4 Aralık 2014 Perşembe

HIRİSTİYANLIĞIN GERÇEK YÜZÜ : Şeytan, Mesih’in kendisine secde etmesi için davette bulundu; Bana secde et, bunların hepsini sana vereyim», dediğinde, Mesih ona



Hıristiyanlığa   Reddiye
(ANSELMO TURMEDA)
Aslen Anselmo Turmeda adında bir İspanyol papazı iken, bilahare İslamiyeti kabul eden muhtedi Abdullah Tercüman’ın, Hıristiyanlığı çürüten 

“Tuhfetü’l-Erib Fi’r-Reddi Ala Ehli’s-Salib” isimli eseri bu batıl dinin karanlık yüzünü görmemiz için bütün Müslümanların okuması gereken bir eser. 

Bu gün “bütün dinleri bir merkezde toplayacağım” diyenler bu eserleri sağlıklı bir şekilde tahlil etseydi böyle hezeyanlarda bulunamayacaklardı. Papaz bile Müslüman olunca bıraktığı batıl dindeki yanlışlıkları birbir sıralıyor, bizim Müslüman bildiklerimiz “aman darılırlar”diye ses çıkartmadıkları gibi onların hak yolda olduğunu ima edecek söz ve davranışlar içerisine giriyorlar.

Bu nedenle kitabı iyi okuyun… 

İşte size Eserin içerisinden küçük bir bölüm:

Metta İncilinin dördüncü babında: Şeytan, İsa Mesih’in kendisine secde etmesi için davette
bulundu; Ona dünyanın memleketlerim ve güzelliklerini gösterip: 

«Bana secde et, bunların hepsini sana vereyim», dediğinde, Mesih ona: «Her insana AIlah’dan başkasına ibadet ve secde etmemek yazılmıştır» diye cevap verdi.

Eğer Hazret-i İsa (A.S.) ilah olsaydı, şeytan ona böyle söz söylemeğe cesaret edemezdi. Bu
sözüyle Hazret-i Mesih, varlığı vacib olan Allahü Teala’dan gayrıya secde edilmiyeceğini bildirmiştir.

Bu nedenle kitabı iyi okuyun…

TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKALYIN

Hıristiyanlığa   Reddiye

ABDULLAH TERCÜMAN

(ANSELMO TURMEDA)


Aslen Anselmo Turmeda adında bir İspanyol papazı

iken, bilahare İslamiyeti kabul eden muhtedi Abdullah

Tercüman'ın, Hıristiyanlığı, çürüten «Tuhfetü'l-Erib

Fi'r-Reddi Ala Ehli's-Salib» isimli Arapça eserinin

tercümesidir. 

ÖNSÖZ

Yolunu şaşırmış bir kimseye — sırf Hak rızası için — rehberlik etmek, muhakkak ki, asilane bir

harekettir. Hele bu yol, insanı Allah'a götüren ebedi kurtuluş yolu olursa. Bazı dinler vardır ki, Allah’ın

lütuf ve inayetini sınırlı sayıda şahıs ve topluluklara tahsis eder, geri kalan insanları bundan mahrum

kılarlar. Mesela Hinduizm'de kurtuluşa erebilmek için bu dinin rahibi, yani "brehmen olmak lazımdır.

İş bununla da bitmez; brehmen olabilmek için de, brehmenler kastına (= dini sınıfına) bağlı bir ailenin

çocuğu olmak gerekmektedir. Bu dinde misyonerlik hareketi tabiatiyle yoktur.

Diğer bir takım dinler vardır ki, doktrinlerini bütün dünyaya yayarak, insanlığı kendi bayrakları


altında toplamak isterler. Budizm, Hıristiyanlık gibi... Şayet geniş manada din tarifi içine, müsbet veya

menfi her türlü inanç sistemlerim dahil edecek olursak, zamanımızdaki «Global» dinler listesine

komünizmi bile sokabiliriz. Zira onun da kendine mahsus inançları vardır: Allah’ın varlığım inkar

etmek, dünyanın ebedi olduğunu söylemek, her şeyin maddeden meydana geldiğini iddia etmek ve

saire gibi... Onun da taraftarlarınca «kutsal» tanınan bir kitabı (das Kapital), sahte peygamberleri

vardır.

Türkçe tercümesini sunduğumuz bu eser, sadece hıristiyanları doğru yola davet etmektedir. Onların

dikkatini üzerinde düşünmeksizin inanıverdikleri bazı inanılmaz noktalara, çelişkilere çekmektedir.

Kitabının giriş kısmında, yazar, kendi hayatım anlatmakta; başlangıçta İspanyalı bir katolik papazı

olduğunu, daha sonra İslamiyeti kabul ettiğini ve eski dindaşlarım da aynı yolu seçmeğe davet etmeğe

çalıştığım belirtmektedir.

Hıristiyan iken taşıdığı ad «Anselmo Turmeda» olan yazar, Fransisken tarikatına mensup olup,

Mayorka adasının, aynı ismi taşıyan şehrinde dünyaya gelmiştir. Hayatı hakkında fazla bilgimiz

yoktur. Sadece İspanyolca (Katalanca), «Eşek ile Fransisken Anselmo Turmeda arasında mücadele»

ünvanlı bir eseri olduğunu da öğrenmekteyiz (1

).

Eserinin baştarafında belirttiği gibi, yazar, önce İspanya'nın Lorida şehrinde, sonra da İtalya'nın



1 İspanyol müsteşriki A. Palacios bu eser hakkında araştırmada bulunmuştur. (El original arabe de la Disputa del asno

contra Fr. Turmeda. Rev. De la Filologia Esp. Madrid, 1914).




Sayfa 3 / 81

2

Bolonya şehrinde hıristiyanlık ilahiyatı tahsil etmiş ve son üstadı piskopos Nikola Martel'in gizli ve

özel tavsiyesi üzerine Tunus'a giderek İslamiyeti kabul etmiş ve Abdullah adını almıştır. Orada Arapça

öğrenmiş ve o zamanki Tunus hükümeti hizmetinde tercümanlık yapmıştır. Bu eserini Hicri 823

yılında kaleme almıştır. Bu tarihte İspanya'nın güneyinde, Endülüs'te yeni bir İslam devleti mevcuttu.

Binaenaleyh İspanya'da Müslüman uleması bulunuyordu.

Yazarın oğlu Abdü'l-Halim, eserin Arapça bir özetini yapmıştır. Yazma nüshası Berlin

kütüphanesindedir.

Ayrıca, eserin Arapça aslının da birçok yazma nüshaları, çeşitli kütüphanelerde muhafaza

edilmektedir. Arapça metin Hicri 1290 yılında İngiltere'de basılmıştır. Sonra 1895, 1904, v.s. yıllarında

Kahire baskıları da yapılmıştır. Türkçe bir tercüme de yazma nüshalar halinde yayılmıştır. Hacı

Mehmed Zihni Efendi'nin yaptığı tercüme de İstanbul'da basılmıştır, Latin harfleriyle ilk defa basılan

bu yeni tercüme esas itibariyle M. Zihni Efendi'nin tercümesinin, lisan bakımından sadeleştirilmiş

şeklidir (2

).

Arapça aslının adı: «Tuhfetü'1-erib fi'r-reddi ala eh-li's-salib» dir. (Bazı baskılarda «erib»

yerine «lebib» ke-limesi vardır.) Ebü'1-Gays Muhammed ibnü'l-Kaşşaş isimli bir alim esere bir önsöz

ilave etmiş ve adını da “Tahiyyetü'l-esrar te'lifü'l-ahyar li'1-ensari fi'r-reddi alen-nasare'l- küffar” şeklinde değiştirerek Sultan I. Ahmed'e ithaf etmiştir. (Saltanatı 1012 - 1026 H.)

Tuhfetü'1-erib, Avrupalı hıristiyanların da dikkatim çekmiştir. Fransızcaya tercüme edilen eser

hakkında şu araştırmalar yapılmıştır:

1) Fransızca tercümesi. Çeviren J. Spiro, Paris, 1886.

2) Revue de l'Histoire des Religions, Paris, xii, pp. 68-89, 179, 201, 278-301 (üç sayıda).

3) Di Matteo, Tahrif, 243, No. 6. .

4) J. Spiro, Autobiographie d'Abdallah b. Abdallah le drogman, dans: La Revue Tunis. 1906, xiii,

19-101.



2

İstanbul Müftü Müsevvidi Fikri Yavuz bey, eseri Arapça aslıyla karşılaştırmıştır. Eserin sadeleştirme işi. İstanbul

Edebiyat Fakültesi ve Yüksek İslam Enstitüsü talebeleri ile diğer yetkili kişilerden müteşekkil bir hey'et tarafından

yapılmış, tekrar tekrar gözden geçirilerek en mükemmel bir şekilde çıkması sağlanmıştır.




Sayfa 4 / 81

3

5) Mohamed Ben Hodja, Le tombeau d'Abdallah b. Abdallah, dans la meine revue, p. 292 - 294.

6) Revue Africaine, V, 266.

7) Steinschneider, Polemische und apologische Litteratur, 34, No. 15.

İSLAM – HIRİSTİYAN MÜNAKAŞASI

Bundan birkaç yıl önce Amerika'da «Towards Understanding İslam (html yada PDF) » (== İslam'ı

Anlamağa Doğru) adlı bir eser basılmıştır. Bu eserde İslamlar ile Hıristiyanlar arasındaki dini

münakaşaların tarihçesi hayli objektif bir şekilde çizilmektedir. Bu kitabın da Türkçeye ve diğer

müslüman dillerine çevrilmesinde fayda vardır.

Abdullah Tercüman'ın da şikayet ettiği gibi, hıristiyanların istifadesi için yazılan İslam

kitaplarında, onların dinleri hakkında sadece akli tenkitler yapılmakta, fakat hıristiyanların dini

inanışları derinliğine bir araştırma konusu yapılmamıştır. Hıristiyanların kudsal kitapları bile sıkı bir

incelemeye tabi tutulmamıştır. Bu işi yapmanın artık zamanı gelmiştir. İlahiyat Fakültelünden mezun

olan bazı gençlerin Yunanca ve Latince öğrenmeleri ve hıristiyanların dini üniversitelerinde (mesela

Roma, Paris) bu din üzerinde ihtisas yapmaları şarttır., Bazıları Katoliklik, diğerleri Protestanlık,

Ortodoksluk üzerinde derinleşmeli ve nasraniyetin mahiyeti üzerinde çalışmalar yapmalıdır.

2 inci Dünya Savaşının sonundan beri hıristiyan misyonerleri Türkiye'deki faaliyetlerini hayli

artırmışlardır (3

). Son yıllarda yurdumuza gelen bazı turistler yanlarında Türkleri Hıristiyanlığa davet

eden Türkçe yayınlar getirmekte ve bunları gizli veya aleni olarak halka dağıtmaktadırlar. Amerikalılar

ve Almanlar bilhassa çok aktiftirler. Komşu Lübnan'da «İletişim yoluyla Misyonerlik» konusunda bir

enstitü açılmıştır. Bir de, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde çalışan Türk işçileri üzerinde de misyonerler

var güçleriyle çalışmaktadırlar.

Hakikat insanlığın en mukaddes malıdır. O hiç kimsenin tekelinde değildir. Akıllı ve dürüst kişiler,

hüküm ve karar vermeden önce başkalarını da dinlemekten korkmazlar. Allah bize iki kulak ve sadece

bir ağız vermiştir. Binaenaleyh önce dinlemeli, sonra karar vermeliyiz.



3

Kitabın sonundaki ek bölümde bu konuda daha detaylı bilgi verilmektedir.




Sayfa 5 / 81

4

Ne yazık ki, hıristiyanlar, kendi söylediklerini, kendileri tatbik etmemektedir. Evet onların teşkilatı,

faaliyeti, sabır ve sebatı elbette inkar edilemez. Ama bir söylediklerine, bir de yaptıklarına bakınız. Hz.

İsa (A.S.) Efendimizin (Selam olsun ona) talim ve irşadları sevgi üzerine kurulmuştur: «Yalnız

dostunu değil, düşmanım bile sevmek lazımdır. Bize kötülük edeni afvetmek kafi değildir, bize bir

tokat atana, öbür yanağımızı da çevirmeliyiz. Hırkamızı zorla alana. çıkarıp gömleğimizi de

vermeliyiz. Kendisine bir kilometre refakat etmemizi zorlayanın peşinden iki kilometre yürümek

lazımdır...» gibi. Hıristiyanlar bu ölçüleri özellikle ihracat malı olarak mı anlıyorlar ve neden bunları

kendileri tatbik etmiyorlar? Biz burada kafir devletlerin (bu devletler hem müslüman, hem de

hıristiyanlar nazarında kafirdir) zalimane sömürgecilik ve genişleme siyasetlerini bir tarafa

bırakacağız. Hatta, misyonerlerin onlara sömürücülük ve soygunculuk yolunda yardımcı olduklarından

da bahsetmiyeceğiz. Sadece, pek dindarane bir gayretle, müslümanları hıristiyan yapmak uğrunda

gösterdikleri faaliyetten söz açacağız. Onlar böyle yapmakla kendi ruhlarını helak etmekte, ebedi

felaketlerim hazırlamaktadırlar.

Kendileri hakkı arıyacaklarma, başkalarını da saptırmağa çalışmaktadırlar. Onların oturup şu

hususları düşünmeleri gerekmez mi?

Bütün dinler içinde, Hıristiyanlığın Hazret-i İsa (A.S.) hakkındaki «babasız doğmuş olması»

akidesini kabul eden yegane din İslamiyettir. Filhakika İslamiyet, Hz. Meryem validemizin hiçbir

erkek görmeksizin Hazret-i İsa'yı (A.S.) dünyaya getirdiğini; ismet ve iffet sahibi bir bakire olduğunu,

Hazret-i İsa'nın (A.S.) dünyaya gelişinin ilahi bir mucize olduğunu kabul eder. Halbuki yahudiler

Hazret-i İsa'ya (A.S.) —haşa— gayrı meşru demek küstahlığında bulunurlar, işte müslümanlar,

hıristiyanların büyük tanıdıkları Hz. İsa (A.S.) ve Hz. Meryem hakkında böyle güzel inanışa

sahibdirler. Hal böyle iken, hıristiyanlar İslam büyüklerine karşı çirkin söz ve hakaretleri savururlar.

Bilhassa papaz takımımn, İslam Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkındaki iftiraları, insan

aklının varabileceği son noktaya kadar alçalmış olduklarına işaret eder. İşte biz hıristiyanları, bu

utanç verici durumlarını düşünmeğe davet ediyoruz. Evet, bir tarafta Hz. İsa'yı (A.S.) ve Hz.

Meryem'e saygı ve hürmette de kusur etmeyen rnüslümanları, diğer tarafta İslam büyüklerine hakaret




Sayfa 6 / 81

5

ve küfürler yağdıran kendilerini düşünsünler (4



İSLAMİYETE GÖRE Hz. İSA (A.S.)

İslamın iki ana kaynağı vardır: Kur'an-ı Kerim ile Peygamberimizin (S.A.) sünneti. Kur'an-ı

Kerim, İslam Peygamberine indirilen vahylerin (ilahi buyruklar) hey'-et-i mecmuası olup bütün

insanlığa hitab etmektedir. Buna Kelamullah (Allah'ın sözü) de denir. Hz. Peygamber O'nu sağlığında

vahiy katiplerine, kendisine geldiği gibi aynen yazdırıp, etrafına yaymıştır.. Arapça aslı aynen

elimizde mevcuddur. Dünyanın çeşitli yerlerindeki kütüphanelerde, İslamın ilk asrından bu güne kadar

yazılmış, sayısız yazma Kur'an-ı Kerimler vardır. Alman misyonerleri bu yazma Kur'an-ı Kerim'lerin

binlercesinin fotokopilerini aldırıp, bir araya toplamışlardır.. Gayeleri Kur'an-ı Kerim'de birbirini

tutmayan bir yer bulmaktı. Fakat bunları karşılaştırmışlar ve tek bir değişiklik bile bulamamışlardır.

Halbuki kendi mukaddes kitabları olan İncil'lerin çeşitli yazma nüshalarında 26.000 adet birbirine

uymayan yer (= variantes) vardır.

Peygamber'in (S.A.V.) sünnetine gelince: Bu O'nun hayatına ait nakil ve rivayetleri ihtiva eder:

Sözleri, şahsi davranış ve hareketleri, ashabının (Allah onlardan razı olsun) bir şeyi yapmasma karşı

ses çıkarmamaları. (Bu gizli bir rızadır.)

Ashabın bir kısmı hadisleri, daha Resülüllah'ın (S. A.V.) sağlığında yazmağa başlamışlardı.

Diğerleri vefatından sonra yazdılar. Daha sonraki nesiller, hadis yazanların eserlerini toplayıp, hadis

külliyatları meydana getirdiler. Altı «Sahih» (= en doğru kitab) bu suretle meydana gelmiştir. (Buhari,

Müslim, Ebü Davud, Tirmizi, ibn Mace, Nesei)

Bu iki ana kaynaktan başka Resülüllah'ın (S.A.V.) hayatını anlatan kitablar da kaleme alınmıştır.

Bunlara Siyer (veya Siretü'n-nebi) denir.

Burada yalnızca şu noktaya işaret edelim: Hıristiyanların kutsal kitabı olan Ahd-i Cedid (=

Nouveau Testament, kilisece kabul edilen 4 İncil ile sonradan yazılmış bazı mektubları ihtiva eder), ne

Kur'an-ı Kerim'e, ne de Hadis külliyatlarına benzer. Olsa olsa Siyer kitablarını andırır, yani bunlarda



4 İslamların Hıristiyanlığa karşı yazdıkları reddiyelerin en hafifinde bile, Hazret-i İsa'ya en ufak bir hürmetsizlik

edilmemiştir.




Sayfa 7 / 81

6

Hz. İsa Aleyhisselamın hayatı anlatılmakta, bazan da O'nun söylediği sözler zikredilmektedir.

Müslümanların, Hz. İsa'ya (A.S.) vahyedilmiş olduğuna inandıkları hakiki İncil, galiba Hz. İsa (A.S.)

tarafından şakirdlerine yazdırılmamıştır ve ondan sonra da kaybolmuştur.

İslam dini dinlerin en hoşgörülüsüdür.. Hem akle, hem de kalbe en uygundur, İslamın tezi şudur:

Sonsuz rahmet sahibi olan Allahü Teala, lütuf ve inayetiyle, insanlara maddi ve bedeni nimetler verdiği

gibi, doğru yolu bulmaları için peygamberler göndermiştir. Zira insanların hepsi kendi başlarına,

Rablerine ulaştıran yolu bulacak iktidara sahip değildir. Kur'an-ı Kerim'e göre, hiçbir kavim yoktur ki,

Allah onlara, zaman zaman, Hak yolu gösteren haberciler, peygamberler göndermemiş olsun. Bu

habercilerin sayısı çoktur. Kur'an-ı Kerim'de ancak bazılarının ismi zikredilmiştir. Hz. Nuh, İbrahim,

Davud, İsa, Yahya (aleyhimüsselam) bu cümledendir. Bu habercilerin hepsi de aynı temel inancı tebliğ

ve öğretmişlerdir: Allah'ın birliği ve hesaba çekilmek üzere öldükten sonra tekrar dirilişin hak olduğu.

Bu büyük peygamberlerin hepsinin de, kendilerine vahyedilmiş mukaddes kitabları vardır: Hz.

İbrahim'in suhufu, Hz. Musa'nın Tevrat'ı, Hz. Davud'un Zebur'u, Hz. İsa'nın (A.S.) İncil'i, Hz.

Muhammed'in (S.A.V.) Kur'an'ı (Selam onların üzerine olsun!).

Kur'an-ı Kerim'de, Hz. İsa'nın (A.S.) babasız doğduğu yazılıdır. O'nun sadece annesi vardır: Hz.

Meryem. Fakat, yine Kur'anda Hz. Adem'in. hem babasız, hem de annesiz yaratıldığı bildirilir. Hz.

Adem böyle harikulade bir şekilde yaratılmış olmasma rağmen, ilah olmadığına göre, Hz. İsa'nın

(A.S.) Tanrı veya Tanrı'nın oğlu olarak telakki edilmesine sebeb ne? Kuran Hz. İsa (A.S.) için

«Rühullah» der. Kur'anda ruh «emir» manasına kullanılmıştır. Rühullah, Allah'ın emri demektir. Bir

mucize olan doğumu Allah'ın bir emri olduğu için Kur'an yine onun hakkında Kelimetullah (= Allah'ın

sözü) tabirini, kullanır. Zira onun babasız doğuşu Allah'ın bir sözü, bir emri ile olmuştur. Hem Hz. İsa

(A.S.), daha beşikteyken konuşmuş ve annesinin masum olduğunu söylemiştir. Büyüyünce Yahudileri

dine davet etmek üzere, kendisine İncil verilmiştir (5

). Hz. İsa (A.S.) diğer milletlere peygamber olarak

gönderilmemişti. O zaman Filistin'de Romalılar hakimdi. Roma idaresi ona o kadar güçlük çıkardı ki,



5

Kur'an-ı Kerim'de ve Metta İncilinde, Hz. İsa'nın yahudilere peygamber olarak gönderildiği yazılıdır. Her ne kadar

Markos İncilinde Hıristiyanlığın bütün dünyaya yayılmasmdan bahsediliyorsa da, bu İncilin en eski yazma nüshaiarında

böyle bir ifadeye rastlanmamıştır. Binaenaleyh bu kısmın sonradan ilave edildiği anlaşılmaktadır
























Sayfa 13 / 81

12

* Hz. Yakub, A.A- Tein-üı, 49/10.

* Hz. Musa, A.A. Deuteronolne, 18/8, 33/2.

* Hz. Danyal, A.A. 2/31-32, 7,13-14.

* Hz. Davud, A.A, Psaume 45/3-18.

* Hz. Yahya, A.A. İsaie, 42/9 ve devamı, 43/1,6, 21/6-7.

* Hz. Habakuk, A.A. Habakuk, 3/3.

* Hz. •Yahya, A.C. Apocalypse, 2/26-29, 6/4.

* Hz. İsa, A.C. Yuhanna 14/15-16, 15/26-27. 16/7-16.

* Zerdüşt, Avesta, Yaşt 13,. XXVIII, 129; “(övgülere müstağrak)” 1

» (herkes için rahmet) isminde

bir put kırıcı...» (9

)

* Gautama Buddha. Bu dine ait bütün kitablar, Buda'nin Mettaya (diğer bir lehçeye göre telaffuzu

Maitreya'dır) isimli bir zatın geleceğinden ve kendisinin tamaınlıyamadığını tamamlıyacagından

bahsetmektedir. Mettay (herkes için rahmet) manasına gelir. Bu hususlarda şu esere bakılabilir.

Jolın B. Noss, Men's Religions, P. 188, 199.

Brahmanizm'de Allah tarafından vahyedilmiş olduklarına inanılan kutsal kitablardan oluşmuş bir

set vardır. Bunlara Purana adı verilir. -(harfiyyen manası: “Eski yazılar”, Bakınız: Kur'an-ı Kerim: 26

196. “zuhurul evvelin” Kalaki Purana'ya göre, Allah çeşitli zamanlarda on defa tecelli edecektir.

Sonuncusu. bir savaşçı şeklinde olacaktır. Bu son ğörünüşünde babası, «Allah'ın kulu (Abd-Allah)

isirnli bir erkek, annesi ise “Güvene layık”. (Amine) adlı bir kadın olacaktır. Brehmenler tarafından

münzel kitab olarak inanılan “Veda” lara göre, bu muharib “kumlar diyarında” doğacak, sonra

anavatannun kuzeyindeki bir yere iltica, edecektir. Semaya değecek bir arabası olacaktır (Mi'rac). Bu.

zat deve sahibi bir hakim (hikmetli kişi) olacak, kazanacağı iki büyük zaferin birinsinde 300,

ikincisinde 10,000 askeri olacaktır. (Bedr ile Mekke'nin fethi gazveleri)

Şu izahattan anlaşılacağı üzere, gerek hıristiyanların, gerekse diğer dinlerin mukaddes kitablarında,

Resülüllah Efenmdimizin (Salat ve Selam O’na) gelecegine dair haberler vardır. Bu kitabların



9

Resulüllah Efendimiz, Kur'an-ı Kerim'in buyurduğu üzere “alemlere rahmet” (= Rahmeten lil-alemin) olarak

gönderilmistir.




Sayfa 14 / 81

13

uğradıkları değişikliklere rağmen bu husustaki müjdeler anlaşılmaktadır.

HIRİSTİYANLIĞIN REDDİNE DAİR ESERLER

Bugünkü hıristiyanlıkta o kadar bozuk taraflar vardır ki, sadece İslam alimleri değil, fakat her dine

ve her akideye bağlı çegitli yazarlar, onu red ve ibtal babında sayısız eserler kaleme almışlardır.

Bilhassa pozitivist ve materyalist Avrupa düşünürleri ağır tenkitler yapmışlardır. Yerimiz bunların

hepsi hakkında malumat vermeğe müsait olmadığından biz sadece Türk dilinde yazılmış bazı

reddiyeleri tanıtmakla yetineceğiz.:

1) İZHARÜ'L-HAK Tercümesi. Yazan: Hintli Rahmetullah Ef. (ö). 1300 h.) iki cilt halinde

tercüme edilmiştir. Birinci cildi Şair Nüzhet Efendi (İstanbul ‘da basılmıştır), ikinci cildi

Ankaravi Ömer Fehmi Efendi (ibraz'ül-Hak adıyla 1293 de Bosna'da basılmıştır.)

2) ŞEMSÜ^L-HAKİKA. Yz. Harputlu İshak Ef.

3) ZİYAU'L-KULUB. Aynı müellif.

4) İZAHU'L-MERAM Fi KEŞFi'Z-ZALAM. Yz. Hacı Abdi E.

5) EL-FASL BEYNE'L-HAK VE'L-BATIL Tercümesi. Yz. mısırlı İzzeddin Ef- Çeviren: Adanalı

Esmui Yusuf Ef.

6) NURÜ'L-HÜDA LİMEN İHTEDA. Yz. Sırrı Paşa. (Diyartıkır'da basılmıştır).

7) BEYANÜ'L-HAK Tercümesi. Yz, Hintli Rahmetullah Ef.

8) RİSALETÜ'L-SAMSAMİYE, Yz. Hacı Abdi Ef.

9) MÜDAFAA. Yz. Ahmed Midhat Ef.

10) MÜDAFAAYA MUKABELE ve MUKABELEYE MÜDAFA Aynı ınuharrir.

11) MÜDAFAA. 3 üncü cüz. Aynı muharrir, (İslam alimlerinin Hıristiyanlığı red ve ibtal sahasında

Türk diliyle yazdıkları eserlerin tam bir bibliyografyasını hazırlayıp neşretmek emelindeyiz,

inşaallah.)

Biavnillahi Teala basımına muvaffak olduğumuz bu “Tuhfet’ül-Erib...” tercümesi ile müslüman

kardeşlerimizin ve bilhassa Avrupa'daki işçi dindaşlarımızın ellerine, misyonerlere karşı bir müdafaa

silahı veriyoruz. İleride bu vadide daha detaylı eserler yayınlamak ümidindeyiz.




Sayfa 15 / 81

14

Bütün hamd ve sena, Alemlerin Rabbi olan Allah’ü Teala'ya mahsustur. Yalnız O'na ibadet eder,

yalnız O'ndan yardım dileriz. Bizlere doğru yolu gösteren ebedi saadet kaynağı İslam dinini getiren

son peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa'ya (S.A.V.) ve sair ilahi habercilere salat ve selam

ederiz. Allah'ı ve Elçisini dinler, onların dostlarına dostluk, düşmanlarına düşmanlık ederiz.

BEDİR YAYINEVİ

(Muharrem 1385 - 3 Mayıs 1965)




Sayfa 16 / 81

15

HIRİSTIYANLIĞA REDDİYE

YAHUT

KİLİSEDEN CAMİYE

(Tuhfetü'i-erib fi'r-reddi ala ehli's-salib)

Bütün hamd ve şükürler Allahü Teala'ya mahsustur. Dualar ve iyilikler onun peygamberi

Muhammed aleyhisselam'a olsun. Hak Teala beni, sevgili peygamberi Muhammed aleyhisselam'ın

dinine hidayet ederek sonsuz lütuf ve ikramda bulundu. Yüce İslam dininin kat'i delillerine baktım ve

gördüm ki, en küçük bir temyiz kaabiliyeti olan kimse için, bu kuvvetli deliller gizli kalacak şeyler

değildir. Meğer ki, gözünü küfür ve inad perdesi kaplamış bir şuursuz olsun.

İslam alimlerinin kitablarını inceledim. Onları da yeterli buldum. Ancak, Hıristiyanlık ve

Yahudilik aleyhine yazılan reddiyelerde hemen hepsi akli delillere başvurup birkaç mes'ele müstesna,

nakli deliller göstermemişler. Akli ve nakli delillerle ve kendi kitablarındaki sözlerle reddeden sadece

ibni Hazm'dır.

Bu sebeble nakil yolu ile gelen sözleri ve delilleri mukayese ederek, insaf üzere hareket etmeyi

esas kabul ettim. Böylece Hıristiyanların batıl, fikirlerini, teslise bağlı esasları ile akla uymayan bozuk

yollarım beyan eylemeyi, İncilleri ile, bunları yazanları ve yapmakta oldukları ayinleri ve bunları icad

edenleri, naklettikleri şeylerdeki küfürlerim açıklamayı, Hazret-i Mesih aleyhisselama iftiralarıni,

Allah’ü Teala'ya yalan isnadlarını, İncil hakkında yaptıkları hile ve fesadlarını ve nihayet haçlarına

olan secde ve ibadetlerindeki bozuklukları duyurmayı hararetle arzu ediyordum. Cenab-ı Hak bu

arzumu gerçekleştirdi ve bu kısa kitapçığın yazılmasını bana ilham etti. Bu kitabımda evvela kendi

hayat hikayemi, vatanımdan aynlışımı, İslam dinine nasıl girdiğimi anlattım. Sonra Tunus Emiri Ebü'l- Abbas Ahmed'in ve oğlu Ebü'l-Faris Abdü'l-aziz'in hükümetleri devrinde meydana gelen olayları,

sahip olduğum nimet ve ihsanı beyan eyledim. Nihayet son kısımda Hıristiyanlığı red ve millet-i

Muhammediyyenin faziletini isbata dair olan mevzuları açıkladım. Böylece vücuda gelen bu özlü eseri

«Tuh-fetü'1-Erib Fi'r-Reddi Ala Ehl-i Salib» diye isimlendirdim.




Sayfa 17 / 81

16

Eser üç fasıldır.

Birinci fasıl: İslamiyeti kabul edişim ve Tunus hükümdarımn yanındaki işlerim hakkındadır.

İkinci fasıl: Hicri sekiz yüz yirmi üç senesinde Tunus'un ikinci Hükümdarı Ebü'l-Faris Abdül- aziz'in zamanında bulunduğum vazifelerle adı geçen hükümdarın güzel ahlakı ve eserleri hakkındadır.

Üçüncü fasıl: Hıristiyaulığın reddi ve Hazret-i Muhammed'in (Sallallahü aleyhi ve sellem)

peygamberliğini Tevrat ve İncil gibi diğer peygamberlerin kitablarındaki delillerle isbat hakkındadır.

İnşaallah bu faslın bitmesiyle bu kitabın maksadı da Allah'ın kuvvetiyle sona erecektir. Kudret ve

kuvvet ancak yüce olan Cenab-ı Hakk'a mahsustur.

BİRİNCİ FASIL

İslamiyeti Kabul edişim ve Tunus Hükümdarının Yanındaki İşlerim

Malumunuz olsun ki, ben Mayorka (10) ülkesindenim. (Cenab-ı Hak burayı feth etmeği,

müslümanlara tekrar nasip etsin!) Bu şehir deniz kenarmda, iki dağ arasında küçük bir vadi ile

ortasından bölünmüş, ticaret yeri bir memlekettir, iki limanı vardır. Bu limanlarda, kıymetli mallar

yüklü büyük gemiler yatar. Bu memleket, Mayorka Adası diye tanınır. Ormanlannın çoğu zeytin ve

incir ağaçlarıdır. Her sene Mısır'a, İskenderiye'ye yirmi bin fıçıdan, fazla zeytinyağı gönderilir. Adada

sayıları yüz yirmiyi aşan çok sağlam kaleler vardır.

Babam, Mayorka ahalisindendir. Kendisinin benden başka çocuğu yoktu. Altı yaşıma girince beni

bir papaz’a teslim etti. Ben bu papazdan İncil'i okudum, iki sene zarfında yarısından çoğunu

ezberledim. Bundan sonra iki sene kadar da İncilin özel terimlerini ve mantık ilmi öğrenmekle

uğraştım, Sonra “Katalan” arazisinden olan ve hıristıyanlar arasında ilim memleketi sayılan «Larde»

şehrine gittim. Bu memleketi bir nehir ortasından ikiyc bölmüştür. Buranın toprağı altınla karışıksa da

orada herkesin bildiği üzere, geliri, masraflarını, korumadığından Öylece terk edilmiştir. Meyvası pek

çoktur. Çiftçilerin bir şeftaliyi dört parça edip güneşte kuruttuklarını, kabağı ve havucu kurutup kışın

geceden ıslatarak taze gibi pişirdiklerini gördüm Hıristiyanlardan ilim öğrenmek isteyenler burada



10 Mayorka, Akdeniz'de Balear takımadalannın en büyük adasıdır. Merkezi Palma şehridir. Büyük ırmakları ve şehirleri

vardır. Bir de Minorka Adası vardır. Aralarındaki mesafe elli mildir.




Sayfa 18 / 81

17

toplamrlar. Sayıları bin - bin beş yüz kişiye kadar yükselen bu talebe topluluğuna yalnız ders okutan

papaz karışır ve idare eder. Memleketin en çok yetişen nebatı safrandır. Ben bu memlekette altı sene

kadar tıp ve nücum (yıldızlar ilmi) okudum. Sonra dört sene kadar da İncil ve İncil'in terimlerini

okuttum.

Daha sonra «Nebuniye» ye gittim; burası da pek büyük bir şehirdir. Taş ocağı olmadığından

binaları tuğla ile yapılmıştır. Orada her tuğlacının kendine mahsus bir nişanı vardır. Tuğlaların

güzelliği ve pişkinliği memurlar tarafından kontrol edilir. Bir tuğlacının yaptığı tuğla eğer dağılır,

parçalanırsa parası geri alındığı gibi, dayak cezası da verilir.

Bu şehirde her yıl ilim tahsili için iki binden fazla talebe toplanır. Tahsilde bulunanlar belli olsun

diye —hükümdar veya şehzade bile olsa— hepsi sadece ruhani elbisesi giyerler. Bunlara da

ancak ders okudukları papaz karışır ve hükmeder. Ben bu memlekete varınca Nikola Mertil ismiyle ta- nınan, hıristiyanlar arasmda kadri büyük, ihtiyar bir papazın kilisesine gidip orada yerleştim. Bu zat,

hıristiyanlar arasında ilim ve dindarlık cihetiyle yüksek bir mertebeyi haizdir. Zamanın feridi (seçkini)

idi. Hükümdarlar tarafından kendisine müracaat olunur, hediyeler gönderilir, bu hediyelerin onun

tarafından kabulü ile şeref kazanırlar, varhğının uğur sayılmasına bütün lııristiyanlar tarafından rağbet

edilirdi.

Ben bu papazdan Hıristiyan dininin usul ve hükümlerim okudum. Daima hizmetinde bulundum:

Kendisine yakın olmaya çok itina ve ihtimam ettim. O da beni en yakın talebesi olarak herkese takdim

etti. Hatta o derece ona yakın oldum ki, evinin ve kilerinin anahtarlarım bana teslim etti. Yalnız evinin

içinde bulunan ve arada sırada yalnızca girdiği . bir odanın anahtarını vermedi. Allah bilir, buraya

öteden beriden kendisine hediye olunan eşya ve malları koyuyordu, işte bu veçhile on sene tahsile

gayret ettim. Onun hizmetine bütün kudretimle hayatımı vakfederek ona sımsıkı bağlandım.

Bir gün hastalanıp ders okutmağa çıkamadı. Derse gelenler dershanede otururlarken bir takım

mes'elelerin müzakeresine başlandı. Nihayet bahis, . Cenab-ı Hakk'm Hazret-i İsa'ya (A.S.) indirmiş

olduğu şu «Senden sonra bir peygamber gelir, ism-i şerifi Paraklit’tir» mealinde olan ilahi hükme

dayandı. Bu hususta hazır olanlar arasında pek çok münakaşalar cereyan etti. Fakat mes'ele

halledilmeden dağıbp gittiler. Ben de kalkıp üstadın evine geldim.




Sayfa 19 / 81

18

— Bugün aranızda ne gibi bahisler cereyan etti? diye bana sordu-Ben de:

— Paraklit isminde ihtilaf olundu. Filan şöyle dedi, filan da şöyle cevap verdi, dedim.

— Sen ne cevap verdin? diye sordu.

— Filan şarihin İncil şerhinde verdiği cevabı verdim, dedim.

Onun üzerine buyurdular ki:

— Sen kusur etmemişsin, yaklaşmışsın. Filan hata etmiş. Filan da oldukça yaklaşmış. Lakin hak

olan bunlardan hiçbiri değildir. Bu yüce ismi ancak ilimde çok ileri gitmiş alimler bilir. Sizin ise

ilimden nasibiniz pek az bir şeydir.

Bunun üzerine ben kalkıp üstadın ayaklanna sarılarak:

— Efendim, bilirsiniz ki, ben vatanım olan uzak bir ülkeden buraya geldim. On senedir hizmetinize

devam ve rızanızı kazanmağa gayret ettim. Sizden sayılamıyacak derecede bilgiler edindim. Şimdi siz

muhterem üstadımdan bu mübarek ismi dahi bendenize açıklamak suretiyle ihsamnızı tamamlamanızı

niyaz ve istirham ederim.

Üstad bu sözler üzerine ağlamağa başladı ve

dedi ki:

— Oğlum, vallahil'azim bana olan iyi hizmetin sevgin ve sadakatin cihetiyle seni çok severim.

Evet, bu mübarek ismi bilmekte sayısız faydalar vardır. Lakin korkarım ki, saklamaz da söylersin.

Sonra hıristiyanlar seni o dakikada öldürürler.

O, böyle söyleyince benim merak ve heyecanım bir kat daha arttı:

— Üstadım, dedim, Allah, İncil ve Mesih hakkı için bana söyleyeceğiniz sırların hiçbirini ifşa

etmem.

Böyle teminat verdikten sonra üstad dedi ki:

— Oğlum, sen benim yanıma geldiğin vakit memleketinin müslüman memleketlerine yakın olup

olmadığını, müslümanlarla kavga edip etmediğinizi sormuştum. işte o suali, İslam ile aranızdaki ayrı-

lığın derecesini ölçmek için sormuştum. Bil ki «Paraklit» ismi, müslümanların peygamberi Hazret-i

Muhammed (S.A.) in mübarek ismidir. Kendisine Danyal Aleyhisselamm lisanı üzere mezkur olan

dördüncü kitab ki, Kur'an nazil olmuş ve bu kitabın o peygamber-i celile nazil olacağını ve dininin hak




Sayfa 20 / 81

19

dini, milletinin de İncil'de adı geçen ak millet olduğunu Danyal Aleyhisselam haber vermiştir.

Üstadın bu açıklaması üzerine:

— Hıristiyanlık hakkında ne dersiniz diye sordum.

Bunun üzerine üstad gayet ciddi bir tavır aldı ve dedi ki:

—Oğlum, eğer Hıristiyanlar, İsa Aleyhisselamın dini üzere olsalar İlahi din üzere kaim olmuş

olurlardı. Çünkü İsa'nın (A.S.) ve bütün peygamberlerin dinleri, Allah'ın dinidir.

— Öyle ise bu işten kurtuluş nasıl olur?

— Müslüman olmakla.

— Müslüman olan necat bulur mu?

— Evet, müslüman olan dünya ve ahirette necat bulur.

Bu sözü üzerine:

— Efendim, akıllı olan kimse en faziletli ve en hayırlı olan şey ne ise kendi nefsi için onu seçer.

Siz İslam dininin fazilet ve yüksek kıymetini kavradığınız halde niçin müslüman olmadınız? Ne mani

vardı? dedim.

— Oğlum, Allah’ü Teala, İslamiyetin faziletini ve İslamın peygamberinin şerefini, bana küçük yaş-

ta değil, ihtiyarladıktan sonra nasip etti. Bu hususta bizim için öne sürülecek bir özür yoktur. Belki

ilahi hüccet üzerimizde durmaktadır. Eğer sen yaşta iken Vacib Teala Hazretleri bana hidayet

buyurmuş .olsaydı, her şeyi terkeder Hak dinine alenen girerdim. Dünyaya muhabbet her günahın başı

ve temelidir. Benim hıristiyanlar yanında sahip olduğum izzet ve itibarı, nüfuzumun çokluğunu ve

mallanmı biliyorsun. Eğer bende müslümanlığa birazcık meyil ve rağbet görülecek olsa hıristiyanlar

beni yaşatmazlar, derhal öldürürler. Farzedelim ki ellerinden kurtulııp İslam memleketlerine iltica

ettim. Müslümanlara «Ben İslam dinini kabul ettim, size geldim» diyecek olsam: «Hak dine girip

kazanmışsın. Allah'ın azabından nefsim kurtarmış olduğun bir dine girmekle bizi minnet altına

koyduğunu mu sanıyorsun?» diyecekler. Ben onların dilini bilmem. Onlar benim hakkımı bilmezler.

Doksan yaşında bir ihtiyar olarak yanlarında kalıp açlıktan ölürüm. Ben Allah'a şükürler olsun, Hazret- i İsa'ya (A.S.) gönderilmiş olan dinin bütün hakikatlarına inanıyorum. Bunun üzerine dedim ki:

— Efendim, ben İslam diyarına gidecek ve İslam dinine girecek olsam bana yardım ve delalet eder




Sayfa 21 / 81

20

misiniz?

— Eğer aklın varsa ve kurtuluşa ermeyi istersen hiç durma, git. Dünya ve ahıret saadeti senindir.

Lakin oğlum, aramızda geçen bu sözlere şimdi hiç kimse vakıf değildir. Konuştuklarımızı çok gizli

tutmalısın. Eğer bunlardan bir şey sezdirecek olursan hıristiyanlar seni o dakikada öldürürler ve ben

seni kurtarmağa muktedir olamam. Bunları benden işittiğini söylemen de sana fayda vermez. Zira ben,

canımı kurtarmak için inkar ederim. Sözlerim senin aleyhinde dinlenir. Senin benim aleyhimde

söyleyeceğin sözler ise doğru olarak kabul edilmez. İşte bu hususta bir şey sezdirecek olursan ben

senin kanından mesul değilim, dedi.

Ben de:

— Böyle bir halden Allah'a sığınırım, diyerek istediği gibi kendisini temin ettim.

Yol tedarikini yapıp, kendisiyle vedalaştım. Bana hayır dua etti. Yol harçlığı yapmam için hediye

olarak elli altın verdi. Ben de oradan deniz yoluyla memleketim olan Mayorka'ya geldim. Altı ay

kaldiktan sonra Sicilya'ya geçtim. Müslüman memleketlerine gidecek bir gemi için beş ay da orada

bekledim. Sonra Tunus'a gidecek bir gemi geldi. Ona binip, akşam üzeri hareket ettik. Allah'ın

yardımiyle ertesi gün öğle vakti Tunus limanına vardık. Bnraya demir attiğımız zaman benim

geldiğimi işiten oradaki hıristiyanlar toplandılar, evlerine götürdüler. Dört ay kadar onların yanında

misafir oldum. Hıristiyanlara Hükümet dairesinde Hıristiyan lisanını bilen bir kimsenin bulunup

bulunmadığım sordum. O sırada Tunus Beyi “Ebü'l-Abbas Ahmed” adında bir zat idi. Onun dairesinde

hususi doktoru Yusuf et-Tabib'in hırisistiyan lisanını bildiğini söylediler. Buna haddinden fazla

sevinip, hemen doktorun evini sordum. Beni götürdüler. Keyfiyeti doktora arz edip, «Müslüman

olmak için geldiğimi» söyledim. Bu hayırlı işin kendi vasıtasiyle olacağına çok sevindi. Atına binip

beni hükümet dairesme götürdü. Ebü'l-Abbas Ahmed'in huzuruna girip. keyfiyeti arzetti. Benim

huzura kabul edilmem için izin aldı. Huzura girdim. Ebü'l-Abbas Ahmed Hazretleri önce benim kaç

yaşında olduğumu sordu. Söyledim. Sonra:

— Hoş geldiniz. Pek güzel.. Müslüman olunuz. Allah mübarek eylesin, dedi. Bunun üzerine

ben, tercümanlık eden doktora:

— Efendimize lütfen söyleyiniz ki, dedim, bir kimse bir dini terkedecek olursa onun hakkında




Sayfa 22 / 81

21

çok dedikodu olur. Rica ederim, burada bulunan hıristiyanların ileri gelenleri çağrılsın, benim halim

onlardan sorulsun. Hakkımda ne türlü şehadet edecekleri dinlensin. Ondan sonra müslüman olayım.

Bu ricam üzerine Ebü'l-Abbas tercüman vasıtasiyle

— Sen Abdullah ibni Selam'ın (11) iman ile müşerref olduğu sırada Hazreti Peygamber

Efendimizden talep ettikleri gibi bir ricada bulundun, dediler ve Tunus'ta bulunan bazı hıristiyan

tüccarlarına ve ileri gelenlerine haber gönderdiler. Beni de meclise yakın bir odaya koydular. Çağırılan

hıristiyan ileri gelenleri ve tüccarları geldiler. Ebü'l-Abbas, onlara sordu

— Bu gemi ile gelen şu yeni papaz hakkında :

ne dersiniz?

Onlar cevap verdiler:

— Dinimizin pek büyük bir alimidir. Büyüklerimiz ilimde ondan yüksek derecede kimse görme- diklerini teslim ve tasdik etmişlerdir.

Bunun üzerine Ebü'l-Abbas:



11 Abdullah ibni Selam, siyer kitablarmda naklolunduğu üzere, Yahudi alimlerinden Husayn adında bir zattır, Abdullah adı,

müslüman olduktan sonra peygam-berimiz tarafından verilmiştir. Müslüman oiuşu şöyledir:

Peygamber Efendimiz Medine'ye hicret buyurup Hazret-i Eba Eyyüb'un evlerine şeref verdikleri gün, İbni Selam,

peygamberimizin huzuruna geldi, mübarek yüzlerine dikkatle bakarak: «Bu yüz yalancı yüzü değildir» dedi, hemen imana

geldi. Bundan sonra:

— Ya Resüiallah, dedi. Yahudi milleti gaayet iftiracı mahluklardır. Benim müslüman olduğumu işitirlerse ;

hakkımda akla hayalc gelmedik iftirada bulunurlar. Onun için, beni bir yerde gizleyip onların büyüklerine, alimlerine benim

hal ve şanımı sorunuz.

İbni Selam'ın bu ricası üzerine Yahudi ileri gelenleri çağırıldı. İbni Selam hakkında ne dedikleri soruldu. Ya- hudiler hep bir ağızdan:

— Cümlemizin en alimi ve en faziletlisidir. Babası dahi babalarımızın en alim ve en faziletlisi idi.

Yahudilerin bu sözleri üzerine Peygamber Efendimiz onlara:

— Ya, şimdi müslüman olursa ne dersiniz? buyurda. Onlar:

— Haşa ki o müslüman ola! dediler.

O sırada İbni Selam, Peygamberimizin işaretiyle meydana çıktı, alenen kelime-i şehadet getirdi ve Yahudilere dedi ki:

— Ey Yahudi güruhu Niçin imana gelmiyorsunuz? Malumunuzdur ki bu mübarek zat peygamberliği beklenen zatın ta

kendisidir.

Yahudiler bu sözü işitince ibni Selam'a:

— Yalan söylüyorsun. İçimizde en cahil oğlu cahil, şerir oğlu şerir sensin, dediler.

— İbni Selam da:

— İşte ya Resülallah! Benim size iftira edici olduklarını söylediğim Yahudi milleti bunlardır, dedi.

Bunun üzerine bu Yahudi güruhu peygamberimizin huzur-ı saadetinden çıkarıldılar.

(Mütercim)




Sayfa 23 / 81

22

— Eğer o adam müslüman olursa ne dersiniz? dedi. Hepsi birden:

— Allah göstermesin, dediler, bu adam hiçbir zaman bu işi yapmaz.

Ebü'l-Abbas Hazretleri, onlardan bu sözü işitince beni çağırttı. Ben de onların yanma gidip

hepsinin huzurunda şehadet getirdim. Hepsi önüne baktı hayret ve dehşet içinde kaldılar ve şöyle

dediler.

Bu adama bu işi yaptıran ancak evlenmek arzusudur. Çünkü bizde papaz evlenemez. Sonra kederli

ve gamlı olarak çıkıp gittiler. :

Bundan sonra Ebü'l-Abbas Hazretleri bana günde bir çeyrek dinar maaş

bağladı. Beni misafirhaneye. yerleştirdiler. Hacı Muhammed Es-Saffar'm kızıyla evlendirdiler. Güveye

gireceğim sırada da yüz altın ve bir kat elbise ihsan ettiler. Bu para ile düğün yaptım. Zevcemden

dünyaya bir oğlum geldi. Uğurlu olsun diye Peygamberimiz (Sallaüahü aleyhi vesellem) Efendimizin

ismini verdim.

———o——-

İKİNCİ FASIL

Tunus Beyi Ebu’l-Abbas Ahmed ile oğlu

Ebu'l-Faris Abdü'l-Aziz'in hükümetleri zamanındaki ahvalim

Müslüman oluşumdan beş ay sonra Ebü'l-Abbas Hazretleri bana Liman Reisliği memuriyetim

verdiler. Bundan maksatları, o hizmette bulunduğum müddetçe hıristiyanlar ile müslümanlar arasmda

cereyan edecek hadiselere dair elimden pek çok tercümeler geçeceğinden, Arap lisanını sür'atle öğren- mem idi. Gerçekten öyle oldu. Aradan bir yıl geçince Arapçayı öğrendim. Mehdiye şehrine giderek

oradaki Ceneviz ve Fransız donanması tarafından, gelen mektupları tercüme etmeğe başladım. Sonra

Ebü'l-Abbas Hazretleri ile «Kabis» kalesine gittik. Orada dahi Hazineler Müdürü oldum. Daha sonra

“Kafsa” kalesine vardık, işte burada Ebü'l-Abbas hastalamp Hicri yedi yüz doksan altı senesi Şaban

ayının üçüncü günü vefat etti.

Ebü'l-Abbas Ahmed'in ölümünden sonra yerine oğlu Ebü'l-Faris Abdü'l-aziz geçti. Merhum

babasının, şahsına göstermiş olduğu teveccüh ve vermiş olduğu mertebelere ve tahsisatlara ilaveten

beni misafirhane idaresiyle de vazifeli kıldı.

Bu Melik zamanında Liman Reisi ve tercüman bulunduğum sırada bir gün müslüman mallarını




Sayfa 24 / 81

23

taşıyan bir gemi gelip limanda demir attı. Onu müteakip Sicilya'dan iki gemi daha geldi. Bu iki

geminin mürettebatı, müslümanlara ait gemiyi elegeçirdiler içindeki müslümanlar canlarım zor

kurtarabildiler. Gemideki eşya ve malları yağma ettiler. Ebü'l Faris bu vak'ayı duyunca divanın başkan

ve üyelerine, Halku'l-Vad’e denilen yere çıkmalarım, müslümanların mallarının bedel ödemek

suretiyle kurtarılması için hıristiyanlarla pazarlık yapmalarını emretti. Onlar da bu emir üzerine

Halku'l-Vad'e gidip, maiyyetlerindeki tercümanı gemiye gönderdiler. Tercüman gemide hıristiyanlarla

anlaşmaya çahştı ise de, çok yüksekten konuştuklarından muvaffak olamadı. Sonradan anlaşıldı ki, adı

geçen gemilerden biriyle Sicilya hıristiyanları arasında hatırı sayılır bir papaz gelmiş. Bu papaz

talebelik arkadaşim olup vaktiyle birbirimizi kardeş gibi severdik. Benim müslüman olduğumu işitmiş,

bu hal kendisine güç gelmiş, çok üzülmüş ve beni tekrar Hiristiyan dinine döndürmek için bu gemi ile

ta buraya kadar gelmiş. Giden tercüman ile gemide karşılaşmca tercümana:

— Adın nedir?

— Ali.

— Ey Ali, bu mektubu Divanda Liman Reisi olan Abdullah'a ver. işte sana bir altın. Cevabım

getirdiğin takdirde bir altın daha veririm, dedi.

Tercüman mektubu alıp, Halku'l-Vad'e geri gelir, olanları bildirdikten sonra papaz ile arasında

geçen konuşmayı nakleder. Divan başkanı da mektubu alıp; Cenevizli bir tüccara tercüme ettirdikten

sonra, aslı ile beraber Ebü'l-Faris'e gönderir. Ebü'l-Faris mektubu okuyunca bir adam göndererek beni

çağırttı. Huzuruna girdiğimde:

— Abdullah, bu mektup deniz ötesinden geldi. Oku bakalım ne yazmışlar, anlayalım, dedi.

Ben de okuyup, gülmeğe başladım:

— Ne gülüyorsun? dedi.

— Efendim, Allah size zaferler versin, bu mektup, bana eskiden dostum olan bir papazdan gelmiş.

Hemen tercüme edelim, deyip kenara oturdum. Ve Arapçaya tercümesini yapıp, kendilerine verdim.

Eline alıp okuduktan sonra, kardeşi İsmail'e:

— Vallahi'l-azim hiçbir sözü terk etmemiş, (olduğu gibi tercüme etmiş) dedi. Ve sonra ben de:

—Efendim bunu nerden anladınız? diye sordum.




Sayfa 25 / 81

24

—Cenevizliler'in yaptığı başka bir tercümeden, dedi.

—Ey Abdullah, bu papaza ne cevap vereceksin? dediler. Ben de:

—Efendim, benim vereceğim cevap, tarafmızdan bilindiği üzere, Hak Din'e rağbetimden dolayı,

kendi isteğimle müslüman olduğumu bildirmektir.

Ayrıca, bana yazı ile bildirmiş olduğu diğer şeylerin biçbirine cevap vermek istemem, dedim.

Bunun üzerine Ebü'l-Faris Hazretleri;

— Ey Abdullah, senin tam ve doğru bir müslüman olduğunu öğrenmiş olduk. Bu hususta hiçbir

şüphemiz yoktur. Fakat, «Harp hiledir», hadis-i şerifinin hükmüne dayanarak, yazacağın cevapta,

müslüman mallarımn geri verilmesi hususunda papazın, gemi sahibine söyleyip yardım etmesini ve

müsluman tüccarlarla bir anlaşmaya varıldığı takdirde malların tartılması bahanesiyle senin de kantarcı

ile beraber çıkıp, geceleyin gemiye kaçacağım bildir, dedi.

Ben de aynen emrettikleri üzere bir cevap yazıp gönderdim. Papaz mektubumu okuyunca sevinmiş

olmalı ki, malların geri verilmesi hususunda talep ettikleri parayı azalttılar. Sonra, tartacak olan adam

birkaç defa gemiye gidip geldiyse de, ben gitmedim. Nihayet papaz gelmemden ümidini kesince

gemiyi kaldırıp, cehennem olup gitti.

Papazın yollamış olduğu mektup şu mealde idi;

«Kardeşin Fransis Papaz selamdan sonra sana şunları bildirir: Ben bu beldeye, seni bulup,

beraberce geri götürmek için geldim. Bugün Sicilya'ya hakim olan zatın yanında yüksek bir

mertebeye sahibim. Azletmek, tayin yapmak ve memleketin bütün işleri benim, elimdedir. Şimdi

sözüme iyice kulak ver de Allah'ın bereketinin bulunduğu bu tarafa gel. Mallarım ve diğer eşyalarım

elimden çıkar diye, sakın korkma. Ben, seni hayal etüğinden daha çok tatmin edecek mal ve makama

sahibim, istediğini vermeğe hazırım. Selam.»

TUNUS HÜKÜMDARI EBÜ'L-FARİS ABDÜ'L-AZIZ'DEN BAZI HATIRALAR

Ebü'l-Faris, bütün millet hakkında kitab ve sünnet üzere adalet icra etmiştir. Alim ve salihlere iltifat

ve ikramda bulunmak onun güzel huylarından ve yüksek hasletlerindendir. Tunus'a gelen misafirlere

tazim ve hürmet ettiği gibi, Resülüllah'ın Ehl-i Beytine son derecede riayet eder, herkese mertebelerine




Sayfa 26 / 81

25

göre ihsanlarda bulunurdu. Ebü'l-Faris'in bu husüsiyetinden dolayı doğu ve batıdan pek çok insanlar

gelirdi. Misafirlerin gerek orada kalmaları ve gerekse dönmeleri esnasmda azami kolaylıklar sağlanır

ve bu husus üzerinde titizlikle durulurdu.

Her sene, peygamberimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem) in doğum gecesine hürmeten Rebi'ül-evvel

ayının onikinci gecesi bir toplantı yapılırdı. Toplantıda gülsuyu vesaire dağıtımmdan başka divan

gelirinden altmış dinar verilmekte idi (12)

Ebü'l-Fans'in her kim olursa olsun mzlum olana merhamet ve insafı o derece şöhret buhnuştu ki,

küçük - büyük bütün memurlar ve maiyyetinin ileri gelenleri ona imtisal ederek zulümden sakınırlar ve

kendilerinden şikayetçi bir kimsenin çıkmamasına son derece dikkat ederlerdi.

Sık sık hapishanelere gider, orada bulunanların hal ve hatırım sorar, tahliyesi lazım gelenleri salı-

verir ve cezaya müstehak olanların da cezasmı verirdi.



12 Mevlid merasimlerinin tarihçesi: İslam tarihinde başlang'ıçta Hazret-i Muhammed'in doğum günlerini kutlama adeti

yoktu. Mevlid toplantıları sonradan ortaya çıkmıştı. Tarihte ilk defa mevlid-i şerif merasimini yaptıran ve bu hayırlı işi

an'aneleştiren Erbil Hükümdarı Muzafferüi'd-din Gökbörü Hazretleridir. Bu değerli hükümdar (Allah onu mağfaretine nail

kılsın) altı yüz dört (604. H) senesi Rebiü'l-evveli'nin on ikisinde bu ayini vaz'etmiştir. O gün bu mes'ud doğumun

kutlanması için devlet fevka'lade hazırhklara girişir, bayram ve düğün günleri gibi türlü türlü yemekler ve şerbetler

hazırlanır, şehirli - köylü memleketin bütün ahalisine ziyafetler verilir, sadakalarla yoksulların kalbleri sevindirilirdi.

Bu mevzuda zamanın ilim adamları birçok risaleler yazdı. Devrin şairleri nice parlak kasideler düzdü. Bu kubbede baki

kalan hoş sada kulaklarda unutulmaz akisler bıraktı.

Cenab-ı Hak'kın sonsuz lütfuna hamd ü sena ederiz ki, halen müslüman memieketlerinde; hususiyle Haremeyn'de

(Mekke - Medine), Mısır ve İstanbul'da bu kutlu gelenek yaşamaktadır. O mutlu demde bütün ehl-i İslam sevince gark iie

Resül-i Kibriya'ya karşı hürmet ve edeb vazifeierini ifa için mevlid-i şerif kıraetiyle meşgul olmadadırlar. Bu suretle

Rebiü'l-evvel de ayların en hayırlılarından sayıla gelmiştir.

Mısır'da içbu mevlid-i şerif merasimleri için ehl-i iman görülmemiş çapda masrafa girişirlermiş. Bazı kimselerin

zihinlerinden geçmiş ki, lıu kadarı israf olmaz mı? Büyük alim İbni Hacer Heysemi, «Fetava-yı Hadisiyye» adlı kitabında

buna ternas etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Mısırlalar'ın bu tarihi günün sevincinden dolayı yaptıkları masrafları asla israf cümlesinden değildir. Belki bunlar,

şan-ı Muhammediye, imanın gereği oİan muhaabbet-i Ahmediyye'ye nisbetle gaayet hakirdir. Hiç mesabesindedir."

Bazılar derler ki:

«Medhal» müellifi İbnü'1-Hac, bu merasimlerin tümüne cebhe almıştır.

Hayır, mes'ele öyle değildir,

Mısır'da mevlidlerde saz da çalınırmış. Onıuı tenkıd ve itirazı bunadır. Bu münasebetle mukaddes şeriatımıza aykırı

olarak yapılan hareketlere karşıdır. Bir takım haram aletlerin ve vasıtaların işe karıştırılmasına muhaliftir. Yoksa mevlid

kıraetinin aslına ve hakıkatine matuf değildir.

Bu makale, İbrahim Halebi'nin Ahmed Asım tarafından tercüme edilen «Siyer» kitabından alınmıştır.

(Mütercim)




Sayfa 27 / 81

26

Çok sadaka ve ihsanda bulunması halk arasında yaygmdı. Yardıma muhtaç olanların adlarını bir

deftere kaydettirip, Fakih Ebu Abdullah Mohammed ibni Selamüt-Taberi’yi dağıtma işiyle

vazifelendirmiş ve onun vasıtasiyle ihtiyaç sahiplerine yardım adet olmuştur.

Her sene Mekke, Medine ve civar halkına ve hacıları yol kesenlerden korumaları için Arap

şeyhlerine çeşitli yardımlarda bulunurdu.

Endülüs halkma dahi her sene para. at, silah, barut ve buğday gönderirdi. Ölümünden sonra geri .

kalan hasılatı ile hıristiyanlardan müsluman esirlerin kurtarılması için bir miktar arazi vakfetmiş,

başına emin bir zat olan Ebu.Abdullah Muhammed ibni Azüzi'yi getirmişti. Vaki hasılat ile bir taraftan

arazi satın alınarak masarfın çoğaltılmasına çalışılırken, bir taraftan da Tunus limanına gelen

müslüman esirlerin devlet hazinesinden bedelleri verilerek kurtarılmalarını vasiyet etmisti. Hatta Ebü'l- Faris Tunus'ta mevcut olan her vilayetin hıristiyan tüccarlarına: Müslüman esirlerden ellerine geçeni

alıp getirmelerini, gençler için altmış, ihtiyarlar için kırk - elli dinar kadar akçe verileceğine dair benim

tercümanlığım vasıtasiyle bir mukavele yapmıştı. Bu mukaveleden sonra, Hıristiyanlar pek çok esir

getirip hazineden akçelerini almışlardır. Bu kitabın yazıldığı tarih olan işbu (823 H.) senesinde de bu

andlaşma devam etmektedir.

Güzel icraatlarından biri de şudur: Deniz kapısı dışında bulunan ve bazı hıristiyanların senede on

iki bin dinara kiraladıkları hanı yıktırdı. Çünkü içinde içki içmek ve türlü rezaletler yapmak suretiyle

halkın umumi huzurunu bozuyorlardı. Sırf Allah'ın rızasını kazanmak için o kadar geliri terk etti. O

hanın yerine içinde namaz kılınacak, zikredilecek, salavat getirilecek bir ibadethane ve imaret yaptırdı.

Gelirleri buraya sarfedilmek üzere bir kısım araziyi ve zeytinliği vakfetmiş ve karşısmda bir de

yağhane vakfetmekle mezkur yeri imar ve ihya etmiştir. Bardo bahçesi yakınında ve EI-Damus

adındaki yerle Cebel-i Havi civarında bulunan tekkeleri, Bab-ı cedid dışındaki su dolaylarını ve Dar-ı

Ebi'l-ca'd'ın yanındaki karakolları, mevcud hamamları, mesireleri hep o yaptırmıştır. Zeytuni camii

içindeki kütüphane ve Tunus'taki yoksul müslümanlar hastahanesi dahi Ebü'l-Faris devrinde

yapılmıştır.

Tunus'un bütün çarşı ve pazarlanndan Şeriata aykırı olarak elde edilen yirmi sekiz bin dinarı terk

etmiştir. Kendisinden önce Tunus'ta sabun üretimi yasaktı ve hükümetin tekelinde idi. Hükümetten




Sayfa 28 / 81

27

habersiz sabun imal edenler muhtelif para ve hapis cezalarma çarptırılırlardı. Ebü'1-Faris bu yasağı

kaldırmakla bir takım yolsuzluklara son verdi. Memleket içindeki kötü ruhluları diğer beldelere sürdü.

Sicilya adasına bir donanma gönderdi. Tarkuba şehri zaptedildi. Kalesi yıkıldı. Trablus, Kabis.

Hama, Kafsa, Tuzer, Nefka, Biskra, Kostantiniye ve Bicaye beldelerine dahi asker göndermekle yüz

yıllardan beri Afrika'da çeşitli hasarlara cüret eden ihtilalcileri itaate mecbur etmiştir.

ÜÇÜNCÜ FASIL

Hıristiyanhğm Reddi ve Hazret-İ Muhsmmed’in (A.S.M)

Peygamberliğinin Tevrat ve İncil Gibi Diğer

Peygamberlerin Kitablarındaki Delillerle İsbatı

Bu bölümde, Hıristiyanların bozuk inançlarım İncilin hükümleriyle ve İncilleri yazan dört kişinin

sözleriyle ortaya koyacağız. Ayrıca halen ellerinde bulunan kitablardaki, evvelki peygamberlerden

nakledilen sözleri beyan ile peygamberimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem) in nübüvvetinin ispatını

te’kid eyleceğiz.

Bu fasıl dokuz kısma ayrılmıştır.

BİRİNCİ KISIM:

Mevcud dört İncili yazanlar ve uydurdukları yalanlar hakkındadır.

İKİNCİ KISIM:

Hıristiyanların mezheblerine göre ayrılıkları ve fırka sayıları hakkındadır.

ÜÇÜNCÜ KISIM:

Hıristiyanlık kaidelerinin beyanı ile onların bütün kaidelerinin yine kendi İncillerinin sarahat ve

delilleriyle red ve ibtaline dairdir.

DÖRDUNCÜ KISIM:

Hıristiyanların esas din ve mezhepleri olarak, büyük ve küçüklerinin öğrenip dindarı oldukları

inancın da yine asıl İncilleriyle reddine dairdir.

BEŞİNCİ KISIM:

Hazret-i İsa (A.S.) , onlarm inanç ve iftiraları üzere Tanrı olmayıp bir insan ve Allah tarafmdan




Sayfa 29 / 81

28

gönderilen bir elçi ve peygamber olduğunun İncilin nassıyla beyan ve tafsili hakkındadır.

ALTINCI KISIM:

Dört İncili yazan dört zatm ayrılıklarını beyan ve tenakuzlariyle (çelişmeleriyle) yalanlarma dair- dir.

YEDİNCİ KISIM

Papazların Hazret-i İsa aleyhisselam’a niset ettikleri yalana ve o hususta yalancı kendileri

olduğuna dairdir.

SEKİZİNCİ KISIM:

Hıristiyanların müslümanları ayıpladıkları mes'elelerin beyanı hakkındadır.

DOKUZUNCU KISIM:

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed aleyhisselamın nübüvvetinin, Tevrat, Zebur ve İncil

nasslariyle ve daha önce gelip geçen peygamberlerin müjdeleriyle sabit olduğuna ve önceki

peygamberlerin onun gönderilmesinin sıhhati ile şeriatının bekaası ve Kıyamete kadar devamı

hakkında olan haberine dairdir.

BİRİNCİ KISIM

Bugün İsa aleyhisselama gökten inen İncil, hiç bir memlekette yoktur. Hıristiyanların ellerinde dört

türlü İncil vardır. Bunları yazanlar, Metta (St. Matthieu), Luka (St. Luc), Markus (St. Marc), Yuhanna

(St. Jean) dır. İncili ilk değiştiren bunlardır.

1 — Filistinli olan Metta, İsa aleyhisselamı yalnız göğe çıktığı sene görmüş ve bundan sekiz sene

sonra İskenderiye'de birinci İncil'i yazmıştır. Burada İsa aleyhisselam'ın veladetinde (doğumunda)

görülen, şaşılacak şeyleri ve Yahudi padişahı Herod’un (Herodos), onu çocuk iken öldürmek istediğini;

bunun üzerine annesi Hazret-i Meryem'in, oğlunu alıp Mısır'a götürdüğünü yazmaktadır. Metta'nın

anlattığına göre, İsa aleyhisselam doğduktan sonra Beyt-i Makdis'e Şark tarafından üç mecüsi geldi ve:

— Bu günlerde dünyaya gelen sultan nerededir? Biz kendi memleketimizde onun yıldızını doğmuş

gördük ki, bu onun dünyaya geldiğinin delilidir. Ona hediye getirdik, dediler.

Herod bunu işitince Yahudi ulemasını topladı. Bahsedilen çocuğu onlara sordu. Onlar da:




Sayfa 30 / 81

29

— Beni İsrail peygamberleri kitablarında bize haber vermişlerdir ki, Mesih aleyhisselamın doğuşu

bugünlerde Kudüs'de Beyt-ül-Lahm'da olacaktır, dediler.

Bunun üzerine, Herod mecüsilere, Beyt-ül Lahm'e gidip, yeni doğan çocuğu aramalarını,

buldukları takdirde kendisine bildirmelerini söyledi.

Her ne kadar onlara. «muradım onunla birleşmek, ona yakın olmak ve kulluk etmektir-» dediyse

de: gerçekte öyle olmayıp, onu öldürmeye karar vermişti.

Üç mecüsi Beyt-ül-Lahm’e gidip, Hazreiti Meryem'i oğlu Hazret-i İsa (A.S.) kucağmda olduğu

halde buldular. Hediyeleri verdiler İsa aleyhisselama secde ettiler. Geceleyin kendilerine bir melek

gelip, İsa aleyhisselamın doğduğu yeri saklamalarını, başka bir yoldan geri dönmelerini emir ve işaret

etti. Sonra Hazret-i Meryem'e, Herod'un hile ve suikasdıni haber verdi ve İsa aleyhisselamı ahp Mısıra

gitmesini tenbih etti. Hazret-i Meryem de öyle yaptı.

Metta'mn anlattığı bu hikaye ve sözler batıl ve esassızdır. Hakikatle hiçbir alakası yoktur. Böyle bir

hadise hakikatte olsaydı, Herod İsa aieyhisselamı aramağa kendisi gider veya güvendiği bir kimseyi

gönderirdi. Diğer üç İncili yazan, Luka, Markus ve Yuhanna kitablarında böyle bir şeyden

bahsetmemişlerdir. Zaten Metta, İsa aleyhisselamın doğumunu idrak etmediğinden. bunu bilerek ifade

etmeyip; belki bir yalancıdan işittiğini nakletmiştir.

2 — Gelelim Luka'ya: Bu adam Hazret-i İsa'ya (A.S.) yetişmemiş ve onu asla görmemiştir. Kendisi

Hazret-i İsa'nın (A.S.) semaya çıkarılmasından sonra hıristiyan olmuş, hıristiyanlığı Pavlos'un yanında

meyda gelmiştir. Bir yahudi olan Pavlos da Hazret-i İsa'yı (A.S.) ne görmüş, ne de onun asrına

yetişmiştir. Pavlos zaten hıristiyanlarm en büyük düşmanı idi. O derecede ki, bir zaman, her nerede bir

hıristiyan bulunursa yakalayıp, Beyt-i Makdis'e getirilmesi ve orada hapsedilmesi hakkında

Kayserlerden emir çıkartmıştı.

Luka «Havarilerin Kıssaları» (13) adlı kitabında hikaye eder ki: Merkum Pavlos bir gün bir atlı ile

dolaşırken güneş parıltısı gibi bir nura rast gelip, o nurdan bir ses işitmiş:

«— Ey Pavlos! Niçin bana zarar veriyorsun?»



13 Bu hikaye, Luka'nm yazdığı «Amal-i Rusül» (Resullerin işleri) kitabının dokuzuncu babında yazılıdır. «Havarilerin

Kıssaları» ta’biri o kitabın diğer bir adıdır. (Mütercim)




Sayfa 31 / 81

30

Pavlos demiş ki:

«— Seni bu zamana kadar görmediğime göre nasıl olur da sana zarar verebilirim?

Bunun üzerine nurdan:

— Benim ümmetime olan zararın banadır. Onlardan elini çek. Zira onlar hak üzeredirler. Onlara

tabi ol. Felah bulursun cevabı gelince Pavlos sormuş:

— Efendim bu hususta bana bir emriniz var mı?

Nur cevap vermiş:

— Dımeşk (Şam) şehrine git ve «Enaniyye» adlı kimseyi sor.

Pavlos gidip, o adamı arayıp bulmuş. Hazret-i İsa'dan (A.S.) bu işittiklerini ona bildirmiş. Ondan,

beraberce Hıristiyan dinine girmeyi istemiş. O da onun bu isteğini kabul etmiş. Merkumun Hazret-i

İsa'ya (A.S.) imanı belli olduktan sonra şan ve şerefi artmıştır.

Bu hikayenin aslı yoktur. Veya şeytan hilesidir. Demek oluyor ki, Pavlos, Enaniyyenin, Luka'da

Pavlos'un elinde hıristiyan olmuş ve İncili ondan almıştır. Halbuki, bunların ikisi de Hazret-i İsa'ya

(A.S.) yetişmemiş ve görmemişlerdir, işte bu kadar karışık ve manasız sözler, Hıristiyanlığın batıl ve

yalandan ibaret olduğuna açık bir delildir.

3 — Markos da Hazret-i İsa'yı (A.S.) görmemiştir. Hıristiyanlığı kabulü, Hazret-i İsa'nın (A.S.)

semaya çıkışından sonra ve Havarilerden Petros'un Yananda olmuştur. İncili Roma şehrinde yazmıştır.

Altıncı kısımda açıklayacağımız üzere Markos, diğer İncilleri yazanlara bazı mes'elelerde muhalefet

etmiştir.

4 — Yuhanna ise, Hazret-i İsa'nın (A.S.) teyzezadesidir. Hıristiyanların dediklerine göre, Hazret

İsa (A.S.) , bunun düğün ziyafetinde hazır bulunmuş ve suyu şaraba o zaman tahvil etmiştir. Hazret-i

İsa'nın (A.S.) da ilk mücizesi bu imiş. Yuhanna bunu görünce zevcesini terkederek, din ve seyahatta

Hazret-i İsa (A.S.) ’ya tabi olmuştur.

Onlar derler ki: Hazret-i İsa (A.S.) yahudiler tarafından öldürüleceğini anladığı zaman,

teyzezadesi Yuhanna'ya vasiyet etti: Ey Yuhanna, annem hakkında Allah'dan kork ki, o senin

annendir. Annesine de Yuhanna hakkında: O senin oğlundur. Onun hakkında Allah'ın gazabından

sakın, dedi. Onu da annesine vasiyet etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder