Küreselleşme adı altında kurulmak istenen yeni dünya düzeni, aslında yeni bir hristiyan sömürge düzenidir. İnsanların köleleştirilmesi ise bu düzenin tabiatı gereğidir
Bu büyük projeyi yönetenlerin dünya çapında yürüttükleri psikolojik ve ekonomik operasyonlar da bu hedef doğrultusunda alt yapı oluşturmaya yöneliktir. Bu faaliyetin ilk basamağı, hedef seçilen kitlelerin sahip oldukları kültür değerlerini ve ekonomilerini yıkmak, sonra da onun yerine Batılı hayat tarzını ve Hıristiyan kültürünü ikame etmek, dolayısıyla insanları bunalıma itmek ve fakirliğe mahkum etmektir. .
“Müslümanların her şeyini tahrif ve
mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları
mahvoldu. Onların manevi değerlerini, batı medeniyeti potasında eriterek
kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık. İslamiyet’i öğrenmeyi,
yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak
göstermeyi başardık. Artık çoğu, tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar…”(2)
Yukarıdaki
cümleler “Oryantalist” diye adlandırılan iki hristiyan ilim
adamına ait. Günümüzdeki Müslümanların içine düştüğü durumu ne güzel
özetlemekte… Bu cüretkâr ve iddialı cümleler oryantalistlerin düşünce yapıları
ve hedefleri noktasında ipuçları içermekte. Günümüz Müslümanlarının, oldukça
eski bir maziye sahip olan oryantalizm kavramını ve işlevini bilmemeleri ne acı
bir gerçektir. Günümüz Batı ülkelerinde hâkim olan ve Batılı medya kuruluşları
aracılığıyla bütün dünyaya ihraç edilen İslam ve Müslüman imajını,
Oryantalizm’den bağımsız anlamak imkânsız derecesinde zor. İslam toplumlarını
geri, ataerkil, irrasyonel, şehvet düşkünü, atıl, şiddet yanlısı, bedevi ve
kaba kalabalıklar olarak sunan tasvir, roman, hikâye, şiir ve tarihi eserlerin
çok büyük bir bölümü, Oryantalizm adı altında özetlediğimiz Batılı çalışmalara
geri gider. Oryantalist yazarların yaklaşık bir buçuk asır önce ürettiği bu
imajlar, bugün de canlılığını muhafaza ediyor. Üstelik bu tiplemeler sadece
Batı toplumlarında değil, İslam ülkelerinde yerel kimliğini yitirmiş Avrupai
aydınlar ve burjuva arasında da kayda değer bir etkiye sahip.
“Emperyalizm’in Keşif Kolu: Oryantalizm”
adlı bu yazı dizisinde oryantalizmin ne olduğunu, doğuş sebeplerini, meşhur
simalarını ve oryantalistlerin İslam dünyasındaki etkilerini sizlere aktarmaya
çalışacağız.(Çaba bizden, tevfik yüce Allah’tandır.)
ORYANTALİZM
NEDİR? DOĞUŞ SEBEPLERİ
Oryantalizm; Müslüman doğu medeniyetinin
(din, edebiyat, dil ve kültürü içine alacak şekilde) bütün unsurlarını
inceleyerek İslam dünyası hakkında batılıların sistematik bir bilgiye sahip
olmalarını sağlayan, İslam ve Batı medeniyeti arasındaki mücadelede Batı
uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan bir akımdır. Oryantalizmin Arapça
karşılığı “İstişrak”tır. İstişrak ile ilgilenen kişilere de Müsteşrik denilir.(3)
Oldukça eski bir maziye sahip olan oryantalizm kavramını bir bütünlük içinde dünya kamuoyuna sunan Edward Said bu sistematiği tek bir cümle ile özetler; “Oryantalizm gerçek Doğuyu değil Şarkiyatçıların görmek istedikleri bir “Şark”ı aksettirir.” Oryantalizmin basit tanımı, Doğuyu anlama, Doğuya olan tecessüsü giderme çabasıdır. Said’e göre oryantalizm, Şark ile uğraşan toplu müessesedir; yani Şark hakkında hükümlerde bulunur, Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir, Şark’ı tasvir eder, tedris eder, iskân eder, yönetir; kısacası ‘Doğu’ya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için’ Batı’nın bulduğu bir yoldur.(4) Yani oryantalizm bir sömürge doktrinidir. Aynı zamanda Batı, Doğu’dan güçlüdür ve ona tahakkümü öngören bir siyasi doktrin geliştirmek zorundadır. Batı güçlüdür ve Doğu’ya hükmetmek zorundadır. Bu hegemonik güç, sayesinde Batılılar Doğu’yu değiştirip dönüştürmekte. Yani Doğu’nun bütün modernleşme argümanları Batı’nın birer ürünüdür. Eğer Batı ile ittifak edecekseniz onların argümanları doğrultusunda hareket edeceksinizdir.
Oldukça eski bir maziye sahip olan oryantalizm kavramını bir bütünlük içinde dünya kamuoyuna sunan Edward Said bu sistematiği tek bir cümle ile özetler; “Oryantalizm gerçek Doğuyu değil Şarkiyatçıların görmek istedikleri bir “Şark”ı aksettirir.” Oryantalizmin basit tanımı, Doğuyu anlama, Doğuya olan tecessüsü giderme çabasıdır. Said’e göre oryantalizm, Şark ile uğraşan toplu müessesedir; yani Şark hakkında hükümlerde bulunur, Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir, Şark’ı tasvir eder, tedris eder, iskân eder, yönetir; kısacası ‘Doğu’ya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için’ Batı’nın bulduğu bir yoldur.(4) Yani oryantalizm bir sömürge doktrinidir. Aynı zamanda Batı, Doğu’dan güçlüdür ve ona tahakkümü öngören bir siyasi doktrin geliştirmek zorundadır. Batı güçlüdür ve Doğu’ya hükmetmek zorundadır. Bu hegemonik güç, sayesinde Batılılar Doğu’yu değiştirip dönüştürmekte. Yani Doğu’nun bütün modernleşme argümanları Batı’nın birer ürünüdür. Eğer Batı ile ittifak edecekseniz onların argümanları doğrultusunda hareket edeceksinizdir.
Oryantalizmi bir tür “Doğu kültür ve
medeniyetlerinin mühendisliği” olarak tanımlamak mümkündür. Başka deyişle
oryantalizm, Batı’nın Doğu üzerinde tahakküm kurmak, kendi çıkarlarına göre
yeniden yapılandırmak amacıyla geliştirdiği bir yoldur. Bir oryantalist bu
durumu şöyle ifade eder: “Oryantalistlere güven duyulmamasının sebeplerinden
biri ‘ne yaptıkları’dır. Milletleri araştırır, ne olduğunu, nasıl konuştuğunu,
tarihini, dilini ve dinini, her şeyini öğrenir ve size anlatırlar. İnsanlara bu
milletlerle ilgili konularda nasıl düşünmeleri gerektiğini salık verirler. O
zaman bu, bir çeşit siyasî kontrol aracı olabilmektedir. Çünkü eğer siz bir
toplumu bu kadar tanıyorsanız, bu bilginizi onları kontrol etmek ve onlardan
bir şeyler kazanmak için kullanabilirsiniz. Bu tür şeyler oldu. Bu bir
gerçektir.”
Oryantalizmin gözlüğü modernizm olduğu ve modernizmin de hakim karakteri sekülarizm (bu-dünyacılık) olduğu için, İslâm’ı “Vahy’e dayalı din” olarak değil de, “tarihsel ve toplumsal bir fenomen” olarak görür. Gerçi pek çok oryantalist İslâm’ın olağanüstülüğünü vurgularsa da yine de salt beşeri bir fenomen olarak tanımlamaktan vazgeçmez.
Batı’nın İslâm dünyası imajı ve İslâm alanındaki çalışmalarının tarihi bir geçmişi ve arka planı söz konusudur. Özellikle iki dünya, yani Batı ile Doğu arasında Orta Çağ’daki mücadelenin arkasından bir arada olma ve yeni bir yaklaşımın neticesinde düşman olarak görülen İslâm ve İslâm dünyası artık bir ortak, partner olarak görülmeye başlamıştır. Bu bağlamda zamanla objektiflik de gündeme gelmiştir. Bu süreçte oryantalizm karşımıza çıkmaktadır.
İnsanlar başlangıçta sadece ideolojik amaçlarla dilleri araştırmaya ve materyal toplamaya başladılar. Orta Çağ İspanyası’nda Arapça araştırmalar, misyonerlik faaliyetinin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla başlamıştı. Bu araştırmalar 1492’de Gırnata (Granada)’nın düşüşü ve sadece İspanyolca konuşan Morisko (Morisco) azınlığının hayatta kalmasıyla birlikte ilgi ve önemini kaybetti. Bunlar, senatonun Doğu kiliselerinin birleştirilmesi ile ilgilendiği Roma’da, genel olarak Sâmî araştırmaların bir parçası olarak sürdürüldü. Hümanizm, evrensel bir kültür ile birlikte aynı zamanda siyasî ve ekonomik çıkarlarını araştırırken, bu araştırmaları İslâmi çalışmalar şeklinde genişletti. Gerçekten özverili bir âlim olan Guillaume mistisizmine rağmen, inanca hizmet etme konusundaki gayreti ile, dillerin ve ayrıca insanların araştırılması sürecine ve aynı zamanda Doğu’da önemli bir yazmalar koleksiyonunun toplanmasına oldukça katkıda bulundu. Ansiklopedik bir şahsiyet olan öğrencisi Joseph Scaliger (1540–1609), oryantalizm alanında çalıştı ve misyonerlik çabasından vazgeçti. 1586’da Avrupa’da Arapça kitap basımı Toscana Kardinalı Grand Duke ve Ferdinand de’ Medici’nin tesis edip belirlediği matbaa çalışmalarını kullanmak zorundaydı. Şüphesiz açıkça ifade edilen amaç misyonerlik çabasına yardım etmekti. Ancak ta başından itibaren burası İbn-i Sina tıp ve felsefe kitapları ile dil bilgisi, coğrafya ve matematik kitaplarını bastı. 16. y.y.ın sonunda ve 17. y.y.ın başında Paris, Hollanda ve Almanya’da özellikle İbn-i Sina tıbbı hakkında daha iyi bilgi sahibi olma düşüncesiyle Arapça kitap basımına yeniden teşebbüs edilmek zorunda kalındı.
Oryantalizmin gözlüğü modernizm olduğu ve modernizmin de hakim karakteri sekülarizm (bu-dünyacılık) olduğu için, İslâm’ı “Vahy’e dayalı din” olarak değil de, “tarihsel ve toplumsal bir fenomen” olarak görür. Gerçi pek çok oryantalist İslâm’ın olağanüstülüğünü vurgularsa da yine de salt beşeri bir fenomen olarak tanımlamaktan vazgeçmez.
Batı’nın İslâm dünyası imajı ve İslâm alanındaki çalışmalarının tarihi bir geçmişi ve arka planı söz konusudur. Özellikle iki dünya, yani Batı ile Doğu arasında Orta Çağ’daki mücadelenin arkasından bir arada olma ve yeni bir yaklaşımın neticesinde düşman olarak görülen İslâm ve İslâm dünyası artık bir ortak, partner olarak görülmeye başlamıştır. Bu bağlamda zamanla objektiflik de gündeme gelmiştir. Bu süreçte oryantalizm karşımıza çıkmaktadır.
İnsanlar başlangıçta sadece ideolojik amaçlarla dilleri araştırmaya ve materyal toplamaya başladılar. Orta Çağ İspanyası’nda Arapça araştırmalar, misyonerlik faaliyetinin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla başlamıştı. Bu araştırmalar 1492’de Gırnata (Granada)’nın düşüşü ve sadece İspanyolca konuşan Morisko (Morisco) azınlığının hayatta kalmasıyla birlikte ilgi ve önemini kaybetti. Bunlar, senatonun Doğu kiliselerinin birleştirilmesi ile ilgilendiği Roma’da, genel olarak Sâmî araştırmaların bir parçası olarak sürdürüldü. Hümanizm, evrensel bir kültür ile birlikte aynı zamanda siyasî ve ekonomik çıkarlarını araştırırken, bu araştırmaları İslâmi çalışmalar şeklinde genişletti. Gerçekten özverili bir âlim olan Guillaume mistisizmine rağmen, inanca hizmet etme konusundaki gayreti ile, dillerin ve ayrıca insanların araştırılması sürecine ve aynı zamanda Doğu’da önemli bir yazmalar koleksiyonunun toplanmasına oldukça katkıda bulundu. Ansiklopedik bir şahsiyet olan öğrencisi Joseph Scaliger (1540–1609), oryantalizm alanında çalıştı ve misyonerlik çabasından vazgeçti. 1586’da Avrupa’da Arapça kitap basımı Toscana Kardinalı Grand Duke ve Ferdinand de’ Medici’nin tesis edip belirlediği matbaa çalışmalarını kullanmak zorundaydı. Şüphesiz açıkça ifade edilen amaç misyonerlik çabasına yardım etmekti. Ancak ta başından itibaren burası İbn-i Sina tıp ve felsefe kitapları ile dil bilgisi, coğrafya ve matematik kitaplarını bastı. 16. y.y.ın sonunda ve 17. y.y.ın başında Paris, Hollanda ve Almanya’da özellikle İbn-i Sina tıbbı hakkında daha iyi bilgi sahibi olma düşüncesiyle Arapça kitap basımına yeniden teşebbüs edilmek zorunda kalındı.
Papalık ve pek çok Hıristiyan, kiliselerin
birleştirilmesine önem verdiler ve Doğu Hıristiyanları ile bir ittifaka
çabaladılar. Bu, onların dil ve (dinî) metinlerini araştırıp incelemek anlamına
gelmekteydi. İngiltere, Fransa ve Birleşik Eyaletler daha çok Doğu ile
ticaretleri ve siyasî projeleri ile ilgilendi. Artan seyahat kolaylığı ilim
sahibi Marunileri Avrupa’ya ulaştırdı ve hatta Erpenius 1611’de Conflans’da bir
Faslı tacir ile karşılaşmıştır. Protestanlar ile Katolikler arasındaki
tartışmanın başlıca konularından birisi olan İncil tefsirleri de Doğu dilleri
filoloji çalışmasına sevk etti. Osmanlı tehdidi, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve
İslâm’ın daha yakından araştırılmasına yol açtı. Osmanlı İmparatorluğu güç ve
kudretini kaybettiğinden, araştırma daha ılımlı olarak sürdürülebildi. Avrupa’nın
güç ve kültürünün inkişafı, Doğu idari çevrelerinin her zamankinden daha çok
sayıda Avrupalı seyyah ile ilgilenmelerine sebep oldu. Bu seyyahlar,
hâlihazırda sınırlı olan ve özellikle askerî ilimleri içeren pek çok faaliyet
ile ilgili yararlı pratik bilgi ve usulleri getirmişlerdi.
O dönemdeki bu tür daha yakın bağlar ve
ilgiler ile bilimsel araştırma organizasyonuna yönelik genel eğilim, güzel bir
şekilde örülmüş oryantalist ağının ortaya çıkışının sebebini açıklamaktadır.
İlk Arapça kürsüsü 1539’da, bir aydın ve Rönesans ekolünün hayli tipik bir
âlimi olan Guillaume Postel adına yeni tesis edilen College de France’da
kuruldu. Gulliame Postel, yukarıda gördüğümüz gibi, ilk öncü yazmaları
yayımlayan ve bunun ötesinde oryantalizm bilimindeki konumu zaten çok iyi olan
Scalier gibi öğrencileri yetiştiren şahsiyettir. Kütüphanelerdeki el yazmaları
koleksiyonları ilim adamlarına ciddî araştırmalar için gerekli olan materyali
sağlamıştır. Kitap basımı ve özellikle başlangıcına işaret ettiğimiz Arapça
basım, her bir ilim adamının çalışmasını diğerlerine ulaşılabilir hale
getirmiştir. Mütehassıslar arka arkaya dil bilgileri, sözlükler ve metinlerin
edisyonu gibi zorunlu araçları sağlamayı iş edinmiştir. Bu noktada iki
Hollandalı hemen ilk sırada durmaktadır. Bunlar, ilk Arapça dil bilgisi
kitabını ve doğru filolojik kurallara dayalı bir metnin ilk edisyonunu
yayımlayan Thomas van Erpe (1584–1624) ve öğrencisi Jacob Golius
(1596–1667)’dur. Diğer taraftan 1680’de Avusturya’da Fransız ressam Claude
Lorrain’in yolunu izleyen bir şahsiyet olan Franz Meninski, muazzam Türkçe
sözlüğünü neşretti. Oryantalizm çalışmaları kürsüleri oldukça çoğaldı. Paris
artık tek başına değildi. Francis van Ravelingen veya Raphelengious
(1539–1597), 1593 gibi erken bir dönemde Leiden’de Arapça öğretiyordu. VIII.
Urban 1627’de Roma’da, aktif bir araştırma merkezi olan Propaganda Koleji’ni
kurdu. Edward Pocock, 1638’de Oxford’da ilk Arapça kürsüsü başkanı idi.
Rölativizm inancı, entelektüelleri ve bu inanca bağlı olanları âlimlerden önce etkiledi; fakat oluşturduğu ortam âlimlere yol açtı. Müslüman Doğu’ya karşı çok özel şahsî eğilimi olan kimseler, hiçbir engel olmadan çalışmalar yapabiliyorlardı. B. d’Herbelot (1625–1695), elde bulunan oldukça zengin materyal birikimini kullanarak İslâm Ansiklopedisi’nin ilk teşebbüsü olan (ve ölümünden sonra 1697’de Galland tarafından yayımlanan) Bibliotheque Orientale’i kaleme aldı.
Galland, oldukça büyük tesiri olan Arabian Nights (1704–1717) kitabının çevirisini 18. y.y.ın başında yayımladığında, Doğu dünyası ile ilgili şeylerin tadılmasına kesinlikle yardımcı oldu. Bu çalışmalar bilimsel oryantalizmi ortaya çıkardı.5
Rölativizm inancı, entelektüelleri ve bu inanca bağlı olanları âlimlerden önce etkiledi; fakat oluşturduğu ortam âlimlere yol açtı. Müslüman Doğu’ya karşı çok özel şahsî eğilimi olan kimseler, hiçbir engel olmadan çalışmalar yapabiliyorlardı. B. d’Herbelot (1625–1695), elde bulunan oldukça zengin materyal birikimini kullanarak İslâm Ansiklopedisi’nin ilk teşebbüsü olan (ve ölümünden sonra 1697’de Galland tarafından yayımlanan) Bibliotheque Orientale’i kaleme aldı.
Galland, oldukça büyük tesiri olan Arabian Nights (1704–1717) kitabının çevirisini 18. y.y.ın başında yayımladığında, Doğu dünyası ile ilgili şeylerin tadılmasına kesinlikle yardımcı oldu. Bu çalışmalar bilimsel oryantalizmi ortaya çıkardı.5
Bilimsel oryantalizm denen
dönemin, Sylvestre de Sacy’nin 1795’te Paris’te “Ezoles Bes Languages
Oriantales”i kurması ile başladığı kabul edilir. Bu ilgi özellikle 19. yy’ın ilk
yarısıyla 20. yy’ın ilk yıllarında zirvesine ulaştı. Bu dönemlerde, Belçikalı,
Hollandalı, İspanyalı, Fransız, İngiliz ve Amerikalı misyonerlerin hepsi
çalışmalar yaptı. S. Zvemer, H. Lamnens, D. B. Mac Donald, M. A. Palacious, C.
De Faucault, M. Watt, Ignaz Goldziher, K. Cragg, Louis Massignon gibi isimler
çalışmalarını yayınladı. İslam konusundaki şüpheler ortaya atıp, onu ikincil
bir konuma düşürmeye çalıştılar.
Oryantalistlerin milletlerarası ilk konferansı 1873 yılında Paris’te yapıldı. Bu tarihten sonra bu tür konferanslar birbirini takip etti ve kısa zamanda sayıları otuzu geçti. Buna ilaveten her devlete bölgesel seminer ve paneller düzenlendi. Mesela Almanya’nın Dresden şehrinde ilk defa 1849 yılında toplanan ve bu tarihten sonra periyodik şekilde devam eden Alman Oryantalistler(Müsteşrikler) Konferansı bunlardan biridir. Bu gibi konferanslarda yüzlerce oryantalist ilim adamı hazır bulunmuştur. Mesela ,Oxford konferansında 25 ülkedeki 80 üniversiteden ve 69 ilim cemiyetinden dokuz yüz ilim adamı hazır bulunmuştur.6
Oryantalistlerin milletlerarası ilk konferansı 1873 yılında Paris’te yapıldı. Bu tarihten sonra bu tür konferanslar birbirini takip etti ve kısa zamanda sayıları otuzu geçti. Buna ilaveten her devlete bölgesel seminer ve paneller düzenlendi. Mesela Almanya’nın Dresden şehrinde ilk defa 1849 yılında toplanan ve bu tarihten sonra periyodik şekilde devam eden Alman Oryantalistler(Müsteşrikler) Konferansı bunlardan biridir. Bu gibi konferanslarda yüzlerce oryantalist ilim adamı hazır bulunmuştur. Mesela ,Oxford konferansında 25 ülkedeki 80 üniversiteden ve 69 ilim cemiyetinden dokuz yüz ilim adamı hazır bulunmuştur.6
Oryantalist çıkarlarla ticari çıkarlar 17.
yy. sırasında çakışmaya başladı. İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz, Hollanda
ve İspanyalı kişiler Müslüman ve gayrimüslim topraklarda ticarî şirketler
kurmaya başladılar. Müslüman ülkeler ana ilgi odağını oluşturuyordu. Çünkü
Hindistan’ın büyük bölümü Moğol, Ortadoğu ise Osmanlı yönetimi altındaydı.
Avrupalı ticaret şirketlerinin siyasî boyutlar kazanması için uzun zaman
geçmesi gerekmedi. Bu bölgelerdeki kullanılmamış hammaddelerin talan edilmesi
işi, tekelleştirme ve kârın devamlılığı için siyasî kontrolü gerekli kılıyordu.
Özellikle 19. asrın ortasından itibaren İslam dünyasının maruz kaldığı
işgallerin Avrupa’nın Şarka olan bakış açısını belirlemede büyük rolü oldu.
Sömürgecilik, müsteşriklik kültüründen istifade etti. Diğer taraftan Garbın
Şark üzerindeki hakimiyeti, müsteşrikliğin durumunu güçlendirmiş, böylece
oryantalizm (müsteşriklik), Avrupa’nın Şark yayılmacılığı ile doğru orantılı
olarak müessese ve muhteva bakımından büyük ilerlemeler kaydetmiştir. 19. asır,
Batılı sömürgecilerin, İslam dünyasının geniş bir bölümünü istila etmesine
şahit oldu. 1857’de İngilizler, siyasî olarak Hindistan’ı istila ettiler.
Böylece Hindistan, resmen İngiliz Kraliyeti’nin tebaiyetine girdi. Aslında 1857
yılından itibaren zaten Hindistan Şark şirketinin nüfuzu altına girmişti. 1857
yılında Fransızlar, 1830’dan beri istila etmeye başladıkları Cezayir’i
bütünüyle ele geçirdiler. Hollanda bundan önce yani 17. asrın başlarında Hollanda–Hind
şirketi yoluyla Doğu Hind adalarını (Endonezya) istila etmişti. 1881 yılından
sonra, Mısır ve Tunus istila edildi. Sömürgeciler, İslam dünyasını parça parça
koparıp kendi hâkimiyetleri altına almaya başladılar. Nihayet İslam dünyasını,
doğudan batıya çember altına almaya muvaffak oldular. Birinci Dünya Harbi’nden
sonra, hemen hemen İslam dünyasının tamamı, Garb sömürgesinin nüfuzuna boyun
eğmiş oldu. Sömürgecilik, kendi maksadına hizmet ettirmek, hedeflerini
gerçekleştirip, Müslüman ülkelerde hâkimiyetini sağlamlaştırmak için bir grup
müsteşriki kullanmayı başardı. Böylece müsteşriklikle sömürgecilik arasında
resmî ve sağlam bir bağ oluştu. İlimlerini, Müslümanların zelil kılınmasına
adayan birçok müsteşrik, bu cereyana kendisini kaptırdı. Bu durum, insaflı
müsteşriklerin karşısında utanç duydukları bir husus oldu. Bu konuda çağdaş
Alman müsteşrik Stephan Wild, şunları söylüyor:
“Bundan daha çirkini
kendilerine müsteşrik adını veren bir grup, İslamiyet ve İslam tarihi
hakkındaki bilgilerini, İslam’ın ve Müslümanların zayıflatılması yolunda
kullandılar. Bu, misyonlarına samimiyetle bağlı müsteşriklerin bütün
açıklığıyla itiraf etmeleri gereken acı bir gerçektir”.
Müsteşriklikle sömürgecilik arasındaki
irtibatın çok sayıda misalleri vardır. Biz sadece Almanca İslam Dergisi’nin
kurucusu ve Afrika’da Almanya’nın sömürgeci emellerine hizmet eden,
araştırmalar yapan Karl Heinrich Becker’i örnek veriyoruz. (Ö. 1933).
Almanya 1885–1886 yıllarında sâkinleri
kısmen Müslüman olan bazı Afrika ülkelerini sömürgeleştirdiler. Bu ülkeler 1918
yılına kadar Almanya’nın hâkimiyeti altında kaldı. Bu gaye ile 1887 yılında,
bir Şark Dilleri Enstitüsü kuruldu. Bu enstitünün görevi, o zamanki Şark ve
Uzakdoğu ülkeleri ve bu ülkelerin millet ve kültürleri hakkında bilgi elde
etmek şeklinde özetlenebilir.
Alman
müsteşrik Ulrich Harmann, bu konuda şöyle der: “1919’dan önce âlem–i İslam
hakkındaki Alman araştırmaları daha az masum ve iyi niyetliydi. Bizim büyük
müsteşriklerimizden birisi olan Karl Heinrich Becker, siyasî faaliyetlere
dalmış bulunmaktaydı. Öyle ki, 1914 yılında Afrika’da İslamiyet’in İngilizlere karşı
bir siyasî zırh olarak kullanılma planlarının ateşli bir taraftarı olmuştu.” Rusça olarak yayınlanan Âlem–i İslam
(Mir İslama) dergisinin kurucusu Barthold’a (Ö. 1930) gelince, bu zâtın da Rus
hükümetine yaptığı ve Orta Asya’da Rusya’nın çıkarlarına hizmet eden teklifleri
gerçekleştirildi.
İslamiyat sahasında Hollandalı meşhur
Snouck Hurgronje (Ö. 1936) sömürgecilik hizmetinde çalışmak için hazırlanmak
uğrunda 1885 yılında Mekke’ye bir Müslüman ismi olan Abdulgaffar adını
takınarak gitmiş ve burada bir buçuk sene kalmıştır. Arapça’yı bir Arap gibi
konuşabilmesi de bu faaliyetlerinde kendisine yardımcı olmuştur. Bu müsteşrik,
Doğu Hindistan’ın Hollanda hâkimiyetinde bulunan bölgelerinde kültürel ve
sömürgeci siyasetlerin oluşmasında mühim roller oynamıştır.
Fransa’da Kuzey Afrika işlerinden sorumlu
Sömürgeler Bakanlığı’na bağlı müsteşar olarak çalışan bir çok müsteşrik vardır.
Misal olarak Sacy’yi verebiliriz. Bu zat 1805 tarihinden itibaren Fransa
Dışişleri Bakanlığı’ndaki “müsteşrik” makamını işgal etmiştir. 1830’da
Fransızlar Cezayir’i işgal edince Cezayirlilere hitaben yayınlanan bildirileri
tercüme eden zâttır. Şark ile ilgili meselelerde, dışişleri bakanlığı
tarafından düzenli olarak savunma bakanlığı tarafından da özel durumlarda
kendisine danışılıyordu. Yakın bir zamana kadar Massignon, Fransız Sömürgeler
Dairesi’nde İslamî konular müsteşarı olarak bulunuyordu.
Fransız müsteşrik Hanotaux (Ö. 1944) da, “Şüphesiz bugün İslam ve Müslümanlık problemi ile karşı karşıya kaldık” isimli makalesinde Müslüman Afrika sömürgelerindeki Fransız siyasetini yönlendirmeye dair tekliflerini ve kolay idare edilmeleri için Müslümanların inançlarını zayıflatma konusunda bu tekliflerin güttüğü hedefleri açıklıyor.
Fransız müsteşrik Hanotaux (Ö. 1944) da, “Şüphesiz bugün İslam ve Müslümanlık problemi ile karşı karşıya kaldık” isimli makalesinde Müslüman Afrika sömürgelerindeki Fransız siyasetini yönlendirmeye dair tekliflerini ve kolay idare edilmeleri için Müslümanların inançlarını zayıflatma konusunda bu tekliflerin güttüğü hedefleri açıklıyor.
Oryantalizmin disiplin olarak belirdiği
zamanlarda emperyalizmin de boy göstermiş olması dikkat çekicidir. Bu da
oryantalizmin, emperyalizmin ihtiyacı olan bilgi desteğini sağladığını
gösterir. Bunun çarpıcı örneklerinden birisi de, Napolyon’un Mısır’ı işgali
sırasında pek çok bilim adamını da yanında götürüp, Mısır hakkında 23 ciltlik
kitap yazdırmasıdır.(7)
Bu bağlamda oryantalizmin bir toplum ve
kültür mühendisliği olduğu söylenebilir. Başka deyişle oryantalistler, Müslüman
halkları Batı uygarlığının çıkarlarına göre yeniden yapılandırmayı amaçlıyordu.
Burada şunu da belirtelim: Bazı oryantalistler iyi niyetli olsa bile, onların emperyalizmin keşif kolu olarak kullanılmasına engel ol(a)maz. Örneğin ünlü oryantalist Louis Massignon, Fransız Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış, sonra da Fas’taki Fransız sömürge yönetiminde görev almıştır.
Burada şunu da belirtelim: Bazı oryantalistler iyi niyetli olsa bile, onların emperyalizmin keşif kolu olarak kullanılmasına engel ol(a)maz. Örneğin ünlü oryantalist Louis Massignon, Fransız Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış, sonra da Fas’taki Fransız sömürge yönetiminde görev almıştır.
Oryantalizm(istişrak), yaptığı çalışmalarla
misyonerlere malzeme hazırlamış, onların İslam ülkelerinde girişecekleri
faaliyetlerde yardımcı olmuştur.Batılıları şarkiyatçılığa teşvik eden bazı
önemli faktörler vardır:
1-Dinî Sebepler: Oryantalizmin kuruluşunun
arkasında duran ve uzun zaman boyunca hiç ayrılmadığı dinî hedefleri şu şekilde
sıralanabilir:
a)Hz.Muhammed (s.a.v.)’in risaletinin
doğruluğu hakkında şüphe uyandırmak ve hadislerin Müslümanlar tarafından ilk üç
asırda uydurulan sözler olduğunu iddia etmektir.
b)Kur’an-ı Kerim’in yüce Allah kelamı
olduğu hakkında şüphe uyandırmak ve Kur’an’ı kötülemek.
c)İslam fıkhının değerini küçük göstermek,
İslam fıkhının Roma hukukundan alınma olduğunu ileri sürerek bunu pekiştirmek.
d)Arapça’yı küçük düşürüp, anlaşılmaz
olduğunu iddia etmek.
e)İslam’ın, Yahudi ve Hristiyan
kaynaklarına dayandıklarını ileri sürmek.
f)Misyonerlikle Müslümanları,
Hıristiyanlaştırmak.
g)Zayıf haberlere ve uydurma hadislere
dayanarak görüş ve teorilerine güç kazandırmak.(8)
2-Siyasî Sebepler: Başta dinî sebeplerle gelişen
Oryantalizm, zamanla siyasi bir hüviyet kazanmış ve şu siyasî hedefleri
gözetmiştir:
a)Müslümanların yaşadıkları ülkeleri
sömürge haline getirebilmek; buraları en iyi şekilde(!)idare edebilmek için de
kolonilerdeki memurlarını yerli halkın dillerini, edebiyatlarını ve dinlerini
öğrenmeye teşvik etmek.
b)Müslümanlar arasındaki kardeşlik ruhunu
zayıflatıp, onları birbirinden ayırmak suretiyle zayıf düşürmek, böylece
Batının üstünlüğünü ve hükmünü onlara kabul ettirmek.
c)Yerli şivelere önem vermek ve yaygın
adetleri etüd etmek.
3-Ticarî Sebepler: Özellikle Batıda, sanayi
devriminden sonra yatırımlar yapmak isteyen ve ürünlerini pazarlamak isteyen
Batılı büyük şirketler, İslam ülkelerini tanımak için, bu ülkeler hakkında
rapor yazan araştırmacılara yüklü miktarda para vermişlerdir. Bu da oryantalistlerin
çalışmalarını arttırmıştır.
4-İlmî Sebepler: Oryantalistlerin çok az bir
kısmı sadece gerçeği öğrenmek; Doğu kavimlerinin medeniyetlerini, dinlerini,
kültürlerini ve dillerini öğrenmek için araştırma ve tedkike yönelmiştir. Bu
nevi oryantalistler, kasden iftira ve tahrif yapmadıklarından İslam’ı anlamakta
başkalarına nazaran daha az hataya düşmüşlerdir.(9)
Bunlardan
bazıları İslam’ın gerçeklerini anlayıp Müslüman olmuşlardır. Mesela; Fransız
asıllı Diniye adlı oryantalist, yaptığı araştırmalar neticesinde Müslümanlığı
seçmiştir.
Bir de şu hususu belirtmek gerekir ki, müsteşrikler İslamî ilimlerin her bir dalında, alanın temel kaynakları ile ilgili tenkitli veya tenkitsiz ana kaynakları neşretmişlerdir. İlk olarak Hollandalı müsteşrik Juynboll tarafından neşredilen ve İslam vergi hukukunun en kadim kaynaklarından birisi olan Yahya b. Âdem’in Kitâbu’l-Harac’ını 30 küsur yıl sonra neşreden Ahmed Muhammed Şâkir, bu esere yazdığı mukaddimede şunları söylemektedir:”Selef-i salihin’imizin eserlerine keşke biz sahip çıksaydık. Zira bu eserlerden istifade etmenin yolunu bize açan ve o defineleri önümüze seren onlardır. Hiçbir kıymetli kitap yoktur ki, daha önce Avrupalı Şarkiyat âlimleri tarafından neşredilmiş olmasın. Bizler ise uyuyoruz ve elimizin altındaki hazinelerden habersiziz…”(10)
Ana hatlarıyla açıkladığımız bu faktörlere daha başkaları da eklenebilir. Şimdi de yaptığı çalışmalarla meşhur olan bazı oryantalistleri tanıyalım:
Bir de şu hususu belirtmek gerekir ki, müsteşrikler İslamî ilimlerin her bir dalında, alanın temel kaynakları ile ilgili tenkitli veya tenkitsiz ana kaynakları neşretmişlerdir. İlk olarak Hollandalı müsteşrik Juynboll tarafından neşredilen ve İslam vergi hukukunun en kadim kaynaklarından birisi olan Yahya b. Âdem’in Kitâbu’l-Harac’ını 30 küsur yıl sonra neşreden Ahmed Muhammed Şâkir, bu esere yazdığı mukaddimede şunları söylemektedir:”Selef-i salihin’imizin eserlerine keşke biz sahip çıksaydık. Zira bu eserlerden istifade etmenin yolunu bize açan ve o defineleri önümüze seren onlardır. Hiçbir kıymetli kitap yoktur ki, daha önce Avrupalı Şarkiyat âlimleri tarafından neşredilmiş olmasın. Bizler ise uyuyoruz ve elimizin altındaki hazinelerden habersiziz…”(10)
Ana hatlarıyla açıkladığımız bu faktörlere daha başkaları da eklenebilir. Şimdi de yaptığı çalışmalarla meşhur olan bazı oryantalistleri tanıyalım:
İ. Goldziher
Macar asıllı koyu bir Yahudi’dir. İslam
Ansiklopedisi yazarlarındandır. Sâmi dilleri üzerine çalıştı. Tevrat, Talmud
dersleri ve Yahudilik şuuru aldığı hocası Treudenberg’in gözetiminde 1833’de
“Yahudiliğin Kur’an Üzerindeki Etkisi” konulu doktora tezini hazırladı.
Suriye’ye gönderildi. Orada Tahir el-Cezairi ile beraber oldu. Mısır’a gitti.
El-Ezher Üniversitesi’nde eğitim gördü. Muhammed Abduh’tan dersler aldı.
“Tefsir Ekolleri” ve “İslam’da Akide ve Şeriat” isimli eserleri meşhurdur.
Tezini “Kur’an-ı Kerim’in vahiy mahsulü olmadığı” fikrine bina etmiştir.
Kur’an’a hermenötik metodlar uygulamış, İncil ve Tevrat’ın da hak kitaplar
olduğunu ispata çalışmıştır. Vahyi tartışmaya açmak, İslam’ın temel itikadî
esaslarının zedelenmesine zemin hazırlayacak, bu vesileyle İslam aleminin
birliği daha kolay bozulacaktı. Goldziher yaşadığı dönemdeki faaliyetleri ile
bu fonksiyonu icra etmiştir.(11)
Ernest Renan
Saint Sulpice Koleji’nde İbranice öğrendi.
7 yıl süreyle bir papaz okulunda eğitim gördü. 1845’de papazlıktan ayrıldı.
Alman düşüncesinden etkilenerek Katolik inancından koptu. İnsanlığı
ilgilendiren büyük meselelerin ancak liberal bir bilim yoluyla
çözümlenebileceğini ispat için “Bilimin Geleceği” adlı eseri yazdı. 1850’de
Bibliothegue Nationale’deki Süryanice el yazmalarını sınıflandırmakla
görevlendirildi. 1852’de “İbn-i Rüşd ve İbn Rüşdçülük” teziyle doktorasını
verdi. 1860’da Suriye’ye gitti. 1862’de College de France’ın İbranice kürsüsüne
getirildi. 1864’de Mısır, Anadolu ve Yunanistan’a gitti. Hayatının son
yıllarında Origines isimli eserini (İsrail Milletinin Tarihi) ile tamamlamaya
çalıştı. 1892’’e öldü. E. Renan “İslamiyet ve Bilgi” adlı bir konferans da
vermiştir. Burada İslam’ın gelişmeyi ve ilerlemeyi yok eden ve bilime engel
olan bir din olduğunu ileri sürdü.
Renan’ın bu çarpık fikirlerine, Namık Kemal “Renan Müdafaanamesi” adlı eserinde karşı çıkmıştır. Namık Kemal eserinde Renan’ı şöyle tanıtıyor: “Engizisyonun kötülüklerini tenkit ede ede, her fenalığı dine bağlayan ve her dini aynı meziyette vehmeden bir münkir. Üstelik ele aldığı konuyu hiç de bilmemektedir. Nasıl olur denilebilir, bir Şark dilleri mütehassısı, bir akademi azası İslam’ı nasıl bilmez? Bilmez, Avrupalı Şark’ı bilmez”Namık Kemal bu eserinde Renan ve başka Avrupalı oryantalistlerin İslam dinini yanlış değerlendirdiklerini örneklerle açıklamıştır.
Renan’ın tezi akılla nakili çatıştırmaktı. Renan’ın düşüncesine göre, nakil karşısında akıl tek hüküm koyucudur. Dolayısıyla akıl, naklin yani vahyin üstündedir. E. Renan İslam dünyasında bu görüşü hâkim kılmak için çalışmıştır.
Renan’ın bu çarpık fikirlerine, Namık Kemal “Renan Müdafaanamesi” adlı eserinde karşı çıkmıştır. Namık Kemal eserinde Renan’ı şöyle tanıtıyor: “Engizisyonun kötülüklerini tenkit ede ede, her fenalığı dine bağlayan ve her dini aynı meziyette vehmeden bir münkir. Üstelik ele aldığı konuyu hiç de bilmemektedir. Nasıl olur denilebilir, bir Şark dilleri mütehassısı, bir akademi azası İslam’ı nasıl bilmez? Bilmez, Avrupalı Şark’ı bilmez”Namık Kemal bu eserinde Renan ve başka Avrupalı oryantalistlerin İslam dinini yanlış değerlendirdiklerini örneklerle açıklamıştır.
Renan’ın tezi akılla nakili çatıştırmaktı. Renan’ın düşüncesine göre, nakil karşısında akıl tek hüküm koyucudur. Dolayısıyla akıl, naklin yani vahyin üstündedir. E. Renan İslam dünyasında bu görüşü hâkim kılmak için çalışmıştır.
L. Massignon
Fransız
asıllı bir Katolik misyoneridir. Aynı zamanda da misyoner cemiyetlerinin ruhanî
lideridir. Mısır ve Şam ilim akademilerinin üyeliklerinde bulundu. Goldziher
ile yakın temasları oldu. Araştırmalarını tasavvuf üzerinde yaygınlaştırdı.
Bağdat’a gitti, Kahire’ye yerleşti. 1909’dan itibaren El Ezher’de, bir Ezherli kıyafetiyle
derslere girdi. Hicaz, Kudüs, Halep, Şam ve İstanbul turları yaptı. 1922’de
kendisine doktora unvanı verildi. İslam’da Sufi Şehid Hallac adlı eseri
vardır.Christian Snauch HurgrangeHollandalı bir müsteşriktir. ‘Mekke’de Hac
Mevsimi’ tezi üzerine doktora yaptı. Çalışmasında haccın cahiliye döneminden
kalma bir âdet olduğu iddiasını işledi. 1884’de Cidde’ye gitti. Mekke’ye
girebilmek için bir süre bekledi. Ardından Abdulgaffar sahte adıyla Mekke’ye
casus olarak girdi. Bir müddet Cava’da ikamet etti. 1912’de “Kur’an’daki
İbrahim” adlı eseriyle gerçeğe uymayan pek çok iddiada bulundu. Macar müsteşrik
Goldziher ile temaslarda bulundu. Hurgrange misali bize yeni bir münakaşa imiş
gibi takdim edilen Hac ve Kurban tartışmalarının çıkış noktasının müsteşrik
kaynaklı olduğu hakikatini açıkça göstermektedir.İslam akaidini çökertmek
gayesiyle faaliyet gösteren bu müsteşriklerin sayısı pek çoktur. Yukarıda
ismini ve kısaca faaliyetlerini zikrettiklerimizin haricinde G. Von Grunebaum,
P. Hitti, S. Wensink, P. Casanova,R.A. Nichkolson, H.Lammans bunlardan
bazılarıdır. Bu şahıslar farklı konuları ele alıp, farklı sahalarda
araştırmalarını yürütmüşler ve her biri kendi alanında İslam inancına zıt ve
çarpık bir takım tezler geliştirerek İslam dini hakkında şüpheler uyandırmak
istemişlerdir. Adı geçen bütün müsteşrikler-oryantalistler hep bu gayeye hizmet
için araştırma yapmışlar, hadis müessesesine, İslam tarihine, akıl-vahiy
münasebeti gibi konulara hep bu maksatla ele almışlardır.
ORYANTALİSTLERİN FİKİR VE
ÇALIŞMALARININ İSLAM DÜNYASINA ETKİLERİ
Oryantalistlerin yukarıda değinmeye
çalıştığımız bu tehlikeli ve hakikat dışı fikirleri fazla zaman geçmeden Mısır
ve diğer İslam ülkelerine yayıldı. Özellikle sömürgecilerin kontrol ve işgali
altındaki Mısır, bu tür fikir ve düşüncelerin merkezi haline geldi. Dikkat
edilirse yukarda kısaca tanıttığımız Oryantalist/Müsteşrik’lerin hemen hepsi
El-Ezher’de eğitim görmüş veya burada doktorasını vermiştir. Zira o dönemin
İslam ilimlerinin eğitim merkezi El-Ezher idi. Bu sebeple buraya
yönelmişlerdir. Hepsinin maksadı aynıdır. Ortadoğu ve Hicaz Bölgesi’nde mevcut
İslam inancına uymayan bâtıl bir itikat geliştirmek suretiyle buraları
Osmanlı’dan koparmak ve Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinden çıkan bu toprakları
başta İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin birer sömürgesi haline
getirebilmek. Fazla zaman geçmeden müsteşriklerin bu haince ve gayri ma’kul
fikirleri kendilerine modernist diyebileceğimiz Cemaleddin Efgani (12),
Muhammed Abduh(13) , Reşid Rıza(14), Seyyid Ahmed Han, Ali Abdurrazık, Kasım
Emin tarafından savunulmaya başlandı.
Mısır’da başlayan bu tartışmalar ve fikri
karışıklıklar başta Pakistan ve Hindistan olmak üzere bütün İslam âlemine
yayıldı. Tanzimatla belirginleşen Batılılaşma sürecinde, modernizm
sandığımızdan çok daha fazlasıyla içselleşti. Modernizm sadece zihinlerimizde
değil elbette, çevremiz de önemli ölçüde modernizm tarafından biçimlendirilmiş
durumda. Hem çevresi hem de zihni modernlikle biçimlenen aydınların (adlarının
da ilhamlarının da Aydınlanma Felsefesi’nden geldiğini de hatırlayalım)
İslam’ın oryantalist yorumunu akıllarına daha uygun görmeleri şaşırtıcı
olmayacaktır. Bu nedenle modernist/reformist ilahiyatçılar,
oryantalistlerle/düşmanla işbirliği yaparak kendi tarihine ve geleneğine savaş
açmışlardır.
Müslümanların modernizm ile
yüzleşmelerinden itibaren özellikle Mısır’da Cemaleddin Efgani ve Muhammed
Abduh ile Hindistan’da Seyyid Ahmed Han örneklerinde olduğu gibi İslam’ın tarih
içinde oluşturduğu geleneğin sorgulanması bahanesiyle Âlemlere Rahmet Hazret–i
Muhammed (sav)’in sünneti tartışma konusu edilmeye başlandı.
Efgani, Abduh ve Ahmed Han’ın projeleri
“İslam ile Modern Uygarlık arasında nasıl bir sentez yapabiliriz?” sorusunu
eksen alıyordu. Daha açıkçası Efgani, Abduh ve Ahmed Han modernizmi neredeyse
tartışmasız bir veri olarak alıyorlar, İslam’ı modernizme uygun olarak nasıl
yorumlayacaklarının hesabını yapıyorlardı. Modernizm’i eksen aldığı için bu
akıma “İslam Modernizmi” ya da “Modern İslam” deniyorsa da biz “Modernist ve
reformist ilahiyat çizgisi” adını daha uygun görüyoruz. (15)
Modernist ve reformist ilahiyatçılar, yorum
alanlarını genişletmek amacıyla öncelikle sünnetin dindeki işlevini ve
bağlayıcılığını tartışmalar başladılar. Güya usûl–u hadis, usûl–u fıkıh ve
usûl–u tefsirde sünnetin rivayet, metin ve yorum açısından kritiği yapılmamış
gibi. Ancak mütevatir hadislerin dışında kalan sünneti göz ardı eden bu ilk
kuşağı şimdi “Kur’an” hakkında benzer tartışmalara kalkışan yeni kuşak
modernist ve reformist ilahiyatçılar almış durumda. Daha açıkçası modernist ve
reformist ilahiyatçılar artık açıkça Kur’an’ın bağlayıcılığını tartışmaktalar.
Hatta bazıları bir vahiy olarak Hazret–i Kur’an’ın sıhhatı hakkında bile
çeşitli kuşkular ileri sürmekte.
İlginçtir, “Din”de taklidi hararetle
eleştiren modernist ve reformist ilahiyatçılar oryantalistlere öykünüyorlar.
Modernist ve reformist ilahiyatçıların
savunduğu temel görüşlerin daha önceden oryantalistler tarafından savunulmuş
olması bu öykünmenin yeterli bir kanıtı olsa gerek.
Oryantalistlerin çoğunun İslam’ı incelerken
izledikleri yaklaşım “tarihsellik”(16) yöntem ise “hermenötik”tir. Modernist ve
reformist ilahiyat çizgisinin popüler önderi Fazlu’r–Rahman da “İslam” isimli
yapıtında Hazret–i Kur’an’ı incelerken yaklaşım olarak “tarihselliğin” yöntem
olarak ise “hermenötiğin” izlenmesinin kaçınılmaz ve vazgeçilmez olduğunu
vurgular. Ve üstadı oryantalistlerin izini sürerek Hazreti Kur’an’ı salt bir
tarihsel bir metin olarak ele almaya ve “Betti”nin hermönetiğini Hazret–i
Kur’an’a uygulamaya kalkışır. Tarihî ve edebî tenkit ile ilgili disiplinler
XVIII. Yüzyıl Aydınlanma Felsefesi’nin ürünüdür. T. Nöldeke’nin 1860’da
yayınladığı “Kur’an Tarihi” buna dayalıdır. Nöldeke’nin çalışması Batı’da
Kur’an konusunda en itibarlı eser olarak kabul edilmiştir. Goldziher,
hermenötiği Hazret–i Kur’an’a uygulamaya kalkışan öncü
oryantalistlerdendir.Yukarıda belirttiğimiz gibi bizde de Fazlu’r–Rahman aynı
şeyi önermektedir.
Aslında oryantalistlerin ve Fazlu’r–Rahman
gibi modernist ilahiyatçılarımızın yaptığı, XVIII ve XIX. yüzyılda tahrifata
uğramış Kitab–ı Mukaddes’e uygulanan tenkid yöntemini Kur’an’a uygulamaya
kalkmaktır.
İlginçtir buradan hareket eden
Fazlu’r–Rahman, Salman Rüşdi ve Dinler arası diyaloğun mimarlarından Watt
gibi(17) “şeytan ayetleri iftirasını” savunmaktadır.
Watt, “Muhammed Mekke”de adlı eserinde de
bu hezeyanı genişçe işler. Watt’ı böyle düşünmesine şaşmamak gerek. Watt’ın bu
görüşünün arka planında bize göre iki temel nedenden söz edebilir: ilki Watt’ın
bir oryantalist olarak İslam’a olan garazı. İkincisi ise genel olarak
Hıristiyanlıktaki özel olarak protestanlıktaki peygamberlik ve vahiy anlayışını
İslam’a giydirmeye çalışması. (18)
Oryantalistlerin İslam
dünyasını da derinden etkileyen görüşlerinin Müslüman kimlikli görünen
kişilerdeki izdüşümü bizleri hayrete düşürmektedir. G. Von Grunebaum, P. Hitti,
S. Wensink, P. Casanova, R.A. Nichkolson, H.Lammans, İ. Goldziher, J.Schacht
gibi oryantalist/müsteşrik’lerin ilmî(!) fikirleri çok geçmeden aynı lafız ve
vurgulamalarla, yaşadıkları coğrafyalarda büyük âlim diye addedilen Taha
Hüseyin, Muhammed Abduh, Mahmud Ebu Reyye, Ali Abdurrazık, Fazlurrahman, Ahmet
Emin, M.Hüseyin Heykel, Y.Nuri Öztürk, Seyyid Ahmed Han, Ahmet Akbulut gibi
kişilerce savunulmaya başlanmıştır.
Biz yazı dizisinin bu bölümünde müşahhas
örnekler vererek, bakalım oryantalistler neleri iddia etmişler, bunun İslam
dünyasındaki izdüşümü ne olmuş konusuna açıklık getirmeye çalışacağız:
1-) Kur’an-ı Kerim’in
beşeriliği iddiası: Oryantalistlere
göre Kur’an , Hz. Muhammed’in Arabistan’da yaşadığı hayatın etkisi
altında yazdığı bir kitaptır.”Müsteşriklerin Şeyhi” ünvanlı İ. Goldziher,
Kur’anın Hz.Peygamber’in Yahudilik ve Hristiyanlık’tan rastgele derlediği bazı
dökümanların yanı sıra olup biten olaylara karşı tavrını gösteren tarihi bir
malzeme olduğunu, Kur’anın Hz.Peygamber döneminde tamamlanmadığını, daha
sonraki nesillerin tamamladığını iddia etmiştir.(19) Yine bu konuda meşhur
oryantalist H.R.Gibb şunları söylemektedir:”Muhammed yaratıcı her şahsiyet gibi
bir taraftan kendisini kuşatan dış çevrenin şartlarından etkilenirken, bir
taraftan da toplumda o gün yaşayan ve egemen olan inanç ve düşünceler arasında
yeni bir yol açmıştır..Başlangıçta Muhammed de yeni bir dine davetin sahibi
olduğunu bilmiyordu.Belki Mekke halkının O’na olan muhalefeti ve devam eden
düşmanlıkları Muhammed’i yeni bir din ilan etmeye götürmüştür..Kur’an, Araplar
için tamamen yeni bir şey değildir.İçindeki ahiret inancı, cennet ve cehennemle
ilgili ayrıntılarda tamamen Süryani Hıristiyanlığından alınmıştır…Muhammed’in
kitabı da Mekke’deki hayatın bir yansıması yahut ifadesidir…”(20)
Mısırlı Müslüman(!) yazar Taha Hüseyin de
“Eş-Şi’rul –Cahili” adlı eserinde aşağı yukarı aynı fikirleri savunmuş,
Hz.Muhammedin yaşadığı dönemden etkilenerek çözümler sunduğunu iddia etmiştir.
Taha Hüseyin’e göre de Kur’an Araplar için yeni bir şey değildir. Zaten Araplar
o dönemde de kültür ve medeniyette ileri seviyededir. (21)
Kur’an-ı Kerim’in beşeriliği iddiası, İslam
dünyasında tutmayacağı için oryantalistlerin peşinde giden İslam modernistleri,
daha ziyade Kur’an-ı Kerim’in tarihselliği(!) üzerinde durmuşlar, Kur’an
ayetlerini hermönotik, yorumsama vb. yöntemlerle devre dışı bırakmaya
çabalamışlardır. Nitekim Fazlurrahman, Kur’an’ın ahlâki denebilecek
değerlerinin evrensel; siyaset, hukuk, ekonomi vs. gibi konulardaki
hükümlerinin ise tarihsel olduğunu, o dönem Araplarına has olduğunu iddia
etmiştir. Bakınız Fazlurrahman neler söylüyor: “Kur’an’daki yasama ruhu,
hürriyet ve sorumluluk gibi genel beşerî değerlerin, her zaman yeni bir yaşama
biçimine bürünmesi şeklinde açık bir yön ortaya koyduğu halde, Kur’an’daki
fiilî yasama, Kur’an’ın indirildiği o günkü Arap toplumunu, başvurulacak bir
örnek alarak almak zorunda kalmıştır. Bununla, Kur’an’daki fiilî yaşamanın
ezelî olduğu kastedilmiş olamaz. Bunun Kur’an’ın kadîm oluşu ile de bir ilgisi
bulunamaz. Durum böyle iken İslâm fakihleri ve kelamcıları çok geçmeden
meseleyi karıştırarak Kur’an’ın hukukla ilgili emirlerinin; şartları, yapısı ve
iç bünyesi ne olursa olsun herhangi bir topluma uygulanacağını
sanmışlardır.”(22)
2-)Sünnet ve Hadis İle İlgili
İddialar: İslam
dini üzerinde az bir bilgi birikimine sahip olan kimseler sünnetin dolayısıyla
hadislerin dine kaynaklık etmedeki önemini bilirler. Bu dinin merkez noktası ve
dinin etrafında gezindiği eksen, sünnettir. Sünnet Kur’an’dan sonra ikinci
kaynak, hakikatin güneşi ve hidayetin kaynağıdır ve bu konuda bütün Müslümanlar
ittifak halindedir. (23)
Sünnet ve hadis kelimeleri, usulcüler
arasında farklı tanımlar yapılmasına rağmen çoğunlukla birbirleri yerine
kullanılırlar. Bir farkla ki hadis peygamberimizin peygamberlik dönemini
kapsadığı gibi peygamberlikten önceki hayatıyla ilgili haberleri de kapsar(24).
Bir başka deyişle sünnet, hadislerin, yani peygamber asrından nakledilegelen
bilgilerin kanunlaşmış şeklidir.
Sünnetin konumu bu olunca, İslam düşmanları
hadisler üzerinde, hadislerin delil olarak kullanımında ve
güvenilirliğinde bir takım şüphe tohumları ekmeye başladılar. Kur’an-ı Kerim
hakkında yaptıkları çalışmalardan elle tutulur bir fayda sağlayamayan
oryantalist/müsteşrik’ler daha ziyade bu konulara kafa yormaya başladılar…
Başarılı oldukları da söylenebilir. Sünnet ve hadis noktasındaki görüşleri,
başta modernistler olmak üzere birçok ilim adamınca savunulmaya başlandı.
Bu konuda önce oryantalistlerin
fikirlerini, sonra da İslam modernistlerinin fikirlerini serdedelim ki,
yukarıda söylediğimiz kanaat doğru mudur yoksa yanlış mıdır, karar sizlerin…
İ. Goldziher’e göre hadis olarak kitaplarda
rivayet edilen haberlerin Hz. Muhammed’le doğrudan bir ilgisi yoktur; bu
rivayetler İslam’ın birkaç asır devam eden oluşum süreci içinde bu sürece
katılan siyasi, ictimâi, iktisâdi vb. birçok faktörün belgeleridir. Bu bakımdan
hadisler, İslamiyetin zuhuru ile ilgili değil, fakat daha sonraki devirlerde,
bu dinin inkişafı ile ilgili vesikalardan ibarettir…(25) Goldziher’e göre her
türlü mezhep, siyasi eğilim ve fırkaya mensup Müslümanlar kendi hoşlarına giden
şeylerin yanında, başta Yahudilik ve Hristiyanlık olmak üzere çeşitli din ve
kültürlerden aldıkları fikir ve sözleri bazen tanınamayacak kadar değiştirerek
Peygamber’e söyletmişler ve bunu hadis olarak rivayet etmişlerdir.(26)
İ. Goldziher’in bu temelsiz ve ilmî
dayanaklardan uzak bu görüşlerini kendine dayanak kabul eden ve hadis alanında
fikir(!)leriyle ölçü alınan Joseph Schacht ise, fıkıhla ilgili hadislerin sahih
olmadığını, bunların çoğunun üçüncü asır Müslümanlarının görüşlerini
yansıttığını söyler. Daha da ileri giderek, Sahabe’den ve Tabiun’dan gelen
fıkhî hadislerin, Peygamber’e nispet edilenlerden daha erken ortaya
çıktıklarını savunur.(27)
Yukarıda serdettiğimiz
oryantalist/müsteşriklerin temelsiz ve ilmî dayanaklardan uzak bu görüşlerine “
mal bulmuş mağribi” gibi sarılanlar yine İslam modernistleri olmuştur. Üzücü
olan Müslümanların hadislerle irtibatını kesmek için çaba sarf edenlerin sadece
oryantalistler olmaması, Müslümanlardan batılılaşmış bir grup insanın da
bunlara katılması ve bu zalimce eyleme bulaşmış olmasıdır. Bu insanlar halkın
cahil bırakılmış olmalarından faydalanmak suretiyle, kavram bilgisinden yoksun
olan insanlara doğru yanlış birçok bilgi sunmuş, tartışmalı birçok konuyu
hakikat diyerek takdim etmişlerdir.
Gelelim İslam dünyasına…1800’lü yıllarda
Mısırda başlayan tartışmalar, başta Hind yarımadası olmak üzere alevlenerek tüm
İslam memleketlerine yayılmıştır. Dikkat edilirse, o yıllarda Mısır ve
Hindistan İngilizlerin işgali altındadır. Sömürgeciler, Hz.Peygamber’in
Sünneti’ne savaş açma zarureti hissetmişlerdir. Çünkü Sünnet’i teşrî alanından
uzaklaştırmanın ve bu sahadaki konumuna şüphe sokuşturmanın neticesinde
Kur’an’a müdahalede bulunmak, çok daha kolay hale gelecektir. Sömürgeci
güçler(özellikle Hind yarımadasında), cihadla ilgili hadisleri ve bazı sünnetleri
inkara yeltenen Ehl-i Kur’an adlı bir grup oluşturdular.(28)
Mısır, bulunduğu konum ve müsteşriklerin
özel ilgisi sebebiyle, bu tür tartışmaların orta yerindedir. İlk önce bu
görüşlerin yaygınlaşmasını Müslüman iken Hristiyan olan sonra tekrar Müslüman(!)
olan Mirza Bakır yapar. Arkasından Dr.Tevfik Sıdkî, Reşit Rıza’nın çıkardığı
el-Menar dergisinde “El-İslâmu Huve’l Kur’ânu Vahdeh( İslam Kur’an’dan
ibarettir)” başlığını taşıyan bir makale yazar ve burada Sünneti külliyen
reddeder. Tevfik Sıdki’yi Ahmed Emin takip eder. Bilhassa İ. Goldziher ve
Brockelmann’dan etkilenen Ahmed Emin, Sahih-i Buhari ve Müslim’deki bir çok
hadisin uydurma olduğunu, muhaddislerin metinden ziyade isnad’a baktıklarını
iddia eder. M.Abduh ve Reşit Rıza diğerleri kadar da açıktan olmasa da bu tür
görüşlere destek olmuşlardır. Bu iki yazar, Sahabenin sünneti Kur’ân gibi
kalıcı olur endişesiyle yazmadıklarını, kavlî sünnetinde belge değerinde
olmayacağını dolayısıyla sıhhatinde şüphe olabileceğini iddia eder. Bu babtan
olmak üzere o ikisine göre; İsa (a.s)’nın ahir zamanda nüzulü, Deccal ve
Cessâse, Resûlullah’a (sallallahü aleyhi vessellem) büyü yapılması, mi’raç vb.
hadisler, âhâd olduklarından ve akla ters düştüğü iddiasıyla inançta hüccet
olmazlar.(29)
Bütün bu tartışmalardan Sünnet etrafında
(oryantalistlerin teşvik ve fikirleriyle) meydana gelen şüpheleri bir araya
getirip derleyerek bir kitap yazmak da Mahmud Ebu Reyye’ye nasip olmuştur(!).
O’nun dilimize “Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması” ismi ile çevrilen “Adva
ale’s-Sünnetil-Muhammediyye” adlı eseri baştan beri anlatmaya çalıştığımız
tartışmalardan ortaya çıkan şüphelerin bir derlemesidir. Ebu Reyye bu eserinde
oryantalist/müsteşrik’lerin fikirlerini aynen tekrar etmiştir, hatta boynuz
kulağı geçer misali tezviratta müsteşrikleri dahi geçmiştir. (30)
Şimdi de büyük âlim diye lanse edilen
Fazlurrahman’ın sünnet ve hadis noktasındaki görüşlerine bakalım: Fazlurrahman
şöyle demektedir:”İlk dönemlerde hadislerin büyük bir kısmı nebevî hadislerin
tabii olarak az olması sebebiyle Hz.Peygambere değil de sonraki nesillere
dayanmaktadır..Gerçekten de hadis, bizzat Müslümanlar tarafından ifade ve
görünüşte Hz.Peygambere isnad edilmiş özdeyişlerin toplamıdır..Nebevî Sünnetin
içeriğini tarihen ve açık bir şekilde saptamak ve belirlemek imkansız
bulunmaktadır…”31
Fazlurrahman’ın görüşleriyle ilgili 2 cilt
kitap yazmış olan Ebubekir Sifil, bakınız bu konuda şunları dile getiriyor:
Hadislerin büyük çoğunluğunun Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra ortaya çıktığını
iddia eden Fazlur Rahman, bizzat Müslüman alim, kadı ve yöneticiler tarafından
yürütüldüğünü söylediği “hadis formüle etme” faaliyetinin, “hadis uydurmak”
olmadığı görüşündedir. Gerekçesi de şudur:”Dikkat edileceği üzere, biz Hadis’i
genelde tam olarak tarihî (yani Hz. Peygamber (s.a.v)’e ait) kabul etmemekle
birlikte onunla ilgili olarak “Mevzu” ya da “Uydurma” terimlerini kullanmadık;
ama onun yerine “ifade etme-formüle etme” terimini kullandık. Çünkü Hadis, söz
olarak Hz. Peygamber’e ulaşmasa da, ruhu kesinlikle ulaşmaktadır.”(32)
Burada İslamî kaynaklara kesinlikle
onaylatılamayacak bir iddialar demeti göze çarpmaktadır:1. Hz. Peygamber
(s.a.v)’e ait olan hadisler “tabii olarak” azdır.2. Hadis külliyatının büyük
çoğunluğu sonraki nesiller tarafından formüle edilmiştir.3. Hadisi “formüle
etmek”le “uydurmak” arasında fark vardır.
Birinci maddedeki “tabii olarak” ifadesini
tırnak içine almamız sebepsiz değildir. Zira Fazlur Rahman’a göre Hz. Peygamber
(s.a.v) esasen çok gerekmedikçe insanların işine karışmayan, hatta “içine
kapanık, çekingen ve –yakışıksız bir durum sergilediği hakkında herhangi bir
kanıt yok ise de– kadınlardan hoşlanan birisidir.(33)
Buradaki peygamber telakkisi, bir
“Müslüman”ın değil, daha çok İslam’a karşı önyargı ve kin duygularıyla kalem
oynatan bir müsteşrikin kaleminden çıkmış gibidir ve –herhangi bir kaynağa
dayanması şöyle dursun– tamamen vehim ve hayal ürünüdür.
İkinci maddede yer alan iddia, yine
müsteşriklere ait bir iddia ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Hatta bu,
Herald Motzky gibi çağdaş bir müsteşrikin, Goldziher ve Schact’a güçlü
delillerle itiraz ettiği en önemli hususlardan birisidir. Bugün artık bu
konunun ciddiye alınabilir bir yanının olmadığını bir müsteşrik bile
söyleyebiliyorken, İslam kaynaklarından asla refere edilemeyecek böylesi iddialara
tutunmak Müslüman araştırmacılar için “zul” olmaktan başka bir anlam ifade
etmez.
Üçüncü maddeye gelince, tam anlamıyla
traji-komik bir iddiadan ibarettir. Zira uydurma hadisler hakkında kaleme
alınmış onlarca eserden herhangi birisinde bir kısım hadisler için Hadis
imamlarından nakledilen “Anlam olarak doğrudur, ama Hz. Peygamber (s.a.v)’e
aidiyeti sabit değildir” gibi ifadelere rastlamak son derece kolaydır. Tek
başına bu durum bile Fazlur Rahman’ın, “hadis formüle etmek”le “hadis uydurmak”
arasında fark bulunduğu yolundaki sözlerini ve bu sözlerin gerekçelerini
tamamıyla geçersiz kılmaktadır. (34)
Dikkat edilirse müsteşrik/oryantalist ilim
adamlarıyla, İslam modernistlerinin Sünnet/hadis noktasındaki görüşleri büyük
oranda örtüşmektedir.
3-) Sahabe Ve Alimlerle İlgili
Batıl İddialar: Müsteşrikler,
sünnet ve hadis üzerindeki çalışmalarını raviler üzerinde yoğunlaştırmış,
sahabeye varıncaya kadar dil uzatarak bir kısım ravilerin rivayet ettikleri
hadislerin güvenilir olmadıklarını iddia etmişlerdir. Okuyucunun bu bilgileri
tahlil edebilmesi mümkün olmadığından, iddia sahipleri, rical ve tabakat
kitaplarında yan yana bulunan bilgilerden sadece bir kısmına yer vermek
suretiyle okuyucunun yanlı yönlenmesine sebep olmuş ve böylece bir çok değerli
insanı kendi şöhretleri uğruna tarihte mahkum etmişlerdir. En çok hadis rivayet
eden değerli sahabe Ebu Hureyre (r.a.) bunlardan sadece birisidir. Bir hadis
yok etmek için yıllarını harcayanlar işin kolayını bulmuşlar, bir Ebu
Hureyre(r.a.) ‘yi yok etmek suretiyle binlerce hadisi yok etmek istemişlerdir.
Nitekim Hadis üzerine yaptığı çalışmalarla öne çıkan Şarkiyatçı Sprenger (v.
1893), Allah Rasülü (s.a.v.) ’nü anlattığı eserinde, Ebu
Hureyre(r.a.)’den; aşırı dindarlığı sebebiyle hadis uydurmaktan çekinmeyen bir
yalancı olarak bahseder. Dayanılmaz bir İslam düşmanı olan Ignaz Goldziher (v.
1921) ise, Ebu Hureyre(r.a.)’nin Emeviler’in çıkarları doğrultusunda hadis
uydurduğunu iddia eder.(35) Yine İtalyan müsteşrik Caetani, Ebu
Hureyre(r.a.)’nin “kelimenin tam anlamıyla” yalancı olduğunu, rivayetlerine
tabiat üstü ursurlar ve hayali şeyler karştırdığını , Tevrat ve İncilden
cümleler alarak bunları Hz. Muhammed’e mal ettiğini , kendisine nisbet edilen
hadisleri ya kendisinin veya kendisinden sonra gelen talebelerinin uydurduğunu
iddia etmiştir.(36)
Oryantalizmin Ebu Hureyre (r.a.) hakkında
ürettiği mesnetsiz iddiaların temelinde O büyük sahabinin şahsında bütün hadis
mecmualarının sıhhatini lekelemek vardır. Kemiyyet itibariyle Ebu Hureyre
(r.a.) rivayetlerinin ciddi bir yekün tuttuğu hadis kitapları, O’nun yalanla
itham edilmesiyle itibar kaybına uğrayacak, neticede mesailinin çoğunluğunu
hadisle temellendiren fıkıh ve kelam gibi İslami Disiplinler büyük bir sarsıntı
yaşayacaktır. Şia’nın hadis hususunda irtikap ettiği tahrifata verdiği mukni
cevaplarla büyük bir boşluğu dolduran İmam-ı Rabbani Hazretleri bu noktada
şunları söylemektedir; “Ebu Hureyre(r.a.)’yi karalamak şer’i hükümlerin
yarısını da inkar etmek anlamına gelmektedir. Çünkü şer’i hükümlerle alakalı üç
bin hadis vardır. Bunların bin beş yüzü Ebu Hureyre(r.a.)’nin rivayetine
dayanmaktadır.[37]
Oryantalizm’in Ebu Hureyre(r.a.) çevresinde
oluşturduğu şüpheler kısa zamanda İslam coğrafyasında makes bulmuştur. Her
hususta oryantalistleri takip eden İslam modernistleri bu hususta da,
müsteşriklerin hezeyanlarını ilmi gerçekler gibi savunmuşlar, hatta Ebu
Hureyre(r.a.) düşmanlığında oryantalistleri sollamışlardır. Bazı
Müslüman(!) müellifler Ebu Hureyre(r.a.)’yi tenkit modasına katılmakla
kalmamış, O’nunla alay etmişlerdir. “Şeyhu’l-Madire”[38] gibi şen’i bir
yakıştırma maalesef ki Müslümanlık iddiasında bulunan bir yazara aittir.
Oryantalizmle yeni bir hal alan Ebu
Hureyre(r.a.)’yi tenkit cereyanı, İslam dünyasında Şii müellif Abdulhuseyn
Şerefuddin el-Amili, talebesi Muhammed Ebu Reyye ve Mısırlı yazar Ahmed Emin
gibi müelliflerle temsil imkânı bulmuştur. İlk aşamada tenkitlerin
Oryantalistlere ait olduğunu itiraf eden “reddi mirasçılar” ciddi tepkilerle
karşılaşınca hezeyanların tamamiyle kendilerine ait olduğunu iddia etmişlerdir.
Böylece, işbirlikçi olmadıklarına Müslümanları inandıracaklardı. Bu noktada
Mustafa es-Sibaî şunları nakletmektedir: “Hicri 1360 (miladi 1939)
yılında Ezher’de İmam Zühri hakkında münakaşa patlak verdiği zaman Sünnet
düşmanı Ahmed Emin, Ali Hasan Abdulkadir’e İslam’ı tahrif ederken nasıl bir
strateji izlemesi gerektiğini tenbihlerken şu hususa dikkat çekmişti:
Oryantalistlerden aldığın görüşleri açıkça onlara nisbet etme, Ezher Ulemasına
isnat et, kendi hususi araştırmalarının neticesi olarak göster. Yeni
yaklaşımlara, onlarla kontakt kuranları rahatsız etmeyecek derecede şeffaf
maskeler geçir. Tıpkı benim “Fecru’l-İslam” ve “Duha’l-İslam” kitaplarında
yaptığım gibi…”[39]
Mu’tezile ve Şia ile başlayan Ebu
Hureyre(r.a.) karşıtlığı Sünnet ve Cemaat Âlimlerinin mukni cevapları haiz
eserleriyle tesirsiz hale getirilmişti. Batının siyasi nüfüzunu arkasına alarak
İslam’a saldıran Oryantalizmin tetiklenmesi ile hastalık yeniden nüksetti.
Bugünse şifa bulmaz bir illet olarak mikrop salmaya devam etmektedir.
Elhamdulillah, bütün bu batıl hezeyanlara ilmî cevaplar verilmiştir ve verilmeye
devam etmektedir.(40)
Daha önceden zikrettiğimiz üzere, sahabe ve
alim düşmanlığında oryantalistleri sollayan modernistler Hz. Ömer döneminde
Müslüman olan ve Ebu Hureyre ile arkadaşlığı olan Ka’bul Ahbar’ı da dillerine
dolamışlardır. Ka’bul Ahbar(41) , Yemen Yahudilerinden olup, Tevrat hakkındaki
geniş bilgisiyle meşhur olmuştur. Peygamber Efendimizin (asm) vasıflarını
kutsal kitaplarından öğrenip Müslüman olmuş ve çevresindeki Yahudi âlimlerini
de ikna etmeye çalışmıştır. Ehli Kitap ravilerinin (nakledicilerinin) en
güvenilir olanı kabul edilmiştir. Ka’b, aralarında Hazreti Ömer’in de bulunduğu
sahabelerden öğrendiği hadisleri rivayet etti. Naklettiği hadisler Ebu Davud,
Darimi, Tirmizi ve Malik’in eserlerinde yer almaktadır. Kendisi sahabelerden
istifade ettiği gibi, sahabe ve tabiin de kendisinin bilgi ve birikiminden
istifade ettiler. Hazreti Ömer (ra), Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin Abbas,
Ebu Hüreyre ve Muaviye (radıyallahu anhum) kendisinden istifade eden
sahabelerdir. Ayrıca tabiinden bazıları da kendisinden öğrendikleri hadisleri
naklettiler. Buna rağmen, M. Reşit Rıza, Ka’bul Ahbar ‘ı dini tahrip maksadıyla
İsrailiyata dair rivayetleri dine sokuşturduğu şeklinde itham etmiş ve Kab’ı
muteber sayan âlimleri yanılıp aldanmakla suçlamıştır.(42)
Ka’b’ın güvenilirliği ve kişiliğiyle ilgili
tartışmalar günümüze kadar gelmiştir. Aralarında Hazreti Ömer (ra) gibi büyük
sahabelerin kendisinden istifade ettiği, öğüt ve tavsiyelerinden yararlandığı
şeklindeki rivayetlerin yanında; naklettiği şeylerden vazgeçmediği takdirde,
Medine dışına sürülmekle tehdit edildiği de ifade edilmektedir. İbn Mesud,
rivayetlerinde yer verdiği bazı hususlardan dolayı Ka’b’ı eleştirmiştir. Diğer
taraftan Ebu Derda’nın görüşünü nakleden İbn Hibban ise bilgili bir âlim
olduğu, geniş bilgisi konusunda ittifak bulunduğuna yer vermektedir. Ayrıca,
biyografisi üzerinde çalışma yapan Zehebi, engin bilgi ve dindar kişiliğine
vurgu yaparken, Ka’b’ı yalanlayıcı her hangi bir beyana yer vermemiştir.
Bunların dışında başka müellifler de kendi eserlerinde Ka’b’a geniş yer
vermekle, ona büyük önem ve değer verdiklerini göstermişlerdir.(43)
Nihayeten şunu söyleyebiliriz: Batılı
oryantalist/müsteşriklerin yanlı ve ilmiyetten uzak çalışmaları meyvalarını
vermiş, bir iki asırdır batı ve müsteşrikler karşısında aşağılık duygusuna
kapılan birtakım Müslüman ilim adamları da meseleye böyle bir kompleks içinde
kısmen müsteşriklerin oyununa gelmişler ve dini ifsad yarışına girişmişlerdir.
HATİME
Yaptıkları çalışmalar ve ileri sürdükleri
fikirlerle İslam dünyasını (özelde İslam modernistlerini) etkileyen
Oryantalizm/İstişrak hareketi hakkındaki yazı dizimizin sonuna gelmiş
bulunmaktayız. Kısaca toparlayacak olursak;
1- Oryantalizm; Müslüman doğu
medeniyetinin (din, edebiyat, dil ve kültürü içine alacak şekilde) bütün
unsurlarını inceleyerek İslam dünyası hakkında batılıların sistematik bir
bilgiye sahip olmalarını sağlayan, İslam ve Batı medeniyeti arasındaki
mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan bir akımdır.
Oryantalizmin Arapça karşılığı “İstişrak”tır. İstişrak ile ilgilenen kişilere
de Müsteşrik denilir.
2- Oryantalizm, Batı’nın Doğu üzerinde
tahakküm kurmak, kendi çıkarlarına göre yeniden yapılandırmak amacıyla
geliştirdiği bir yoldur. Bir oryantalist bu durumu şöyle ifade eder:
“Oryantalistlere güven duyulmamasının sebeplerinden biri ‘ne yaptıkları’dır.
Milletleri araştırır, ne olduğunu, nasıl konuştuğunu, tarihini, dilini ve
dinini, her şeyini öğrenir ve size anlatırlar. İnsanlara bu milletlerle ilgili
konularda nasıl düşünmeleri gerektiğini salık verirler. O zaman bu, bir çeşit
siyasî kontrol aracı olabilmektedir. Çünkü eğer siz bir toplumu bu kadar
tanıyorsanız, bu bilginizi onları kontrol etmek ve onlardan bir şeyler kazanmak
için kullanabilirsiniz. Bu tür şeyler oldu. Bu bir gerçektir.”
3- Oryantalizmin kuruluşunun arkasında
duran ve uzun zaman boyunca hiç ayrılmadığı dinî hedefleri şu şekilde
sıralanabilir:
a)Hz.Muhammed (s.a.v.)’in risaletinin
doğruluğu hakkında şüphe uyandırmak ve hadislerin Müslümanlar tarafından ilk üç
asırda uydurulan sözler olduğunu iddia etmektir.
b)Kur’an-ı Kerim’in yüce Allah kelamı
olduğu hakkında şüphe uyandırmak ve Kur’an’ı kötülemek.
c)İslam fıkhının değerini küçük göstermek,
İslam fıkhının Roma hukukundan alınma olduğunu ileri sürerek bunu pekiştirmek.
d)Arapçayı küçük düşürüp, anlaşılmaz
olduğunu iddia etmek.
e)İslam’ın, Yahudi ve Hristiyan
kaynaklarına dayandıklarını ileri sürmek.
f)Misyonerlikle Müslümanları,
Hristiyanlaştırmak.
g)Zayıf haberlere ve uydurma hadislere
dayanarak görüş ve teorilerine güç kazandırmak.
4- Oryantalistlerin İslam dünyasını da
derinden etkileyen görüşlerinin Müslüman kimlikli görünen kişilerdeki izdüşümü
bizleri hayrete düşürmektedir. G. Von Grunebaum, P. Hitti, S. Wensink, P.
Casanova, R.A. Nichkolson, H.Lammans, İ. Goldziher, J.Schacht gibi
oryantalist/müsteşrik’lerin ilmî(!) fikirleri çok geçmeden aynı lafız ve
vurgulamalarla, yaşadıkları coğrafyalarda büyük âlim diye addedilen Taha
Hüseyin, Muhammed Abduh, Mahmud Ebu Reyye, Ali Abdurrazık, Fazlurrahman,Ahmet
Emin, M.Hüseyin Heykel,Y.Nuri Öztürk, Seyyid Ahmed Han, Ahmet Akbulut gibi
kişilerce savunulmaya başlanmıştır.
5- Müsteşrikler Kur’an, Sünnet,
Peygamber’in hayatı, Fıkıh ve Kelâmın her konusunda araştırma yaptıkları gibi;
Sahabenin, Tabiinin, Müctehid imamların, Fakihlerin, Hadisçilerin, hadis
ravilerinin, Cerh ve Tadil ilminin, rivayet sahiplerinin hepsine temas eden
çalışmalar yapmışlar, Sünnetin delil olup olmayacağı, tedvin şekli ve İslâm
hukukunun kaynağı konularını araştırmışlardır. Bütün bu araştırmalarını şüphe
davet edici bir üslup ile yapmışlardır. Yaptıkları tek şey bu konularda derin
görüşleri olmayan kişilerin İslâm konusundaki görüş ve inancında büyük
sarsıntılar meydana getirmektir.
6- Müsteşriklerin yukarıda saydığımız
çalışmaları neticesinde, İslam dünyasında bir takım fikrî ve akidevî
karışıklıklar ortaya çıkmış, batı dünyası karşısında kompleksli bir aydın
sınıfı oluşmuş ve İslam’ın temel sabiteleri çiğnenerek Kur’an ve sünnet’ten
uzak, her şeyi akla göre yorumlayan bir İslam anlayışı kitlelere yayılmıştır.
7-Oryantalistler kendilerine düşen
görevleri hakkıyla yerine getirmişler ve misyonlarını tamamlamışlardır.
Demokratik İslam, Ilımlı İslam, dinlerarası diyaloğ, medeniyetler buluşması
gibi terim ve kavramlar bize oryantalizmin hediyesidir. A.B.D. öncülüğünde 19.
yüzyıl oryantalizminin yeniden doğuşuna tanıklık ediyoruz. İslam’ın,
Müslümanların ve İslam coğrafyasının ABD çıkarlarına göre düzene sokulmasını
hedefleyen bu süreç, Kur’an’ın tahrif edilmesine kadar devam edecek. İncil,
Tevrat ve Kuran’ın karışımından oluşan 77 surelik “Gerçek Furkan” adlı “kutsal
kitap” çalışmasından, Amerikalı kadın Profesör Amina Wadud’un New York’taki St.
John The Divine Katedrali’nde Cuma namazı kaldırmasına ve yeni bir İslam’ın
öncülüğüne soyunmasına, Fas’tan Endonezya’ya uzanan her ülkede İslam-demokrasi
sempozyumlarının yine ABD ve Batılı istihbarat kuruluşları tarafından organize
edilmesine kadar, yüzlerce örnek, yukarıda aktarılan genel stratejinin birer
göstergesi olmuştur.(44)
Çalışmamız, oryantalistlerin kirli
planlarının ortaya çıkmasına ve okuyucunun bu konuda bilgilenmesine yardımcı
olmuşsa kendimizi bahtiyar sayarız. Sözlerimizin başı ve sonu; Âlemlerin rabbi
olan Allah(cc)’a hamd etmektir.
DİPNOTLAR:
(1)
Rahip Samuel Zwemer tarafından misyonerlere yönelik bir konferans da
söylenmiştir. İlkadım Dergisi, Mayıs 2004 sayısı
(2) Rahip Louis Massignon tarafından söylenmiştir. İlkadım Dergisi Mayıs 2004
(3) Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Yayınlayan: Milletlerarası İslam Gençlik Konseyi, s.135, Risale Yayınları, İstanbul–1990
(4) Edward Said, Oryantalizm, çev:Selahaddin Ayaz,s.15-16, Pınar Yay., ist-1991
(5) Maxime Rodinson, Oryantalizmin Doğuşu, çeviri: Ahmet Turan Yüksel, Marife Dergisi, Kış–2002
(6) Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, s.137
(7) Ali Rıza Bayzan, Oryantalizm ve Dinde Reform Meselesi–1 Kaynak:www.bayzan.net
8-) Günümüz Din Ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Hazırlayan: Milletlerarası İslam Gençlik Konseyi, Çeviri: Kemal HOCA, s.137–138, Risale Yayınları, İst-1990
9-) Osman CİLACI, Hristiyanlık Propagandası Ve Misyonerlik Faaliyetleri, s.23, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara–1992
10-)Ebubekir SİFİL, İslâm ve Modern Çağ, s.143,Kayıhan Yay.,İst-2004
11-)Hayatı hak. Bak: Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.14, s.102–111, İst–1996
12-) Cemaleddin Efganî, İran’ın Esedâbâd şehrinde doğdu. Necef medreselerinde tahsil gördü. Pek çok dil bilirdi. Son derece hareketli bir yapısı vardı. Daha sonra siyasî işlere bulaşmış, Mısır hükümeti kendisini sürgün etmiş, o da Paris’e giderek, orada Mısırlı ögrencisi Muhammed Abduh ile birlikte “el-Urvetü’l-Vüskâ” adlı bir gazete çıkarmıştır. Bilahare İstanbul’a davet edilmiş, burada yaptığı bir konuşmadan dolayı devrin âlimleri tarafından tenkid edilmiş ve İstanbul’dan kovulmuştur. Efganî, masonluğa intisab etmiştir. Hatta İngiliz belgelerine göre bir ilâha inanmayı şart koşan İskoç Mason Locası’na üye iken, buradan Allahsızlık ithamıyla kovulmuş, o da Allahsızlığın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na reis olmuştur.( Alaaddin Yalçınkaya, Cemaleddin Efgani, İstanbul 1991, Osmanlı Yayınları, s. 131–132; Muhammed Reşad, Cemaleddin Efgani Hakkında Makaleler, İstanbul 1416/1996, s.21) Taraftarlarınca Efgani’nin masonluğu, davası uğruna yaptığı -ne davasıysa- bir iş olarak yorumlanmışsa da konunun ehlince yapılan tenkidlerle bunun bir safsata olduğu anlaşılmıştır.
II.Abdulhamid Han’ın Efgani’yle ilgili söylediği şu sözlere bakarsak Efgani’nin nasıl birisi olduğu daha iyi anlaşılacaktır: “…Hilafet’in elimde olması sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngilizle Cemaleddin Efgani adlı bir maskaranın elbirliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plân elime geçti… Cemaleddin-i Efgani’yi yakından tanırdım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Buna muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca İngilizler’in adamı ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal reddettim. Bu sefer Blund’la işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a çağırttım… Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.”( Abdulhamid Han, Sultan Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul 1986 (8. Baskı), Pınar Yay., s. 73
13-) Muhammed Abduh Mısır’da doğmuş, Ezher’de yetişmiş ve İskenderiye’de ölmüştür. Efgânî’nin öğrencisidir. O da üstadı gibi mason olmuş, maddî mucizeleri inkar etmiş, sahih hadislere uydurma damgası vurmuş, Kadir gecesi gibi mübarek gecelerin hiçbir kıymeti olmadığını iddia etmiştir. Bütün bu iddiaları tek tek ele alınmış ve yanlışlığı ortaya konulmuştur. Abduh gibilerinin kimler tarafından destek gördüğüne dair zamanınında İngiltere’nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer’in söylediği şu söz ibretliktir: “Kuşkusuz İslâmî reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit vaadediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine lâyıktırlar.” ( M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslâm Dünyasına Girişi, Trc. S. Özel, İstanbul 1986, İnsan Yayınları, s. 91–92 (Cromer’in 1905 yıllığının 7. maddesinden naklen).
Büyük âlim merhum Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Abduh’la ilgili şunları söylemiştir: “… Şeyh Muhammed Abduh’a isnad olunan ıslahata gelince hülasası şudur: Şeyh din sahasındaki sarsılmaz vukufundan Ezher’i sarsıp ayırmış, mensubînini(mensuplarını) bu suretle lâdînîliğe(dinsizliğe) doğru geniş hatvelerle yürütmüştür. Fakat dinsizleri, dindarlığa doğru bir hatve bile attıramamıştır. Üstadı Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezher’e idhâl(sokan) eden odur.”( Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfu’l-Akl ve’l-İlm ve’l-Alem, Beyrut 1314 (3.Baskı), c. I, s. 133; Tercüme: İbrahim Sabri Efendi (Yazma), c. I, s. 111’den naklen Muhammed Reşad, s. 28.)
Muhammed ABDUH’un fikir ve görüşleri için bak: Ebubekir SİFİL, Muhammed ABDUH’un Bazı İtikadi Görüşleri adlı makale,www.ebubekirsifil.com/makaleler
14-) Aslen Bağdatlı olan Reşid Rıza, Trablus ve Şam’da okumuştur. Abduh’un talebesidir. O da üstadı gibi mucizeleri inkâr etmiş, hadislerle ve icmâ ile hükmü kesinleşmiş pek çok meseleyi reddetmiştir.( Reşid Rıza’nın bozuk görüş ve fikirlerinin isabetli bir tenkidi için bkz. Hasib es-Samarrai, Dinî Modernizmin Üç Şövalyesi, (Trc. Ali Nar-Sezai Özel), İstanbul 1419/1998, Bedir Yayınları, s. 149-264
15-) Bkz:Ebubekir SİFİL, Modern İslam Düşüncesinin Fikri Ve Toplumsal Tahribatı, www.ebubekirsifil.com/makaleler,
16-)Tarihsellik, sosyal bilimlerde farklı tanımsal çerçeveleri olan bir kavramdır. Son zamanlarda bütün sosyal bilimleri içeren ve hatta onların üstünde telâkki edilen anlamının ötesinde tarihsellik, mesajın belli bir mekânda ve belli bir zamanda, yani “belli bir tarihsel durum”da dile gelmesine vurgu yapar; bu da bütün zamanlar, birbirinden farklı beşerî ortamlar ve özellikle aktüel dünyamızda karşılaştığımız sorunların anlaşılması, teşhis edilmesi ve bir çözüme kavuşturulması açısından ifade ettiği anlamla ilgili olarak kullanılmaktadır. Fazlurrahman’dan başlayıp Muhammed Arkoun, Hasan Hanefi, Roger Garaudy ve Nasr Ebû Zeyd, Muhammed Âbid el–Cabiri ve başkalarının pek de itibar ettiği bu “yeni okuma biçimi” –daha çok ilâhiyatçılardan müteşekkil dar bir çevrede konuşuluyor olsa bile– henüz yeterince tanımlanmış, çerçevesi çizilmiş ve usûl olarak Kur’ân’a uygulandığında ne türden sonuçlar vereceği test edilmiş değildir.
Genel anlamda kullanıldığında tarihsellik, tarihsel olanın “tarihsel bir durum”u ifade etmesi, anlamın bu durumla sınırlı olması ve bugün için geçerliliğini kaybetmesi demektir. En kestirme ifadesiyle, bir şeyin tarih içinde ortaya çıkmış olması, tarih bağımlı tabiatı dolayısıyla tarih–üstü ve tarih–dışı olmaması demektir. Bu kısa tanımsal çerçeve içinden “Kur’ân’ın tarihselliği”nden söz ettiğimizde, anlamamız gereken, Kur’ân’ın belli bir tarihe ve belli bir tarihsel duruma âit olarak ortaya çıktığı ve hiçbir zaman tarih üstü ve tarih dışı bir anlam bütününe sahip olmadığı hususudur.
17-) Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, s. 40; aynı yazar, “Hazret–i Muhammed” İslam Tarihi, Kültür ve Medeniyeti, Ed., P. M. Hol, A. K. S. Lombton, B. Lewis, çev., Kurul, İst.–1988, Hikmet yay., I/51 vd. (Çeviren ve yayınlayanların bu iftiraya karşı bir not düşme zahmetine katlanmamış olmaları gerçekten esef vericidir.)
Fazlurrahman’ın bu ve benzeri görüşlerinin tenkidi için bak:Ebubekir SİFİL,Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi-2, Kayıhan Yay.,İst-1999
18-) Hıristiyanlıktaki vahiy anlayışı için bkz., Dr. Muhsin Demirci, Vahiy Gerçeği, İst.–1996, MÜİFV yay., s. 129–131, Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, 2. Bası, s. 164. Hıristiyanlıktaki peygamberlik anlayışı için bkz., Kuzgun, Dört İncil,s. 139–147.
19-)İ. Goldziher, Muhammedanische Studien, c.1, s.10-11, Daha geniş bilgi için bak:TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996,
İ. Goldziher’in fikirlerine yapılan ilmî tenkidler için bak: Mustafa SIBAİ, İslam Hukukunda Sünnet (Çeviri: Kamil Tunç) Birim Yayınları, İstanbul-1996
20-) H. R. GİBB , Muhammedanism, s.27-38’den nakiller için bak: Muhammed El-Behiy, İslami Düşüncede Oryantalist Etki, Çev:İbrahim Sarmış, s.34-40, Ekin Yay.,İst-1996
21-) Taha Hüseyin, Eş-Şi’rul –Cahili, s.23-30’dan naklen Muhammed El-Behiy, a.g.e., s.41-50
Taha Hüseyin o derece batı hayranı bir kişidir ki, bir eserinde şunları diyebilmektedir:”Uygarlıkta Batı ile ortak olmamız için; Batı ile bir olmamız, iyiliği ve kötülüğü ile Avrupalıların yolundan gitmemiz gerekir.”(Mustakbelus-Sakafe 1-11)
22-) Fazlur Rahman, İslâm, (Trc. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın), İstanbul 1981, sh. 47-48’den naklen Hamdi Döndüren, “Zamanın ve Şartların Değişmesiyle İslâmî Hükümler Değişir mi?”, İslâmî Edebiyat, Nisan-Mayıs-Haziran 2001, sayı. 33, s. 72-73
Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, (çev. Salih Akdemir), Ankara, 1995, s.22 ve devamı
Fazlurrahman hakkında günümüz ilim adamlarından Ziyaüddin Serdar şöyle demektedir: “Fazlu’r–Rahman’ın “İslam’ı” İslam’ı oryantalistlerin tarzında yeniden kurmaya yönelik modernist bir teşebbüstür. Böylece onun, sünnet kritiği Joseph Schact’a dayandı, İslam tarihi analizi H. A. R. Gibb’inkinin esasına dayalı olarak hazırlandı ve seçtiği konuya olan tüm yaklaşımları ise, öğretmeni ve ruhsal öğütçüsü W. C. Smith’in düşünceleri ile köklendi.”( Ziyaüddin Serdar, İslam Medeniyetinin Geleceği, İst. 1996, s. 290 vd., dipnot 5.)
Günümüzde modernistlerce eller üstüne tutulan, üzerine eserler ve tezler yazılan Fazlurrahman’ın fikirlerinin tenkidî için bak:Ebubekir SİFİL,Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi-2-3 Kayıhan Yayınları, İstanbul,Ayrıca Recep Yıldız’ın Ömrünü Yanlışa adayan Adam:Fazlurrahman adlı makalesi, İnkişaf Dergisiwww.inkisaf.net
23-) Prof. Dr. Abdulkerim ZEYDAN , Fıkıh Usûlü, Çev: Doç. Dr. Rûhi ÖZCAN, s: 140, İstanbul 1993, M.Ü. İlahiyat Fak. yay.
24-) Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, Hadis Usûlü, s: 11, Ankara, 1997, T.D.V. yay.
25-) İ.Goldziher, Muhammedanische Studien, c.2, s. 5, Ayrıca bak: TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996, Mehmet Emin Özafşar, Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, s.26, Araştırma Yay., Ankara-1999
26-) İ.Goldziher, Vorlesungen, s.37-42’den TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996
Ne acıdır ki,İslam’a karşı önyargılı davranan İ.Goldziher bile bu söylediklerini belli bir sistematikte söylerken ve yazarken, kendilerini “Kur’an eksenli Müslüman,Kur’ânî Müslüman, tevhidî Müslüman” olarak lanse eden bazı kişiler bütün hadislerin uydurma olduğunu,başta Ehl-i Sünnet olmak üzere bütün ekollerin hadis uydurmakta yarıştıklarını hiçbir delile dayanmadan iddia edebilmektedirler.Müctehid imamların, hadis bilginlerinin binbir zahmetle yaptıkları çalışmaları bir çırpıda yok sayan, onları küçümseyenlerin yanlış ve batıl yolda olduğunu söylemek ilim borcumuzdur.
27-) J.Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence, s.3, Oxford, 1950 Yine J.Schacht, Introduction-İslam Hukukuna Giriş, çev:M.Dağ-A.Şener, s.45, A.Ü.İ.F.Y
J.Schacht’ın eserlerine yapılmş kapsamlı tenkidler için bak: M.Azamî, İslam Fıkhı ve Sünnet, Oryantalist J.Schacht’a Eleştiri, çev:Mustafa Ertürk, İstanbul-1996
28-) Bu ekolün asıl adı Gulâm Nebi el-Maruf b. Abdullah Cekralevî liderliğinde önce “Ehli’z-Zikru ve’l-Kur’ân” diye tanındığı sonraları Muhibbu’l-Hak Azim Abadi ve Seyyid Ahmed Khan’in destekleriyle güçlenip “el-Kur’âniyyûn” hareketi olarak şöhret kazandığı anlaşılmıştır. Seyyid Ahmed Khan, Gulam Ahmed Pervez bu hareketin öncülüğünü yapmışlardır. Bu ekole göre:Kur’ân-ı Kerim’de nasih ve mensuh ayet bulunmaz.Kabir hayatı, âlem-i berzah yoktur. Sünnet ile şekil kazanmış ibadetler bu ekole göre daha değişik yorumlanmış ve sadece Kur’ân’ın zahir naslarına dayalı ibadet anlayışı hakim olmuştur. Mesela sübûtu Kur’ân’a dayanmayan cenaze ve bayram namazlarını kılma zarureti yoktur. Ekol mensubu bazılarına göre farz olan namaz günde sadece iki rekattir. Ramazan orucu da senenin herhangi bir ayında olabilir. Bu ekolün kurucusu Abdullah Cekralevî’ye göre Kur’ân’da ezan ve muezzinle ilgili bir bilgi ve işaret olmadığı için bunların yapılması küfürdür.(Geniş bilgi için bak:Aziz Ahmed, Hindistan ve Pakistan’da Modernizm veİslam, s.41-72, İstanbul-1990, Yöneliş Yay.,ayrıca Abdülhamit Birışık, Hint Düşünce ve Tefsir Ekolleri, İst-2001
29-) Dr.Cüneyt EREN, Tefsirde Anti Sünnet Hareketler, Yeni Ümit dergisi, 48. sayı, Mayıs-2000, Ayrıca bak: Ebubekir SİFİL , Muhammed ABDUH’un Bazı İtikadi Görüşleri adlı makale, www.ebubekirsifil.com/makaleler
İsa (a.s)’nın ahir zamanda nüzûlü, Deccal ve Cessâse, Resûlullah’a (sallallahü aleyhi vessellem) büyü yapılması, mi’raç vb. konulardaki hadislere “Kur’an İslamı, Tevhidi İslam vb.” slagonik terimlerle ortaya çıkıp hurafe,israiliyat diyen Ehl-i Bidat kişi ve fırkalara verilen ilmî ve tutarlı cevaplar ve tenkidler için sizlere şu eserlere bakmanızı tavsiye ederim: a) Abdullah Feyzi Kocaer’in hazırladığı Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih’ isimli çalışma, Hüner Yayınevi, Konya b)Merhum Said Havva’nın el-bina serisinden El-Esâs fi’s-Sünne (İslâm Akâidi), Aksa Dağıtım, İstanbul c) Ebubekir Sifil , İslam ve Modern Çağ 1-3 , Kayıhan Yay., İstanbul d) Yusuf Kerimoğlu , Fıkhî Meseleler 1-2 , Ölçü Yayınları e) Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet Akaidi f)Muhmmed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafaası 1-2, Rehber Yay.
30-) Mahmud Ebu Reyye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, çev:Muharrem Tan,Yöneliş Yay., İst-1988. Baştan sona tezviratlarla dolu bu kitaba yazılmış tenkit kitapları vardır.Ayrıntılı bilgi için bak:Prof.Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafaası-1, s.21-22, Rehber Yay., Ankara-1990
31-)Fazlurrahman,Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s.47-90, çev:Salih Akdemir, Ankara Okulu Yay., Ank-2001
32-) Fazlurrahman ,Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, 84-6.
33-) Fazlurrahman, Allah’ın Elçisi ve Mesajı, 43; Ana Konularıyla Kur’an, 186-9; İslam ve Çağdaşlık, 90.
34-)bak. www.ebubekirsifil.com/ makaleler
35-) Muhammed Accac el-Hatip, Ebu Hureyre Raviyetu’l-İslam, s.149-150, Kahire, 1982, Ayrıca bak: TDV İslam Ansiklopedisi,”Ebu Hureyre” maddesi, c.10, s.165-166, İst-1994
36) L. Caetani, İslam Tarihi (terc. Hüseyin Cahit) c.1 s.120-134, İst-1924
37) Ahmed Faruk İmam-ı Rabbani, Mektubat, Fazilet Neşriyat, İstanbul, ty, II, 76
Şia fırkasının Hz.Ebu Hureyre düşmanlığını şu şekilde açıklayabiliriz: Hz. Ali’nin (r.a.) karşısında yer alanları tenkit ve tekfir eden Şia, fitne yıllarında uzleti tercih edip ilimle iştigal eden Ebu Hureyre(r.a.)’ yi de sıkı bir şekilde eleştirmiştir. O’nu, Emevi ve Muaviye yanlısı olmakla itham etmiştir. Şia’nın Ebu Hureyre(r.a.)’yi reddetmesinin arka planında, en çok hadis rivayet eden sahabi olmasına rağmen, Hz. Ali’nin (r.a.) imametine dair tek bir rivayetinin olmaması vardır. O’nu, adil kabul etmeleri durumunda kendileriyle çelişki içinde olacaklarını düşünmüşlerdir; “Madem Ebu Hureyre (r.a.) tek başına bir hadis mecmuasıdır, o takdirde niçin imanın esaslarından biri kabul ettiğiniz imametin Ali(r.a.)’ye tahsisi noktasında hiç rivayeti yoktur” nev’inden yöneltilecek muhtemel itirazın önünü kapatmaya çalışmışlardır. Bu yüzden onlara güya Hz. Ali şöyle demiştir: “Yaşayanlar arasında Allah Resulu’na en fazla yalan isnad eden Ebu Hureyre’dir.(!)”(İbni Ebul Hadid, Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt, sayfa 360). Yine Hz. Ali O’nun “Sevgili dostum bana haber verdi ki” diye Peygamber’den bahsettiğini duyunca: “Peygamber ne zaman senin sevgili dostun oldu?” demiştir.
Abdulhüseyin Şerefeddin el-Musavî’nin Ebu Hureyre(r.a.)’yi karalamak için yazdığı Ebu Hureyre adlı kitap ilim adına bir talihsizliktir. Ayetullah Humeyni’nin, Ebu Hureyre’nin Muaviye gibi zalimlerin teşkilatına girdiğini, onların yararına hadisler uydurmak suretiyle İslama büyük zarar verdiğini ileri sürmesini anlamak güçtür.(Humeyni, İslam Fıkhında Devlet, terc. Hüseyin Hatemi, s.179-180, İstanbul, Düşünce Yay.)
38-) Bkz. Muhammed Ebu Reyye, Şeyhu’l-Madire Ebu Hureyre, Daru’l-Maarif, Kahire, ty.
Ebu Hureyre(r.a.)’nin madire isimli çorbayı çok sevdiği, yemeği Hz. Muaviye’nin sofrasında yiyip, namazı Hz. Ali’nin arkasında kıldığı, bunun sebebini soranlara Hz. Muaviye’nin madiresinin daha yağlı, Hz. Ali’nin arkasında namaz kılmanın ise daha faziletli olduğunu söylediği iftirası üzerine yazılmış bu kitab müsveddesine ilmi cevaplar verilmiştir. Bak: Zekeriyya Yusuf Ali, Difa’ ani’l-hadisinnebevi, s.114–116, Kahire-1972
39-) Mustafa Sibaî, Es-Sünnet-ü ve Mekanetuha fi’t-Teşrii’l-İslami, el-Mektebu’l-İslami, Beyrut, 1985, s. 238.
40-) Bu hususta yazılan eserlerin bibliyografisi için bak: TDV İslam Ansiklopedisi,”Ebu Hureyre” maddesi, c.10, s.167, İst–1994, Ayrıca bak: İhsan ŞENOCAK, Tek Başına Bir Hadis Mecmuası, İnkişaf Dergisi
41-) Hayatı için bak: TDV İslam Ansiklopedisi, Ka’b el-Ahbar maddesi, c.24, s.1-3, İstanbul-2001
42-) M. Reşit Rıza, Tefsîru’l-Menar, c.8, s.449
43-) TDV İslam Ansiklopedisi, Ka’b el-Ahbar maddesi, c.24, s.2
44-) Bak: İbrahim Karagül, Neo-oryantalizm ve Amerikan İslamı: 500 din adamı ABD’de ne yapacak? Yeni Şafak gazetesi, 22 Mart 2005
(2) Rahip Louis Massignon tarafından söylenmiştir. İlkadım Dergisi Mayıs 2004
(3) Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Yayınlayan: Milletlerarası İslam Gençlik Konseyi, s.135, Risale Yayınları, İstanbul–1990
(4) Edward Said, Oryantalizm, çev:Selahaddin Ayaz,s.15-16, Pınar Yay., ist-1991
(5) Maxime Rodinson, Oryantalizmin Doğuşu, çeviri: Ahmet Turan Yüksel, Marife Dergisi, Kış–2002
(6) Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, s.137
(7) Ali Rıza Bayzan, Oryantalizm ve Dinde Reform Meselesi–1 Kaynak:www.bayzan.net
8-) Günümüz Din Ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Hazırlayan: Milletlerarası İslam Gençlik Konseyi, Çeviri: Kemal HOCA, s.137–138, Risale Yayınları, İst-1990
9-) Osman CİLACI, Hristiyanlık Propagandası Ve Misyonerlik Faaliyetleri, s.23, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara–1992
10-)Ebubekir SİFİL, İslâm ve Modern Çağ, s.143,Kayıhan Yay.,İst-2004
11-)Hayatı hak. Bak: Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.14, s.102–111, İst–1996
12-) Cemaleddin Efganî, İran’ın Esedâbâd şehrinde doğdu. Necef medreselerinde tahsil gördü. Pek çok dil bilirdi. Son derece hareketli bir yapısı vardı. Daha sonra siyasî işlere bulaşmış, Mısır hükümeti kendisini sürgün etmiş, o da Paris’e giderek, orada Mısırlı ögrencisi Muhammed Abduh ile birlikte “el-Urvetü’l-Vüskâ” adlı bir gazete çıkarmıştır. Bilahare İstanbul’a davet edilmiş, burada yaptığı bir konuşmadan dolayı devrin âlimleri tarafından tenkid edilmiş ve İstanbul’dan kovulmuştur. Efganî, masonluğa intisab etmiştir. Hatta İngiliz belgelerine göre bir ilâha inanmayı şart koşan İskoç Mason Locası’na üye iken, buradan Allahsızlık ithamıyla kovulmuş, o da Allahsızlığın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na reis olmuştur.( Alaaddin Yalçınkaya, Cemaleddin Efgani, İstanbul 1991, Osmanlı Yayınları, s. 131–132; Muhammed Reşad, Cemaleddin Efgani Hakkında Makaleler, İstanbul 1416/1996, s.21) Taraftarlarınca Efgani’nin masonluğu, davası uğruna yaptığı -ne davasıysa- bir iş olarak yorumlanmışsa da konunun ehlince yapılan tenkidlerle bunun bir safsata olduğu anlaşılmıştır.
II.Abdulhamid Han’ın Efgani’yle ilgili söylediği şu sözlere bakarsak Efgani’nin nasıl birisi olduğu daha iyi anlaşılacaktır: “…Hilafet’in elimde olması sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngilizle Cemaleddin Efgani adlı bir maskaranın elbirliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plân elime geçti… Cemaleddin-i Efgani’yi yakından tanırdım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Buna muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca İngilizler’in adamı ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal reddettim. Bu sefer Blund’la işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a çağırttım… Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.”( Abdulhamid Han, Sultan Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul 1986 (8. Baskı), Pınar Yay., s. 73
13-) Muhammed Abduh Mısır’da doğmuş, Ezher’de yetişmiş ve İskenderiye’de ölmüştür. Efgânî’nin öğrencisidir. O da üstadı gibi mason olmuş, maddî mucizeleri inkar etmiş, sahih hadislere uydurma damgası vurmuş, Kadir gecesi gibi mübarek gecelerin hiçbir kıymeti olmadığını iddia etmiştir. Bütün bu iddiaları tek tek ele alınmış ve yanlışlığı ortaya konulmuştur. Abduh gibilerinin kimler tarafından destek gördüğüne dair zamanınında İngiltere’nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer’in söylediği şu söz ibretliktir: “Kuşkusuz İslâmî reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit vaadediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine lâyıktırlar.” ( M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslâm Dünyasına Girişi, Trc. S. Özel, İstanbul 1986, İnsan Yayınları, s. 91–92 (Cromer’in 1905 yıllığının 7. maddesinden naklen).
Büyük âlim merhum Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Abduh’la ilgili şunları söylemiştir: “… Şeyh Muhammed Abduh’a isnad olunan ıslahata gelince hülasası şudur: Şeyh din sahasındaki sarsılmaz vukufundan Ezher’i sarsıp ayırmış, mensubînini(mensuplarını) bu suretle lâdînîliğe(dinsizliğe) doğru geniş hatvelerle yürütmüştür. Fakat dinsizleri, dindarlığa doğru bir hatve bile attıramamıştır. Üstadı Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezher’e idhâl(sokan) eden odur.”( Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfu’l-Akl ve’l-İlm ve’l-Alem, Beyrut 1314 (3.Baskı), c. I, s. 133; Tercüme: İbrahim Sabri Efendi (Yazma), c. I, s. 111’den naklen Muhammed Reşad, s. 28.)
Muhammed ABDUH’un fikir ve görüşleri için bak: Ebubekir SİFİL, Muhammed ABDUH’un Bazı İtikadi Görüşleri adlı makale,www.ebubekirsifil.com/makaleler
14-) Aslen Bağdatlı olan Reşid Rıza, Trablus ve Şam’da okumuştur. Abduh’un talebesidir. O da üstadı gibi mucizeleri inkâr etmiş, hadislerle ve icmâ ile hükmü kesinleşmiş pek çok meseleyi reddetmiştir.( Reşid Rıza’nın bozuk görüş ve fikirlerinin isabetli bir tenkidi için bkz. Hasib es-Samarrai, Dinî Modernizmin Üç Şövalyesi, (Trc. Ali Nar-Sezai Özel), İstanbul 1419/1998, Bedir Yayınları, s. 149-264
15-) Bkz:Ebubekir SİFİL, Modern İslam Düşüncesinin Fikri Ve Toplumsal Tahribatı, www.ebubekirsifil.com/makaleler,
16-)Tarihsellik, sosyal bilimlerde farklı tanımsal çerçeveleri olan bir kavramdır. Son zamanlarda bütün sosyal bilimleri içeren ve hatta onların üstünde telâkki edilen anlamının ötesinde tarihsellik, mesajın belli bir mekânda ve belli bir zamanda, yani “belli bir tarihsel durum”da dile gelmesine vurgu yapar; bu da bütün zamanlar, birbirinden farklı beşerî ortamlar ve özellikle aktüel dünyamızda karşılaştığımız sorunların anlaşılması, teşhis edilmesi ve bir çözüme kavuşturulması açısından ifade ettiği anlamla ilgili olarak kullanılmaktadır. Fazlurrahman’dan başlayıp Muhammed Arkoun, Hasan Hanefi, Roger Garaudy ve Nasr Ebû Zeyd, Muhammed Âbid el–Cabiri ve başkalarının pek de itibar ettiği bu “yeni okuma biçimi” –daha çok ilâhiyatçılardan müteşekkil dar bir çevrede konuşuluyor olsa bile– henüz yeterince tanımlanmış, çerçevesi çizilmiş ve usûl olarak Kur’ân’a uygulandığında ne türden sonuçlar vereceği test edilmiş değildir.
Genel anlamda kullanıldığında tarihsellik, tarihsel olanın “tarihsel bir durum”u ifade etmesi, anlamın bu durumla sınırlı olması ve bugün için geçerliliğini kaybetmesi demektir. En kestirme ifadesiyle, bir şeyin tarih içinde ortaya çıkmış olması, tarih bağımlı tabiatı dolayısıyla tarih–üstü ve tarih–dışı olmaması demektir. Bu kısa tanımsal çerçeve içinden “Kur’ân’ın tarihselliği”nden söz ettiğimizde, anlamamız gereken, Kur’ân’ın belli bir tarihe ve belli bir tarihsel duruma âit olarak ortaya çıktığı ve hiçbir zaman tarih üstü ve tarih dışı bir anlam bütününe sahip olmadığı hususudur.
17-) Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, s. 40; aynı yazar, “Hazret–i Muhammed” İslam Tarihi, Kültür ve Medeniyeti, Ed., P. M. Hol, A. K. S. Lombton, B. Lewis, çev., Kurul, İst.–1988, Hikmet yay., I/51 vd. (Çeviren ve yayınlayanların bu iftiraya karşı bir not düşme zahmetine katlanmamış olmaları gerçekten esef vericidir.)
Fazlurrahman’ın bu ve benzeri görüşlerinin tenkidi için bak:Ebubekir SİFİL,Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi-2, Kayıhan Yay.,İst-1999
18-) Hıristiyanlıktaki vahiy anlayışı için bkz., Dr. Muhsin Demirci, Vahiy Gerçeği, İst.–1996, MÜİFV yay., s. 129–131, Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, 2. Bası, s. 164. Hıristiyanlıktaki peygamberlik anlayışı için bkz., Kuzgun, Dört İncil,s. 139–147.
19-)İ. Goldziher, Muhammedanische Studien, c.1, s.10-11, Daha geniş bilgi için bak:TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996,
İ. Goldziher’in fikirlerine yapılan ilmî tenkidler için bak: Mustafa SIBAİ, İslam Hukukunda Sünnet (Çeviri: Kamil Tunç) Birim Yayınları, İstanbul-1996
20-) H. R. GİBB , Muhammedanism, s.27-38’den nakiller için bak: Muhammed El-Behiy, İslami Düşüncede Oryantalist Etki, Çev:İbrahim Sarmış, s.34-40, Ekin Yay.,İst-1996
21-) Taha Hüseyin, Eş-Şi’rul –Cahili, s.23-30’dan naklen Muhammed El-Behiy, a.g.e., s.41-50
Taha Hüseyin o derece batı hayranı bir kişidir ki, bir eserinde şunları diyebilmektedir:”Uygarlıkta Batı ile ortak olmamız için; Batı ile bir olmamız, iyiliği ve kötülüğü ile Avrupalıların yolundan gitmemiz gerekir.”(Mustakbelus-Sakafe 1-11)
22-) Fazlur Rahman, İslâm, (Trc. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın), İstanbul 1981, sh. 47-48’den naklen Hamdi Döndüren, “Zamanın ve Şartların Değişmesiyle İslâmî Hükümler Değişir mi?”, İslâmî Edebiyat, Nisan-Mayıs-Haziran 2001, sayı. 33, s. 72-73
Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, (çev. Salih Akdemir), Ankara, 1995, s.22 ve devamı
Fazlurrahman hakkında günümüz ilim adamlarından Ziyaüddin Serdar şöyle demektedir: “Fazlu’r–Rahman’ın “İslam’ı” İslam’ı oryantalistlerin tarzında yeniden kurmaya yönelik modernist bir teşebbüstür. Böylece onun, sünnet kritiği Joseph Schact’a dayandı, İslam tarihi analizi H. A. R. Gibb’inkinin esasına dayalı olarak hazırlandı ve seçtiği konuya olan tüm yaklaşımları ise, öğretmeni ve ruhsal öğütçüsü W. C. Smith’in düşünceleri ile köklendi.”( Ziyaüddin Serdar, İslam Medeniyetinin Geleceği, İst. 1996, s. 290 vd., dipnot 5.)
Günümüzde modernistlerce eller üstüne tutulan, üzerine eserler ve tezler yazılan Fazlurrahman’ın fikirlerinin tenkidî için bak:Ebubekir SİFİL,Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi-2-3 Kayıhan Yayınları, İstanbul,Ayrıca Recep Yıldız’ın Ömrünü Yanlışa adayan Adam:Fazlurrahman adlı makalesi, İnkişaf Dergisiwww.inkisaf.net
23-) Prof. Dr. Abdulkerim ZEYDAN , Fıkıh Usûlü, Çev: Doç. Dr. Rûhi ÖZCAN, s: 140, İstanbul 1993, M.Ü. İlahiyat Fak. yay.
24-) Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, Hadis Usûlü, s: 11, Ankara, 1997, T.D.V. yay.
25-) İ.Goldziher, Muhammedanische Studien, c.2, s. 5, Ayrıca bak: TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996, Mehmet Emin Özafşar, Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, s.26, Araştırma Yay., Ankara-1999
26-) İ.Goldziher, Vorlesungen, s.37-42’den TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996
Ne acıdır ki,İslam’a karşı önyargılı davranan İ.Goldziher bile bu söylediklerini belli bir sistematikte söylerken ve yazarken, kendilerini “Kur’an eksenli Müslüman,Kur’ânî Müslüman, tevhidî Müslüman” olarak lanse eden bazı kişiler bütün hadislerin uydurma olduğunu,başta Ehl-i Sünnet olmak üzere bütün ekollerin hadis uydurmakta yarıştıklarını hiçbir delile dayanmadan iddia edebilmektedirler.Müctehid imamların, hadis bilginlerinin binbir zahmetle yaptıkları çalışmaları bir çırpıda yok sayan, onları küçümseyenlerin yanlış ve batıl yolda olduğunu söylemek ilim borcumuzdur.
27-) J.Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence, s.3, Oxford, 1950 Yine J.Schacht, Introduction-İslam Hukukuna Giriş, çev:M.Dağ-A.Şener, s.45, A.Ü.İ.F.Y
J.Schacht’ın eserlerine yapılmş kapsamlı tenkidler için bak: M.Azamî, İslam Fıkhı ve Sünnet, Oryantalist J.Schacht’a Eleştiri, çev:Mustafa Ertürk, İstanbul-1996
28-) Bu ekolün asıl adı Gulâm Nebi el-Maruf b. Abdullah Cekralevî liderliğinde önce “Ehli’z-Zikru ve’l-Kur’ân” diye tanındığı sonraları Muhibbu’l-Hak Azim Abadi ve Seyyid Ahmed Khan’in destekleriyle güçlenip “el-Kur’âniyyûn” hareketi olarak şöhret kazandığı anlaşılmıştır. Seyyid Ahmed Khan, Gulam Ahmed Pervez bu hareketin öncülüğünü yapmışlardır. Bu ekole göre:Kur’ân-ı Kerim’de nasih ve mensuh ayet bulunmaz.Kabir hayatı, âlem-i berzah yoktur. Sünnet ile şekil kazanmış ibadetler bu ekole göre daha değişik yorumlanmış ve sadece Kur’ân’ın zahir naslarına dayalı ibadet anlayışı hakim olmuştur. Mesela sübûtu Kur’ân’a dayanmayan cenaze ve bayram namazlarını kılma zarureti yoktur. Ekol mensubu bazılarına göre farz olan namaz günde sadece iki rekattir. Ramazan orucu da senenin herhangi bir ayında olabilir. Bu ekolün kurucusu Abdullah Cekralevî’ye göre Kur’ân’da ezan ve muezzinle ilgili bir bilgi ve işaret olmadığı için bunların yapılması küfürdür.(Geniş bilgi için bak:Aziz Ahmed, Hindistan ve Pakistan’da Modernizm veİslam, s.41-72, İstanbul-1990, Yöneliş Yay.,ayrıca Abdülhamit Birışık, Hint Düşünce ve Tefsir Ekolleri, İst-2001
29-) Dr.Cüneyt EREN, Tefsirde Anti Sünnet Hareketler, Yeni Ümit dergisi, 48. sayı, Mayıs-2000, Ayrıca bak: Ebubekir SİFİL , Muhammed ABDUH’un Bazı İtikadi Görüşleri adlı makale, www.ebubekirsifil.com/makaleler
İsa (a.s)’nın ahir zamanda nüzûlü, Deccal ve Cessâse, Resûlullah’a (sallallahü aleyhi vessellem) büyü yapılması, mi’raç vb. konulardaki hadislere “Kur’an İslamı, Tevhidi İslam vb.” slagonik terimlerle ortaya çıkıp hurafe,israiliyat diyen Ehl-i Bidat kişi ve fırkalara verilen ilmî ve tutarlı cevaplar ve tenkidler için sizlere şu eserlere bakmanızı tavsiye ederim: a) Abdullah Feyzi Kocaer’in hazırladığı Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih’ isimli çalışma, Hüner Yayınevi, Konya b)Merhum Said Havva’nın el-bina serisinden El-Esâs fi’s-Sünne (İslâm Akâidi), Aksa Dağıtım, İstanbul c) Ebubekir Sifil , İslam ve Modern Çağ 1-3 , Kayıhan Yay., İstanbul d) Yusuf Kerimoğlu , Fıkhî Meseleler 1-2 , Ölçü Yayınları e) Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet Akaidi f)Muhmmed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafaası 1-2, Rehber Yay.
30-) Mahmud Ebu Reyye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, çev:Muharrem Tan,Yöneliş Yay., İst-1988. Baştan sona tezviratlarla dolu bu kitaba yazılmış tenkit kitapları vardır.Ayrıntılı bilgi için bak:Prof.Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafaası-1, s.21-22, Rehber Yay., Ankara-1990
31-)Fazlurrahman,Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s.47-90, çev:Salih Akdemir, Ankara Okulu Yay., Ank-2001
32-) Fazlurrahman ,Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, 84-6.
33-) Fazlurrahman, Allah’ın Elçisi ve Mesajı, 43; Ana Konularıyla Kur’an, 186-9; İslam ve Çağdaşlık, 90.
34-)bak. www.ebubekirsifil.com/ makaleler
35-) Muhammed Accac el-Hatip, Ebu Hureyre Raviyetu’l-İslam, s.149-150, Kahire, 1982, Ayrıca bak: TDV İslam Ansiklopedisi,”Ebu Hureyre” maddesi, c.10, s.165-166, İst-1994
36) L. Caetani, İslam Tarihi (terc. Hüseyin Cahit) c.1 s.120-134, İst-1924
37) Ahmed Faruk İmam-ı Rabbani, Mektubat, Fazilet Neşriyat, İstanbul, ty, II, 76
Şia fırkasının Hz.Ebu Hureyre düşmanlığını şu şekilde açıklayabiliriz: Hz. Ali’nin (r.a.) karşısında yer alanları tenkit ve tekfir eden Şia, fitne yıllarında uzleti tercih edip ilimle iştigal eden Ebu Hureyre(r.a.)’ yi de sıkı bir şekilde eleştirmiştir. O’nu, Emevi ve Muaviye yanlısı olmakla itham etmiştir. Şia’nın Ebu Hureyre(r.a.)’yi reddetmesinin arka planında, en çok hadis rivayet eden sahabi olmasına rağmen, Hz. Ali’nin (r.a.) imametine dair tek bir rivayetinin olmaması vardır. O’nu, adil kabul etmeleri durumunda kendileriyle çelişki içinde olacaklarını düşünmüşlerdir; “Madem Ebu Hureyre (r.a.) tek başına bir hadis mecmuasıdır, o takdirde niçin imanın esaslarından biri kabul ettiğiniz imametin Ali(r.a.)’ye tahsisi noktasında hiç rivayeti yoktur” nev’inden yöneltilecek muhtemel itirazın önünü kapatmaya çalışmışlardır. Bu yüzden onlara güya Hz. Ali şöyle demiştir: “Yaşayanlar arasında Allah Resulu’na en fazla yalan isnad eden Ebu Hureyre’dir.(!)”(İbni Ebul Hadid, Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt, sayfa 360). Yine Hz. Ali O’nun “Sevgili dostum bana haber verdi ki” diye Peygamber’den bahsettiğini duyunca: “Peygamber ne zaman senin sevgili dostun oldu?” demiştir.
Abdulhüseyin Şerefeddin el-Musavî’nin Ebu Hureyre(r.a.)’yi karalamak için yazdığı Ebu Hureyre adlı kitap ilim adına bir talihsizliktir. Ayetullah Humeyni’nin, Ebu Hureyre’nin Muaviye gibi zalimlerin teşkilatına girdiğini, onların yararına hadisler uydurmak suretiyle İslama büyük zarar verdiğini ileri sürmesini anlamak güçtür.(Humeyni, İslam Fıkhında Devlet, terc. Hüseyin Hatemi, s.179-180, İstanbul, Düşünce Yay.)
38-) Bkz. Muhammed Ebu Reyye, Şeyhu’l-Madire Ebu Hureyre, Daru’l-Maarif, Kahire, ty.
Ebu Hureyre(r.a.)’nin madire isimli çorbayı çok sevdiği, yemeği Hz. Muaviye’nin sofrasında yiyip, namazı Hz. Ali’nin arkasında kıldığı, bunun sebebini soranlara Hz. Muaviye’nin madiresinin daha yağlı, Hz. Ali’nin arkasında namaz kılmanın ise daha faziletli olduğunu söylediği iftirası üzerine yazılmış bu kitab müsveddesine ilmi cevaplar verilmiştir. Bak: Zekeriyya Yusuf Ali, Difa’ ani’l-hadisinnebevi, s.114–116, Kahire-1972
39-) Mustafa Sibaî, Es-Sünnet-ü ve Mekanetuha fi’t-Teşrii’l-İslami, el-Mektebu’l-İslami, Beyrut, 1985, s. 238.
40-) Bu hususta yazılan eserlerin bibliyografisi için bak: TDV İslam Ansiklopedisi,”Ebu Hureyre” maddesi, c.10, s.167, İst–1994, Ayrıca bak: İhsan ŞENOCAK, Tek Başına Bir Hadis Mecmuası, İnkişaf Dergisi
41-) Hayatı için bak: TDV İslam Ansiklopedisi, Ka’b el-Ahbar maddesi, c.24, s.1-3, İstanbul-2001
42-) M. Reşit Rıza, Tefsîru’l-Menar, c.8, s.449
43-) TDV İslam Ansiklopedisi, Ka’b el-Ahbar maddesi, c.24, s.2
44-) Bak: İbrahim Karagül, Neo-oryantalizm ve Amerikan İslamı: 500 din adamı ABD’de ne yapacak? Yeni Şafak gazetesi, 22 Mart 2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder