Ey Müminler! Size ne oluyor ki; indirilen İlahi emir ve yasakların tümüne
inandığınız için sizi sevmeyen o kâfir ve münafık toplulukları (Niçin)
seviyorsunuz!
(Ali İmran S.119)
Ey iman edenler! kendilerine daha evvel kitap verilen ve bu Kutsal
Kitapların içeriğini değiştirdikleri için sapıtan Hristiyan, Yahudi veya
bunlara benzeyen herhangi bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden
kâfir yaparlar!”
(Ali İmran100)
İlahi mesajlarına ne zaman uyacağız? Ölüp, Ahiretin gümrük kapısı kabre
girince mi?
Onlar, bizim bayramlarımızı, Hicri Yılbaşımızı, Cuma’mızı, giysilerimizi
sevmezken bize ne oluyor ki onların Yılbaşılarını, bayramlarını ve tatillerini
severek kutluyoruz! Modalarını severek giyiyoruz.
“Dini kumar” manasına gelen Milli Piyango’nun kumar
biletini almak için severek sıraya giren milyonlarca gafil müminler topluluğu
ne zaman tövbe edecek?! Devlet bu haram yolla kazancı ne zaman yasaklayacak!?
Milletimizin menfaati için yapılmakta olan Boğaz köprüsü, tren ve
karayolları inşasında kesilen ağaçlar için kuduran yeşilci çevreler neredeler!!
Noel Papa’ları adına katledilen milyonlarca çam ağaçları için Gezi parklarında
niçin eylem yapmıyorlar!
Hristiyan Âleminin Yılbaşını halkımıza sevdirerek kutlatmak için
Medyamızda ki utanç verici yüz karası Noel reklamları tam bir Hristiyanlık
propagandasına dönüştü!
Haçlılar adına sinsi planlı bir Misyonerlik reklamı! Üç paralık dünya
için bu ne rezalet?!
Noel Baba kim? Kimin babası? ‘’Türk’ün atası’’ gibi uydurulan bir sahte
isim! Bembeyaz uzun çakma sakalıyla ve hediye dağıtan sevimli rolüyle
çocuklarımıza sevdirilmek istenen ve Hz. İsa (a.s) gibi istismar edilen bir şahsiyet!!
Tabii ki bizim İmamlarımız, bizim Müftülerimiz ve bizim âlimlerimiz hâlâ
sakalsız ve bıyıksız Peygamberin mihrabında ve kürsüsünde oldukça Yılanbaşı
Noel Papalar meydanlarda cirit atmağa devam edecekler!
Doğum yılımızdan ölüm yılımıza, harflerimizden tatil günlerimize kadar
halkı Müslüman Ülkeler işgal altındayken Müslüman cemaat, tarikat, sivil ve
siyasi toplumların hâlâ birleşme zamanı gelmedi mi?
İçki, kumar, faiz, domuz eti ve zina gibi haramları haram kılmak için
gönderilen bir Peygamberin doğumunu içkiyle, zinayla yılanbaşınaçevirecek
kadar saptırtılan Hristiyan Haçlı âleminin karşısında yek vücut olup güçlü bir
Türkiye oluşturma zamanı gelmedi mi?
Günde 40 defa okuduğumuz Fatiha Suresindeki “Allah’ım! Bizi,
Sapıtmış Hristiyan ve Lanetlenmiş Yahudiler gibi dalalete ve gazabına
uğramışların yoluna değil, İslam ile nimetlendirdiğin Enbiya ve evliyanın
yolunda yürüyenlerden eyle” dua ve temennilerini ne zaman
doya doya yaşayacağız?
Ahiretin büyük buluşma ve duruşma gününde mi?
“Onların yanında olmakla izzet mi arıyorsunuz! İzzet ancak Allah’ın
yanındadır.” Yani izzetli olmak İslam İlkelerine
dönmekle ve yaşamakla mümkündür
Yılbaşını, yılanbaşına çevirenlerin eğlence ve kutlamalarına boykot eden
izzet ve onur sahibi Müslüman kardeşlerime selam olsun!
YILBAŞI NEYİMİZ OLUR...RAMAZAN BAYRAMIMIZ MI? KANDİLİMİZ Mİ? KURBAN BAYRAMIMIZ MI?
Kutlamaların folklorik unsurlarından olan Noel Baba ve çam ağacı süslemelerinin Hıristiyanlığa sonradan girmiştir.
Bu kutlamaları dinsel ve kültürel değerlerimize aykırı birtakım adet ve geleneklerle birlikte düzenlemek, kesinlikle doğru değildir.
Noel Baba: Memleketimize, herhalde, Beyoğlu'ndan giren, Haliç'i atlayarak Fatih'lere, Aksaray'lara, sonra Rumeli'ye ve Boğaz'ı aşarak önce Kadıköy'lere, Moda'lara ve sonra Üsküdar'lara ve oradan Anadolu'ya geçen bu bunak, neyimiz olur: Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa Avrupalılıktan pîrimiz mi?
İstanbul'un Tepebaşı'ndan Adana'nın Tepebağı'na kadar her yeri bilen, her yere uğrayan bu moruk kimdir,necidir?
Bir resmine bakarsanız Havarîlere, öteki resmine bakarsanız Rasputin'e benzeyen bu iskambil papazı, aramızda nenin nesidir?... Bunu merak etmediniz mi?
Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu:
O, Haçlı Seferleri'nden kalma bir kılınç artığıdır.O zaman silâhla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor.
O, evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit'tir...
Kardeşlerini Mukaddes Savaş'a hazırlamaktan geliyor.
O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, kılığını değiştirmiş... Ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan çocuklarımızdan başlamıştır.Bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedâkarlığının sebebini düşünmediniz mi?
Bırakın, onun hakkından ben gelirim: İşte sakalını çekince gördünüz... Sakalı elimde kaldı ve altından Lücifer(şeytan)çıktı. Bilirsiniz ki, câsuslar da kıyâfetlerini ekseriyâ değiştirirler. Bu, mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin,yahut bırakın:Haç'ın da çarmıha gereyim onu.
Tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız: Muhakkak, bir şeyinizi çalmıştır.
Şu adis-i şeriflerifi unutmayalım ; Bir kişi diğer bir kişinin ameline, yoluna ve adetine razı olursa, muhakkak ki o onlardandır.* buyurmuşlardır. (Kenzül Ummal 9/10)
İbn-i Ömer (r.a) teşebbüh hakkında şöyle buyururlar: *Bir kimse müşriklerin arzına ev bina edip, onların bayramlarına katılmak suretiyle onlara benzerse, o kimse kıyamet günü onlarla beraber haşrolunur.* (Feyzül Kadir 104)
NEDİR BU NOEL
VE KİMDİR BU NOEL BABA?
Hazret-i Îsâ’nın doğum günü olduğu iddia edilerek 25 Aralıkta kutlanan Hıristiyan yortusu (bayramı). Lâtincede doğumla ilgili olan anlamına gelen bu yortuyu, bir kısım Hıristiyanlar 6 Ocakta kutlamaktadır.
Hazret-i Îsâ’nın doğumundan çok önce güneşe tapan putperestler, tanrı saydıkları Güneş’in her gün biraz daha erken kendilerini terk etmesine üzülürlerdi. 25 Aralıkta günler tekrar uzamaya başlayınca, Güneş’in kendileriyle kalmaya râzı olduğuna sevinerek kutlamalar yaparlardı. Bu kutlamalar sırasında dans, içki, ışıklandırma, yaparlardı. Ayrıca hindi kesme, domuz başı, kaz kızartması yemeyi de gelenek hâline getirmişlerdi. Bir de aralarında çeşitli hediyeler verirlerdi. Ayrıca güneşe tapan ve kurtarıcı tanrılarının kış başlangıcında doğduğuna inanan diğer putperest milletler de vardı. Bunlar da Julian takvimine göre kış başlangıcı olarak kabul edilen 25 Aralıkta özel kutlama törenleri yaparlardı.
Hazret-i Îsâ’nın doğum günü kesin olarak bilinmediği için ilk Hıristiyanların hazret-i Îsâ’nın doğumu için kutladıkları özel bir gün yoktu. Bu sırada Roma İmparatorluğunun her yerinde güneşe ve putlara tapılıyordu. Roma İmparatoru Büyük Konstantin, putperestken mîlâdın 313. senesinde Hıristiyanlığı kabul etti. Putperestlikten birçok şeyleri de Hıristiyanlığa soktu. Güneş tanrısının doğum günü kabul edilen 25 Aralığı yılbaşı kabul etti. Îsâ aleyhisselâmın kurtarıcı tanrı olduğuna inanan Hıristiyanlar da, hazret-i Îsâ’nın 25 Aralıkta doğduğunu kabul ettiler.Sonunda bu geceyi Mîlad ve Noel olarak her sene kutlamaya başladılar.
Efsânevî Hıristiyan inanışına göre; mîlâdî 4. yüzyılda (M. 350 yıllarında) Anadolu’da Myra (bugünkü Demre-Antalya) yöresinde yaşamış olan Aziz Nikolaos adındaki Hıristiyan azizi, Roma İmparatoru Konstantin’in rüyâsına girdi ve îdâma mahkum edilen üç subayı kurtardı. Bu olaydan sonra ünü gittikçe yayılan Nikolaos, zamanla Rusya ve Yunanistan gibi ülkelerin, hayır kurumlarının, loncaların, çocukların, denizcilerin ve bâzı şehirlerin koruyucu azizi olarak benimsendi. Adına Avrupa’da pekçok kilise yapıldı. Çocuklara özel armağanlar getirdiğine inanılan ve Noel Baba olarak anılmaya başlayan Aziz Nikolaos efsânevî bir kişiliğe büründü.
Aziz Nikolaos’un Noel Baba hâline sokulması ilk önce Almanya’da görüldü. Bu efsânevî gelenek zamanla Protestan kiliselerin çoğunlukta olduğu Avrupa ülkelerinde yayıldı. Sonra ABD’nin New York şehrine gelip yerleşen Hollandalı Protestanların Aziz Nikolaos’u iyiliksever bir kimse olarak anmaları da çok sevilmesine yol açtı. Ayrıca ABD ve İngiltere’de kutlanan çocuk bayramlarında da yer verilmeye başlandı. Geleneksel âile ve çocuk bayramı olarak kutlanan Noel yortusunun koruyucusu olarak kabul edildi.
Noel Baba’nın şişman, neşeli, kırmızı ve beyaz piskoposluk giysileri içindeki tasvirleri Amerikalılar tarafından gündeme getirildi. Noel Baba olarak bilinen Aya Nikola (Aziz Nikolaos)nın bâzan yalnız, bâzan yardımcısıyla ata binerek, bâzan da sekiz ren geyiğinin çektiği arabasıyla evlerin damlarında dolaştığı efsânesi yaygınlaştı.
Noel Baba yortusu daha ziyâde mîlâdî senenin Aralık ayının 24. gününün gecesi kabul edilmiştir. Bununla berâber 24 Aralık ile 6 Ocak arasında olduğunu kabul eden Hıristiyanlar da vardır. Ermeni kiliseleri hiçbir zaman Noel’i kabul etmeyip, hazret-i Îsâ’nın doğumunu hep 6 Ocakta kutlamayı sürdürdüler.
Efsânevî inanış doğrultusunda Noel Baba yortusunu kutlayan Hıristiyanlar bu kutlamalar sırasında, ışık ve çeşitli maddelerle yaprak dökmeyen ağaçları süslerler. Bu da umûmiyetle çam ağacıydı. Bu âdet, eski Mısırlıların, Çinlilerin, Yahûdîlerin ve putperest milletlerin yaprak dökmeyen ağaçları ölümsüzlük simgesi saymalarından kaynaklanmaktadır. Günümüzdeki Noel gelenekleri arasındaki ağaç süslemesinin Almanya’nın batı tarafında ortaçağda hüküm sürmüş olan eski putperestlikten alındığı rivâyeti hâkimdir.
Noel Baba bayramının (yortusunun) safsata ve efsâne olduğu İngiliz Durkan Başpiskoposu Dr. David Jenkis’in 21 Aralık 1993 Milliyet, 24 Aralık 1993 Türkiyegazetelerinde çıkan beyânâtında; İncil’de geçen Noel’le ilgili sözlerin birer peri masalı ve efsâne olduğu açıklandı. Dr. David’in bu sözlerini diğer ünlü İngiliz din adamlarından St. Albans Başpiskoposu John Taylor, Anglikan Çevre Bakanı John Gummer; “Kilisenin öğrettikleri çok açık. Dünyâdaki milyonlarca insan, İncil’deki masallarla uyutulmaya çalışılıyor.” sözleriyle desteklediler. Bugün Çin’de, Hollanda’da ve İngiltere’de Noel Baba ile kutlamalar ve reklamlar yasaklanmıştır (1993).
New York Üniversitesinde târih profesörü olan Waelangi Ferguson diyor ki:“Hıristiyanların yortuları putperest yortularıyla aynı târihlere rastlar Meselâ Noel târihi İran ve Roma’da güneş tanrısı Mitharas’ın doğum târihiydi. Ayrıca bu târih çok eskiden beri putperest dünyâsında önemli bir yortu günüydü.”
Kudüs civârında dünyâya gelen hazret-i Îsâ’nın doğumu hakkında, o zamânın edip ve münevverlerinin eserlerinde hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. En küçük vak’aları bile yazanRoma târihçilerinin, hazret-i Îsâ gibi büyük peygamber hakkında derin bir sükûnet göstermesi ayrıca dikkate şâyândır. Yunanca, İbrânice eser yazanlar da, aynı lâkaydlik ve ilgisizlik içindedirler.
Hıristiyanların mukaddes kitabı bugünkü İncil, bir tâne değildir. Bütün İncil’lerde hazret-i Îsâ’nın hangi gün doğduğuna dâir en küçük bir bilgi de yoktur. Doğduğu sene hakkında ise kapalı, tahminler yapılacak mâlumâtlar vardır. İncil’in birinde hazret-i Îsâ’nın Yahûdî kralı Büyük Herodos’un zamânında doğdunu yazıyor. Roma kaynakları ise bu kralın mîlâddan önce öldüğünü bildiriyor. İki İncil’de ise hiçbir kayıt yoktur.
Mîlâdî târih 6. yüzyıla kadar hiç kullanılmadı. Mîladdan sonra 525 târihinde Denys adında bir râhip, ilk defâ mîlâdî târihi kullandı. Târihçiler uzun müddet ya Roma’nın kuruluşunu, yâhut dünyânın kuruluşu olarak Tevrat’ta tahmin edilen târihi, başlangıç yaptılar. On sekizinci asra kadar eser yazanlar böyle hareket ettiler. Sarbon Üniversitesi profesörlerinden Gungnebert hazret-i Îsâ’nın mîlâdî târihinde doğduğu kesin olmadığı gibi on beş sene önce veya sonra doğduğu da ispat edilemez diyor. Doğum senesi tahmin edilemeyince doğduğu gün elbette hesaplanamaz.
Eflâtun’un, Îsâ aleyhisselâm zamânında yaşadığı bâzı İslâm kaynaklarında belirtilmektedir. Avrupa kitaplarında ise Eflâtun’un mîlâttan yâni Îsâ aleyhisselâmın dünyâya gelmelerinden 347 sene önce öldüğü yazılıdır. Mîlâdî sene kat’î olmayıp günü ve senesi şüpheli olup, yanlıştır. Büyük âlim İmâm-ı Rabbânî rahmetullahi aleyh ve Burhan-ı Katı’ lugat kitabının bildirdiklerine göre, Îsâ aleyhisselâm ile Peygamberimiz arasındaki zaman, bin seneden az değildir.
Îsâ aleyhisselâmın doğum günü belli olmayınca noelin mânâsı efsâneden öteye gidememektedir.
İslâmiyette, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübârek gün yoktur. Meselâ, Martın yirminci Neyruz veya Nevruz denilen gün ve Mayısın altıncı Hıdrellez günü ve Eylülün yirminci Mihrican günü, bâzı ülkelerde mübârek sayılır. Bu günlerin Müslümanlıkta bir değeri yoktur.Noel günü ve gecesi de böyledir.
İslâmiyet, Müslümanların, îmânlarında ve ibâdetlerinde Müslüman olmayanlara benzemelerini, onları taklit etmelerini ve onların dinlerinin ve ibâdetlerinin alâmeti olan şeyleri yapmayı ve kullanmayı yasak etmiştir. İslâm dîninde, kâfirlerden her kavmin, her memleketin âdeti olarak yaptıkları ve kullandıkları şeylerden, haram olmayıp, insanlara faydalı olanları yapmak ve kullanmak günah değildir. Pantolon, gömlek ve çeşitli ayakkabı giymek, çatal kaşık kullanmak, yemeği masada yemek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak, ekmeği bıçakla dilimlere ayırmak, çeşitli eşyâ ve âletleri, binek vâsıtalarını kullanmak hep âdete bağlı şeyler olup, İslâmiyet bunlara izin vermiştir. Bunları kullanmak, İslâmiyetin yasak etmediği, günah saymadığı hususlardır. Nitekim, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem papazlara mahsus olan ayakkabıyı kullanmıştır.
Hindûların bayram günlerine ve ateşe tapınanların kutsal günlerine ve Hıristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına hürmet etmek ve o zamanlarda, onların âdetlerini, onlar gibi yapmak, bu günleri Müslüman bayramı zannederek, onlar gibi birbirine hediye göndermek, eşyâlarını ve sofralarını, onların yaptığı gibi süslemek, o geceleri başka gecelerden ayırt etmek büyük günah olur.
Allahü teâlâ, Yûsuf sûresi 106. âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruyor ki: “Biz Allahü teâlânın varlığına, birliğine, her şeyi yaratan O olduğuna inandık, Müslüman olduk diyenlerin çoğu, başkalarına ibâdet ve itâat ederek ve daha birçok hareket ve sözleriyle, müşrik oluyorlar.”
Mâide sûresi 51. âyet-i kerîmede ise; “Ey îmân edenler! Yahûdîleri ve Nasrânîleri (Hıristiyanları) dost edinmeyin. Zîra onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar (yaşayış, örf-âdet, kutlama yönünden dost tutanlar) onlardandır. Şüphesiz zâlimler topluluğuna Allahü teâlâ yol göstermez.” buyrulmaktadır.
YILBAŞI
AZGINLIKLARI
YILBAŞI
eğlenceleri İslama, Kur’ana, ahlaka, Sünnete, Hikmete, terbiyeye aykırı içkili,
fuhuşlu pisliklerdir. Böyle kötü şeyleri gerçek dindar Hıristiyanlar bile kabul
etmezken biz Müslümanlar böyle pisliklere nasıl katılıp eğlenebiliriz? Allahtan
korkalım… Azgınlıklardan uzak duralım… Dinimizi imanımızı tehlikeye atmayalım.
Yılbaşı gecesi yatsı namazı kılmak için camiye gidersiniz. Ondan sonra gecenizi
normal bir gece olarak Müslümanca geçirirsiniz. Faydalı sohbet edilecekse çay
yapıp birkaç din kardeşinizle bir araya gelip sohbet edebilirsiniz.
Kesinlikle fitnevizyon cihazını açmaz ve seyr etmezsiniz.
Yılbaşı gecesi diye boza içmeniz, pasta yemeniz bile caiz olmaz.
Hadiste bildiriliyor. Âhir zamanda adam geceye Müslüman olarak başlayacak,
sabaha kafir çıkacakmış. Cenab-ı Hak bizleri böyle bir felaketten korusun.
Diyanet İşleri Başkanlığı yılbaşı çılgınlıkları ve azgınlıkları konusunda
Müslüman halkı uyarmalıdır. Uyarmazsa günaha batan Müslümanların vebali Başkanlığın
üzerine yıkılacaktır.
Bütün islamî cemaatler, tarikatlar, gruplar, hizipler de aynı uyarıyı
yapmalıdır. Bu, bir emr-i mâruf ve nehy-i münker farzıdır. Terk edilirse
toplumun üzerine azab inebilir.
Müslümanları uyarmak, aydınlatmak, bilgilendirmek, onlara nasihat etmek
muhakkak ki, çok zarurî, çok lüzumlu, çok faydalı, çok feyizli ve bereketli bir
hizmettir. Cenab-ı Hak cümlemizi ya doğrudan doğruya, yahut dolaylı olarak
böyle hizmetler nail kılsın.
İçki içmek… İsraflı şekilde yemek yemek… Sarhoş olup dağıtmak… Çıplak
kadınlarla erkeklerin Kur’ana, Şünnete aykırı bir şekilde ihtilat etmeleri…
Çeşit çeşit fuhşiyyat… Piyangolar, lotaryalar, talih oyunları… Fuhşiyyat, zina…
Şehvetleri kamçılayıcı şeytanî müzik… Zerre kadar şüphe yoktur ki, bunlar mâsum
eğlenceler değil, şeytanın azdırıcı ve günaha sokucu tuzaklarıdır.
Müslümanlar!.. Kendinizi, çoluk çocuğunuzu, din kardeşlerinizi yılbaşı
azgınlıklarından ve felaketlerinden koruyunuz.
Hiçbir şey yapamazsanız, bari kendinizi ateşin kenarına çekiniz.
Mehmed Şevket Eygi
YILBAŞI,
TOPLUMSAL BİR İSYANDIR 1
31
Aralık Çarşamba gününü, 1 Ocak Perşembe gününe bağlayan gece yılbaşı gecesidir.
Yılbaşı kutlamaları denilince de eski yılın sona erip yeni yıla geçildiği 31
Aralık/1 Ocak gecesi yapılan eğlence ve faaliyetler anlaşılır. Ancak yılbaşı
eğlenceleri, ilk bakışta yeni yıla girişin kutlamaları gibi gözükmekle birlikte
bunun Hıristiyan batının noel bayramıyla da yakın ilgisi bulunmaktadır.
Dinimizde ise; noel ve yılbaşı kutlamalarının yeri yoktur. Bu yılbaşının biz
Müslümanlar için, resmî ve milletlerarası bir takvim başlangıcı olmak ilgi ve
alâkasından başka hiçbir kıymet ve değeri asla yoktur. Biz Müslümanlar için
Muharrem ayının birinci gecesi: Yılbaşı gecesidir. İslâm’da yeni yıl, Muharrem
ayının birinci günü ile başlar. Fakat maalesef Müslümanların büyük bir kısmının
haberi bile olmaz.
Bu bakımdan toplumumuzda ve diğer Müslüman toplumlarda “yılbaşı kutlaması” adı
altında düzenlenen eğlence toplantıları ise, hiçbir kültürel ve geleneksel
temele sahip değildir. Bu bakımdan Hıristiyan olmayan ülkelerde yılbaşı
kutlamaları, Batı’nın körü körüne taklit edilmesinin veya Hıristiyan Batı’nın
kültür ihracının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ülkemizde öteden beri
yılbaşı kutlamalarıyla ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösterilen hassasiyet
de buradan kaynaklanır.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Müslümanlara; diğer dinî topluluklara göre
farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri manzumesi kazandırmak için gayret
ettiği, bu uğurda saç-sakal, kılık-kıyafet, yeme-içme âdabı da dahil pek çok
konuda tavsiyede bulunduğu düşünülürse, yılbaşı kutlamalarının, sıradan bir
kutlama olarak kabul edilmesi ve tabiî karşılanması mümkün olamaz. Aksine, yılbaşı
kutlaması, noel ağacı süslemesi, noel babanın hediye bırakması gibi âdetler
toplumumuzda kültürel tahribata ve kimlik bunalımına yol açmakta, yeni yetişen
kuşakları kendi öz değerlerinden koparıp, batının hayat tarzına alıştırmakta,
sonra da onların değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları
benimsemeye götürebilmektedir. Böyle olunca, Müslüman toplumların bu tür
âdetler yerine kendi kültür ve değerlerinden kaynaklanan alternatif program ve
faaliyetler geliştirmesi ve yaşatması ayrı bir önem kazanmıştır.
Günümüzde toplumların kültürel değerlerini, hatta itikadî ve ahlâkî
eğilimlerini; sahip oldukları hayat tarzı, ekonomik yapı, yerleşim ve ulaşım
imkânı, iklim ve çevre, eğitim, folklor, örf ve âdet gibi ilk bakışta konuyla
ilgisiz gözüken birçok husus derinden etkilemekte ve sonuçta mekanizma kendi
değerlerini üretmektedir. Avrupa’daki Müslüman-Türk işçilerimizin çocukları ve
torunlarının bugün Batı’nın kültür ve gelenekleri altında nasıl değiştiği ve
giderek o toplumla bütünleşmeye başladığı iyi izlenirse toplumumuza yabancı
kültürlerden taşınan veya yabancı toplumlara özenti şeklinde başlayan örf ve
âdetlere karşı duyarlı olunmasının önemi daha iyi anlaşılır. Bunun için
alınabilecek bir önlem de: Kendi kültürel mirasımızdan ve dini anlayış ve
heyecanımızdan kaynaklanan değerleri, gelenek ve âdetleri iyileştirerek
yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olabilir.
Hiç şüphe yok ki, milletler, millî örf ve adetleriyle tanınırlar ve onlarla
yaşarlar. Millî örf ve adetleriyle tarih sinesindeki şerefli mevkilerini
korurlar. Çünkü millî örf ve adetler, bir milletin millî kültürünün ve dinî
inancının aynasıdır. Millî örf ve adetler, bir milletin şahsiyeti ve tanıtıcı
vasfıdır. Sağlam millî örf ve adetlere sahip milletler, dinî bağları kuvvetli
ve millî kültürü yüksek olan milletlerdir. Milletlerin örf ve adetlerine, millî
kültürleri ve dinî inançları güç verir ve şekil kazandırır. Hatta dinden de
kuvvetli olur. Bu sebeple hiçbir Müslüman milli kültüründe olmayan, dinî
akidesine ters düşen özentilere hayatında yer vermez. Çünkü o bilir ki, Rabbi
kendisinden olmayanlara özenmeyi ve onlar gibi sefih hayat yaşamayı
yasaklamıştır.
Dinimiz; kâfirlere, münafıklara, batıl din ve ideoloji mensuplarına muhalefet
etmeyi emretmiş ve onlara benzemeyi kesin bir şekilde haram kılmıştır. Çünkü
dış görünüş itibarıyla onlara benzemek, neticede ahlâkî değerlerde, kötü ve
çirkin işlerde ve hatta inançta onlara benzemeye sebep olur. Gerçekten giyimde,
sözde, davranışta ve işlerdeki benzeşmeler kalplere tesir ederek onlara karşı
sevgi ve saygı meydana getirir. Kısacası gayrimüslimlere benzemenin haram
olduğunda icma vardır.
İslâm dininin inanç, ahlâk, ibadet ve muamelât alanında getirdiği hükümler,
öngördüğü kural ve tavsiyeler Müslümanlarca öteden beri bir bütün olarak kabul
edilmekte, günlük ve sosyal hayatla ilgili şekil ve muhteva bile çoğu defa bu
bütünün bir parçası olarak mütalaa edilmektedir.
YILBAŞI,
TOPLUMSAL BİR İSYANDIR 2
Öte
yandan Kur’an-ı Kerim âyet-i kerimelerinin ve risâleti boyunca Hz. Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin sıkça üzerinde durduğu konulardan birisi de, Müslümanların
fert ve toplum olarak belli bir kimlik kazanmaları, kendi şahsiyetlerini
korumaları ve kendilerine güven duymaları olmuştur. Çünkü bu, Müslümanların
bütünleşmesi, belli bir siyasal organizasyona gidip devlet kurması ve millet
olması kadar, kendi inanç ve ibadetlerini, değer ve özelliklerini korumaları
açısından da önemlidir. Bu itibarla Kur’an-ı Kerim, Müslümanlara ısrarla birlik
ve bütünlük içinde olmalarını, müşrik ve gayri müslimleri dost edinmemelerini,
onlarla gayr-i İslâmi bir kültürün etkisi altında kalmayı kaçınılmaz kılacak
şekilde sıkı bir ilişkiye girmemelerini emretmektedir. Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor:
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost ve idareci edinmeyin. Zira
onlar birbirlerinin dostudurlar, birbirinin tarafını tutarlar. Sizden kim
onları dost ve idareci edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz ALLAH, zalimler
topluluğuna yol göstermez, onları hidayete erdirmez.”
“Yahudiler de Hıristiyanlar da; sen onların dinlerine uymadıkça asla senden
razı olmayacaklardır. De ki: ALLAH Teâlâ’nın yolu, doğru yolun tâ kendisidir.
Yemin olsun ki, sana ilim geldikten sonra, eğer sen onların arzularına uyacak
olursan, senin için ALLAH Teâlâ’dan ne bir dost ve ne de bir yardımcı vardır.”
Ayet-i kerimelerde ifade edildiği gibi: Başka dinden olanlar, özellikle
Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanların dostu olmazlar; onlar ancak birbirinin
dostu olur, birbirini desteklerler. Zaman zaman Müslümanlara yaklaşmaları,
kendi menfaatleri bunu gerektirdiği içindir. Müslümanların bunu unutmamaları ve
kendi aralarındaki dostluğu güçlendirmeleri zaruridir. Müslümanların arasına
sızan iki yüzlüler, felâket tellâllığı yaparak onları, Mü’minleri bırakıp
kâfirlere yöneltmek isterler; iman ehlinin bunlardan da sakınması
gerekmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mü’minleri
bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyin. Bunu yaparak ALLAH Teâlâ’ya, kendi
aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?”
“Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet, güç ve
şeref mi arıyorlar. Bilsinler ki gerçekten bütün izzet ve şeref yanlızca ALLAH
Teâlâ’ya aittir.”
Ayet-i Kerimelerde açıkça ifade ediliyor ki: Gerek milletler arası
münasebetlerde ve gerekse fertler ve topluluklar arası münasebetlerde
Mü’minler, daima Mü’minlerin yanında yer alacak; güç, kuvvet ve şerefi bu
beraberlikte arayacaklardır. Kendilerini korumak veya güçlenmek için kâfirlere
baş vuran milletler küçüldükleri gibi fertler de manevi değerlerinden kayıp
verirler. Kâfirleri ve müşrikleri dost edinmeme konusu, Kur’an-ı Kerimde
sık sık zikredilen ve üzerinde durulan bir konudur. Yahudi ve hıristiyanların
Mü’minlere dost olamayacağı, Müslümanların da onları dost edinmemeleri
gerektiği ısrarla belirtilmiştir. Mü’minler, küfür ehlini veli, dost ve idareci
edinemez. Ancak zaruret sebebi ile işbirliği ve dayanışma, ülkeler arası
ilişkilerin gerektirdiği ticarî, ekonomik sağlık ve sosyal alanlarda karşılıklı
çıkar ilişkisi çerçevesinde antlaşmalar yapılması mümkün ve caizdir. Fakat bu
dostluktan farklı bir ilişkidir. Bir Müslümanın Yahûdi veya Hristiyan gayr-ı
müslim bir komşusu olabilir. Komşuluk münasebetleri elbette olacaktır. Amma
Müslüman, Müslüman kalmalı, gayr-ı müslim de gayr-ı müslim kalmalıdır.
Müslüman, Cenab-ı Hakk’ın:
“Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” Buyurduğu gibi, demelidir.
Herkes kendi yoluna gitmelidir.
“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur, cehennemde yanarsınız.
Sizin ALLAH Teâlâ’dan başka dostlarınız yoktur. Sonra O’ndan da yardım
göremezsiniz!”
Mâide Sûresi:51
Bakara Sûresi: 120
Nisa Sûresi:144
Nisa Sûresi:139
Kafirun Sûresi:6
Hud Sûresi:113
YILBAŞI,
TOPLUMSAL BİR İSYANDIR 3
Buayet-i
kerimelerin yanı sıra Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de Müslümanları, itikadî
ve ahlâkî alanda olduğu gibi kılık ve kıyafet, şekil ve merasim yönünden de
müşriklere, gayri müslimlere benzememeye davet ve teşvik etmiştir. Hz.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Müslüman olmayanlara benzememeye o derece dikkat
ederlerdi ki, aslında yaptığı halde sonradan onlarda gördüğü hareketlerde bile
değişiklik yaparlardı. Bunlar, çevredeki kültür ve medeniyetlerle, din ve
kavimlerle iç içe yaşayan o dönem Müslümanlarına ayrı bir kimlik ve özellik
kazandırıp, onların kendi içerisinde bütünleş¬melerini sağlamaya yönelik
önlemlerdir. Meselâ: Henüz hicret etmeden evvel Muharrem ayının onuncu, Aşûre
günü oruç tutmayı adet edinmişlerdi. Hicretten sonra Medineli Yahudilerin de
bugünü takdis ettiklerini görünce onlara benzememek için Muharrem ayının dokuz
ve on veya on ve on birinci günlerinde oruç tutmaya başlamışlardır. Yine
müşriklere benzememek için ashabına; sakallarını uzun, bıyıklarını kısa
kesmelerini emretmişlerdir. Useym b. Küleyb (R.A.)nun, dedesinden rivayetine
göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, Müslüman oldum diyene:
“Kâfirlik alâmeti olan saçını kes ve sünnet ol” buyurmuştur.
Genellikle kâfirler, her beldede kendilerine mahsus saç şekli tespit etmişler,
moda ortaya koymuşlardır. Zaman zaman tıraş olsalar bile, o hususi kısma
dokunmazlar. Bu, bir nevi onların dinlerinin, inançlarının bir gereğidir,
milliyet sembolüdür. Şu halde böylesi bir kısım saç, İslâm’la küfür arasında
bir alamet-i farika olmaktadır. İşte Resûlullah (S.A.V.) efendimiz kâfirliğin
alameti olan bu saçın kesilmesini emretmiştir.
Abdullah b. Ömer (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır,” buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerif benzemenin müspet ve menfi kısımlarını içine almaktadır. Çünkü
teşebbüh, benzemeye çalışmak: Başkalarının yaptığı bir işi onlara uyarak yapmak
demektir ki hayır ve şerde, günahta, küfür ve imanda olabilir. O halde bu
hadis-i şerif: Kâfirlere, fasıklara, günahkarlara benzemeyi yasakladığı gibi,
başta Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize olmak üzere, sahabe-i kirama, meşayıha,
takva ve salah sahibi kimselere benzemeyi de teşvik etmektedir.
Özellikle Yahudi ve Hıristiyanlar kısacası İslâm’a inanmayan bütün toplumlar,
Müslümanların benzememekle emr olundukları toplumlardır. Amr b. Şuayb
(R.A.)nun, dedesinden rivayetine göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudilere ve
Hıristiyanlara benzemeyiniz…” buyurmuşlardır.
Özellikle bu iki hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder.
Şekli benzeşmenin sonuçta itikadı benzeşmeye götüreceğini anlatır. Mağluplar,
galipleri taklit etme psikolojisini yaşarlar. İnsan ancak sevdiğini, takdir
ettiğini ve büyük gördüğünü taklit eder. Şekli taklit, itikadi taklide götürür.
Benzemenin vaki olduğu en önemli yerlerden birisi de, hiç şüphe yok ki
giyim-kuşamdır. Hz. Ali (R.A.)dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Rahiplerin elbiseleri gibi, gayrimüslimlere mahsus elbiseler giymekten
sakının. Kim onların şekillerine bürünür ve onlara benzemek isterse benden
değildir” buyurmuşlardır.
Abdullah b. Amr (R.A.) diyor ki: Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, üzerimde
rengi sapsarı bir elbise gördü ve:
“Onu at! Çünkü o, renk ve şekil itibariyle kâfirlerin elbisesidir.” Buyurdu.
Dikkat edilirse, İslâm’dan çıkıp başka bir millete dahil olmak için, İslâm’ı ve
Kur’an-ı Kerim’i inkâr etmek gerekmiyor. O millete benzemeye çalışmak dahi
yeterli olmaktadır.
Geniş bilgi için bak. M. Talu, Üç Aylar, Mübarek Gün Ve Geceler, 460
Geniş bilgi için Bak. Sh: 656
Ebu Davud, Taharet: 131, Taberani, el-Mucemu’l-Kebir, 19/14, No:20
Ebu Davud Libas:5
Tirmizi, İsti’zan:7
Taberani, el-Mucemü’l-evsat, 4/541,
No: 3921
Ahmed b. Hanbel, 2/164, No:6500
YILBAŞI,
TOPLUMSAL BİR İSYANDIR 4
Dinimiz
İslâmiyet; güneş doğarken, zevalde, tam tepede iken ve batarken, ateşe karşı
namaz kılmayı yasaklamıştır. Bunun sebebi de, güneşe tapan ve ateşe tapınan
milletlere benzemememizi temin etmektir. Bakınız: Dinimiz ibadet
hususlarında bile gayri müslimlere benzemeye müsaade etmemektedir.
Öte yandan, İslâm’ın şekil ve suretten ziyade mana ve muhtevaya önem verdiği,
şekli de bu manayı koruduğu sürece gözettiği aşikârdır. Ayrıca Müslümanların
her devirde kimlik ve izzet sahibi olması, gayri müslimlere karşı onurlu ve
kendine güvenli olması, kendi kültür, örf ve geleneklerini yaşatmaları,
Müslüman toplumların birlik ve bütünlüğü, dış etkilere karşı direnci açısından
fevkalâde önemlidir. Sakal ve bıyıktan, giyim ve kuşamdan, eğlence ve sanattan,
şehirleşme ve ev düzenine kadar Müslümanların ayrı bir üslûp ve geleneğinin
olması, onlara bu sosyal şahsiyeti kazandırabilecek olumlu unsurlardır.
Şüphesiz her dinin ve milletin kendisine mahsus bir medeniyeti ve diğerlerinden
farklı kılan, ayırıcı vasıfları vardır. Milletlerarası varlığını ancak bu
hususi vasıflarıyla muhafaza eder. Dinî ve millî kültür değerlerinden
kaynaklanan örf ve adetler, milletlerin geleceğinin teminatıdır. Kendi örf ve
adetlerinden kopmuş, başka milletlerin dinî ve millî kültür değerlerine kendini
kaptırmış milletler, er veya geç de olsa kendi dini ve millî kişiliklerini
yitirmeye mahkum olurlar. Tarih bu gerçeği belgeleyen olaylarla doludur. Bir
milleti yok etmenin en kestirme yolu: O milleti meydana getiren insanları, kendi
millî benliklerinden, dinî inançlarından, cemiyetleri ayakta tutan ahlâk ve
fazilet duygularından uzaklaştırmaktır. Bir milleti en büyük çöküntüye uğratan
şey manevi düşüştür.
Kendi öz manevi değerlerini yitirerek başkalarını taklit etmek ve
şahsiyetsizlik, fertler ve toplumlar için en büyük manevi sefalet ve
alçalıştır. Milletler için maddî refah ve kalkınmaya ulaşmak her zaman mümkün
olabilir. Manevî sefalete mahkum olmuş milletleri bu bataklığın çukurundan
çıkarmaya imkan yoktur. Milletini ve dinini seven insanlar hiç bir zaman kendi
milletinin böyle bir manevi sefalete düşüşüne asla tahammül edemez. Bir
Müslüman hiç bir zaman kendi dininden başka bir dinin ayinini taklid edemez.
Hiç bir zaman kendi millî örf ve adetleri dışında, başka milletlerin örf ve
adetlerine itibar edemez. İslâm dininin, İslâm ümmetinin de hiçbir dini ve
hiçbir milleti taklide ihtiyacı olmayan üstün bir medeniyeti vardır. Çünkü
bütün insanları hidayete erdirmek ve hayata tatbik edilmek üzere ALLAH Teâlâ
tarafından gönderilen şerefli dinimiz İslâm, ilahi bir nizamdır. Bu ilahi
nizam, insanın hem dünya ve hem de ahiret hayatını kuşatır. O, beşeri bütün
görüşlerin ve sistemlerin üstünde, ulvi bir içtimai görüşe sahiptir. Müslümanım
diyen herkes, hatta bütün insanlık bunu böyle bilmek mecburiyetindedir.
Bu açık hakikatten dolayı Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, ümmetinin kendi
varlığını muhafaza etmesini emredip, taklitçilik derekesine düşmeleri
menetmiştir. Fakat bütün bunlara rağmen bu hastalık yüz göstermiştir. Zaten Hz.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kendi ümmetinin şirkten, kâfirlikten başka, eski
ümmetleri örf-adet, fitne-fesat ve isyan gibi bütün kötü yollarda takip
edeceklerini bir mucize olarak haber vermiştir. Ebu Sâid (R.A.)den rivayete
göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:
“Sizler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını
arşınına tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki, şayet onlar
daracık keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak onlara uyarak oraya
gireceksiniz, onlara tabî olacaksınız.” Ebu Sâid (R.A.) diyor ki: Biz:
-Ya Resûlellah! Bu ümmetler yahudilerle hristiyanlar mı? diye sorduk. Hz.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Onlardan başka kim olacak!...” buyurdu.
Maalesef Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu açık mucizesi haber
verdiği gibi ortaya çıkmıştır. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bu mucizesi
günümüzde de devam etmektedir. Çünkü bugün birçok Müslüman küfür hususunda,
kâfirlerin yolunda karış karış, arşın arşın ilerlemekte; onlar keler deliğine
girse, bunlar da girmek için yarış etmektedirler. Binaenaleyh Hz. Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin bu ikazı üzerinde durup düşünmek gerekir. Görüldüğü gibi
tenkit edilen husus: Körü körüne taklitçiliktir, şahsiyetsiz olmaktır. Bir
nevi, aşağılık hissine kapılmaktır. ALLAH Müslümanlara intibahlar versin!
Amin. Alemgir, el-Fetava’l-Hindiyye, 1/52
Buhari, Enbiya:48; İtisam;
14; Müslim; İlim:6
YILBAŞI,
TOPLUMSAL BİR İSYANDIR 5
Gayr-ı
müslimlerin bayramlarında sevinmek, onların kutsal saydığı günleri kutlamak,
onların adetlerine uymak, onlara benzemek kesinlikle caiz değildir, büyük
günahlardandır.
Enes b. Malik’den (R.A.) rivayete göre, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz,
Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvereye hicret ettiği zaman, Medinelilerin
eğlenip oynadıkları iki günleri vardı. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Bu günler ne oluyor, neyin nesidir? Diye sorduğunda, Medineliler:
- Biz cahiliyet devrinde bu günlerde eğlenip oynardık, Yâ Resûlellah! Dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Muhakkak ALLAH size o iki gün yerine, onlardan daha hayırlı iki bayramı lutuf
olarak vermiştir. Biri Fıtır, Ramazan bayramı, diğeri Kurban bayramıdır.”
buyurdular. O günden beri kutlanagelen bu iki bayram, Müslüman milletlerin aynı
zamanda milli bayramları yerine de geçmiştir.
İslâm dini, her bir medeni müessesesinde istiklaliyeti, orijinaliteyi esas
alması yönüyle bu cahiliye âdetini de kaldırıp, bütün Mü’minlere ilahî menşeli
iki bayram getirmiştir. Bayramların daha hayırlı olanlarla değiştirilmesi ayrı
bir ehemmiyet taşır. Böylece o günlerin kutlanış ve o günlerdeki eğlence tarzı
kökten değiştirilmiş oluyor. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, eski kutlamadan
ayrı olarak İslâmî bir kutlama meşrû kılmıştır. Böylece Mü’minlerin eğlencesi
de bayramı da İslâm’ca olmuştur. Mü’minlerin bayramı ibadetle başlar. Zira
hakiki sevinç ibadetledir.
Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki: Müslümanların İslâm dışı diğer bayramları
kutlaması, bunlara iştirak etmesi ve ALLAH Teâlâ’nın bildirdiği gerçekleri
yalanlayan veya onlara uymayan düşüncelerin ürünü olan fiillerin kutlama
günlerini; Müslümanların da bayram olarak kabul etmesi, küfre destek olmaktan
başka bir manâ ifade etmez. İslâm dışı tek ve çok ilahlı dinlerin törenlerine
iştirak etmek, dinî merasimlerinden bir şeye muvafakat etmek, örf ve adetlerini
güzel görmek kişinin iman dairesinden çıkıp, mürted olmasına sebep olur.
Binaenaleyh, noel gününde, hristiyanların diğer bayram günlerinde onlara uymak
gayesi ile, onların yaptıklarını yapmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara
elbise almak ve pişirdikleri yemekleri yemek caiz değildir. Bu hareketler küfrü
gerektirir. Ondan sakınmak gerekir...
Müslümanın, bir başka dinin şiarı yani alamet-i farikası olan bir fiili kendi
iradesi ile yapması küfürdür.Fukaha: Mecusilerin bayram kabul ettikleri Nevruz
ve Mihrican günlerinde, bu isim adı altında hediye vermenin caiz olmadığı,
verilen bu hediye bile, bugünlere tazim kasdı bulunduğu takdirde küfre,
kâfirliğe düşüleceği, fetvasını vermişlerdir. Hanefilerden Allame Ebu Hafs
şöyle der: Müslüman bir kimse, ALLAH Teâlâ’ya elli yıl ibadet etse, sonra bir
müşrike Nevruz günü bayramını tebrik, tazim maksadıyla bir yumurta verse,
muhakkak kâfir olur ve ameli de mahvolur. Aynı gün, herhangi bir tazim kasdı
bulunmaksızın, insanların normal adeti üzere bir Müslümana hediye verse, kâfir
olmaz. Fakat, şüpheyi yok etmek için bunu, o günden önce veya sonra vermesi
gerekir. O müşriklerin herhangi bir bayram günlerinde, önceleri satın almadığı
bir şeyi satın alsa, eğer bununla tazim kasd etmiş ise kâfir olur. Yok, tazim
maksadı bulunmadan, sadece yemek, içmek ve zevklenmek için satın alırsa kâfir
olmaz.” İmam-ı Rabbani (K.S.) hazretlerinin bir komşusu hastalandı. Bu komşusu
Hintlilere göre kutsal ve büyük olan günlere itibar edip saygı göstermiş
biriydi. İmam-ı Rabbani Hazretlerini çağırdılar. O da gitti baktı ki, ölüm
döşeğinde. Teveccüh etti ona, kalbindeki karanlıktan hiç bir şey gitmedi. Bir
kez daha teveccüh etti, yine bir şey olmadı. Yine teveccüh etti, yine bir şey
olmadı. Demek pası teveccühle temizlenmeyecek kadar kötüydü. Küfür, küfür
bulaşıklıkları ve sıfatları, ancak cehennem azabı ile temizlenir. O anda ona
denildi ki: “Senin teveccühünde kusur yok, adam ehl-i küfür ile arkadaşlık
etmiştir, onlardan aldı alacağını.”
Bundan sonra o şahıs vefat etti. İmam-ı Rabbani, cenazesine gideyim mi,
gitmeyeyim mi diye şüphe etti, manada kendisine: “Kalbinde zerre kadar iman
nuru görüldüğünden bunun sayesinde cehennemden çıkarılacaktır.” denildi. Bundan
anlaşılıyor ki bir adama kolay kolay kâfir dememeli. Meselâ yeni yıl gecelerini
kutlamak kâfir işlerini yapmaktır, fakat bununla kâfir olunmaz.
Ebu Davud; Salat:239, Nesai; İdeyn:1, Hakim Müstedrek; 1/294, A.b.Hanbel;
3/103, 178, 235, 250
İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Raik, 5/133, el-Fetâva el-Hindiye, 2/296
İbn-i Abidin, 5/659-660
Mehmet
Talü
Ey Müminler! Size ne oluyor ki; indirilen İlahi emir ve yasakların tümüne
inandığınız için sizi sevmeyen o kâfir ve münafık toplulukları (Niçin)
seviyorsunuz!
(Ali İmran S.119)
Ey iman edenler! kendilerine daha evvel kitap verilen ve bu Kutsal
Kitapların içeriğini değiştirdikleri için sapıtan Hristiyan, Yahudi veya
bunlara benzeyen herhangi bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden
kâfir yaparlar!”
(Ali İmran100)
İlahi mesajlarına ne zaman uyacağız? Ölüp, Ahiretin gümrük kapısı kabre
girince mi?
Onlar, bizim bayramlarımızı, Hicri Yılbaşımızı, Cuma’mızı, giysilerimizi
sevmezken bize ne oluyor ki onların Yılbaşılarını, bayramlarını ve tatillerini
severek kutluyoruz! Modalarını severek giyiyoruz.
“Dini kumar” manasına gelen Milli Piyango’nun kumar
biletini almak için severek sıraya giren milyonlarca gafil müminler topluluğu
ne zaman tövbe edecek?! Devlet bu haram yolla kazancı ne zaman yasaklayacak!?
Milletimizin menfaati için yapılmakta olan Boğaz köprüsü, tren ve
karayolları inşasında kesilen ağaçlar için kuduran yeşilci çevreler neredeler!!
Noel Papa’ları adına katledilen milyonlarca çam ağaçları için Gezi parklarında
niçin eylem yapmıyorlar!
Hristiyan Âleminin Yılbaşını halkımıza sevdirerek kutlatmak için
Medyamızda ki utanç verici yüz karası Noel reklamları tam bir Hristiyanlık
propagandasına dönüştü!
Haçlılar adına sinsi planlı bir Misyonerlik reklamı! Üç paralık dünya
için bu ne rezalet?!
Noel Baba kim? Kimin babası? ‘’Türk’ün atası’’ gibi uydurulan bir sahte
isim! Bembeyaz uzun çakma sakalıyla ve hediye dağıtan sevimli rolüyle
çocuklarımıza sevdirilmek istenen ve Hz. İsa (a.s) gibi istismar edilen bir şahsiyet!!
Tabii ki bizim İmamlarımız, bizim Müftülerimiz ve bizim âlimlerimiz hâlâ
sakalsız ve bıyıksız Peygamberin mihrabında ve kürsüsünde oldukça Yılanbaşı
Noel Papalar meydanlarda cirit atmağa devam edecekler!
Doğum yılımızdan ölüm yılımıza, harflerimizden tatil günlerimize kadar
halkı Müslüman Ülkeler işgal altındayken Müslüman cemaat, tarikat, sivil ve
siyasi toplumların hâlâ birleşme zamanı gelmedi mi?
İçki, kumar, faiz, domuz eti ve zina gibi haramları haram kılmak için
gönderilen bir Peygamberin doğumunu içkiyle, zinayla yılanbaşınaçevirecek
kadar saptırtılan Hristiyan Haçlı âleminin karşısında yek vücut olup güçlü bir
Türkiye oluşturma zamanı gelmedi mi?
Günde 40 defa okuduğumuz Fatiha Suresindeki “Allah’ım! Bizi,
Sapıtmış Hristiyan ve Lanetlenmiş Yahudiler gibi dalalete ve gazabına
uğramışların yoluna değil, İslam ile nimetlendirdiğin Enbiya ve evliyanın
yolunda yürüyenlerden eyle” dua ve temennilerini ne zaman
doya doya yaşayacağız?
Ahiretin büyük buluşma ve duruşma gününde mi?
“Onların yanında olmakla izzet mi arıyorsunuz! İzzet ancak Allah’ın
yanındadır.” Yani izzetli olmak İslam İlkelerine
dönmekle ve yaşamakla mümkündür
Yılbaşını, yılanbaşına çevirenlerin eğlence ve kutlamalarına boykot eden
izzet ve onur sahibi Müslüman kardeşlerime selam olsun!
YILBAŞI NEYİMİZ OLUR...RAMAZAN BAYRAMIMIZ MI? KANDİLİMİZ Mİ? KURBAN BAYRAMIMIZ MI?
Bu kutlamaları dinsel ve kültürel değerlerimize aykırı birtakım adet ve geleneklerle birlikte düzenlemek, kesinlikle doğru değildir.
Noel Baba: Memleketimize, herhalde, Beyoğlu'ndan giren, Haliç'i atlayarak Fatih'lere, Aksaray'lara, sonra Rumeli'ye ve Boğaz'ı aşarak önce Kadıköy'lere, Moda'lara ve sonra Üsküdar'lara ve oradan Anadolu'ya geçen bu bunak, neyimiz olur: Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa Avrupalılıktan pîrimiz mi?
İstanbul'un Tepebaşı'ndan Adana'nın Tepebağı'na kadar her yeri bilen, her yere uğrayan bu moruk kimdir,necidir?
Bir resmine bakarsanız Havarîlere, öteki resmine bakarsanız Rasputin'e benzeyen bu iskambil papazı, aramızda nenin nesidir?... Bunu merak etmediniz mi?
Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu:
O, Haçlı Seferleri'nden kalma bir kılınç artığıdır.O zaman silâhla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor.
O, evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit'tir...
Kardeşlerini Mukaddes Savaş'a hazırlamaktan geliyor.
O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, kılığını değiştirmiş... Ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan çocuklarımızdan başlamıştır.Bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedâkarlığının sebebini düşünmediniz mi?
Bırakın, onun hakkından ben gelirim: İşte sakalını çekince gördünüz... Sakalı elimde kaldı ve altından Lücifer(şeytan)çıktı. Bilirsiniz ki, câsuslar da kıyâfetlerini ekseriyâ değiştirirler. Bu, mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin,yahut bırakın:Haç'ın da çarmıha gereyim onu.
Tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız: Muhakkak, bir şeyinizi çalmıştır.
Şu adis-i şeriflerifi unutmayalım ; Bir kişi diğer bir kişinin ameline, yoluna ve adetine razı olursa, muhakkak ki o onlardandır.* buyurmuşlardır. (Kenzül Ummal 9/10)
İbn-i Ömer (r.a) teşebbüh hakkında şöyle buyururlar: *Bir kimse müşriklerin arzına ev bina edip, onların bayramlarına katılmak suretiyle onlara benzerse, o kimse kıyamet günü onlarla beraber haşrolunur.* (Feyzül Kadir 104)
İbn-i Ömer (r.a) teşebbüh hakkında şöyle buyururlar: *Bir kimse müşriklerin arzına ev bina edip, onların bayramlarına katılmak suretiyle onlara benzerse, o kimse kıyamet günü onlarla beraber haşrolunur.* (Feyzül Kadir 104)
NEDİR BU NOEL
VE KİMDİR BU NOEL BABA?
Hazret-i Îsâ’nın doğum günü olduğu iddia edilerek 25 Aralıkta kutlanan Hıristiyan yortusu (bayramı). Lâtincede doğumla ilgili olan anlamına gelen bu yortuyu, bir kısım Hıristiyanlar 6 Ocakta kutlamaktadır.
Hazret-i Îsâ’nın doğumundan çok önce güneşe tapan putperestler, tanrı saydıkları Güneş’in her gün biraz daha erken kendilerini terk etmesine üzülürlerdi. 25 Aralıkta günler tekrar uzamaya başlayınca, Güneş’in kendileriyle kalmaya râzı olduğuna sevinerek kutlamalar yaparlardı. Bu kutlamalar sırasında dans, içki, ışıklandırma, yaparlardı. Ayrıca hindi kesme, domuz başı, kaz kızartması yemeyi de gelenek hâline getirmişlerdi. Bir de aralarında çeşitli hediyeler verirlerdi. Ayrıca güneşe tapan ve kurtarıcı tanrılarının kış başlangıcında doğduğuna inanan diğer putperest milletler de vardı. Bunlar da Julian takvimine göre kış başlangıcı olarak kabul edilen 25 Aralıkta özel kutlama törenleri yaparlardı.
Hazret-i Îsâ’nın doğum günü kesin olarak bilinmediği için ilk Hıristiyanların hazret-i Îsâ’nın doğumu için kutladıkları özel bir gün yoktu. Bu sırada Roma İmparatorluğunun her yerinde güneşe ve putlara tapılıyordu. Roma İmparatoru Büyük Konstantin, putperestken mîlâdın 313. senesinde Hıristiyanlığı kabul etti. Putperestlikten birçok şeyleri de Hıristiyanlığa soktu. Güneş tanrısının doğum günü kabul edilen 25 Aralığı yılbaşı kabul etti. Îsâ aleyhisselâmın kurtarıcı tanrı olduğuna inanan Hıristiyanlar da, hazret-i Îsâ’nın 25 Aralıkta doğduğunu kabul ettiler.Sonunda bu geceyi Mîlad ve Noel olarak her sene kutlamaya başladılar.
Efsânevî Hıristiyan inanışına göre; mîlâdî 4. yüzyılda (M. 350 yıllarında) Anadolu’da Myra (bugünkü Demre-Antalya) yöresinde yaşamış olan Aziz Nikolaos adındaki Hıristiyan azizi, Roma İmparatoru Konstantin’in rüyâsına girdi ve îdâma mahkum edilen üç subayı kurtardı. Bu olaydan sonra ünü gittikçe yayılan Nikolaos, zamanla Rusya ve Yunanistan gibi ülkelerin, hayır kurumlarının, loncaların, çocukların, denizcilerin ve bâzı şehirlerin koruyucu azizi olarak benimsendi. Adına Avrupa’da pekçok kilise yapıldı. Çocuklara özel armağanlar getirdiğine inanılan ve Noel Baba olarak anılmaya başlayan Aziz Nikolaos efsânevî bir kişiliğe büründü.
Aziz Nikolaos’un Noel Baba hâline sokulması ilk önce Almanya’da görüldü. Bu efsânevî gelenek zamanla Protestan kiliselerin çoğunlukta olduğu Avrupa ülkelerinde yayıldı. Sonra ABD’nin New York şehrine gelip yerleşen Hollandalı Protestanların Aziz Nikolaos’u iyiliksever bir kimse olarak anmaları da çok sevilmesine yol açtı. Ayrıca ABD ve İngiltere’de kutlanan çocuk bayramlarında da yer verilmeye başlandı. Geleneksel âile ve çocuk bayramı olarak kutlanan Noel yortusunun koruyucusu olarak kabul edildi.
Noel Baba’nın şişman, neşeli, kırmızı ve beyaz piskoposluk giysileri içindeki tasvirleri Amerikalılar tarafından gündeme getirildi. Noel Baba olarak bilinen Aya Nikola (Aziz Nikolaos)nın bâzan yalnız, bâzan yardımcısıyla ata binerek, bâzan da sekiz ren geyiğinin çektiği arabasıyla evlerin damlarında dolaştığı efsânesi yaygınlaştı.
Noel Baba yortusu daha ziyâde mîlâdî senenin Aralık ayının 24. gününün gecesi kabul edilmiştir. Bununla berâber 24 Aralık ile 6 Ocak arasında olduğunu kabul eden Hıristiyanlar da vardır. Ermeni kiliseleri hiçbir zaman Noel’i kabul etmeyip, hazret-i Îsâ’nın doğumunu hep 6 Ocakta kutlamayı sürdürdüler.
Efsânevî inanış doğrultusunda Noel Baba yortusunu kutlayan Hıristiyanlar bu kutlamalar sırasında, ışık ve çeşitli maddelerle yaprak dökmeyen ağaçları süslerler. Bu da umûmiyetle çam ağacıydı. Bu âdet, eski Mısırlıların, Çinlilerin, Yahûdîlerin ve putperest milletlerin yaprak dökmeyen ağaçları ölümsüzlük simgesi saymalarından kaynaklanmaktadır. Günümüzdeki Noel gelenekleri arasındaki ağaç süslemesinin Almanya’nın batı tarafında ortaçağda hüküm sürmüş olan eski putperestlikten alındığı rivâyeti hâkimdir.
Noel Baba bayramının (yortusunun) safsata ve efsâne olduğu İngiliz Durkan Başpiskoposu Dr. David Jenkis’in 21 Aralık 1993 Milliyet, 24 Aralık 1993 Türkiyegazetelerinde çıkan beyânâtında; İncil’de geçen Noel’le ilgili sözlerin birer peri masalı ve efsâne olduğu açıklandı. Dr. David’in bu sözlerini diğer ünlü İngiliz din adamlarından St. Albans Başpiskoposu John Taylor, Anglikan Çevre Bakanı John Gummer; “Kilisenin öğrettikleri çok açık. Dünyâdaki milyonlarca insan, İncil’deki masallarla uyutulmaya çalışılıyor.” sözleriyle desteklediler. Bugün Çin’de, Hollanda’da ve İngiltere’de Noel Baba ile kutlamalar ve reklamlar yasaklanmıştır (1993).
Hazret-i Îsâ’nın doğumundan çok önce güneşe tapan putperestler, tanrı saydıkları Güneş’in her gün biraz daha erken kendilerini terk etmesine üzülürlerdi. 25 Aralıkta günler tekrar uzamaya başlayınca, Güneş’in kendileriyle kalmaya râzı olduğuna sevinerek kutlamalar yaparlardı. Bu kutlamalar sırasında dans, içki, ışıklandırma, yaparlardı. Ayrıca hindi kesme, domuz başı, kaz kızartması yemeyi de gelenek hâline getirmişlerdi. Bir de aralarında çeşitli hediyeler verirlerdi. Ayrıca güneşe tapan ve kurtarıcı tanrılarının kış başlangıcında doğduğuna inanan diğer putperest milletler de vardı. Bunlar da Julian takvimine göre kış başlangıcı olarak kabul edilen 25 Aralıkta özel kutlama törenleri yaparlardı.
Hazret-i Îsâ’nın doğum günü kesin olarak bilinmediği için ilk Hıristiyanların hazret-i Îsâ’nın doğumu için kutladıkları özel bir gün yoktu. Bu sırada Roma İmparatorluğunun her yerinde güneşe ve putlara tapılıyordu. Roma İmparatoru Büyük Konstantin, putperestken mîlâdın 313. senesinde Hıristiyanlığı kabul etti. Putperestlikten birçok şeyleri de Hıristiyanlığa soktu. Güneş tanrısının doğum günü kabul edilen 25 Aralığı yılbaşı kabul etti. Îsâ aleyhisselâmın kurtarıcı tanrı olduğuna inanan Hıristiyanlar da, hazret-i Îsâ’nın 25 Aralıkta doğduğunu kabul ettiler.Sonunda bu geceyi Mîlad ve Noel olarak her sene kutlamaya başladılar.
Efsânevî Hıristiyan inanışına göre; mîlâdî 4. yüzyılda (M. 350 yıllarında) Anadolu’da Myra (bugünkü Demre-Antalya) yöresinde yaşamış olan Aziz Nikolaos adındaki Hıristiyan azizi, Roma İmparatoru Konstantin’in rüyâsına girdi ve îdâma mahkum edilen üç subayı kurtardı. Bu olaydan sonra ünü gittikçe yayılan Nikolaos, zamanla Rusya ve Yunanistan gibi ülkelerin, hayır kurumlarının, loncaların, çocukların, denizcilerin ve bâzı şehirlerin koruyucu azizi olarak benimsendi. Adına Avrupa’da pekçok kilise yapıldı. Çocuklara özel armağanlar getirdiğine inanılan ve Noel Baba olarak anılmaya başlayan Aziz Nikolaos efsânevî bir kişiliğe büründü.
Aziz Nikolaos’un Noel Baba hâline sokulması ilk önce Almanya’da görüldü. Bu efsânevî gelenek zamanla Protestan kiliselerin çoğunlukta olduğu Avrupa ülkelerinde yayıldı. Sonra ABD’nin New York şehrine gelip yerleşen Hollandalı Protestanların Aziz Nikolaos’u iyiliksever bir kimse olarak anmaları da çok sevilmesine yol açtı. Ayrıca ABD ve İngiltere’de kutlanan çocuk bayramlarında da yer verilmeye başlandı. Geleneksel âile ve çocuk bayramı olarak kutlanan Noel yortusunun koruyucusu olarak kabul edildi.
Noel Baba’nın şişman, neşeli, kırmızı ve beyaz piskoposluk giysileri içindeki tasvirleri Amerikalılar tarafından gündeme getirildi. Noel Baba olarak bilinen Aya Nikola (Aziz Nikolaos)nın bâzan yalnız, bâzan yardımcısıyla ata binerek, bâzan da sekiz ren geyiğinin çektiği arabasıyla evlerin damlarında dolaştığı efsânesi yaygınlaştı.
Noel Baba yortusu daha ziyâde mîlâdî senenin Aralık ayının 24. gününün gecesi kabul edilmiştir. Bununla berâber 24 Aralık ile 6 Ocak arasında olduğunu kabul eden Hıristiyanlar da vardır. Ermeni kiliseleri hiçbir zaman Noel’i kabul etmeyip, hazret-i Îsâ’nın doğumunu hep 6 Ocakta kutlamayı sürdürdüler.
Efsânevî inanış doğrultusunda Noel Baba yortusunu kutlayan Hıristiyanlar bu kutlamalar sırasında, ışık ve çeşitli maddelerle yaprak dökmeyen ağaçları süslerler. Bu da umûmiyetle çam ağacıydı. Bu âdet, eski Mısırlıların, Çinlilerin, Yahûdîlerin ve putperest milletlerin yaprak dökmeyen ağaçları ölümsüzlük simgesi saymalarından kaynaklanmaktadır. Günümüzdeki Noel gelenekleri arasındaki ağaç süslemesinin Almanya’nın batı tarafında ortaçağda hüküm sürmüş olan eski putperestlikten alındığı rivâyeti hâkimdir.
Noel Baba bayramının (yortusunun) safsata ve efsâne olduğu İngiliz Durkan Başpiskoposu Dr. David Jenkis’in 21 Aralık 1993 Milliyet, 24 Aralık 1993 Türkiyegazetelerinde çıkan beyânâtında; İncil’de geçen Noel’le ilgili sözlerin birer peri masalı ve efsâne olduğu açıklandı. Dr. David’in bu sözlerini diğer ünlü İngiliz din adamlarından St. Albans Başpiskoposu John Taylor, Anglikan Çevre Bakanı John Gummer; “Kilisenin öğrettikleri çok açık. Dünyâdaki milyonlarca insan, İncil’deki masallarla uyutulmaya çalışılıyor.” sözleriyle desteklediler. Bugün Çin’de, Hollanda’da ve İngiltere’de Noel Baba ile kutlamalar ve reklamlar yasaklanmıştır (1993).
New York Üniversitesinde târih profesörü olan Waelangi Ferguson diyor ki:“Hıristiyanların yortuları putperest yortularıyla aynı târihlere rastlar Meselâ Noel târihi İran ve Roma’da güneş tanrısı Mitharas’ın doğum târihiydi. Ayrıca bu târih çok eskiden beri putperest dünyâsında önemli bir yortu günüydü.”
Kudüs civârında dünyâya gelen hazret-i Îsâ’nın doğumu hakkında, o zamânın edip ve münevverlerinin eserlerinde hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. En küçük vak’aları bile yazanRoma târihçilerinin, hazret-i Îsâ gibi büyük peygamber hakkında derin bir sükûnet göstermesi ayrıca dikkate şâyândır. Yunanca, İbrânice eser yazanlar da, aynı lâkaydlik ve ilgisizlik içindedirler.
Hıristiyanların mukaddes kitabı bugünkü İncil, bir tâne değildir. Bütün İncil’lerde hazret-i Îsâ’nın hangi gün doğduğuna dâir en küçük bir bilgi de yoktur. Doğduğu sene hakkında ise kapalı, tahminler yapılacak mâlumâtlar vardır. İncil’in birinde hazret-i Îsâ’nın Yahûdî kralı Büyük Herodos’un zamânında doğdunu yazıyor. Roma kaynakları ise bu kralın mîlâddan önce öldüğünü bildiriyor. İki İncil’de ise hiçbir kayıt yoktur.
Mîlâdî târih 6. yüzyıla kadar hiç kullanılmadı. Mîladdan sonra 525 târihinde Denys adında bir râhip, ilk defâ mîlâdî târihi kullandı. Târihçiler uzun müddet ya Roma’nın kuruluşunu, yâhut dünyânın kuruluşu olarak Tevrat’ta tahmin edilen târihi, başlangıç yaptılar. On sekizinci asra kadar eser yazanlar böyle hareket ettiler. Sarbon Üniversitesi profesörlerinden Gungnebert hazret-i Îsâ’nın mîlâdî târihinde doğduğu kesin olmadığı gibi on beş sene önce veya sonra doğduğu da ispat edilemez diyor. Doğum senesi tahmin edilemeyince doğduğu gün elbette hesaplanamaz.
Eflâtun’un, Îsâ aleyhisselâm zamânında yaşadığı bâzı İslâm kaynaklarında belirtilmektedir. Avrupa kitaplarında ise Eflâtun’un mîlâttan yâni Îsâ aleyhisselâmın dünyâya gelmelerinden 347 sene önce öldüğü yazılıdır. Mîlâdî sene kat’î olmayıp günü ve senesi şüpheli olup, yanlıştır. Büyük âlim İmâm-ı Rabbânî rahmetullahi aleyh ve Burhan-ı Katı’ lugat kitabının bildirdiklerine göre, Îsâ aleyhisselâm ile Peygamberimiz arasındaki zaman, bin seneden az değildir.
Îsâ aleyhisselâmın doğum günü belli olmayınca noelin mânâsı efsâneden öteye gidememektedir.
İslâmiyette, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübârek gün yoktur. Meselâ, Martın yirminci Neyruz veya Nevruz denilen gün ve Mayısın altıncı Hıdrellez günü ve Eylülün yirminci Mihrican günü, bâzı ülkelerde mübârek sayılır. Bu günlerin Müslümanlıkta bir değeri yoktur.Noel günü ve gecesi de böyledir.
İslâmiyet, Müslümanların, îmânlarında ve ibâdetlerinde Müslüman olmayanlara benzemelerini, onları taklit etmelerini ve onların dinlerinin ve ibâdetlerinin alâmeti olan şeyleri yapmayı ve kullanmayı yasak etmiştir. İslâm dîninde, kâfirlerden her kavmin, her memleketin âdeti olarak yaptıkları ve kullandıkları şeylerden, haram olmayıp, insanlara faydalı olanları yapmak ve kullanmak günah değildir. Pantolon, gömlek ve çeşitli ayakkabı giymek, çatal kaşık kullanmak, yemeği masada yemek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak, ekmeği bıçakla dilimlere ayırmak, çeşitli eşyâ ve âletleri, binek vâsıtalarını kullanmak hep âdete bağlı şeyler olup, İslâmiyet bunlara izin vermiştir. Bunları kullanmak, İslâmiyetin yasak etmediği, günah saymadığı hususlardır. Nitekim, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem papazlara mahsus olan ayakkabıyı kullanmıştır.
Hindûların bayram günlerine ve ateşe tapınanların kutsal günlerine ve Hıristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına hürmet etmek ve o zamanlarda, onların âdetlerini, onlar gibi yapmak, bu günleri Müslüman bayramı zannederek, onlar gibi birbirine hediye göndermek, eşyâlarını ve sofralarını, onların yaptığı gibi süslemek, o geceleri başka gecelerden ayırt etmek büyük günah olur.
Allahü teâlâ, Yûsuf sûresi 106. âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruyor ki: “Biz Allahü teâlânın varlığına, birliğine, her şeyi yaratan O olduğuna inandık, Müslüman olduk diyenlerin çoğu, başkalarına ibâdet ve itâat ederek ve daha birçok hareket ve sözleriyle, müşrik oluyorlar.”
Mâide sûresi 51. âyet-i kerîmede ise; “Ey îmân edenler! Yahûdîleri ve Nasrânîleri (Hıristiyanları) dost edinmeyin. Zîra onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar (yaşayış, örf-âdet, kutlama yönünden dost tutanlar) onlardandır. Şüphesiz zâlimler topluluğuna Allahü teâlâ yol göstermez.” buyrulmaktadır.
Kudüs civârında dünyâya gelen hazret-i Îsâ’nın doğumu hakkında, o zamânın edip ve münevverlerinin eserlerinde hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. En küçük vak’aları bile yazanRoma târihçilerinin, hazret-i Îsâ gibi büyük peygamber hakkında derin bir sükûnet göstermesi ayrıca dikkate şâyândır. Yunanca, İbrânice eser yazanlar da, aynı lâkaydlik ve ilgisizlik içindedirler.
Hıristiyanların mukaddes kitabı bugünkü İncil, bir tâne değildir. Bütün İncil’lerde hazret-i Îsâ’nın hangi gün doğduğuna dâir en küçük bir bilgi de yoktur. Doğduğu sene hakkında ise kapalı, tahminler yapılacak mâlumâtlar vardır. İncil’in birinde hazret-i Îsâ’nın Yahûdî kralı Büyük Herodos’un zamânında doğdunu yazıyor. Roma kaynakları ise bu kralın mîlâddan önce öldüğünü bildiriyor. İki İncil’de ise hiçbir kayıt yoktur.
Mîlâdî târih 6. yüzyıla kadar hiç kullanılmadı. Mîladdan sonra 525 târihinde Denys adında bir râhip, ilk defâ mîlâdî târihi kullandı. Târihçiler uzun müddet ya Roma’nın kuruluşunu, yâhut dünyânın kuruluşu olarak Tevrat’ta tahmin edilen târihi, başlangıç yaptılar. On sekizinci asra kadar eser yazanlar böyle hareket ettiler. Sarbon Üniversitesi profesörlerinden Gungnebert hazret-i Îsâ’nın mîlâdî târihinde doğduğu kesin olmadığı gibi on beş sene önce veya sonra doğduğu da ispat edilemez diyor. Doğum senesi tahmin edilemeyince doğduğu gün elbette hesaplanamaz.
Eflâtun’un, Îsâ aleyhisselâm zamânında yaşadığı bâzı İslâm kaynaklarında belirtilmektedir. Avrupa kitaplarında ise Eflâtun’un mîlâttan yâni Îsâ aleyhisselâmın dünyâya gelmelerinden 347 sene önce öldüğü yazılıdır. Mîlâdî sene kat’î olmayıp günü ve senesi şüpheli olup, yanlıştır. Büyük âlim İmâm-ı Rabbânî rahmetullahi aleyh ve Burhan-ı Katı’ lugat kitabının bildirdiklerine göre, Îsâ aleyhisselâm ile Peygamberimiz arasındaki zaman, bin seneden az değildir.
Îsâ aleyhisselâmın doğum günü belli olmayınca noelin mânâsı efsâneden öteye gidememektedir.
İslâmiyette, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübârek gün yoktur. Meselâ, Martın yirminci Neyruz veya Nevruz denilen gün ve Mayısın altıncı Hıdrellez günü ve Eylülün yirminci Mihrican günü, bâzı ülkelerde mübârek sayılır. Bu günlerin Müslümanlıkta bir değeri yoktur.Noel günü ve gecesi de böyledir.
İslâmiyet, Müslümanların, îmânlarında ve ibâdetlerinde Müslüman olmayanlara benzemelerini, onları taklit etmelerini ve onların dinlerinin ve ibâdetlerinin alâmeti olan şeyleri yapmayı ve kullanmayı yasak etmiştir. İslâm dîninde, kâfirlerden her kavmin, her memleketin âdeti olarak yaptıkları ve kullandıkları şeylerden, haram olmayıp, insanlara faydalı olanları yapmak ve kullanmak günah değildir. Pantolon, gömlek ve çeşitli ayakkabı giymek, çatal kaşık kullanmak, yemeği masada yemek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak, ekmeği bıçakla dilimlere ayırmak, çeşitli eşyâ ve âletleri, binek vâsıtalarını kullanmak hep âdete bağlı şeyler olup, İslâmiyet bunlara izin vermiştir. Bunları kullanmak, İslâmiyetin yasak etmediği, günah saymadığı hususlardır. Nitekim, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem papazlara mahsus olan ayakkabıyı kullanmıştır.
Hindûların bayram günlerine ve ateşe tapınanların kutsal günlerine ve Hıristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına hürmet etmek ve o zamanlarda, onların âdetlerini, onlar gibi yapmak, bu günleri Müslüman bayramı zannederek, onlar gibi birbirine hediye göndermek, eşyâlarını ve sofralarını, onların yaptığı gibi süslemek, o geceleri başka gecelerden ayırt etmek büyük günah olur.
Allahü teâlâ, Yûsuf sûresi 106. âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruyor ki: “Biz Allahü teâlânın varlığına, birliğine, her şeyi yaratan O olduğuna inandık, Müslüman olduk diyenlerin çoğu, başkalarına ibâdet ve itâat ederek ve daha birçok hareket ve sözleriyle, müşrik oluyorlar.”
Mâide sûresi 51. âyet-i kerîmede ise; “Ey îmân edenler! Yahûdîleri ve Nasrânîleri (Hıristiyanları) dost edinmeyin. Zîra onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar (yaşayış, örf-âdet, kutlama yönünden dost tutanlar) onlardandır. Şüphesiz zâlimler topluluğuna Allahü teâlâ yol göstermez.” buyrulmaktadır.
YILBAŞI
AZGINLIKLARI
YILBAŞI
eğlenceleri İslama, Kur’ana, ahlaka, Sünnete, Hikmete, terbiyeye aykırı içkili,
fuhuşlu pisliklerdir. Böyle kötü şeyleri gerçek dindar Hıristiyanlar bile kabul
etmezken biz Müslümanlar böyle pisliklere nasıl katılıp eğlenebiliriz? Allahtan
korkalım… Azgınlıklardan uzak duralım… Dinimizi imanımızı tehlikeye atmayalım.
Yılbaşı gecesi yatsı namazı kılmak için camiye gidersiniz. Ondan sonra gecenizi normal bir gece olarak Müslümanca geçirirsiniz. Faydalı sohbet edilecekse çay yapıp birkaç din kardeşinizle bir araya gelip sohbet edebilirsiniz.
Kesinlikle fitnevizyon cihazını açmaz ve seyr etmezsiniz.
Yılbaşı gecesi diye boza içmeniz, pasta yemeniz bile caiz olmaz.
Hadiste bildiriliyor. Âhir zamanda adam geceye Müslüman olarak başlayacak, sabaha kafir çıkacakmış. Cenab-ı Hak bizleri böyle bir felaketten korusun.
Diyanet İşleri Başkanlığı yılbaşı çılgınlıkları ve azgınlıkları konusunda Müslüman halkı uyarmalıdır. Uyarmazsa günaha batan Müslümanların vebali Başkanlığın üzerine yıkılacaktır.
Bütün islamî cemaatler, tarikatlar, gruplar, hizipler de aynı uyarıyı yapmalıdır. Bu, bir emr-i mâruf ve nehy-i münker farzıdır. Terk edilirse toplumun üzerine azab inebilir.
Müslümanları uyarmak, aydınlatmak, bilgilendirmek, onlara nasihat etmek muhakkak ki, çok zarurî, çok lüzumlu, çok faydalı, çok feyizli ve bereketli bir hizmettir. Cenab-ı Hak cümlemizi ya doğrudan doğruya, yahut dolaylı olarak böyle hizmetler nail kılsın.
İçki içmek… İsraflı şekilde yemek yemek… Sarhoş olup dağıtmak… Çıplak kadınlarla erkeklerin Kur’ana, Şünnete aykırı bir şekilde ihtilat etmeleri… Çeşit çeşit fuhşiyyat… Piyangolar, lotaryalar, talih oyunları… Fuhşiyyat, zina… Şehvetleri kamçılayıcı şeytanî müzik… Zerre kadar şüphe yoktur ki, bunlar mâsum eğlenceler değil, şeytanın azdırıcı ve günaha sokucu tuzaklarıdır.
Müslümanlar!.. Kendinizi, çoluk çocuğunuzu, din kardeşlerinizi yılbaşı azgınlıklarından ve felaketlerinden koruyunuz.
Hiçbir şey yapamazsanız, bari kendinizi ateşin kenarına çekiniz.
Yılbaşı gecesi yatsı namazı kılmak için camiye gidersiniz. Ondan sonra gecenizi normal bir gece olarak Müslümanca geçirirsiniz. Faydalı sohbet edilecekse çay yapıp birkaç din kardeşinizle bir araya gelip sohbet edebilirsiniz.
Kesinlikle fitnevizyon cihazını açmaz ve seyr etmezsiniz.
Yılbaşı gecesi diye boza içmeniz, pasta yemeniz bile caiz olmaz.
Hadiste bildiriliyor. Âhir zamanda adam geceye Müslüman olarak başlayacak, sabaha kafir çıkacakmış. Cenab-ı Hak bizleri böyle bir felaketten korusun.
Diyanet İşleri Başkanlığı yılbaşı çılgınlıkları ve azgınlıkları konusunda Müslüman halkı uyarmalıdır. Uyarmazsa günaha batan Müslümanların vebali Başkanlığın üzerine yıkılacaktır.
Bütün islamî cemaatler, tarikatlar, gruplar, hizipler de aynı uyarıyı yapmalıdır. Bu, bir emr-i mâruf ve nehy-i münker farzıdır. Terk edilirse toplumun üzerine azab inebilir.
Müslümanları uyarmak, aydınlatmak, bilgilendirmek, onlara nasihat etmek muhakkak ki, çok zarurî, çok lüzumlu, çok faydalı, çok feyizli ve bereketli bir hizmettir. Cenab-ı Hak cümlemizi ya doğrudan doğruya, yahut dolaylı olarak böyle hizmetler nail kılsın.
İçki içmek… İsraflı şekilde yemek yemek… Sarhoş olup dağıtmak… Çıplak kadınlarla erkeklerin Kur’ana, Şünnete aykırı bir şekilde ihtilat etmeleri… Çeşit çeşit fuhşiyyat… Piyangolar, lotaryalar, talih oyunları… Fuhşiyyat, zina… Şehvetleri kamçılayıcı şeytanî müzik… Zerre kadar şüphe yoktur ki, bunlar mâsum eğlenceler değil, şeytanın azdırıcı ve günaha sokucu tuzaklarıdır.
Müslümanlar!.. Kendinizi, çoluk çocuğunuzu, din kardeşlerinizi yılbaşı azgınlıklarından ve felaketlerinden koruyunuz.
Hiçbir şey yapamazsanız, bari kendinizi ateşin kenarına çekiniz.
Mehmed Şevket Eygi
YILBAŞI,
TOPLUMSAL BİR İSYANDIR 1
31
Aralık Çarşamba gününü, 1 Ocak Perşembe gününe bağlayan gece yılbaşı gecesidir.
Yılbaşı kutlamaları denilince de eski yılın sona erip yeni yıla geçildiği 31
Aralık/1 Ocak gecesi yapılan eğlence ve faaliyetler anlaşılır. Ancak yılbaşı
eğlenceleri, ilk bakışta yeni yıla girişin kutlamaları gibi gözükmekle birlikte
bunun Hıristiyan batının noel bayramıyla da yakın ilgisi bulunmaktadır.
Dinimizde ise; noel ve yılbaşı kutlamalarının yeri yoktur. Bu yılbaşının biz Müslümanlar için, resmî ve milletlerarası bir takvim başlangıcı olmak ilgi ve alâkasından başka hiçbir kıymet ve değeri asla yoktur. Biz Müslümanlar için Muharrem ayının birinci gecesi: Yılbaşı gecesidir. İslâm’da yeni yıl, Muharrem ayının birinci günü ile başlar. Fakat maalesef Müslümanların büyük bir kısmının haberi bile olmaz.
Bu bakımdan toplumumuzda ve diğer Müslüman toplumlarda “yılbaşı kutlaması” adı altında düzenlenen eğlence toplantıları ise, hiçbir kültürel ve geleneksel temele sahip değildir. Bu bakımdan Hıristiyan olmayan ülkelerde yılbaşı kutlamaları, Batı’nın körü körüne taklit edilmesinin veya Hıristiyan Batı’nın kültür ihracının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ülkemizde öteden beri yılbaşı kutlamalarıyla ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösterilen hassasiyet de buradan kaynaklanır.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Müslümanlara; diğer dinî topluluklara göre farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri manzumesi kazandırmak için gayret ettiği, bu uğurda saç-sakal, kılık-kıyafet, yeme-içme âdabı da dahil pek çok konuda tavsiyede bulunduğu düşünülürse, yılbaşı kutlamalarının, sıradan bir kutlama olarak kabul edilmesi ve tabiî karşılanması mümkün olamaz. Aksine, yılbaşı kutlaması, noel ağacı süslemesi, noel babanın hediye bırakması gibi âdetler toplumumuzda kültürel tahribata ve kimlik bunalımına yol açmakta, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden koparıp, batının hayat tarzına alıştırmakta, sonra da onların değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları benimsemeye götürebilmektedir. Böyle olunca, Müslüman toplumların bu tür âdetler yerine kendi kültür ve değerlerinden kaynaklanan alternatif program ve faaliyetler geliştirmesi ve yaşatması ayrı bir önem kazanmıştır.
Günümüzde toplumların kültürel değerlerini, hatta itikadî ve ahlâkî eğilimlerini; sahip oldukları hayat tarzı, ekonomik yapı, yerleşim ve ulaşım imkânı, iklim ve çevre, eğitim, folklor, örf ve âdet gibi ilk bakışta konuyla ilgisiz gözüken birçok husus derinden etkilemekte ve sonuçta mekanizma kendi değerlerini üretmektedir. Avrupa’daki Müslüman-Türk işçilerimizin çocukları ve torunlarının bugün Batı’nın kültür ve gelenekleri altında nasıl değiştiği ve giderek o toplumla bütünleşmeye başladığı iyi izlenirse toplumumuza yabancı kültürlerden taşınan veya yabancı toplumlara özenti şeklinde başlayan örf ve âdetlere karşı duyarlı olunmasının önemi daha iyi anlaşılır. Bunun için alınabilecek bir önlem de: Kendi kültürel mirasımızdan ve dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerleri, gelenek ve âdetleri iyileştirerek yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olabilir.
Hiç şüphe yok ki, milletler, millî örf ve adetleriyle tanınırlar ve onlarla yaşarlar. Millî örf ve adetleriyle tarih sinesindeki şerefli mevkilerini korurlar. Çünkü millî örf ve adetler, bir milletin millî kültürünün ve dinî inancının aynasıdır. Millî örf ve adetler, bir milletin şahsiyeti ve tanıtıcı vasfıdır. Sağlam millî örf ve adetlere sahip milletler, dinî bağları kuvvetli ve millî kültürü yüksek olan milletlerdir. Milletlerin örf ve adetlerine, millî kültürleri ve dinî inançları güç verir ve şekil kazandırır. Hatta dinden de kuvvetli olur. Bu sebeple hiçbir Müslüman milli kültüründe olmayan, dinî akidesine ters düşen özentilere hayatında yer vermez. Çünkü o bilir ki, Rabbi kendisinden olmayanlara özenmeyi ve onlar gibi sefih hayat yaşamayı yasaklamıştır.
Dinimiz; kâfirlere, münafıklara, batıl din ve ideoloji mensuplarına muhalefet etmeyi emretmiş ve onlara benzemeyi kesin bir şekilde haram kılmıştır. Çünkü dış görünüş itibarıyla onlara benzemek, neticede ahlâkî değerlerde, kötü ve çirkin işlerde ve hatta inançta onlara benzemeye sebep olur. Gerçekten giyimde, sözde, davranışta ve işlerdeki benzeşmeler kalplere tesir ederek onlara karşı sevgi ve saygı meydana getirir. Kısacası gayrimüslimlere benzemenin haram olduğunda icma vardır.
İslâm dininin inanç, ahlâk, ibadet ve muamelât alanında getirdiği hükümler, öngördüğü kural ve tavsiyeler Müslümanlarca öteden beri bir bütün olarak kabul edilmekte, günlük ve sosyal hayatla ilgili şekil ve muhteva bile çoğu defa bu bütünün bir parçası olarak mütalaa edilmektedir.
Dinimizde ise; noel ve yılbaşı kutlamalarının yeri yoktur. Bu yılbaşının biz Müslümanlar için, resmî ve milletlerarası bir takvim başlangıcı olmak ilgi ve alâkasından başka hiçbir kıymet ve değeri asla yoktur. Biz Müslümanlar için Muharrem ayının birinci gecesi: Yılbaşı gecesidir. İslâm’da yeni yıl, Muharrem ayının birinci günü ile başlar. Fakat maalesef Müslümanların büyük bir kısmının haberi bile olmaz.
Bu bakımdan toplumumuzda ve diğer Müslüman toplumlarda “yılbaşı kutlaması” adı altında düzenlenen eğlence toplantıları ise, hiçbir kültürel ve geleneksel temele sahip değildir. Bu bakımdan Hıristiyan olmayan ülkelerde yılbaşı kutlamaları, Batı’nın körü körüne taklit edilmesinin veya Hıristiyan Batı’nın kültür ihracının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ülkemizde öteden beri yılbaşı kutlamalarıyla ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösterilen hassasiyet de buradan kaynaklanır.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Müslümanlara; diğer dinî topluluklara göre farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri manzumesi kazandırmak için gayret ettiği, bu uğurda saç-sakal, kılık-kıyafet, yeme-içme âdabı da dahil pek çok konuda tavsiyede bulunduğu düşünülürse, yılbaşı kutlamalarının, sıradan bir kutlama olarak kabul edilmesi ve tabiî karşılanması mümkün olamaz. Aksine, yılbaşı kutlaması, noel ağacı süslemesi, noel babanın hediye bırakması gibi âdetler toplumumuzda kültürel tahribata ve kimlik bunalımına yol açmakta, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden koparıp, batının hayat tarzına alıştırmakta, sonra da onların değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları benimsemeye götürebilmektedir. Böyle olunca, Müslüman toplumların bu tür âdetler yerine kendi kültür ve değerlerinden kaynaklanan alternatif program ve faaliyetler geliştirmesi ve yaşatması ayrı bir önem kazanmıştır.
Günümüzde toplumların kültürel değerlerini, hatta itikadî ve ahlâkî eğilimlerini; sahip oldukları hayat tarzı, ekonomik yapı, yerleşim ve ulaşım imkânı, iklim ve çevre, eğitim, folklor, örf ve âdet gibi ilk bakışta konuyla ilgisiz gözüken birçok husus derinden etkilemekte ve sonuçta mekanizma kendi değerlerini üretmektedir. Avrupa’daki Müslüman-Türk işçilerimizin çocukları ve torunlarının bugün Batı’nın kültür ve gelenekleri altında nasıl değiştiği ve giderek o toplumla bütünleşmeye başladığı iyi izlenirse toplumumuza yabancı kültürlerden taşınan veya yabancı toplumlara özenti şeklinde başlayan örf ve âdetlere karşı duyarlı olunmasının önemi daha iyi anlaşılır. Bunun için alınabilecek bir önlem de: Kendi kültürel mirasımızdan ve dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerleri, gelenek ve âdetleri iyileştirerek yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olabilir.
Hiç şüphe yok ki, milletler, millî örf ve adetleriyle tanınırlar ve onlarla yaşarlar. Millî örf ve adetleriyle tarih sinesindeki şerefli mevkilerini korurlar. Çünkü millî örf ve adetler, bir milletin millî kültürünün ve dinî inancının aynasıdır. Millî örf ve adetler, bir milletin şahsiyeti ve tanıtıcı vasfıdır. Sağlam millî örf ve adetlere sahip milletler, dinî bağları kuvvetli ve millî kültürü yüksek olan milletlerdir. Milletlerin örf ve adetlerine, millî kültürleri ve dinî inançları güç verir ve şekil kazandırır. Hatta dinden de kuvvetli olur. Bu sebeple hiçbir Müslüman milli kültüründe olmayan, dinî akidesine ters düşen özentilere hayatında yer vermez. Çünkü o bilir ki, Rabbi kendisinden olmayanlara özenmeyi ve onlar gibi sefih hayat yaşamayı yasaklamıştır.
Dinimiz; kâfirlere, münafıklara, batıl din ve ideoloji mensuplarına muhalefet etmeyi emretmiş ve onlara benzemeyi kesin bir şekilde haram kılmıştır. Çünkü dış görünüş itibarıyla onlara benzemek, neticede ahlâkî değerlerde, kötü ve çirkin işlerde ve hatta inançta onlara benzemeye sebep olur. Gerçekten giyimde, sözde, davranışta ve işlerdeki benzeşmeler kalplere tesir ederek onlara karşı sevgi ve saygı meydana getirir. Kısacası gayrimüslimlere benzemenin haram olduğunda icma vardır.
İslâm dininin inanç, ahlâk, ibadet ve muamelât alanında getirdiği hükümler, öngördüğü kural ve tavsiyeler Müslümanlarca öteden beri bir bütün olarak kabul edilmekte, günlük ve sosyal hayatla ilgili şekil ve muhteva bile çoğu defa bu bütünün bir parçası olarak mütalaa edilmektedir.
YILBAŞI,
TOPLUMSAL BİR İSYANDIR 2
Öte
yandan Kur’an-ı Kerim âyet-i kerimelerinin ve risâleti boyunca Hz. Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin sıkça üzerinde durduğu konulardan birisi de, Müslümanların
fert ve toplum olarak belli bir kimlik kazanmaları, kendi şahsiyetlerini
korumaları ve kendilerine güven duymaları olmuştur. Çünkü bu, Müslümanların
bütünleşmesi, belli bir siyasal organizasyona gidip devlet kurması ve millet
olması kadar, kendi inanç ve ibadetlerini, değer ve özelliklerini korumaları
açısından da önemlidir. Bu itibarla Kur’an-ı Kerim, Müslümanlara ısrarla birlik
ve bütünlük içinde olmalarını, müşrik ve gayri müslimleri dost edinmemelerini,
onlarla gayr-i İslâmi bir kültürün etkisi altında kalmayı kaçınılmaz kılacak
şekilde sıkı bir ilişkiye girmemelerini emretmektedir. Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor:
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost ve idareci edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar, birbirinin tarafını tutarlar. Sizden kim onları dost ve idareci edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz ALLAH, zalimler topluluğuna yol göstermez, onları hidayete erdirmez.”
“Yahudiler de Hıristiyanlar da; sen onların dinlerine uymadıkça asla senden razı olmayacaklardır. De ki: ALLAH Teâlâ’nın yolu, doğru yolun tâ kendisidir. Yemin olsun ki, sana ilim geldikten sonra, eğer sen onların arzularına uyacak olursan, senin için ALLAH Teâlâ’dan ne bir dost ve ne de bir yardımcı vardır.”
Ayet-i kerimelerde ifade edildiği gibi: Başka dinden olanlar, özellikle Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanların dostu olmazlar; onlar ancak birbirinin dostu olur, birbirini desteklerler. Zaman zaman Müslümanlara yaklaşmaları, kendi menfaatleri bunu gerektirdiği içindir. Müslümanların bunu unutmamaları ve kendi aralarındaki dostluğu güçlendirmeleri zaruridir. Müslümanların arasına sızan iki yüzlüler, felâket tellâllığı yaparak onları, Mü’minleri bırakıp kâfirlere yöneltmek isterler; iman ehlinin bunlardan da sakınması gerekmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyin. Bunu yaparak ALLAH Teâlâ’ya, kendi aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?”
“Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet, güç ve şeref mi arıyorlar. Bilsinler ki gerçekten bütün izzet ve şeref yanlızca ALLAH Teâlâ’ya aittir.”
Ayet-i Kerimelerde açıkça ifade ediliyor ki: Gerek milletler arası münasebetlerde ve gerekse fertler ve topluluklar arası münasebetlerde Mü’minler, daima Mü’minlerin yanında yer alacak; güç, kuvvet ve şerefi bu beraberlikte arayacaklardır. Kendilerini korumak veya güçlenmek için kâfirlere baş vuran milletler küçüldükleri gibi fertler de manevi değerlerinden kayıp verirler. Kâfirleri ve müşrikleri dost edinmeme konusu, Kur’an-ı Kerimde sık sık zikredilen ve üzerinde durulan bir konudur. Yahudi ve hıristiyanların Mü’minlere dost olamayacağı, Müslümanların da onları dost edinmemeleri gerektiği ısrarla belirtilmiştir. Mü’minler, küfür ehlini veli, dost ve idareci edinemez. Ancak zaruret sebebi ile işbirliği ve dayanışma, ülkeler arası ilişkilerin gerektirdiği ticarî, ekonomik sağlık ve sosyal alanlarda karşılıklı çıkar ilişkisi çerçevesinde antlaşmalar yapılması mümkün ve caizdir. Fakat bu dostluktan farklı bir ilişkidir. Bir Müslümanın Yahûdi veya Hristiyan gayr-ı müslim bir komşusu olabilir. Komşuluk münasebetleri elbette olacaktır. Amma Müslüman, Müslüman kalmalı, gayr-ı müslim de gayr-ı müslim kalmalıdır. Müslüman, Cenab-ı Hakk’ın:
“Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” Buyurduğu gibi, demelidir. Herkes kendi yoluna gitmelidir.
“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur, cehennemde yanarsınız. Sizin ALLAH Teâlâ’dan başka dostlarınız yoktur. Sonra O’ndan da yardım göremezsiniz!”
Mâide Sûresi:51
Bakara Sûresi: 120
Nisa Sûresi:144
Nisa Sûresi:139
Kafirun Sûresi:6
Hud Sûresi:113
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost ve idareci edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar, birbirinin tarafını tutarlar. Sizden kim onları dost ve idareci edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz ALLAH, zalimler topluluğuna yol göstermez, onları hidayete erdirmez.”
“Yahudiler de Hıristiyanlar da; sen onların dinlerine uymadıkça asla senden razı olmayacaklardır. De ki: ALLAH Teâlâ’nın yolu, doğru yolun tâ kendisidir. Yemin olsun ki, sana ilim geldikten sonra, eğer sen onların arzularına uyacak olursan, senin için ALLAH Teâlâ’dan ne bir dost ve ne de bir yardımcı vardır.”
Ayet-i kerimelerde ifade edildiği gibi: Başka dinden olanlar, özellikle Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanların dostu olmazlar; onlar ancak birbirinin dostu olur, birbirini desteklerler. Zaman zaman Müslümanlara yaklaşmaları, kendi menfaatleri bunu gerektirdiği içindir. Müslümanların bunu unutmamaları ve kendi aralarındaki dostluğu güçlendirmeleri zaruridir. Müslümanların arasına sızan iki yüzlüler, felâket tellâllığı yaparak onları, Mü’minleri bırakıp kâfirlere yöneltmek isterler; iman ehlinin bunlardan da sakınması gerekmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyin. Bunu yaparak ALLAH Teâlâ’ya, kendi aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?”
“Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet, güç ve şeref mi arıyorlar. Bilsinler ki gerçekten bütün izzet ve şeref yanlızca ALLAH Teâlâ’ya aittir.”
Ayet-i Kerimelerde açıkça ifade ediliyor ki: Gerek milletler arası münasebetlerde ve gerekse fertler ve topluluklar arası münasebetlerde Mü’minler, daima Mü’minlerin yanında yer alacak; güç, kuvvet ve şerefi bu beraberlikte arayacaklardır. Kendilerini korumak veya güçlenmek için kâfirlere baş vuran milletler küçüldükleri gibi fertler de manevi değerlerinden kayıp verirler. Kâfirleri ve müşrikleri dost edinmeme konusu, Kur’an-ı Kerimde sık sık zikredilen ve üzerinde durulan bir konudur. Yahudi ve hıristiyanların Mü’minlere dost olamayacağı, Müslümanların da onları dost edinmemeleri gerektiği ısrarla belirtilmiştir. Mü’minler, küfür ehlini veli, dost ve idareci edinemez. Ancak zaruret sebebi ile işbirliği ve dayanışma, ülkeler arası ilişkilerin gerektirdiği ticarî, ekonomik sağlık ve sosyal alanlarda karşılıklı çıkar ilişkisi çerçevesinde antlaşmalar yapılması mümkün ve caizdir. Fakat bu dostluktan farklı bir ilişkidir. Bir Müslümanın Yahûdi veya Hristiyan gayr-ı müslim bir komşusu olabilir. Komşuluk münasebetleri elbette olacaktır. Amma Müslüman, Müslüman kalmalı, gayr-ı müslim de gayr-ı müslim kalmalıdır. Müslüman, Cenab-ı Hakk’ın:
“Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” Buyurduğu gibi, demelidir. Herkes kendi yoluna gitmelidir.
“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur, cehennemde yanarsınız. Sizin ALLAH Teâlâ’dan başka dostlarınız yoktur. Sonra O’ndan da yardım göremezsiniz!”
Mâide Sûresi:51
Bakara Sûresi: 120
Nisa Sûresi:144
Nisa Sûresi:139
Kafirun Sûresi:6
Hud Sûresi:113
YILBAŞI,
TOPLUMSAL BİR İSYANDIR 3
Buayet-i
kerimelerin yanı sıra Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de Müslümanları, itikadî
ve ahlâkî alanda olduğu gibi kılık ve kıyafet, şekil ve merasim yönünden de
müşriklere, gayri müslimlere benzememeye davet ve teşvik etmiştir. Hz.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Müslüman olmayanlara benzememeye o derece dikkat
ederlerdi ki, aslında yaptığı halde sonradan onlarda gördüğü hareketlerde bile
değişiklik yaparlardı. Bunlar, çevredeki kültür ve medeniyetlerle, din ve
kavimlerle iç içe yaşayan o dönem Müslümanlarına ayrı bir kimlik ve özellik
kazandırıp, onların kendi içerisinde bütünleş¬melerini sağlamaya yönelik
önlemlerdir. Meselâ: Henüz hicret etmeden evvel Muharrem ayının onuncu, Aşûre
günü oruç tutmayı adet edinmişlerdi. Hicretten sonra Medineli Yahudilerin de
bugünü takdis ettiklerini görünce onlara benzememek için Muharrem ayının dokuz
ve on veya on ve on birinci günlerinde oruç tutmaya başlamışlardır. Yine
müşriklere benzememek için ashabına; sakallarını uzun, bıyıklarını kısa
kesmelerini emretmişlerdir. Useym b. Küleyb (R.A.)nun, dedesinden rivayetine
göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, Müslüman oldum diyene:
“Kâfirlik alâmeti olan saçını kes ve sünnet ol” buyurmuştur.
Genellikle kâfirler, her beldede kendilerine mahsus saç şekli tespit etmişler, moda ortaya koymuşlardır. Zaman zaman tıraş olsalar bile, o hususi kısma dokunmazlar. Bu, bir nevi onların dinlerinin, inançlarının bir gereğidir, milliyet sembolüdür. Şu halde böylesi bir kısım saç, İslâm’la küfür arasında bir alamet-i farika olmaktadır. İşte Resûlullah (S.A.V.) efendimiz kâfirliğin alameti olan bu saçın kesilmesini emretmiştir.
Abdullah b. Ömer (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır,” buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerif benzemenin müspet ve menfi kısımlarını içine almaktadır. Çünkü teşebbüh, benzemeye çalışmak: Başkalarının yaptığı bir işi onlara uyarak yapmak demektir ki hayır ve şerde, günahta, küfür ve imanda olabilir. O halde bu hadis-i şerif: Kâfirlere, fasıklara, günahkarlara benzemeyi yasakladığı gibi, başta Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize olmak üzere, sahabe-i kirama, meşayıha, takva ve salah sahibi kimselere benzemeyi de teşvik etmektedir.
Özellikle Yahudi ve Hıristiyanlar kısacası İslâm’a inanmayan bütün toplumlar, Müslümanların benzememekle emr olundukları toplumlardır. Amr b. Şuayb (R.A.)nun, dedesinden rivayetine göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudilere ve Hıristiyanlara benzemeyiniz…” buyurmuşlardır.
Özellikle bu iki hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. Şekli benzeşmenin sonuçta itikadı benzeşmeye götüreceğini anlatır. Mağluplar, galipleri taklit etme psikolojisini yaşarlar. İnsan ancak sevdiğini, takdir ettiğini ve büyük gördüğünü taklit eder. Şekli taklit, itikadi taklide götürür.
Benzemenin vaki olduğu en önemli yerlerden birisi de, hiç şüphe yok ki giyim-kuşamdır. Hz. Ali (R.A.)dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Rahiplerin elbiseleri gibi, gayrimüslimlere mahsus elbiseler giymekten sakının. Kim onların şekillerine bürünür ve onlara benzemek isterse benden değildir” buyurmuşlardır.
Abdullah b. Amr (R.A.) diyor ki: Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, üzerimde rengi sapsarı bir elbise gördü ve:
“Onu at! Çünkü o, renk ve şekil itibariyle kâfirlerin elbisesidir.” Buyurdu.
Dikkat edilirse, İslâm’dan çıkıp başka bir millete dahil olmak için, İslâm’ı ve Kur’an-ı Kerim’i inkâr etmek gerekmiyor. O millete benzemeye çalışmak dahi yeterli olmaktadır.
Geniş bilgi için bak. M. Talu, Üç Aylar, Mübarek Gün Ve Geceler, 460
Geniş bilgi için Bak. Sh: 656
Ebu Davud, Taharet: 131, Taberani, el-Mucemu’l-Kebir, 19/14, No:20
Ebu Davud Libas:5
Tirmizi, İsti’zan:7
Taberani, el-Mucemü’l-evsat, 4/541,
No: 3921
Ahmed b. Hanbel, 2/164, No:6500
“Kâfirlik alâmeti olan saçını kes ve sünnet ol” buyurmuştur.
Genellikle kâfirler, her beldede kendilerine mahsus saç şekli tespit etmişler, moda ortaya koymuşlardır. Zaman zaman tıraş olsalar bile, o hususi kısma dokunmazlar. Bu, bir nevi onların dinlerinin, inançlarının bir gereğidir, milliyet sembolüdür. Şu halde böylesi bir kısım saç, İslâm’la küfür arasında bir alamet-i farika olmaktadır. İşte Resûlullah (S.A.V.) efendimiz kâfirliğin alameti olan bu saçın kesilmesini emretmiştir.
Abdullah b. Ömer (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır,” buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerif benzemenin müspet ve menfi kısımlarını içine almaktadır. Çünkü teşebbüh, benzemeye çalışmak: Başkalarının yaptığı bir işi onlara uyarak yapmak demektir ki hayır ve şerde, günahta, küfür ve imanda olabilir. O halde bu hadis-i şerif: Kâfirlere, fasıklara, günahkarlara benzemeyi yasakladığı gibi, başta Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize olmak üzere, sahabe-i kirama, meşayıha, takva ve salah sahibi kimselere benzemeyi de teşvik etmektedir.
Özellikle Yahudi ve Hıristiyanlar kısacası İslâm’a inanmayan bütün toplumlar, Müslümanların benzememekle emr olundukları toplumlardır. Amr b. Şuayb (R.A.)nun, dedesinden rivayetine göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudilere ve Hıristiyanlara benzemeyiniz…” buyurmuşlardır.
Özellikle bu iki hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. Şekli benzeşmenin sonuçta itikadı benzeşmeye götüreceğini anlatır. Mağluplar, galipleri taklit etme psikolojisini yaşarlar. İnsan ancak sevdiğini, takdir ettiğini ve büyük gördüğünü taklit eder. Şekli taklit, itikadi taklide götürür.
Benzemenin vaki olduğu en önemli yerlerden birisi de, hiç şüphe yok ki giyim-kuşamdır. Hz. Ali (R.A.)dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Rahiplerin elbiseleri gibi, gayrimüslimlere mahsus elbiseler giymekten sakının. Kim onların şekillerine bürünür ve onlara benzemek isterse benden değildir” buyurmuşlardır.
Abdullah b. Amr (R.A.) diyor ki: Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, üzerimde rengi sapsarı bir elbise gördü ve:
“Onu at! Çünkü o, renk ve şekil itibariyle kâfirlerin elbisesidir.” Buyurdu.
Dikkat edilirse, İslâm’dan çıkıp başka bir millete dahil olmak için, İslâm’ı ve Kur’an-ı Kerim’i inkâr etmek gerekmiyor. O millete benzemeye çalışmak dahi yeterli olmaktadır.
Geniş bilgi için bak. M. Talu, Üç Aylar, Mübarek Gün Ve Geceler, 460
Geniş bilgi için Bak. Sh: 656
Ebu Davud, Taharet: 131, Taberani, el-Mucemu’l-Kebir, 19/14, No:20
Ebu Davud Libas:5
Tirmizi, İsti’zan:7
Taberani, el-Mucemü’l-evsat, 4/541,
No: 3921
Ahmed b. Hanbel, 2/164, No:6500
YILBAŞI,
TOPLUMSAL BİR İSYANDIR 4
Dinimiz
İslâmiyet; güneş doğarken, zevalde, tam tepede iken ve batarken, ateşe karşı
namaz kılmayı yasaklamıştır. Bunun sebebi de, güneşe tapan ve ateşe tapınan
milletlere benzemememizi temin etmektir. Bakınız: Dinimiz ibadet
hususlarında bile gayri müslimlere benzemeye müsaade etmemektedir.
Öte yandan, İslâm’ın şekil ve suretten ziyade mana ve muhtevaya önem verdiği, şekli de bu manayı koruduğu sürece gözettiği aşikârdır. Ayrıca Müslümanların her devirde kimlik ve izzet sahibi olması, gayri müslimlere karşı onurlu ve kendine güvenli olması, kendi kültür, örf ve geleneklerini yaşatmaları, Müslüman toplumların birlik ve bütünlüğü, dış etkilere karşı direnci açısından fevkalâde önemlidir. Sakal ve bıyıktan, giyim ve kuşamdan, eğlence ve sanattan, şehirleşme ve ev düzenine kadar Müslümanların ayrı bir üslûp ve geleneğinin olması, onlara bu sosyal şahsiyeti kazandırabilecek olumlu unsurlardır.
Şüphesiz her dinin ve milletin kendisine mahsus bir medeniyeti ve diğerlerinden farklı kılan, ayırıcı vasıfları vardır. Milletlerarası varlığını ancak bu hususi vasıflarıyla muhafaza eder. Dinî ve millî kültür değerlerinden kaynaklanan örf ve adetler, milletlerin geleceğinin teminatıdır. Kendi örf ve adetlerinden kopmuş, başka milletlerin dinî ve millî kültür değerlerine kendini kaptırmış milletler, er veya geç de olsa kendi dini ve millî kişiliklerini yitirmeye mahkum olurlar. Tarih bu gerçeği belgeleyen olaylarla doludur. Bir milleti yok etmenin en kestirme yolu: O milleti meydana getiren insanları, kendi millî benliklerinden, dinî inançlarından, cemiyetleri ayakta tutan ahlâk ve fazilet duygularından uzaklaştırmaktır. Bir milleti en büyük çöküntüye uğratan şey manevi düşüştür.
Kendi öz manevi değerlerini yitirerek başkalarını taklit etmek ve şahsiyetsizlik, fertler ve toplumlar için en büyük manevi sefalet ve alçalıştır. Milletler için maddî refah ve kalkınmaya ulaşmak her zaman mümkün olabilir. Manevî sefalete mahkum olmuş milletleri bu bataklığın çukurundan çıkarmaya imkan yoktur. Milletini ve dinini seven insanlar hiç bir zaman kendi milletinin böyle bir manevi sefalete düşüşüne asla tahammül edemez. Bir Müslüman hiç bir zaman kendi dininden başka bir dinin ayinini taklid edemez. Hiç bir zaman kendi millî örf ve adetleri dışında, başka milletlerin örf ve adetlerine itibar edemez. İslâm dininin, İslâm ümmetinin de hiçbir dini ve hiçbir milleti taklide ihtiyacı olmayan üstün bir medeniyeti vardır. Çünkü bütün insanları hidayete erdirmek ve hayata tatbik edilmek üzere ALLAH Teâlâ tarafından gönderilen şerefli dinimiz İslâm, ilahi bir nizamdır. Bu ilahi nizam, insanın hem dünya ve hem de ahiret hayatını kuşatır. O, beşeri bütün görüşlerin ve sistemlerin üstünde, ulvi bir içtimai görüşe sahiptir. Müslümanım diyen herkes, hatta bütün insanlık bunu böyle bilmek mecburiyetindedir.
Bu açık hakikatten dolayı Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, ümmetinin kendi varlığını muhafaza etmesini emredip, taklitçilik derekesine düşmeleri menetmiştir. Fakat bütün bunlara rağmen bu hastalık yüz göstermiştir. Zaten Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kendi ümmetinin şirkten, kâfirlikten başka, eski ümmetleri örf-adet, fitne-fesat ve isyan gibi bütün kötü yollarda takip edeceklerini bir mucize olarak haber vermiştir. Ebu Sâid (R.A.)den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:
“Sizler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki, şayet onlar daracık keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak onlara uyarak oraya gireceksiniz, onlara tabî olacaksınız.” Ebu Sâid (R.A.) diyor ki: Biz:
-Ya Resûlellah! Bu ümmetler yahudilerle hristiyanlar mı? diye sorduk. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Onlardan başka kim olacak!...” buyurdu.
Maalesef Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu açık mucizesi haber verdiği gibi ortaya çıkmıştır. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bu mucizesi günümüzde de devam etmektedir. Çünkü bugün birçok Müslüman küfür hususunda, kâfirlerin yolunda karış karış, arşın arşın ilerlemekte; onlar keler deliğine girse, bunlar da girmek için yarış etmektedirler. Binaenaleyh Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu ikazı üzerinde durup düşünmek gerekir. Görüldüğü gibi tenkit edilen husus: Körü körüne taklitçiliktir, şahsiyetsiz olmaktır. Bir nevi, aşağılık hissine kapılmaktır. ALLAH Müslümanlara intibahlar versin! Amin. Alemgir, el-Fetava’l-Hindiyye, 1/52
Buhari, Enbiya:48; İtisam;
14; Müslim; İlim:6
Öte yandan, İslâm’ın şekil ve suretten ziyade mana ve muhtevaya önem verdiği, şekli de bu manayı koruduğu sürece gözettiği aşikârdır. Ayrıca Müslümanların her devirde kimlik ve izzet sahibi olması, gayri müslimlere karşı onurlu ve kendine güvenli olması, kendi kültür, örf ve geleneklerini yaşatmaları, Müslüman toplumların birlik ve bütünlüğü, dış etkilere karşı direnci açısından fevkalâde önemlidir. Sakal ve bıyıktan, giyim ve kuşamdan, eğlence ve sanattan, şehirleşme ve ev düzenine kadar Müslümanların ayrı bir üslûp ve geleneğinin olması, onlara bu sosyal şahsiyeti kazandırabilecek olumlu unsurlardır.
Şüphesiz her dinin ve milletin kendisine mahsus bir medeniyeti ve diğerlerinden farklı kılan, ayırıcı vasıfları vardır. Milletlerarası varlığını ancak bu hususi vasıflarıyla muhafaza eder. Dinî ve millî kültür değerlerinden kaynaklanan örf ve adetler, milletlerin geleceğinin teminatıdır. Kendi örf ve adetlerinden kopmuş, başka milletlerin dinî ve millî kültür değerlerine kendini kaptırmış milletler, er veya geç de olsa kendi dini ve millî kişiliklerini yitirmeye mahkum olurlar. Tarih bu gerçeği belgeleyen olaylarla doludur. Bir milleti yok etmenin en kestirme yolu: O milleti meydana getiren insanları, kendi millî benliklerinden, dinî inançlarından, cemiyetleri ayakta tutan ahlâk ve fazilet duygularından uzaklaştırmaktır. Bir milleti en büyük çöküntüye uğratan şey manevi düşüştür.
Kendi öz manevi değerlerini yitirerek başkalarını taklit etmek ve şahsiyetsizlik, fertler ve toplumlar için en büyük manevi sefalet ve alçalıştır. Milletler için maddî refah ve kalkınmaya ulaşmak her zaman mümkün olabilir. Manevî sefalete mahkum olmuş milletleri bu bataklığın çukurundan çıkarmaya imkan yoktur. Milletini ve dinini seven insanlar hiç bir zaman kendi milletinin böyle bir manevi sefalete düşüşüne asla tahammül edemez. Bir Müslüman hiç bir zaman kendi dininden başka bir dinin ayinini taklid edemez. Hiç bir zaman kendi millî örf ve adetleri dışında, başka milletlerin örf ve adetlerine itibar edemez. İslâm dininin, İslâm ümmetinin de hiçbir dini ve hiçbir milleti taklide ihtiyacı olmayan üstün bir medeniyeti vardır. Çünkü bütün insanları hidayete erdirmek ve hayata tatbik edilmek üzere ALLAH Teâlâ tarafından gönderilen şerefli dinimiz İslâm, ilahi bir nizamdır. Bu ilahi nizam, insanın hem dünya ve hem de ahiret hayatını kuşatır. O, beşeri bütün görüşlerin ve sistemlerin üstünde, ulvi bir içtimai görüşe sahiptir. Müslümanım diyen herkes, hatta bütün insanlık bunu böyle bilmek mecburiyetindedir.
Bu açık hakikatten dolayı Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, ümmetinin kendi varlığını muhafaza etmesini emredip, taklitçilik derekesine düşmeleri menetmiştir. Fakat bütün bunlara rağmen bu hastalık yüz göstermiştir. Zaten Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kendi ümmetinin şirkten, kâfirlikten başka, eski ümmetleri örf-adet, fitne-fesat ve isyan gibi bütün kötü yollarda takip edeceklerini bir mucize olarak haber vermiştir. Ebu Sâid (R.A.)den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:
“Sizler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki, şayet onlar daracık keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak onlara uyarak oraya gireceksiniz, onlara tabî olacaksınız.” Ebu Sâid (R.A.) diyor ki: Biz:
-Ya Resûlellah! Bu ümmetler yahudilerle hristiyanlar mı? diye sorduk. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Onlardan başka kim olacak!...” buyurdu.
Maalesef Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu açık mucizesi haber verdiği gibi ortaya çıkmıştır. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bu mucizesi günümüzde de devam etmektedir. Çünkü bugün birçok Müslüman küfür hususunda, kâfirlerin yolunda karış karış, arşın arşın ilerlemekte; onlar keler deliğine girse, bunlar da girmek için yarış etmektedirler. Binaenaleyh Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu ikazı üzerinde durup düşünmek gerekir. Görüldüğü gibi tenkit edilen husus: Körü körüne taklitçiliktir, şahsiyetsiz olmaktır. Bir nevi, aşağılık hissine kapılmaktır. ALLAH Müslümanlara intibahlar versin! Amin. Alemgir, el-Fetava’l-Hindiyye, 1/52
Buhari, Enbiya:48; İtisam;
14; Müslim; İlim:6
YILBAŞI,
TOPLUMSAL BİR İSYANDIR 5
Gayr-ı
müslimlerin bayramlarında sevinmek, onların kutsal saydığı günleri kutlamak,
onların adetlerine uymak, onlara benzemek kesinlikle caiz değildir, büyük
günahlardandır.
Enes b. Malik’den (R.A.) rivayete göre, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvereye hicret ettiği zaman, Medinelilerin eğlenip oynadıkları iki günleri vardı. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Bu günler ne oluyor, neyin nesidir? Diye sorduğunda, Medineliler:
- Biz cahiliyet devrinde bu günlerde eğlenip oynardık, Yâ Resûlellah! Dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Muhakkak ALLAH size o iki gün yerine, onlardan daha hayırlı iki bayramı lutuf olarak vermiştir. Biri Fıtır, Ramazan bayramı, diğeri Kurban bayramıdır.” buyurdular. O günden beri kutlanagelen bu iki bayram, Müslüman milletlerin aynı zamanda milli bayramları yerine de geçmiştir.
İslâm dini, her bir medeni müessesesinde istiklaliyeti, orijinaliteyi esas alması yönüyle bu cahiliye âdetini de kaldırıp, bütün Mü’minlere ilahî menşeli iki bayram getirmiştir. Bayramların daha hayırlı olanlarla değiştirilmesi ayrı bir ehemmiyet taşır. Böylece o günlerin kutlanış ve o günlerdeki eğlence tarzı kökten değiştirilmiş oluyor. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, eski kutlamadan ayrı olarak İslâmî bir kutlama meşrû kılmıştır. Böylece Mü’minlerin eğlencesi de bayramı da İslâm’ca olmuştur. Mü’minlerin bayramı ibadetle başlar. Zira hakiki sevinç ibadetledir.
Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki: Müslümanların İslâm dışı diğer bayramları kutlaması, bunlara iştirak etmesi ve ALLAH Teâlâ’nın bildirdiği gerçekleri yalanlayan veya onlara uymayan düşüncelerin ürünü olan fiillerin kutlama günlerini; Müslümanların da bayram olarak kabul etmesi, küfre destek olmaktan başka bir manâ ifade etmez. İslâm dışı tek ve çok ilahlı dinlerin törenlerine iştirak etmek, dinî merasimlerinden bir şeye muvafakat etmek, örf ve adetlerini güzel görmek kişinin iman dairesinden çıkıp, mürted olmasına sebep olur. Binaenaleyh, noel gününde, hristiyanların diğer bayram günlerinde onlara uymak gayesi ile, onların yaptıklarını yapmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri yemek caiz değildir. Bu hareketler küfrü gerektirir. Ondan sakınmak gerekir...
Müslümanın, bir başka dinin şiarı yani alamet-i farikası olan bir fiili kendi iradesi ile yapması küfürdür.Fukaha: Mecusilerin bayram kabul ettikleri Nevruz ve Mihrican günlerinde, bu isim adı altında hediye vermenin caiz olmadığı, verilen bu hediye bile, bugünlere tazim kasdı bulunduğu takdirde küfre, kâfirliğe düşüleceği, fetvasını vermişlerdir. Hanefilerden Allame Ebu Hafs şöyle der: Müslüman bir kimse, ALLAH Teâlâ’ya elli yıl ibadet etse, sonra bir müşrike Nevruz günü bayramını tebrik, tazim maksadıyla bir yumurta verse, muhakkak kâfir olur ve ameli de mahvolur. Aynı gün, herhangi bir tazim kasdı bulunmaksızın, insanların normal adeti üzere bir Müslümana hediye verse, kâfir olmaz. Fakat, şüpheyi yok etmek için bunu, o günden önce veya sonra vermesi gerekir. O müşriklerin herhangi bir bayram günlerinde, önceleri satın almadığı bir şeyi satın alsa, eğer bununla tazim kasd etmiş ise kâfir olur. Yok, tazim maksadı bulunmadan, sadece yemek, içmek ve zevklenmek için satın alırsa kâfir olmaz.” İmam-ı Rabbani (K.S.) hazretlerinin bir komşusu hastalandı. Bu komşusu Hintlilere göre kutsal ve büyük olan günlere itibar edip saygı göstermiş biriydi. İmam-ı Rabbani Hazretlerini çağırdılar. O da gitti baktı ki, ölüm döşeğinde. Teveccüh etti ona, kalbindeki karanlıktan hiç bir şey gitmedi. Bir kez daha teveccüh etti, yine bir şey olmadı. Yine teveccüh etti, yine bir şey olmadı. Demek pası teveccühle temizlenmeyecek kadar kötüydü. Küfür, küfür bulaşıklıkları ve sıfatları, ancak cehennem azabı ile temizlenir. O anda ona denildi ki: “Senin teveccühünde kusur yok, adam ehl-i küfür ile arkadaşlık etmiştir, onlardan aldı alacağını.”
Bundan sonra o şahıs vefat etti. İmam-ı Rabbani, cenazesine gideyim mi, gitmeyeyim mi diye şüphe etti, manada kendisine: “Kalbinde zerre kadar iman nuru görüldüğünden bunun sayesinde cehennemden çıkarılacaktır.” denildi. Bundan anlaşılıyor ki bir adama kolay kolay kâfir dememeli. Meselâ yeni yıl gecelerini kutlamak kâfir işlerini yapmaktır, fakat bununla kâfir olunmaz.
Ebu Davud; Salat:239, Nesai; İdeyn:1, Hakim Müstedrek; 1/294, A.b.Hanbel; 3/103, 178, 235, 250
İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Raik, 5/133, el-Fetâva el-Hindiye, 2/296
İbn-i Abidin, 5/659-660
Enes b. Malik’den (R.A.) rivayete göre, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvereye hicret ettiği zaman, Medinelilerin eğlenip oynadıkları iki günleri vardı. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Bu günler ne oluyor, neyin nesidir? Diye sorduğunda, Medineliler:
- Biz cahiliyet devrinde bu günlerde eğlenip oynardık, Yâ Resûlellah! Dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Muhakkak ALLAH size o iki gün yerine, onlardan daha hayırlı iki bayramı lutuf olarak vermiştir. Biri Fıtır, Ramazan bayramı, diğeri Kurban bayramıdır.” buyurdular. O günden beri kutlanagelen bu iki bayram, Müslüman milletlerin aynı zamanda milli bayramları yerine de geçmiştir.
İslâm dini, her bir medeni müessesesinde istiklaliyeti, orijinaliteyi esas alması yönüyle bu cahiliye âdetini de kaldırıp, bütün Mü’minlere ilahî menşeli iki bayram getirmiştir. Bayramların daha hayırlı olanlarla değiştirilmesi ayrı bir ehemmiyet taşır. Böylece o günlerin kutlanış ve o günlerdeki eğlence tarzı kökten değiştirilmiş oluyor. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, eski kutlamadan ayrı olarak İslâmî bir kutlama meşrû kılmıştır. Böylece Mü’minlerin eğlencesi de bayramı da İslâm’ca olmuştur. Mü’minlerin bayramı ibadetle başlar. Zira hakiki sevinç ibadetledir.
Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki: Müslümanların İslâm dışı diğer bayramları kutlaması, bunlara iştirak etmesi ve ALLAH Teâlâ’nın bildirdiği gerçekleri yalanlayan veya onlara uymayan düşüncelerin ürünü olan fiillerin kutlama günlerini; Müslümanların da bayram olarak kabul etmesi, küfre destek olmaktan başka bir manâ ifade etmez. İslâm dışı tek ve çok ilahlı dinlerin törenlerine iştirak etmek, dinî merasimlerinden bir şeye muvafakat etmek, örf ve adetlerini güzel görmek kişinin iman dairesinden çıkıp, mürted olmasına sebep olur. Binaenaleyh, noel gününde, hristiyanların diğer bayram günlerinde onlara uymak gayesi ile, onların yaptıklarını yapmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri yemek caiz değildir. Bu hareketler küfrü gerektirir. Ondan sakınmak gerekir...
Müslümanın, bir başka dinin şiarı yani alamet-i farikası olan bir fiili kendi iradesi ile yapması küfürdür.Fukaha: Mecusilerin bayram kabul ettikleri Nevruz ve Mihrican günlerinde, bu isim adı altında hediye vermenin caiz olmadığı, verilen bu hediye bile, bugünlere tazim kasdı bulunduğu takdirde küfre, kâfirliğe düşüleceği, fetvasını vermişlerdir. Hanefilerden Allame Ebu Hafs şöyle der: Müslüman bir kimse, ALLAH Teâlâ’ya elli yıl ibadet etse, sonra bir müşrike Nevruz günü bayramını tebrik, tazim maksadıyla bir yumurta verse, muhakkak kâfir olur ve ameli de mahvolur. Aynı gün, herhangi bir tazim kasdı bulunmaksızın, insanların normal adeti üzere bir Müslümana hediye verse, kâfir olmaz. Fakat, şüpheyi yok etmek için bunu, o günden önce veya sonra vermesi gerekir. O müşriklerin herhangi bir bayram günlerinde, önceleri satın almadığı bir şeyi satın alsa, eğer bununla tazim kasd etmiş ise kâfir olur. Yok, tazim maksadı bulunmadan, sadece yemek, içmek ve zevklenmek için satın alırsa kâfir olmaz.” İmam-ı Rabbani (K.S.) hazretlerinin bir komşusu hastalandı. Bu komşusu Hintlilere göre kutsal ve büyük olan günlere itibar edip saygı göstermiş biriydi. İmam-ı Rabbani Hazretlerini çağırdılar. O da gitti baktı ki, ölüm döşeğinde. Teveccüh etti ona, kalbindeki karanlıktan hiç bir şey gitmedi. Bir kez daha teveccüh etti, yine bir şey olmadı. Yine teveccüh etti, yine bir şey olmadı. Demek pası teveccühle temizlenmeyecek kadar kötüydü. Küfür, küfür bulaşıklıkları ve sıfatları, ancak cehennem azabı ile temizlenir. O anda ona denildi ki: “Senin teveccühünde kusur yok, adam ehl-i küfür ile arkadaşlık etmiştir, onlardan aldı alacağını.”
Bundan sonra o şahıs vefat etti. İmam-ı Rabbani, cenazesine gideyim mi, gitmeyeyim mi diye şüphe etti, manada kendisine: “Kalbinde zerre kadar iman nuru görüldüğünden bunun sayesinde cehennemden çıkarılacaktır.” denildi. Bundan anlaşılıyor ki bir adama kolay kolay kâfir dememeli. Meselâ yeni yıl gecelerini kutlamak kâfir işlerini yapmaktır, fakat bununla kâfir olunmaz.
Ebu Davud; Salat:239, Nesai; İdeyn:1, Hakim Müstedrek; 1/294, A.b.Hanbel; 3/103, 178, 235, 250
İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Raik, 5/133, el-Fetâva el-Hindiye, 2/296
İbn-i Abidin, 5/659-660
Mehmet
Talü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder