, hayat, işitme, görme, konuşma ve  yaratma sıfatlarının sahibi, bir ezelî zata ihtiyaç olduğunu bilir ve inanır.


Ateizm Ve Ateistlerin Yanılgıları

İnkarcılığın temel sebeplerinden biri kibirdir. Allahu teala, ilk insan Hz. Adem’i yarattığında tüm meleklere ve iblise Hz. Adem’e secde etmelerini emretti. Ancak kendisini insandan daha üstün, daha kuvvetli ve zeki gören iblis, gururuna yenik düşerek, herşeyin yaratıcısı ve kudret sahibi olan Allahu tealanın emrine itaat etmedi. Bu durum, Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi 34. ayette şu şekilde mealen geçmektedir:
(Meleklere: “Âdem’e secde edin!” dedik, hemen secde ettiler. Yalnız iblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu.)
Ayetten anlaşıldığı gibi iblis hakikati gördüğü halde kendini beğenmişiliği yüzünden Allah’a karşı gelmiştir. Benzer şekilde ateistler de kendilerini zeki ve akıllı addederek ilahi ayetlere karşı gelmekte ve Hz. Muhammed’i yalanlamaktadırlar. Bunun esas sebebi, kibirli olmaları ve kendilerini bilgili zannetmeleridir. Nitekim ateistler, kendilerini diğer insanlardan daha zeki ve akıllı zannederler. Ufacık beyinleriyle tüm yeryüzündeki ve kainattaki mimariyi şekillendiren, en büyük ilim sahibi Yüce Yaratıcı’nın ilmiyle boy ölçüşme cürretinde bulunurlar. Mümin Suresinin 56. ayetinde Allahu teala, imansızların kendini beğenmişlik duygusuna kapıldıklarını belirtmektedir:
(Allah’ın mesajlarını hiçbir delilleri olmadan sorgulayanlara gelince: onların içinde hiçbir zaman tatmin edemeyecekleri küstahça bir kendini beğenmişlik (duygusun)dan başka bir şey yoktur; öyleyse sen Allah’a sığın; çünkü her şeyi işiten, her şeyi gören yalnız O’dur!)
Ateistler, “kendi kendine yeterlilik” gibi büyük bir yanlışın içine düşerek Kuran’ı inkar etmektedirler. Alak Suresinin 6. ve 7. ayetlerinde, inançsızların birçok nimete rağmen, kendilerinin muhtaç olmadığını zannederek yanlış yola girdiği belirtilmektedir. Şüphesiz inkarcılar bir türlü sıyrılamadıkları kendini beğenmişlik duygusuyla, O’nun kudreti ve ilmi karşısında ne kadar aciz bir varlık olduklarını farketmek istememektedirler. Bu durumun vermiş olduğu psikolojiyle kendileri gibi inanmayan insanlara ve İslam’a saygısız ifadelerle saldırmaktadırlar.
İnançsızlığın diğer bir sebebi de önyargılardır. Ateistler, İslami kitap okumadıkları için dini bilgileri zayıftır. Çoğu zaman dini karalamak amacıyla ayetleri ve hadisleri kendi kafalarına göre yorumlarlar. Hemen hepsinin okuduğu kitaplar, hayvani egolardan esinlenerek kaleme alınmış serbest yaşam tarzlarını mübah gösteren yazılardır. İşte o kitaplarda, her türlü günahın serbest olduğu yasaksız ve özgür bir toplum anlayışını benimseyen kimi batılı filozofların düşünceleri, yaşamı eğlence ve yemekten ibaret olan cahil insan topluluklarının kolayca ateizme geçiş yapmasına neden olmaktadır. Ateizme adım atan bir kimse, dünyevi hayatı, her türlü eğlencenin ve keyfin mübah olduğu uzun bir süreç olarak görür ki, bu, çölde serap görmeye benzer ve sona yaklaşıldığında hayatın bir saniye gibi geçtiği anlaşılır. Muminin Suresinin 112-115. ayetlerinde dünya hayatının yanıltıcılığı ve geçiciliği belirtilmektedir:
([Allah, azaptakilere:] “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye soracak. “Orada bir gün kaldık, yahut bir günden daha az; bunu [zamanı] saymasını bilenlere sor…” diye cevap verecekler. [Bunun üzerine, Allah:] “Orada sadece az bir vakit kaldınız; bunu bir bilseydiniz! Sizi boş ve anlamsız bir oyun için yarattığımızı ve Bize dönmek zorunda olmadığınızı mı sanıyordunuz?”)
Ateistlerin inkarda ısrar etmelerinin diğer bir sebebi de bilgisizliktir. Ateistler, dini konularda bilgi sahibi olmadıkları gibi ayet ve hadisleri farklı yorumlayarak Müslümanların kafasında soru işareti bırakmaya çalışmaktadırlar. Çoğu ateist, çocukluk yıllarında dini bir eğitim almadığı için kendi yaşam tarzlarını benimsemiştir ve bundan kurtulmaları pek muhtemel görünmemektedir. Ancak önyargılarından kurtulup doğru kaynaklardan dini bilgi edinirlerse, o zaman doğru yolu bulmaları büyük bir ihtimaldir. Bu nedenle her Müslümanın çocuğunu iyi bir dini eğitimle yetiştirmesi şarttır. Yalnız bu eğitim şekli dinimizi sevdirmeye yönelik olmalı ve çocuğun inancımızı benimsemesi için seviyesine uygun dini kitaplar okutturulmalıdır. Dini bilgisi yeterli diyebileceğimiz ve İslam’a uygun yaşayan Müslüman, ateistlerle daha iyi mücadele edecektir. Müslüman genç, hem dini bilgileri hem de akli ilimleri öğrenerek her alanda ateistlerle fikri olarak mücadele etmelidir!
Ateistlerin diğer bir özelliği kendi menfaatlerini gözeterek İslam’a karşı takındıkları tavırlardır. Dünya sevigisi, mal, mülk, zenginlik ve şöhret hırsıyla dinin emirlerine karşı gelirler. Bu uğurda yalan söylemek, iftira atmak, karalamak, hakaret etmek, tuzak kurmak ve alay etmek onların en kötü hasletleri arasında yer almaktadır. Bu durum Nahl Suresi 62. ayette belirtilmektedir:
(Onlar hoşlanmadıkları şeyi (önce) Allah’a yakıştırırlar; sonra da kalkıp bunu dile getirirken, sanki en güzel, en erdemli olan neyse onu hak etmişler gibi, gerçek dışı, yalan açıklamalarda bulunurlar. Aslında, onlar sadece ateşi hak etmektedirler ve şüphesiz kendileri [Allah’ın rahmetinden] uzak tutulacaklar!)
Yazımı sonlandırmadan önce açıkça ifade etmek isterim ki, nefsinin isteklerine boyun eğen, kendini diğer insanlardan daha akıllı zanneden, bilmişlik taslayan cahillerin Allah’ın büyüklüğünü ve gücünü kavramaları mümkün değildir. Hak yolu anlamaları için kibirlenmeyi bırakıp ruhlarını necis düşüncelerden sıyırmaları şart!

Abdurrahman Canbay

Ateizm Felsefesi İle Kur’an Anlaşılmaz

ateizm_102331SORU 1:  Materyalist zihniyet Kur’an’ı şöyle bir soru ile eleştirmektedir:
Zümer suresi 6. ayette “Size hayvanlardan sekiz çift indirdi.” 
denmektedir. Allah bize sadece sekiz çift hayvan mı indirmiştir? O zaman diğer binlerce hayvan türünü kim indirmiştir?

CEVAP 1:
Allahu Teala buyurdu ki; “O, sizi bir nefisten yarattı. Hem sonra onun eşini de ondan var etti. Sizin için yumuşak başlı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa yaratıp duruyor. İşte Rabbiniz Allah O’dur. Mülk O’nundur, O’ndan başka tanrı yoktur. O halde nasıl haktan çevrilirsiniz?”
Görülüyor ki, ateist felsefenin Kur’an-ı Kerimi eleştiri babındaki sorularında belirtilen mealler hem eksik hem de anlam olarak çarpıtılmıştır.. Şöyle olması lazımdı: “Sizin için yumuşak başlı hayvanlardan sekiz çift indirdi.” Oradaki ayrıntıya dikkat edilirse 8 çiftten kast edilenlerin  YUMUŞAK BAŞLI EVCİL HAYVANLARIN” olduğu anlaşılmaktadır. Bazı hayvanlar evcil olsalar da yumuşak başlı itaatkar değillerdir. Ayetten bunu anlamak gerekirken ateistler onu yalnızca 8 çift evcil hayvanın var olduğunu anlayarak büsbütün çıkmaza batmışlardır.
Ateist felsefenin yazarları Kur’an’ı asla doğru olarak anlayamazlar. Zira onların kafaları bu hususta karışıktır. Onların bu anlayışsızlık  durumunu belirten bir ayet, mealen:
“O, elbette şerefli bir Kur’ân’dır. Korunmuş bir kitaptadır. Ona temizlenenlerden başkası el süremez.” (Vakıa-77, 78,79)
Bu ayeti kerimede Kur’an’a ancak temizlenenlerden başkasının dokunamayacağı buyurulmaktadır. Bu ayetin zahiri anlamı; Kur’an’a abdestsiz dokunulamayacağıdır. Batını anlamı ise, iman edip ilmi ile amel etmeyenlerin Kur’an’ı tam anlayamayacağıdır. Bu sebepledir ki, hiçbir inkarcının Kur’an’ı anlaması asla mümkün değildir. Ancak; Kur’an’ı gerçekten anlamak isteyen gayri Müslimler yani; Müslüman olmayanlar bundan müstesnadır. Onlara bu kapı açık bırakılmıştır. “Allah dilediğine hidayet eder” mealinde geçen ayetin anlamı da gerçekten doğru dini bulmak isteyenlere Allah hidayet eder demektir.
SORU 2: Neden ayetler iniş sırasına göre yazılmamıştır? Allah yanlış mı göndermiş de Muhammed sırasını tekrar düzenletmiştir ve söylendiği gibi sırasını Muhammed belirlediyse neden Muhammed zamanında ciltlenmemiştir?
CEVAP 2: Kur’an’ı iniş sırasına göre değil de Levh-i Mahfuzdaki sırasına göre dizilmesini Allah(celle celâlühü) Cebrail’e (aleyhisselam), Cebrail’de  Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimize bildirmiştir.
Allah yanlış göndermez. Allah asla yanlış yapmaz. Allah’a inanmayanlar ancak öyle yanlış kanıya varır. Peygamber Efendimize son zamanlarına kadar vahiy gelmeye devam etmiştir. Ciltleme işlemi ise sahabeye bırakılmıştır. Bu durum aynı zamanda sahabeye güvenin tam olduğunu gösterir…
SORU 3:   Tin suresi 4. ayet şöyledir; “Biz insanı en güzel biçimde yarattık.”  Peki Allah insanı olabilecek en güzel şekilde yaratmışken Müslümanlar neden sünnet olur? Allah erkekleri kusurlu mu yaratmıştır da sonradan düzeltme yapılması gerekmiştir? Bu durumda sünnet olmak Allah’a karşı gelmek değil midir?
CEVAP 3: İnsanın sadece şeklen en güzel şekilde yaratıldığı algısı doğru değildir. Zira ayette direkt şekil geçmez. İlgili ayeti kerimede;
LeKad HaleKnel-insâne fî eHseni taKvîm.” (Gerçekten biz insanı en güzel yaratılış üzere yarattık”) buyuruldu.
Ebu Hayyân der ki: “Nehai, Mücahid ve Katade; “Ehseni Takvîme ” İnsanın şekil ve duygularının güzelliği” demişlerdir. O ayetten insanın fıtrat olarak en güzel durumda yaratıldığını anlamak lazım sadece beden olarak değil. Nitekim fıtraten insanın en güzel durumda yaratıldığını Rasulullah; “Her insan Müslüman olarak dünyaya gelir” buyurarak beyan etmiştir.. Zira sadece şeklen güzellik olsaydı şu dünyada nice çirkin şekilli insanlar mevcut olmazdı. Sünnet olmanın yararlarına gelince; sünnet olmanın bir çok faydası bulunmakla birlikte başta idrar yolları enfeksiyonunun azaltılmasını belirtebiliriz. Alman Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Alper Soysal, sünnetin 1 yaşındaki bir çocukta meydana gelebilecek idrar yolları enfeksiyonunu 10 kat azalttığını söyleyerek şu bilgileri vermektedir: “Genital hijyen de sünnet sayesinde daha kolay sağlanıyor. Sünnet işleminin faydaları çeşitli araştırmalarda belirtilmiştir. Bu faydalardan en önemlisi ise penis kanseri ve cinsel yolla hastalık bulaşma riskinin azaltmasıdır.
 SORU 4 Alâk suresi 2. ayette “o insanı alâktan yarattı” yazmaktadır. Alâk kelimesinin o dönemdeki en sık kullanılan ve bilinen anlamı “kan pıhtısı”dır. Günümüzde insanın kan pıhtısından oluşmadığı bilinen bir şeydir. Alâk kelimesi bilmediğimiz başka anlamlara mı gelmektedir? Eğer öyleyse neden dolaylı yönden yazılmıştır? Allah gönderdiği kitabı anlamamızı zorlaştırmakta mıdır?
(Ek bilgi: “Musevilik de insanın bir kan pıhtısından oluştuğu söylenir ki bunun kökeni de eski Mısır’a kadar gider. Eski Mısır’da kadınlar hamilelik döneminde adet olmadıkları için, akmayan kanın, rahimde biriktiği, pıhtılaştığı ve insanın bu pıhtılaşmış kandan olduğuna inanılırdı.”)
CEVAP 4: Allahu Teala buyuruyor ki, mealen;
“Yaratan Rabbinin adıyla (Rabbin adına sana okunan şekliyle) oku (ve bildir insanlara).[1] O insanı bir alak’tan (rahim duvarına asılmış zigottan/aşılanmış yumurtadan) yarattı.”
 Arapçada alak iki anlama gelmektedir.
Birincisi kan pıhtısı, ikincisi asılı olan şeydir. Kur’an’da bir çok ayette insanın birleşik nutfeden yani zigottan yaratıldığı geçer. Kan pıhtısı olarak ayete anlam verenlerin yanılgısı teknolojinin olmadığı o devirlerde konuya vakıf olamadıkları içindir. Allah insanların anlamasını zorlaştırmaz bilakis iyice akıl etmelerini istemektedir. Zira imtihandayız. Kafirler uzun soluklu derin düşünceye dalamadıklarından hemen kolaya kaçarak araştırmadan inkar yoluna seçerler. Musevilik de Allah’ın gönderdiği bir dindir ancak onu Yahudiler bozmuşlardır. Bu konunun orada olması yadırganmamalıdır. Eski Mısır’a da nice peygamberler gelmiştir. Ancak zamanla İlahi bilgiler insanlar tarafından bozulmuş ve hurafeler haline gelmiştir.   Bir başka ayeti kerimede insanın yaratılışı nasıl açıklanmaktadır:
“ Sonra nutfeyi bir alaka (embrio) yarattık, derken o alakayı bir mudga (bir çiğnem et parçası halinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık(ruh) olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli Allah, pek yücedir.”   (Mü’minûn-14)
SORU 5 Alâk suresi 10. ayet’e göre Kur’an ayetleri inmeye başlamadan önce Muhammed namaz kılıyormuş, şimdiki kılınan namazlarda Kur’an’dan sureler okunuyor, hatta “fatihasız namaz olmaz.” diye hadisler var ancak o zaman daha fatiha suresi indirilmemişti.  Muhammed’in kıldığı namazla şimdiki kılınan namaz farklı mı? Allah tarafından Muhammed’e öğretilen namaz aynı namaz değil mi? eğer aynı namaz değil ise bugün kıldığımız namazı bize kim öğretti? Muhammed’den başka Allahtan vahiy alan mı var?
CEVAP 5: Alak suresi 9 ve 10. Ayet meali:
“Namaz kıldığı zaman,” (Alak-9)
Bir kulu engelleyeni gördün mü?” (Alak-10)
Bu ayette namaz kılanları engelleyene atfedilen bir ifade görülmektedir ve bu surenin bir kısmının miraçta beş vakit namaz farz olduktan sonra nazil olduğu anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi ne Kur’an’ın tamamı, ne de surelerin bazıları bir iniş de indirilmemiştir. Alak suresi de bir kısmı indirildikten sonra başka sureler indiriliyor ve daha sonra Alak Suresinin kalan ayetleri indiriliyor. Kaldı ki Peygamber efendimize ve ümmetine miraç ta beş vakit namaz farz kılınmıştır. Fatihanın her namazda okunması da o zaman vacip kılınmıştır. Peygamberimiz Kuran gelmeden daha önceki namazların da ise Hz. İbrahim’in şeriati olan hanif dinine göre ibadet etmekteydi. Allah Kur’an’ı gönderdikten sonra önceki semavi dinlerin şeriatlerini yürürlükten kaldırdı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Kuran’ın ifadesiyle son peygamberdir. Ondan sonra vahiy gelmeyecektir.
SORU 6 Alâk suresi ve ardından gelen kalem suresi sürekli Ebu Cehil’e lanetler yağdırmaktadır. Allah neden kendi yarattığı Ebu Cehil’e bu kadar kin gütmektedir? İnsanlığa gönderdiği ilk sözleri neden bu kişiye ayırmıştır?
CEVAP 6: Ateistlerle Ebu Cehil’in muhabbeti nereye dayanıyor dersiniz? Bu ateistler Alak ve Kalem suresinin neresinde Ebu Cehlin ismi geçmektedir ki öyle münasebetsiz bir soru ile Kur’an’ı eleştirmeye yeltenmekteler? Ebu Cehlin esas ismi Hişamdır. Künyesi ise Ebulhakem’dir. Bunların, Kur’an’ı bilmedikleri ve onun tanımadıkları aşikardır. Allah Kur’an’da Ebu Cehil’den isim olarak hiç söz etmez. Allah kendisini inkar edenleri cezalandıracağını vadetmiştir. Hiç kimse Allah’a hesap soramaz. Sormaya kalkan da Müslüman olamaz. Kim kimin parasını nereye harcadığını sorgulayabilir? Allah yarattıklarında dilediği gibi tasarruf yapma hakkına sahiptir. Ona rağmen Allah Kur’an’da, kullarına asla zulmetmeyeceğini ancak onların birbirlerine zulmettiklerini beyan etmektedir. 
SORU 7: Müddessir suresi 31. ayette ve Fatır suresi 8. ayette geçen “Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de doğru yola getirir.” sözü ne anlama gelmektedir? Allah dilediğini şaşırtırsa, şaşırmış olanlar neden cehennemde cezalandırılırlar? Allah dilediğini doğru yola getirirse doğru yola gelenler neden cennet ile ödüllendirilirler? Kimin şaşırıp kimin doğru yola geleceğine Allah karar veriyorsa hesap günü nedendir?
CEVAP 7: Allahu Teala Sure-i Müddessir’de buyuruyor ki, mealen;
Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti.” (Müdessir-19),
“Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı.” (Müddessir-23),
“Bu, dedi, başka değil öğretile gelen bir sihirdir.” (Müddessir-24)
“Bu, sadece bir insan sözüdür.” (Müddessir-25),
“Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: “Allah bu misalle ne demek istedi?” desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.” (Müddessir-31)
Fatır Suresi, mealen;
“Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allah’ın vaadi muhakkak haktır. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın.” (Fatır-5)
Çünkü şeytan size düşmandır. Siz de onu düşman tutun. O etrafına toplanan taraftarlarını ancak cehennemliklerden olsunlar diye davet eder.” (Fatır-6)
“İnkâr edenler için şiddetli bir azab vardır. İman edip salih amel işleyenler için de bir bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır.” (Fatır-7)
Ya kötü ameli kendisine allanmış pullanmış da onu güzel görmüş olan kimse de mi (iman edip salih amel işleyenler gibi olacak)? Şüphe yok ki Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de doğru yola çıkarır. O halde canın onlara karşı hasretlerle (üzüntülerle) sıkılıp gitmesin. Çünkü Allah, onların bütün yaptıklarını bilir.” (Fatır-8)
Burada ayetler dikkatle okunursa, insanın yapacağı bir şeyi iradesi ile ölçüp biçtiği ve sonrada iman veya inkar ettiği vurgulanarak her insanın kendi özgür iradesi ile imanı veya küfrü seçtiği gayet olarak görülmektedir. Allah’ın hidayet etmesi veya saptırmasına gelince o şöyle olmaktadır; bir kimse, imanı veya küfrü tercih ettikten sonra imana veya küfre sahip olması durumu, Allah’ın kulun iki şeyden birisini tercih etmesinden sonra imanı veya küfrü yaratması ile somutlaşıyor. Zira kula tercih gücü verilmiş, yaratma gücü verilmemiştir. Kula seçim yapma gücü verildiği için kul o işin sorumlusu olmaktadır. Zira tercih eden kul, iman veya sapkınlığı yaratan Allah’tır. İnsanda irade olmasa Fatır 5. Ayette kula şu hitap yapılır mıydı?
“Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın.”( Fatır-5)
SORU 8: Tebbet Suresinde Ebu Leheb’e lanet edilmektedir, onun cehenneme gideceği Allah tarafından belirtilmiştir. Neden hesap günü gelmeden Ebu Leheb’in cehenneme gideceği belli edilmiştir? İnsanlar hesap gününde sorgulanıp ona göre cennete veya cehenneme gönderilmeyecekler midir? Ebu Leheb ve karısına neden böyle bir istisna yapılmıştır? Eğer Ebu Leheb sonradan tövbe edip islama dönseydi Allah onu affetmez miydi? Allah bağışlayıcı değil midir? Biz aciz insanoğlunun hata yapabileceğini, ilk baştan bir dini kabul edemeyebileceğini bilmemekte midir? Allah Ebu Leheb’in ölene kadar İslamı kabul etmeyeceğini bildiği için ona cehennem haberini verdiyse, yani Allah onun İslamı kabul etmeyeceğini başından beri biliyorsa neden yaratmıştır? Allah Ebu Lehebi ve karısını doğrudan cehennemde yakmak için mi yaratmıştır?
CEVAP 8: Ebu Leheb yeğeni olan Peygamberimize karısı ile birlikte çok sıkıntılar vermiş ağır hakaretler yapmışlardır. Bununla da kalmayıp her yerde İslam düşmanlığı yaparak Allah tarafından lanetlenmişlerdir. Allah’ın ilmi insanların ilmi gibi zan değil kesin bilgidir. O sebeple Ebu Leheb’in hür iradesi ile hiçbir zaman İslama dönmeyeceğini bildiği için ona lanetlik olduğunu haber vermiştir. Şunu da bilmek gerekir ki insanı etkisiz ve tepkisiz, bilgisiz, kör ve sağır atomlardan yaratıp insan şekline sokan ve bir ömür boyu onu yediren içiren Allah’ı bu şekilde sorgulamak kabirde ve kıyamette başa gelecek korkunç felaketleri bilmemekten ileri gelir.. Allah küfrü ve şirki asla bağışlamayacağını bildirmiş bunun üzerine daha fazla konuşmak yersizdir. İman etmek o kadar zor mudur? Neden inkar? Ayrıca kıyamet günü kafirlere hesap yoktur. Onlara sadece kabirde niçin iman etmedikleri sorulacaktır. Onlar doğrudan cehenneme atılacaktır.
Allah insanları yaratmadan önce kimin hür iradesiyle kafir, kimin mümin olacağını biliyordu. Herkesi imtihan etmesi, bizi bize göstermek içindir. İmtihan etmeseydi o zaman kullar “bizi imtihan etseydin biz kafir olmazdık” diyeceklerdi. Bu bahanenin kalmaması için imtihan edilmekteyiz.. Allah insanları ve cinleri Allah’ı tanısınlar ve O’na kulluk yapsınlar diye yaratmıştır. (Bakınız; Zariyat Suresi -56)

SORU 9: Tekvîr suresi 2. ayette Kıyamet vaktinde yıldızların döküleceği bildirilmektedir. Yıldızların dünya üzerine düşmesi nasıl mümkün olabilir? Dünya yıldızlara göre küçük bir cisimdir ve olası bir düşme dünya üzerinde değil, dünyanın çekim alanına girdiği yıldız üzerinde gerçekleşebilir? Dünya üzerine kaç tane yıldız düşebilir? Yoksa yıldızların dünyadan kat kat daha büyük oldukları bilinmemekte midir?
CEVAP 9: Allahu Teala buyuruyor ki, mealen;
“1- Güneş katlanıp dürüldüğünde,
2- Yıldızlar bulandığında, (düştüğünde)
3- Dağlar yürütüldüğünde. (Tekvir-1,2,3)
Ayette geçen “nekerat” sözcüğü bulanma anlamında olan “kedera”dan türemiştir. Bazı alimler buna düşme anlamını yüklemişlerdir. Velev ki yıldızlar düşse bile bunun nereye düşeceği buradaki ayette geçmez. Yıldızların nereye düşeceği Vakıa suresinde 75. Ayette şu mealde belirtilir:  

Hayır, yıldızların düştüğü yerlerine yemin ederim ki.” (Vakıa-75) “Bilirseniz bu büyük bir yemindir. “ (Vakıa-76) 
İlgili ayeti kerimede bir yıldız mezarlığından bahsedilmektedir ve bunun dünya olmadığı gayet açıktır. Bu mucizeyi hiç bir teknolojinin olmadığı bir devirde Kur’an zamanımızdan yaklaşık 1400 yıl önce haber verirken, Amerikan uzay dairesi NASA, yakın zamanda uzayda böyle bir yeri keşfetmiş ve adına da yanlışlıkla Kara Delik ismini vermiştir. Daha sonra bu yerin Kara Delik değil, yıldızlar mezarlığı olduğu anlaşılmıştır. Oraya Kara Delik denilmesi ise, içine milyarlarca dünyayı alacak kadar o yerin büyük olması ve bir yerin kütlesinin artması oranında da çekim gücünün çok güçlü olması sebebiyle ışığın dahi yutularak orasının kara delik gibi gözükmesindendir. Ateist felsefe ile Kur’an asla anlaşılmaz. Zira Kuran art niyetli gönüllere kapalıdır. Gerçekten inanmak isteyen her insana ise, Allah Kuranı anlama yeteneği vermektedir. Ateist felsefenin anlayamadığı ve akledemediği bir soru daha var .  Onu da onlar sormadan biz sorup cevabını da biz vermiş olalım. O soru şudur: “ Kıyamet koptuğunda ve yıldızların düşüşe başladığında olup bitenlerin görüntüsünün dünyaya ulaşması için milyonlarca ışık yılı ötedeki yıldızların düşüş görüntüsünün dünyaya ulaşması milyonlarca yıl alacaktır. O halde bu şartlarda insanların kıyametin kopuşunu görebilmesi için günümüzden milyonlarca yıl önce kıyametin kopmuş olması gerekir ki onu insanlar görebilsin. Veya Melek Cebrail’i hangi kuvvetle Arşın altından bir anda mesafeleri dürerek yeryüzüne gönderdiyse Kıyametin kopuş görüntüsünü de fizik ötesi bir kanunla anında insanlara gösterecektir. Zira Allah ; “ Ve hüve alâ külli şey’in kadîr” dir. Yani Allah’ın gücü her şeye yeter…  
SORU 10: Kadir suresi 1. ayette “O Kur’an’ı, kadir gecesinde gerçekten biz indirdik.” yazmaktadır. Kur’an bir gecede mi inmiştir, yoksa 23 yılda mı inmiştir? Eğer kadir suresi 1. ayette yazdığı gibi bir gecede indiyse neden aynı zaman tebliğ edilmemiştir ve neden Muhammed Kur’an’ı kitap haline getirmemiştir? Kur’an bir gecede indiyse 23 yıl içerisinde Muhammed’in karşılaştığı olaylardan sonra inen ayetler nedir? Kur’an bir gecede indiyse neden Muhammed’e bir süre vahiy gelmemesinden sonra müşriklerin Muhammed’e “Rabbin seni unuttu mu, yalnız mı bıraktı?” gibi sözlerinin ardından Duha suresi 3. ayet olan “Rabbin seni terk etmedi, darılmadı” ayeti indirilmiştir.
CEVAP 10: Kuran Beraat gecesinde Levhi Mahfuzdan (Cennetlerin üstünde nurlu bir semadır) birinci semanın üzerine indirilmiş ve Kadir gecesinde ilk kez Rasulullah’a ulaşmıştır. Berat gecesi, Şaban ayının 15. gecesidir.  Kur’an tefsirlerinde Kur’an-ı Kerim’in, Levh-i Mahfuz’dan dünya göğüne yani; yıldızların içinde bulunduğu uzaya Beraat Gecesi indirildiği bildirilmektedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamber Efendimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir.  Allahu Teala buyuruyor ki, ayet-i kerimede mealen: -“Apaçık olan Kitab’a andolsun ki, biz onu (Kur’anı) mübarek bir gecede indirdik. Elbette biz insanları uyarmaktayız.” (Duhan 2,3) Kuran Birinci semaya toplu olarak indirilmiş Peygamberimize ise 23 yılda ayet, ayet, sure, sure indirilmiştir. Kadir suresinde ise, toplu olarak indirildiğine dair bir ifade görülmemektedir.


HAYAT, ÖLÜM ve KABİR AZABI , KABİR SUALLERİ


İbrahim Hakkı hazretleri :”Dünyaya gelen çocuk dört can ile zinde olduğu halde gelmiştir. Biri tabii nefis, biri bitkisel, biri hayvani, biri insani nefistir(ruh).”der
İnsanın bedeni, bu şehadet alemindeki mevcut elementlerden yani; özet olarak dört unsurdan ve bir de bu aleme ait olmayan bedeni idare eden, insani ruhtan oluşturulmuştur.
1- TOPRAK UNSURU: Dört unsurdan katı maddeleri oluşturan toprak unsuru, et, kemik, yağlar ve kanın içeriğini oluşturan maddelerdir.  Bunlar yediğimiz her türlü besinlerle Allahu Tealanın yarattığı bu vücut fabrikasında hücreler haline getirilerek vücudumuzun birer parçası haline gelirler.
2-SU UNSURU: Bu unsurda vücudumuzdaki sıvıları oluşturur. içtiklerimiz ve yediklerimizle vücudumuza girerek yerlerini alırlar.
3-HAVA UNSURU: Bu da soluduğumuz hava ile vücudumuza girerek yerini alır.
4-ATEŞ UNSURU: Bu unsurda yediklerimiz ve içtiklerimiz ile vücudumuza girerek 37-38 derecelik bir sıcaklık oluşturur.
Bütün bu unsurlar asaleten cansız, yani ruhsuz oldukları için yine cansızdırlar.  Eğer bunlarda ruh olsaydı, insan vücudundaki atomlar sayısı kadar ruh olması gerekirdi. Halbuki her insanda bilen, işiten, hisseden, sevinen, üzülen bir tane ruh vardır. Bu ruh, vücudu terk ettiği zaman, dört unsur ait olduğu yere tekrar göç etmek durumunda kalıyor. Bu gözlem, kainat labaratuvarında böyle gözlemlenmektedir. Bir kaç ateist adamın küçücük labaratuvarına sığmayacak kadar büyük ve derindir ve oldukça da açık bir durumdur. Allah’a iman, dar, yapay labaratuvarların duvarları arasına sıkışmayacak kadar büyük, o kadarda açık ve nettir. 
İNSANI OLUŞTURAN 4 RUH:  
1-Bitkisel Ruh: Buna hücresel hayat da denilir ki; Bu ruh sayılmaz aslında. Buna can da denilebilir. Doldur boşaltımı  bir süreç içinde devam eden düzenli hareketliliğe canlılık denilir. Bu bitkisel ruh denilen canlılık, insan, hayvan, ağaçlar ve bitkilerin hepsinde mevcuttur. Örnek olarak bir kavak veya söğüt ağacı kesildiği zaman, onun gövdesinden belli bir süreye kadar filizler fışkırmaya başlar.

Bir insan öldüğü zaman onun tırnak ve saçları belli bir süreye kadar uzaması da, insan bedenindeki canlılığın devam ettiğinin belgesidir.  Bitkisel ruhta etki ve tepki yoktur. Kısmi felç geçiren bir kimsenin o felçli uzvunda, herhangi bir hissin olmaması bunun  açık kanıtıdır.
2-Tabii Nefis: Bu ruh, insanlarda ve hayvanlarda bulunan ve onların biyolojik yaşamlarının düzenini sağlamaya vesile olan, etki ve tepkisi bulunan bir ruhtur. Bu da aslında ruh sayılmaz. Buna da “can” demek, daha doğrusudur ki, Türkçe’de buna; “canı çıktı” deyimi kulanılır. İnsanın ölümü bununla sınırlıdır. Yani; insanın bedenindeki “yürek” denilen kalbin ve  beyinle birlikte diğer uzuvların, durarak fonksiyonlarını yitirmesi ile gerçekleşen bir ölümdür.  Bu, insan bedenin yaşamasını sağlayan doğal ruhun sona ermesiyle, yeniden diriliş gününe kadar sürecek olan bir ölümün başlangıcıdır.
3- Hayvani Nefis: Bu insandaki aç gözlülük, haset, kibir ve tüm kötülüklerin kaynağı olan nefistir. Terbiye edilmekle yükümlüdür. Aksi durumda sahibini felaketlere , hatta sonsuz azaba götürür.
4- Şuurlu Ruh: Şuurlu ruh, insan, cin ve meleklerde bulunmaktadır. Şuur denilen anlayışın, anladığını anlayan, niçin yaratıldığını, nereden gelip nereye gideceğini düşünüp anlamaya çalışan, bilinç ötesi bir bilinçtir. Bu hayvanlarda yoktur. Akıllı varlıklar denilen insan, melek ve cin taifesinde bulunur. Allahu Teala insan ve cin hakkında  Kur’an da şu ayeti belirtmiştir:
-“Ve mâHalaKtül cinne vel inse illâ liya’budûn.” (Zariyat S./ 56)
Meali şerifi:
-“Ben cinleri ve insanları ancak(beni tanıyıp) bana kulluk yapsınlar diye yarattım.”diye buyuruldu.
Bu ayeti kerimede meleklerden bahsedilmemesinin sebebi hikmeti ise, onların yaratılışlarına kulluk vasfı yaratıldıkları andan itibaren verilmiş olduğu içindir. Yani; meleklerde nefs ve şeytani dürtüler ve şehvet bulunmaz. Onlar Allahın emirlerini hiç zorlanmadan eksiksiz olarak yapar ve asla isyan etmezler. İnsan ve cinlerin kulluğu ise; nefs, şeytan, dünyalık, şehvet, ni’met ve musibetle imtihan edilerek sınava tabi tutulmuştur. Bu kulluk sınavını kazanıp bu alemden gerçek öte aleme göçenler sonsuz mutluluğa erdirilecektir. Allahu Teala o müminler için Kur’an-ı Kerim’de: “Hum fîhâ Hâlidûn” diye buyurmaktadır . Mealen; “O Müminler, o cennetler de ebediyyen kalacaklardır.” buyurmaktadır. Bu Allah’ın Va’didir.
Bu insani ruhun hakikatini bilmek imkânsızdır. Âyet-i kerime şöyledir, mealen:
-“Ruh hakkında soranlara de ki: Ruh Rabbimin işlerindendir, size az bilgi verildi.) (İsra 85)
Aklın erdiği bilgileri anlayan, his organlarından beyne gelen duyguları alan, bedendeki bütün kuvvetleri, hareketleri idare eden, kullanan ruhtur. Ruh, göz vasıtasıyla renkleri, kulakla sesleri kavrar, sinirleri çalıştırır. Adaleleri hareket ettirir, böylece bedene iş yaptırır. Böyle işlere ihtiyarî yani istekli işler denir. Aklı kullanmak, düşünmek ve gülmek gibi şeyleri yapan ruhtur. Ruh, parçalanmadığı ve parçalardan meydana gelmediği için, hiç değişmez, bozulmaz, yok olmaz. Ruh, bir sanatkâra benzer. Beden, sanatkârın elindeki sanat aletleri gibidir. İnsanın ölmesi, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bu da, sanatkârın sanat aletlerinin yok olmasına benzer.(Ahlak-ı alai)
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki: Cesetten ayrılan ruh, ya azaba, ya nimete kavuşur. İyilerinki yükselir, kötülerinki yedi kat yerin dibine iner. Bedenden ayrılan ruh, aletsiz, vasıtasız olarak her şeyi bilir. Bunun için, çeşitli nimet veya azapla karşılaşır. Ruh bedendeyken, bir uzuv, mesela insanın bir ayağı felç olsa, ruh bu ayağa tesir edemez. Ölüm ise, bütün uzuvların felç olmasına benzer; ancak ruh, bedenden ayrılınca, yine bilir, görür, anlar, sevinir, üzülür, bu halleri yok olmaz.

 ÖLÜM: Allahu Teala uykuda olan kimselerin ruhlarının ahvalini  Zümer Suresi 42. ayette şöyle belirtiyor, mealen: “O ruhları, öldükleri zaman Allah alır, ölmeyenlerin de uykuları esnasında alır. Ölümüne hüküm verdiği kimselerin ruhunu tutar, diğerlerinin ruhunu ise, belli bir vakte kadar(Bedenlerine) salıverir. Gerçekten bunlar düşünen bir toplum için Allah’ın ayetleridir.” İkinci Binin Müceddidi İmamı Rabbani Hazretleri (Allah Ruhunun kudsiyetini artırsın) bu ayeti şu ifadelerle açıklıyor: ” Ruh bu dünyada iken bedeninden ayrılıp, alemi misale(madde alemi ile melekut alemi arasında bir alemdir) gider. Her uyku esnasında o alemi gezip dolaşır, sonra tekrar bedenine döndürülür. Vefat ettiği zaman ise bir daha dönmemek üzere beden kalıbından ayrılarak misal alemine değil, kabir alemine götürülür.”der ve “”Allahü teâlâ, insanın ruhunu bilinemez şekilde yarattı. Ruh, madde, cisim değildir, belli bir yeri yoktur. Ruh, bedenin ne içinde, ne dışındadır, ne bitişik, ne ayrıdır. Yalnız onu varlıkta durdurmaktadır. Bedenin her zerresini diri tutan ruhtur. Âlemi varlıkta durduran Allahü teâlâ, bedeni de ruh vasıtasıyla diri tutmaktadır. ” (Mektubat 1.c./287)

             Allah’ın Rasulü(salat ve selam O’na olsun) ölüm hakkında şöyle buyururlar: “Hepiniz uykudasınız, öldüğünüz zaman uyanacaksınız.”
           Hazreti Mevlana’da(k.s.) ölüm hakkında şöyle bir açıklamada bulunur: “Bedenlerimiz ruhumuzun elbiseleridir. Öldüğümüz zaman ruhlarımız beden elbiselerini çıkarıp öte aleme geçeceklerdir.” ve: “Ölüm uykunun küçük kardeşidir. Ölümü anlamak istiyorsan uykuya bak, ölümü anla“der. Hazreti Mevlana’ya talebeleri birgün şöyle bir soru yöneltirler: “Efendim, Kur’an: “ Küllü nefsin zâikatül mevt” mealen”Her nefis ölümü tadacaktır” diyor, siz ise Rasulullah’ın; ruhların ölmeyeceğini buyurduğunu söylemektesiniz. Bunu nasıl anlamalıyız? Hazreti Mevlana bunun üzerine talebelerine şu cevabı verir:
       -“Allahın Rasulü, ruhların ölmeyeceğini beyan ettiler, nefislerin ölmeyeceğini değil”
          Cenab-ı Allah, ölümünü takdir ettiği kimsenin ruhunu tutuyor, yaşamasını irade ettiğinin ruhunu bedeninine geri veriyor. Her insanın ruhu, beden kalıbından her uyku sırasında ayrılıyor ve bir şekilde “küçük ölüm” deyimini yaşıyor.  Bütün bunlardan şunları anlıyoruz; ruhlarımızın ölümle ölmeyeceğini, ölüm denilen kaçınılmaz gerçeğin, ruhun elbisesi olan bedenden ayrılması ile gerçekleşmiş olacağıdır. Eğer ki, bazılarının zannı gibi ruhlar ölümle ölmüş olsa idi, Münker ve nekir meleklerinin kabir sorularına kim muhatab olacaktı? Alt satırlarda  belirtilen “Kabir Azabı” ile ilgili  Kur’an ayetlerinin muhatabları ne olacaktı?
           Şu durum da ruhların ölümle ölme inancı, alt satırlarda belirtilen ayet ve hadis-i şeriflerle çürütülmüştür.
           KABİR AZABI:
‘Kabir azabını bilmem’ diyen kimse, helake uğrayan Cehmiyye’dendir. Çünkü o, Allah’ın ‘Biz onları iki defa azaplandıracağız’ (et-Tevbe, 101), ki burada kabir azabı kastolunmaktadır, ve ‘Zâlimler, bundan başka azaba uğrayacaklar’ (et-Tur, 47), yani kabir azabına çarptırılacaklardır âyetlerini inkâr etmiş olur. Eğer ‘Ben âyete inanıyorum, fakat tefsir ve te’viline inanmıyorum’ derse de kâfir olur. Çünkü Kur’ân’da, te’vili tenzilinin (lafzının) aynı olan âyetler vardır. Eğer bunu inkâr ederse küfre girmiş olur.
Mü’min Suresi 45 . ayette “ Fevekâhullâhu seyyiâti mâ mekerû ve hâka biâli firavne sûül azâbi ”   Mealen  Nihayet Allah O’nu(Musa peygamberi) onların tuzaklarının kötülüklerinden korudu ve Firavun’un kavmini de, o kötü azab kuşatıverdi.”  Aynı surenin 46. ayetinde :   ” Ennâru yu’raDûne  aleyhâ ğuduvven ve aşiyyê”  mealen: “Onlara ateş,(kabirde) sabah ve akşam arz olunur.” Ve: ” Ve yevme tekûmussâah. EdHılû âle Firavne eşeddel azâb” mealen: ” Kıyamet koptuğu gün ise,  Firavun ve O’na tabi olanları azabın en şiddetlisine sokunuz.” Diye emreder Rabbul alemîn.

          İmamı Buhari Hazretleri kabir azabı için şu ayetleride beyan eder mealen: “…Sen o zalimleri can çekişirken bir görsen! Melekler ellerini uzatıp: “Haydi çıkarın canınızı bedenlerinizden”derler. “Bugün Allah adına haksız yere söyledikleriniz ve O’nun ayetlerine karşı büyüklük tasladığınız için hor ve hakir bir azabla cezalandırılacağınız gündür.”(En’am -93)  Tevbe suresinde:“…Biz onları (dünyada ve kabirde) iki kere azaba uğratacağız. Sonra da onlar, pek büyük bir azaba (cehenneme)  atılacaklar .”(Tevbe-101)
          Ayeti Kerime de görüldüğü üzere: ” Ateşin Firavun ve tabilerine sabah ve akşam sunulacağı”  ifadesi ile bu azabın,  kıyametten önce olacağı anlaşılmaktadır. Zaten ayetin devamın da: ” Kıyamet koptuğu gün ise onları azabın en şiddetlisine sokunuz.”  ifadesi ile kabir azabının dünya hayatı ile, kıyametin kopması  arasında olduğu apaçık belirtilmiş oluyor.     
          İbn-i Ömer(radıyallahu anh’den) Rasulullah efendimiz(salat ve selam üzerine olsun) buyurdular ki: “Sizden biri vefat edince sabah ve akşam kendisine (cennet ve cehennemdeki)yeri arz edilir. “ (Hadis-i Buhari).  Zeyd İbn-i Sabit(r.a.)den. Rasulullah buyurdular ki: “Teavvezû billahi min azâbil-kabri “ mealen: “Kabir azabından Allaha sığının “ Oradakiler:”Neûzü billahi min azabil-kabri “ Mealen: “Kabir azabından Allah’a sığınırız.”dediler. (Müslim, Cennet 67)
           Münker ve Nekir’in Soruları:
           Enes(radıyallahu anh)den. Rasulullah (salat ve selam üzerine olsun) buyurdular ki:”Kul kabrine konulup, yakınları da ondan ayrılınca-ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:
           “Muhammed” denen kimse hakkında ne diyorsun?diye sorarlar. Mü’min ise bu soruya” :
           “ Şehadet ederim ki O, Allah’ın kulu ve  rasuludür.”diye cevap verir. 

Ona: Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennetteki bir mekana çevirdi”denilir. (Adam bakar) her iksinide görür. Allah’da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere açar.
              Göklerden bir çağırıcı şöyle nida eder: 
            “Kulum doğru söyledi, ona cennetten tefrişte bulunun(ihtiyaçları gideren şeyler demektir), cennete giden bir kapı açın, onu cennetten giydirin!” Bunun üzerine ona cennetin nesiminden ve kokusundan getirilir ve kabri göz alabildiğine genişletilir.”         
            “ Eğer ölen kimse inançsızlardan ise, meleklerin sorularına “Bilmiyorum” diye cevap verir. Kendisine:
           Anlamadın ve uymadın” denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. Bu acı ile öyle bir çığlık atarki,  onu(insanlardan ve cinlerden başka) ona yakın bütün kulak sahipleri işitir.” (Buhari, Müslim, Nesai, Tirmizi)
              Peygamber aleyhissalatü vesselam efendimiz  bir hadis-i şeriflerinde kabir alemi hakkında şöyle buyurmuştur. Mealen:” Kabir cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (Cami-üssağır
          

             Ehli Sünnet Yolunun alimleri kabir hayatının ve kabir azabının var olduğunu, yukarıda yazılı ayet ve hadisi şeriflerle belgelemişlerdir. Kabir hayatı bu kadar açık ayet ve hadisi şeriflerle bildirilmesine rağmen, halen kabir azabını inkar edenler, neleri inkar ettiklerini ve kime karşı geldiklerini akıllarını başlarına alıp iyi düşünmeleri gerekir. Aksi durumda ahiretteki pişmanlığın bir yararı olmayacaktır. Ehl-i Sünnet alimleri kabirde bulunan bazı ruhlara  kabir azabının, hem bedene hem ruha yapıldığını ve bazı ruhların da cennet hayatına benzer bir yaşayışla ödüllendirileceklerini, ayet ve hadis-i şeriflerle açıklamışlardır.  Hidayet Allahu Tealadandır vesselam.

Kabir sualleri ve cevapları
Ölümü hatırlamak ve ölüden ibret almak için kabir ziyaret etmek ve salihlerin, velilerin kabirlerinden bereketlenmek müstehaptır.

Ölümü hatırlamak ve ölüden ibret almak için kabir ziyaret etmek ve salihlerin, velilerin kabirlerinden bereketlenmek müstehaptır. Ölümü ve kabirde sorulacak sualleri her zaman hatırlamalıdır. Mü'minlerden dokuz kimseye de kabirde sual olmaz: Şehit, düşman karşısında nöbette iken ölen, veba, kolera gibi bulaşıcı hastalıktan ölen, böyle hastalıklar yayıldığı zaman kaçmayıp sabrederek başka sebeple ölen, sıddîklar, baliğ olmayan çocuklar, Cuma günü veya gecesi ölenler, her gece Tebâreke ve Secde sûresini okuyanlar ve ölüm hastalığında İhlâs sûresini okuyanlara kabir suali olmaz. Kabirde Münker ve Nekir meleklerine cevap olarak şunları ezberlemelidir: 

Ayrıca aşağıdaki esasları da bilmek lazımdır: 


Kimin zürriyetindensin?

CEVAP
Âdem aleyhisselamın.


Kimin milletindensin?

CEVAP
İbrahim aleyhisselamın.


İman nedir? Amentü'nün esasları nelerdir?

CEVAP

İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasaklara inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir. 


İman, Amentü'de bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve beğenmektir. 


Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.


[Yani, Allah'a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah'ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]


İslam'ın şartları nelerdir?

CEVAP


Şunlardır: 

1- Kelime-i şehadet getirmek
Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü demek. Manası şudur: 
(Ben şehadet ederim ki, [Yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki] Allah'tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu ve resulüdür.) 
Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir.
2- Namaz kılmak
3- Zekât vermek
4- Oruç tutmak
5- Hac etmek


Allahü teâlânın sıfatları nelerdir?

CEVAP

Allahü teâlânın Sıfat-ı zatiyye'si altıdır:
1- Vücûd
2- Kıdem
3- Bekâ
4- Vahdaniyyet
5- Muhalefetün-lilhavadis
6- Kıyâm bi-nefsihi


Allahü teâlânın Sıfat-ı sübûtiyye'si sekizdir: 
1- Hayat
2- İlm
3- Sem'
4- Basar
5- İrade
6- Kudret
7- Kelam
8- Tekvîn

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder