Hz. Musa İsrailoğulları'na elçi olarak gönderilen ve onları putperest dinlerini terk ederek gerçek din ahlakını yaşamaya davet eden kutlu bir peygamberdir. Allah Mısırlılar tarafından esaret altında tutulan İsrailoğulları'nı Firavun yönetiminden kurtarmak üzere peygamber olarak gönderdiği Hz. Musa'yı, tebliği boyunca kardeşi Hz. Harun'la ve birçok mucizeyle desteklemiştir. Kuran'da detaylı olarak bildirilen bu mucizelerden her biri, bunlara şahid olan kimseleri derinden etkilemiş, iman sahiplerinin ise imanlarının kuvvetlenmesine vesile olmuştur.
Hz. Musa İsrailoğulları'na elçi olarak gönderildiği dönemde, İsrailoğulları, Firavun yönetimindeki Mısır topraklarında yaşamaktaydı. Mısırlılar, ayetlerde bildirildiği üzere İsrailoğulları üzerinde kölelik yönetimi kurmuştu. Köleliğin sürmesi için İsrailoğulları'nı zorlamakta ve işkenceyle baskı altında tutmaktaydılar.
Böyle bir ortamda Allah baskıyı ve zulmü ortadan kaldıracak, insanlara mutlak hakimin Allah olduğunu hatırlatacak, hak din ahlakını anlatacak ve İsrailoğulları'nı esaretten kurtaracak bir elçi olarak Hz. Musa'yı göndermiştir. Allah, tebliğ yaptığı dönem boyunca Hz. Musa'ya yardımcı olarak da Hz. Harun'u seçmiş, aynı zamanda Hz. Musa'yı birçok mucize ile desteklemiştir.
Yüce Allah'ın lütfuyla Hz. Musa'nın gösterdiği mucizeler, Firavun ve kavmine gösterilen mucizeler ve Hz. Musa ile birlikte Mısır'dan çıkan İsrailoğullarına gösterilen mucizeler olarak iki bölümde ele alınabilir. Yazı boyunca inceleyeceklerimiz, Firavun ve kavmine gösterilen "dokuz mucize'dir. Kuran-ı Kerim'de şöyle bildirilmektedir:
"Andolsun, Biz Musa'ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullar'ına sor" (İsra Suresi, 101)
"Ve elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıkıversin, (bu,) Firavun ve kavmine olan dokuz ayet (mucize) içinde(n biri)dir. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdir." (Neml Suresi. 12)
Hz. Musa'nın Asasının Ejderha Olması
Rabbimiz'in Hz. Musa'ya lütfettiği mucizelerden biri, asasının ejderhaya dönüşmesidir. Bu mucizevi olay Kuran'daki ayetlerde haber verildiğine göre şu şekilde gerçekleşmiştir:
Hz. Musa, Allah'ın emri üzerine tebliğ yapmak amacıyla Firavun'a gitmiş ve onu iman etmeye çağırmıştır. Ancak Firavun azgınlık göstererek karşı çıkmış ve Hz Musa'ya çeşitli iftiralarda bulunmuş, aynı zamanda bu iftiralarla, Hz. Musa'nın çevresindekiler üzerindeki etkisini azaltmaya çalışmıştır. Hz. Musa'nın samimi ve etkili tebliği karşısında çaresiz kalan Firavun, Hz. Musa'yı inandıklarından vazgeçmeye zorlamış ve yapmadığı takdirde onu hapse atmakla tehdit etmiştir. Hz. Musa ise Firavun'un bu azgın ve zorba tavrına kararlılıkla karşılık vermiş ve tebliğine devam ederek ona Allah'ın kendisine verdiği ilk mucizeyi göstermiştir:
"(Musa) Dedi ki: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" (Firavun) Dedi ki: "Eğer doğru sözlü isen, onu getir." Bunun üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi" (Şuara Suresi, 30-33)
Elinin Bembeyaz Görünmesi
Hz. Musa'nın, Firavun ve çevresindekilere gösterdiği mucizelerden başka biri de elini koynuna sokarak bembeyaz çıkarmasıdır. Hz. Musa'nın bu mucizesi Kuran'da şu şekilde haber verilmektedir:
"Elini de çekip çıkardı, bir de (ne görsün) o, bakanlar için 'parlayıp aydınlanıvermiş'." (Şuara Suresi, 33)
DEVAMI :
Ne var ki Firavun ve çevresi Allah'ın Hz. Musa'ya verdiği mucizeler karşısında da inkarlarında direnmişler ve bu mübarek zatı çeşitli iftiralarla itham etmeye devam etmişlerdir. Bu iftiralarından biri de, Hz. Musa'nın gösterdiği mucizeleri, büyü olarak nitelendirmeleridir. Kendi akıllarınca Hz. Musa'nın tebliğini etkisiz hale getirmeye çalışmışlar, bunun bir büyü olduğunu iddia ederek Hz. Musa'nın amacının farklı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Şüphesiz tüm bu iftiralar, onların akılsızlıklarının bir delilidir. Kuran ayetlerinde, Firavun ve yanındakilerin öne sürdükleri bu iftira şu şekilde haber verilmektedir:
"(Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: "Bu" dedi, 'Doğrusu bilgin bir büyücüdür. Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?" (Şuara Suresi, 34-35)
Hz. Musa'nın Büyüleri Yutan Asası
Firavun zamanında Mısır'da, Firavun'un atalarından kalma putperest bir din hakimdi. Bu putperest dine göre, Firavun kendisini Mısır halkının yanı sıra yeryüzünün de hakimi olarak görüyor, sözde ilahlığını öne sürüyordu. (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu nedenle Firavun ve onun etrafındakiler, atalarının bu batıl inanışlarından kaynaklanan yaşam tarzına karşı, Hz. Musa'nın din ahlakını tebliğ ederek kavmini bilinçlendirmesini bir tehlike olarak görmüşlerdi.
Tebliğini etkisiz hale getirebilmek için de Hz. Musa'nın daha önce kendilerine gösterdiği mucizeleri halkın önünde tekrarlamasını istemişlerdi. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi Firavun, Hz. Musa'nın gösterdiği mucizelerin doğru olmadığını iddia ediyordu. Bu mucizelerin başka büyücüler tarafından ortadan kaldırabileceğini, aynı zamanda Hz. Musa'yı kavminin önünde yeneceğini ve böylelikle itibarının daha da artacağını düşünüyordu. Ancak Mısır halkının huzurunda belirlenen bir toplanma gününde halkın önünde yapılan büyüler karşısında, Hz. Musa da asasını atmış ve daha önce ejderha olan asası bu defa yapılan tüm büyülerini yutmuştur. Hz. Musa'nın bu mucizesi ayetlerde şöyle bildirilmiştir:
"Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. (Araf Suresi, 117-11
Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 119)
Ayetlerde haber verilen bu mucizevi olay, Rabbimiz'in müminler aleyhinde kurulan tuzakları nasıl yerle bir ettiğini gösteren örneklerden biridir. Firavun tüm kavmini toplayarak, Hz. Musa'yı kendi aklınca etkisiz kılabilmek için bir düzen kurmuştur. Ancak Allah, bu tuzağı, Hz. Musa'yı mucizelerle destekleyerek tersine çevirmiştir.
Hz. Musa'ya İnanmayan Kavmin Uğradığı Felaketler
Kuran'da bildirildiği üzere, Firavun ve çevresi, Hz. Musa'nın göstermiş olduğu bu iki mucizeye rağmen batıl inançlarını ve putperest dinlerini terk etmeyerek büyüklenmeye devam ettiler. Yüce Allah, Hz Musa aracılığı ile öğüt almayan bu kavme beş farklı felaket gönderdi.
Tufan
Çekirge
Buğday güvesi
Kurbağa
Kan
Bu mucizelerin birer imtihan olarak İsrailoğullarına gönderildiği, ayetlerde şöyle bildirilmiştir:
"Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular." (Araf Suresi, 132-133)
Onlar ise bu azaplara rağmen akılsızca inkara devam ettiler. Hatta bunların, inkarları dolayısıyla Allah'tan gelen bir bela olduğunu anladıklarında dahi inkarı sürdürdüler. Firavun ve yakın çevresinin bir başka kötü özelliği de, başlarına gelen belalar arttığında Hz. Musa'dan yardım istemeleri, ancak bu belalar üstlerinden gider gitmez inkarcı tavırlarına geri dönmeleriydi. Bu durum ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:
"Başlarına iğrenç bir azap çökünce, dediler ki: "Ey Musa, Rabbine sana verdiği ahid adına bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğulları'nı seninle göndereceğiz. " Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip giderdik, onlar yine andlarını bozdular." (Araf Suresi, 134-135)
Asasıyla Denizi İkiye Ayırması
Hz. Musa, bu mucizelerin ardından kendisine tabi olan İsrailoğulları ile birlikte Mısır'ı terk etti. (Şuara Suresi, 52)
Ancak Firavun ve askerleri peşlerinden geldiği halde denizin bulunduğu bölgeye kadar yolculuğa devam eden İsrailoğulları, onların görünecek bir mesafeye kadar yaklaşmaları üzerine gidecek yerleri kalmadığı düşüncesi ile ümitsizliğe kapılmış, yakalandıklarını sanmışlardı. Hz. Musa bu durum karşısında tüm inananlara örnek bir tavır gösterdi. Allah'ın kendisiyle ve inananlarla beraber olduğunu ve kendilerine mutlaka bir çıkış yolu göstereceğini ümitsizliğe düşmüş olan kavmine hatırlattı:
"Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62)
Daha sonra Allah ona bir mucize daha nasip etmiş ve asasıyla denizi ikiye ayırmıştır. Bu durum ayette şu şekilde bildirilmektedir:
"Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu." (Şuara Suresi, 63)
Böylece Hz. Musa ve beraberindekiler denizi geçmiş ve arkalarından gelen Firavun ve ordusu suların eski haline gelmesiyle suda boğulmuşlardır.
Firavun'un kavmine isabet eden felaketler, bazı Eski Mısır kaynaklarında da belirtilmektedir. Ünlü Ipuwer Papirüsü'nde (2. Bölüm, 5-6) aynen şöyle yazılıdır: "Felaketler tüm memleketi sarmıştı. Her yerde kan vardı..."
Sonuç
Tarih boyunca insanlar, iman etmek için kendilerine gönderilen elçilerden mucizeler istemişlerdir. Hz. Musa'dan olduğu gibi, Hz. İsa'dan, Hz. Hud'dan, Hz. Muhammed (sav)'den, kısacası tüm peygamberlerden hep aynı talepte bulunmuş, daima bir olağanüstülük beklentisi içinde olmuşlardır. Allah da mucizelerle bazı peygamberlerine lütufta bulunmuş, onları Katından yardımla güçlendirmiş, tebliğlerini ve fikri mücadelelerini kolaylaştırmıştır. Oysa akıl ve vicdan sahibi insanlar, Allah'a inanmak için mucize görmeye ihtiyaç duymazlar. Çünkü anlayış sahibi bir insan için var olan her şey Allah'ın varlığının apaçık bir delilidir.
Atomlardan galaksilere kadar, evrenin her parçası Allah'ın varlığının ve yaratmasının muhteşem delilleri ile doludur. Israrla mucize görmek isteyen insanların çoğunun gerçek niyetleri ise, Allah mucizelerini gösterdiği zaman ortaya çıkmıştır. Elçilerin mucizelerine inanmak yerine onları hayali suçlamalarla, örneğin büyücülük veya bozgunculuk yapmakla itham etmeleri bunun bir göstergesidir. Nitekim Allah Kuran'da iman etmeyenlerin bu konudaki samimiyetsizliklerini şöyle haber vermektedir:
"Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah Katındadır; onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? Biz onların kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terk ederiz. Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar." (Enam Suresi, 109-111)
Allah'ın ayetlerde bildirdiği ve Firavun örneğinde de görüldüğü gibi, peygamberlerden ısrarla mucize isteyen inkarcılar, bunu iman etmek için bir delil olarak değil, kendilerince peygamberleri sözde zor durumda bırakmak ve denemek için istemektedirler. Onlar, kendi sığ akıllarınca peygamberleri yalancı çıkarmak ve böylece kendi inkarlarına bahane bulmak amacı gütmüşlerdir. Nitekim mucize görmeden iman etmeyeceklerini söyleyen inkarcılar mucize gördükleri takdirde de iman etmemekte, bu sefer de peygamberlere sözde büyücü oldukları ve kendilerini büyüledikleri iftirasını atmaktadırlar. Ayetlerde söz konusu kişilerin bu çirkin ahlakı şu şekilde haber veirlmiştir:
"Bir ayet (mucize) gördüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar. "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" dediler." (Saffat Suresi, 14-15)
Birçok insanın mucizelerle imanlarının sağlamlaşması elbette Allah'tan büyük bir lütuftur. Ancak akıl ve vicdan sahibi insanlar, evrende var olan her şeyin yaratılışındaki olağanüstülüğü görerek Allah'a iman eder, ayrıca peygamberlerden de özel bir mucize beklentisi içinde olmazlar. Eğer Rabbimiz çeşitli mucizeler tecelli ettirirse bu onların heyecanlarını, şevklerini ve azimlerini güçlendiren birer nimet olur.
İman etmeyenler ise tarih boyunca, böyle bir beklenti içinde olmaktan dolayı büyük kayıplara uğramışlardır. İnkarlarına sözde bir bahane bulabilmek için peygamberlerin tebliğ ettikleri gerçekleri göz ardı etmiş ve sadece olağanüstülük arayışına girmişlerdir. Kuşkusuz Rabbimiz'in, "Dilersek, onların üzerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilmiş kalıverir." (Şuara Suresi, 4) ayetiyle de bildirdiği gibi, Allah dilerse bu insanların hepsine tek bir mucize ile boyun eğdirir. Fakat tüm bunlar dünyadaki imtihan ortamının gereklerine uygun olarak gerçekleşmektedir.
HZ.MUSA(A.S.)’IN HAYATI-5:HZ.MUSA VE HZ.HARUN’UN FİRAVUNLA GÖRÜŞMESİ VE TEVHİD DİNİNİNE DAVET

Hayırlı Cumalar,yine güzel mi güzel bir Cuma günündeyiz. Yüce Allah hepimizin hayırlı dualarını kabul eder inşaallah. Bu hafta da Hz. Musa Peygamberin hayatını aktarmaya devam ediyorum. Bu hafta yazdığım bölümde Hz. Musa peygamber Yüce Allah’ın emri
ile Mısır’a dönüyor ve kardeşi Hz. HarUn Peygamber ile birlikte firavunla görüşmeye gidiyor. Sonra bakalım neler oluyor?
Hz. Musa (A.S.) Ve Hz. Harun (A.S.) Firavun’la Yüzyüze
Allah Teâlâ, Sînâ dağında Hz. Musa (a.s.)’ı peygamber olarak görevlendirmiş, ona doğrudan hitap ederek sadece kendisine kulluk etmesini, Âhiret gününe inanmasını ve namaz kılmasını emretmişti. Kıyametin muhakkak kopacağını, insanların daima hazırlıklı olmalarını sağlamak için onun zamanım gizli tuttuğunu bildirmiş, Kıyamet gününde herkesin dünyada yaptığının karşılığını bulacağını haber vermişti. Ona ayrıca Firavun ve adamlarına karşı kullanması için iki büyük mucize lütfetmiş, yardım isteğini de kabul ederek, kardeşi Hz. Harun(a.s.)’ı ona yardımcı yapmıştı.
Cenab-ı Hak, Hz. Musa (a.s.) ve kardeşi Hz. Harun (a.s.)’i peygamber olarak görevlendirdikten ve onları mucizelerle donattıktan sonra, Firavun’a gitmelerini emretmiş, o ikisini, emirlerini insanlara tebliğ hususunda, gevşek davranmaktan sakındırmışti. Ayrıca, Firavun’a gittiklerinde, ona karşı yumuşak bir üslub ile konuşmalarını emrederek Firavun’un yumuşak ve güzel sözlerden etkilenip nasihat dinleyebileceğini hatırlatmıştı. İki kardeş, Firavun’un kendilerine kötülük yapmasından korktuklarını söylediklerinde, Yüce Allah, onlarla beraber olduğunu ve onları Firavun ve adamlarının kötülüklerinden koruyacağını bildirdi. Firavun’a giderek, Allah’ın iki elçisi olduklarını açıklayıp, onu İsrailoğulları’na baskı ve işkence yapmaktan vazgeçmeye çağırmalarını ve İsrailoğulları ile birlikte Mısır’dan ayrılmalarına izin istemelerini emretti. Ve Allah tarafından kendilerine verilen mucizelerle geldiklerini bildirerek; peygamberlere inananların hidâyete ulaşacaklarını, onları yalanlayanların ise mutlaka azaba uğrayacaklarını hatırlatmalarını söyledi. Allah Teâlâ, bu konuda şu bilgiyi vermektedir:
“Ey Musa! Sen ve kardeşin, mucizelerimle gidin. İkiniz de, beni anmada ve emirlerimi tebliğde gevşeklik göstermeyin. İkiniz Firavun’a gidin; çünkü o, hakikaten azdı. Ona varınca, yumuşak sözler söyleyin; umulur ki, Öğüt alır veya korkar.
Musa ve Harun, dediler ki: ‘Ey Rabbimiz! Firavun’un bize saldırmasından, yahut aşın gitmesinden korkuyoruz.’ Allah da şöyle buyurdu: ‘Korkmayın! Zîrâ ben sizinle beraberim. Her şeyi işitir ve görürüm. Hemen gidin de ona şöyle deyin: Biz, Rabbinin iki elçisiyim. Artık îsrailoğulları’nı, bizimle gönder. Onlara işkence etme. Biz, sana Rabbinden bir mucize ile geldik. Selâm hidâyete iâbi olanlaradır. Bize vahyolunmuştur ki, peygamberleri yalanlayıp onlardan yüz çevirenlere mutlaka azap vardır.”
Kur’ân-i Kerim, Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.)’m Firavun’a gönderilişini bir başka yerde şu sözlerle dile getirmektedir: “Bir vakit de Rabbin Musa’ya nida edip, ‘O zalimler güruhuna; Firavun’un kavmine git Hâlâ (başlarına gelecekten) sakınmayacaklar mı onlar?’ diye seslenmişti.
Musa şöyle dedi: ‘Rabbim, doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum. Bu durumda göğsüm daralır, dilim dönmez, onun için Harun’a da elçilik ver. Hem onların bana isnat ettikleri bir suç var. Ondan dolayı, korkarım ki, hemen beni öldürürler-.’

Allah, şöyle buyurdu: Hayır, (seni asla öldüremezler), haydi ikiniz, mucizelerimizle ona gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz. Her şeyi işitiriz. Doğruca Firavun’a varın. Ona, ‘Biz alemlerin Rabbi olan Allah’ın peygamberiyiz. îsrailoğulları’nı serbest bırak bizimle beraber gönder.’ deyin.”
Doğduğu günden itibaren Allah Teâlâ tarafından korunan, can düşmanı olacak Firavun’un sarayında büyüttürülen ve daha sonra Medyen’de güven içinde yaşatılan Hz. Musa (a.s.), artık peygamber olarak da görevlendirilmiş, mucizelerle ve kendisi gibi peygamber seçilen kardeşi Hz. Harun (a.s.)la takviye edilmişti. Allah (c.c), Firavun’a gönderdiği iki peygamberine, kendileriyle birlikte olduğunu ve onları düşmanlarına karşı koruyacağını da bildirmişti.
Hz. Musa (a.s.}, Sînâ dağında ilâhî mesajı aldıktan sonra Mısır’a doğru yola çıktı. Oraya varınca yıllardır hasretlerini çektiği annesi ve kardeşi Hz. Harun (a.s.)la buluştu. Ardından O ve Hz. Harun (a.s.), Allah’ın emrine uyup sarayına giderek Firavun’un huzuruna çıktılar ve peygamber olarak görevlendirildiklerini söyleyip ilâhî mesajı ona tebliğ ettiler. Ayrıca ondan İsrailoğuliarı’nı kendileriyle birlikte serbest bırakmasını ve ülkeden ayrılmalarına izin vermesini istediler. Hz. Musa (a.s.), bu esnada kendisinin ancak doğruyu söylediğini belirterek şöyle demişti:
“Musa dedi ki: ‘Ey Firavun! Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından gönderilen bir peygamberim. Bana gereken, Allah’a karşı ancak doğruyu söylememdir. Gerçekten ben, size Rabbinizden bir mucize getirdim. Artık İsrailoğuliarı’nı benimle birlikte gönder.”

İlâhlık taslayan bir kral için, sarayında besleyip büyüttüğü bir gencin peygamberliğine iman etmek veya onun talebini kabul ederek kavmini onunla birlikte göndermek kolay değildi. Nitekim o, Hz. Musa {a.s.)’in davetini, üzerinde düşünmeye bile gerek görmeden şiddetle reddetti ve önceden yapmış olduğu iyilikleri onun başına kaktı. Ardından onu halkından birini öldürmekle suçladı ve nankörlükle itham etti. Hz. Musa (a.s.) ise, o adamı öldürmek gibi bir niyetinin bulunmadığını, onun ölmesi üzerine de böyle bir olaya sebep olmaktan duyduğu üzüntü içinde korkup kaçtığını belirtti. Aradan yıllar geçtikten sonra ise Rabbinin kendisini peygamber olarak görevlendirdiğini açıkladı. Başına kaktığı nimet hususunda da gerekli cevabı verdi. Yapmış olduğu iyiliğin sebebinin, İsrailoğuliarı’nı kul köle edinmesi ve onların erkek çocuklarını öldürmesi olduğunu söyledi. Zîrâ böyle bir uygulama olmasaydı kendisi bir sandık içinde Nil nehrine atılmayacak ve Firavun tarafından büyütülmeyecekti. Yaptıklarının bu zulmün bir neticesi olduğunu belirterek, iyilik sandığı şeyin gerçekte zulümden ibaret olduğunu hatırlattı:
“Firavun şöyle dedi: ‘Seni çocukken himayemize alıp yanımızda büyütmedik mi? Hayatının birçok yılını aramızda geçirmedin mi? Sonunda, o yaptığın (kötü) işi de yaptın; sen nankörlerden birisin!’
Musa, ‘Ben, o suçu o vakit bilmeyerek, istemeyerek işledim. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Nihayet Rabbim bana bir hikmet verdi ve beni peygamberlerden yaptı. Başıma kaktığın o nimete gelince, gerçekte îsrailoğulları’ını kul-köle edinmiş olmandır.’ dedi.
Firavun, daha sonra Hz. Musa (a.s.)’a ”Âlemlerin Rabbi de nedir? “sorusunu sordu. Hz. Musa (a.s.), O’nun bütün kâinatın Rabbi olduğunu, hakikati görenlerin bunu bildiğini söyleyince, duyduklarına şaşırdığını gösteren alaylı bir tavır içinde etrafındaki adamlarına yönelip,. “Onun cevabını duymuyor musunuz?” diye sordu. Sözlerini devam ettiren Hz. Musa (a.s.), “Alemlerin Rabbi olan Allah, sizin de atalarınızın da Rabbidir.” diyerek, Allah’ın bir sıfatını daha zikretti. Bu açıklama, Firavun’u öfkelendirmişti, yine etrafındakilere dönerek, “Size gönderilen bu peygamberiniz mutlaka delidir.” dedi. Hz. Musa (a.s.), onun şiddetli öfkesine ve ağır iftirasına aldırmadan, âlemlerin Rabbi olan Allah’ı tanıtmaya devam etti. O’nun doğunun, batının ve aralarında bulunan şeylerin Rabbi olduğunu, aklını doğru bir şekilde kullananların bunu bildiğini söyledi. Ancak Firavun ve adamlarının bu hakikatler üzerinde düşünmek bile istemedikleri belliydi. Kur’ân-ı Kerim, bu tartışmayı şöyle anlatmaktadır:
“Firavun, ‘Âlemlerin Rabbi de nedir?’ diye sordu. Musa, ‘Eğer gerçekten doğruyu öğrenmek ve onu yürekten benimsemek istiyorsanız, O, göklerin, yerin ve aralarında bulunan şeylerin Rabbidir. ‘ dedi.
Firavun, etrafındakilere, ‘işitmiyor musunuz?’ dedi. Musa şöyle dedi: ‘O, sizin de Rabbiniz, daha Önceki atalarınızın da Rabbidir.’
Firavun, ‘Size gönderilen bu peygamberiniz mutlaka delidir.’ dedi. Musa, ‘Şayet aklınızı kullansanız anlarsınız ki, O, doğunun,-batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.’ karşılığını verdi.
Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.), Firavun ve adamlarını ikna etmeye çalıştılar, onları kâinat ve ondaki intizamı düşünmeye sevketmek için çok uğraştılar, ancak onların buna asla yanaşmadıklarını gördüler. Bu defa, peygamberlerini yalanlayan kavimlerin azaba çarptırıldığını hatırlatarak onu ve adamlarını ikaz ettiler. Firavun ise, tartışmayı davet dışında bâzı konulara çekmek istiyordu. Konuyu değiştirmek niyetiyle, Hz. Musa (a.s.)’ a geçmiş milletlerin durumunu sordu. Hz. Musa (a.s.), bunun bilgisinin sadece Allah katında olduğunu söyledikten sonra, Firavun’u düşünmeye sevkedeceğini sandığı bâzı hakikatleri sıraladı. Allah’ın hata etmediğini ve hiçbir şeyi unutmadığını, yeryüzünü yaratıp, orayı insanların yaşayabileceği şekle getirdiğini, insanların ihtiyaçlarını karşılamak için yağmur indirerek yeryüzünde çeşitli bitkiler bitirdiğini, bütün bunlarda akıl sahipleri için yeterli ibretin bulunduğunu söyledi. İnsanların aslının toprak olduğunu, öldükten sonra yine toprağa döneceklerini ve Kıyamet gününde tekrar oradan çıkarılacaklarını hatırlattı:
“Gerçekten bize vahyolundu ki, şüphesiz azap, peygamberleri yalanlayanların ve haktan yüz çevirenlerin üzerinedir. Firavun şöyle dedi: ‘O halde, sizin Rabbiniz kimdir ey Musa?’ Musa, ‘Bizim Rabbimiz, herşeye hilkatini veren, sonra da yolunu gösterendir. ‘ dedi. Firavun, ‘Öyle ise, geçmiş asırlar halkının hâli nedir?’ diye sordu. Musa şöyle dedi: ‘Onların hakkındaki bilgi, Rabbimin katındaki bir kitapta/Levh-i Mahfuz’dadır. Benim Rabbim, hata da etmez, unutmaz da. O ki, yeryüzünü, size bir döşek yaptı. Orada, sizin için yollar açtı. Gökten bir yağmur indirdi’
îşte bu yağmur ile türlü bitkilerden çiftler çıkardık. Hem siz yiyin, hem de hayvanlarınızı otlatın. Şüphe yok ki, bunda akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Biz, sizin aslınızı topraktan yarattık, öldükten sonra sizi oraya döndürürüz. Kıyamet günü de, oradan tekrar çıkaracağız.

I. Fıravun’un İlahlık İddiası
Hz. Musa (a.s.) tebliğini ısrarla devam ettirerek, akl-ı selim sahiplerini düşünmeye sevkedecek bâzı hakikatleri dile getiriyor ve Allah’ın kendisine lütfettiği mucizeleri gösteriyordu. Onun bu tutumu karşısında Firavun, meclisinde bulunan devlet ricalinin Hz. Musa (a.s.)’dan etkilenmesinden ve bu yüzden onların üzerindeki nüfuz ve otoritesinin sarsılmasından korktu. Ülkesinde kendisinden başka bir otorite tanımak niyetinde olmayan bu zâlim, yanındaki adamlarına dönerek, onların rabbi olduğunu ve onlar için kendisinden başka bir ilâh tanımadığını söyledi:
“Musa, Firavun’a en büyük mucizeyi gösterdi. Fakat Firavun, onu yalanladı ve âsi oldu. Sonra yüz çevirip fesat çıkarmaya girişti. İnsanları topladı ve haykırarak şöyle dedi: ‘Ben, sizin en yüce rabbinizim!’ Bunun üzerine Allah, onu, ahiret ve dünya azabına uğrattı. Bunda Allah’tan korkan için büyük bir ibret vardır.
İlahlik iddiasında bulunan Firavun, ayrıca veziri Hâmân’a, kendisi için yüksek bir kule inşâ etmesini, bu kuleye çıkıp, yalancılardan biri saydığı Hz. Musa (a.s.)’m Rabbine ulaşabileceğini sandığını söyledi:
“Firavun, ‘Ey ileri gelenler! Ben, sizin için, benden başka i-lûh tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için, çamuru pişir (tuğ¬la imal et de) bana bir kule yap ki, Musa’nın ilâhına çıkayım; ama sanıyorum, o, mutlaka yalan söyleyenlerdendir.’ dedi.”
Firavun’un bu sözleri ve onun gafleti, Kur’ân-ı Kerim’de bir başka yerde şöyle aktarılmıştır:
“Firavun, veziri Hâmân’a, ‘Ey Hâmân! Benim için yüksek bir kule yap. Belki, onunla yollara, göklerin yollarına ulaşırım da Musa’nın ilâhını görürüm. Çünkü ben, Musa’nın yalancı olduğunu sanıyorum.’ dedi İşte Firavun’un kötü ameli, kendisine böylece güzel gösterildi ve doğru yoldan alıkonuldu. Firavun’un tuzağı hüsrandan başka bir şeye yaramadı.
Kur’ân-ı Kerim, Firavun’un inşaatını emrettiği bu kulenin yapılıp-yapılmadığından bahsetmemiştir. Muhtemelen o, halkı kandırmak maksadıyla böyle söylemiştir. Ancak bâzı rivayetlerde, böyle bir kulenin yapıldığı ve hatta Firavun’un maksadını gerçekleştirmek arzusuyla yani Hz. Musa (a.s.)’ın Rabbini görmek niyetiyle kulenin üzerine çıktığı, oradan inişinde kana bulanmış bir ok getirip, Hz. Musa (a.s.)’ın ilahını öldürdüğünü ve ok üzerindeki kanın onun kanı olduğunu söylediği zikredilmiştir.
Hz. Musa (a.s.) tebliğini ısrarla devam ettirerek, akl-ı selim sahiplerini düşünmeye sevkedecek bâzı hakikatleri dile getiriyor ve Allah’ın kendisine lütfettiği mucizeleri gösteriyordu. Onun bu tutumu karşısında Firavun, meclisinde bulunan devlet ricalinin Hz. Musa (a.s.)’dan etkilenmesinden ve bu yüzden onların üzerindeki nüfuz ve otoritesinin sarsılmasından korktu. Ülkesinde kendisinden başka bir otorite tanımak niyetinde olmayan bu zâlim, yanındaki adamlarına dönerek, onların rabbi olduğunu ve onlar için kendisinden başka bir ilâh tanımadığını söyledi:
“Musa, Firavun’a en büyük mucizeyi gösterdi. Fakat Firavun, onu yalanladı ve âsi oldu. Sonra yüz çevirip fesat çıkarmaya girişti. İnsanları topladı ve haykırarak şöyle dedi: ‘Ben, sizin en yüce rabbinizim!’ Bunun üzerine Allah, onu, ahiret ve dünya azabına uğrattı. Bunda Allah’tan korkan için büyük bir ibret vardır.
İlahlik iddiasında bulunan Firavun, ayrıca veziri Hâmân’a, kendisi için yüksek bir kule inşâ etmesini, bu kuleye çıkıp, yalancılardan biri saydığı Hz. Musa (a.s.)’m Rabbine ulaşabileceğini sandığını söyledi:
“Firavun, ‘Ey ileri gelenler! Ben, sizin için, benden başka i-lûh tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için, çamuru pişir (tuğ¬la imal et de) bana bir kule yap ki, Musa’nın ilâhına çıkayım; ama sanıyorum, o, mutlaka yalan söyleyenlerdendir.’ dedi.”
Firavun’un bu sözleri ve onun gafleti, Kur’ân-ı Kerim’de bir başka yerde şöyle aktarılmıştır:
“Firavun, veziri Hâmân’a, ‘Ey Hâmân! Benim için yüksek bir kule yap. Belki, onunla yollara, göklerin yollarına ulaşırım da Musa’nın ilâhını görürüm. Çünkü ben, Musa’nın yalancı olduğunu sanıyorum.’ dedi İşte Firavun’un kötü ameli, kendisine böylece güzel gösterildi ve doğru yoldan alıkonuldu. Firavun’un tuzağı hüsrandan başka bir şeye yaramadı.
Kur’ân-ı Kerim, Firavun’un inşaatını emrettiği bu kulenin yapılıp-yapılmadığından bahsetmemiştir. Muhtemelen o, halkı kandırmak maksadıyla böyle söylemiştir. Ancak bâzı rivayetlerde, böyle bir kulenin yapıldığı ve hatta Firavun’un maksadını gerçekleştirmek arzusuyla yani Hz. Musa (a.s.)’ın Rabbini görmek niyetiyle kulenin üzerine çıktığı, oradan inişinde kana bulanmış bir ok getirip, Hz. Musa (a.s.)’ın ilahını öldürdüğünü ve ok üzerindeki kanın onun kanı olduğunu söylediği zikredilmiştir.
HZ.MUSA(A.S.)’IN HAYATI-6:HZ.MUSA’ın MUCİZELERİ VE SİHİRBAZLARLA MÜSABAKASI

Evet, Cuma günleri yayınladığımız Dini Bilgiler ve Hikayeler kategorisini bugünlük öne aldım. Hz. Musa’nın hayatından kesitler vermeye devam ediyorum. Artık Musa (A.S.) ve Kardeşi Harun (A.S.) firavunun huzurundalar.
İman etmek niyeti taşımayan ve Hz. Musa (a. s.)’in söylediklerini reddedecek deliller bulmaktan da aciz kalan Firavun onu davetten vazgeçirmek için kuvvete başvurdu. Hz. Musa (a.s.)’i kendisinden başka birini ilah kabul etmeye devam ettiği takdirde tutuklamakla tehdit etti. Bu sırada Hz. Musa (a.s.), peygamber olduğunu ve doğru söylediğini gösteren apaçık deliller getirse de mi aynı şeyi yapacağını sordu. Fîravun’un meydan okurcasına, “Doğrulardan isen delilini getir!” demesi üzerine, asa ve beyaz el mucizelerini gösterdi. Ancak Firavun, bu açık deliller karşısında da, ona inanmak yerine, aksine onu sihirbazlıkla itham etti. Sihir yoluyla kendilerini ülkelerinden çıkarmak için çalışmakla suçladı. Hz. Musa (a.s.)’a ne yapılması gerektiğini, huzurunda bulunan devlet adamlarına sordu. Yüksek devlet ricali, kendisine ülkedeki meşhur sihirbazları toplamasını, onlarla Hz. Musa (a.s.)’ı karşı karşıya getirmesini tavsiye ettiler. Hz. Musa (a.s.) ile Firavun ve yakınları arasında geçen bu konuşmalar, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle nakledilmektedir:
“Firavun, ‘Yemin olsun ki, eğer benden başkasını ilâh edinirsen, seni zindana atılanlardan ederim.’ dedi.
Musa, ‘Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?’ dedi.
Firavun, ‘Eğer doğru söyleyenlerden isen, getir onul’ dedi. Bunun üzerine Musa, asasını yere bırakıverdi. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha! Elini de (koynundan) çekip çıkardı, bir de ne görsünler! Bakanlara bembeyaz görünen, nur saçan bir el!
Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, ‘Gerçekten bu, çok bilgili bir sihirbaz. Büyüsüyle sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor, ne emredersiniz?’ dedi.
Onlar ise, ‘Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere sihirbazları toplayacak kimseler gönder. Ne kadar çok bilgili sihirbaz varsa sana getirsinler.’ dediler.”

Yönetimde önemli bir yeri olanlar, anlaşıldığı gibi Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.)’ın dâvetine, Firavun’un bakışıyla bakıyorlar, onun zıddına hiçbir şey düşün emiyorlardı. Apaçık mucizeleri sihir olarak niteleyen Firavun ve yakınları, İsrailoğulları ile birlikte Mısır’dan ayrılmalarına izin verilmesini isteyen iki peygamberi, sihirleriyle ülkelerini ve iktidarlarını ellerinden alacak iki sihirbaz olarak görüyorlardı. Onların bu düşüncesi ve Hz. Musa ile aralarında geçen konuşma, Kur’ân-ı Ke¬rim’de bir başka yerde şöyle zikredilir:
“Sonra o peygamberlerin arkasından Firavun ve topluluğuna mucizelerimizle Musa’yı gönderdik Fakat onlar, mucizelerimize karşı haksız davrandılar. Bozguncuların akıbeti nasıl olurmuş bir bak!
Musa dedi ki: ‘Ey Firavun! Şüphesiz ben, âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Bana, Allah’a dâir ancak gerçeği söylemem yaraşır. Rabbinizden size apaçık bir delil getirdim. Artık İsrailoğullan’m benimle beraber salıver.’
Firavun, ‘Şayet doğru söyleyenlerden isen ve bir delil getirdiysen, onu ortaya koy!’ dedi.
Bunun üzerine Musa, asasını yere attı. Asa, hemen apaçık bir yılan oluverdi. Elini koynundan çıkardı. Bir de ne görsünler, bakanlara nur saçan bembeyaz bir el!

Firavun kavminin ileri gelenleri şöyle dediler: ‘Şüphesiz bu, çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor.’ Firavun, onlara, ‘O halde ne emredersiniz?’ dedi.
Onlar, ‘Onu ve kardeşinin işini şimdilik ertele ve şehirlere sihirbazları toplayacak adamlar gönder. Ne kadar bilgili sihirbaz varsa, hepsini sana getirsinler.’ dediler.”
Firavun ve adamları, büyük ihtimalle, Hz. Musa (a.s.)’m asa ve beyaz el ile ilgili olarak gösterdiklerinin mucize olduğunu anlamışlardı. Fakat gerçeği kabul etmek çıkarlarına aykırı olunca, halkı Hz.Musa (a.s.)’a inanmaktan alıkoymak ve ona karşı kışkırtmak için, onun bir sihirbaz, maksadının ise sihir yoluyla ülkelerini ve saltanatlarını ellerinden almak ve kendilerini ülkelerinden sürüp çıkarmak olduğunu söylemeyi gerekli gördüler. Böyle olunca, iki kardeşi, ancak daha üstün sihirbazlarla mağlup edebilirlerdi. Bu düşünce ile Hz. Musa (a.s.)’dan sihirbazlarla yapacağı toplantı ve müsabaka için kendilerine bir gün ve yer belirlemesini istediler:
“Şüphesiz ki, Firavun”a mucizelerimizin hepsini gösterdik. Buna rağmen Firavun onları yalanladı ve iman etmemekte direndi. Musa’ya şöyle dedi: ‘Sihrinle bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin ey Musa!? Biz de mutlaka sana, senin sihrin gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi sen, bizimle senin aranda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et. Ondan ne biz cayalım ne de sen. Buluşacağımız yer münasip bir yer olsun.’
Musa, ‘Buluşma zamanımız insanların süslenip kuşluk vaktinde toplandıkları bayram günü olsun.’ dedi.”
Firavun, Hz. Musa (a.s.)’m bu zaman tayinini kabul etmişti. Hz. Musa (a.s.) ile Mısır’ın en meşhur sihirbazları arasındaki buluşma ve müsabaka, bayram günü, bayram yerinde kalabalığın en yoğun olduğu kuşluk vaktinde yapılacaktı. Böylece büyük bir kalabalık, gözlerinin önünde cereyan edecek olayları bizzat müşahede etmiş olacaktı.

O dönemde Mısır’da sihir çok yaygındı. Bilhassa firavunlar ve devlet adamları, sihire büyük önem verirler, sihirbazları taltif ederlerdi. Bu sebeple ülkede çok sayıda sihirbaz bulunuyordu. Firavun’un gönderdiği adamlar, ülkenin muhtelif şehirlerinde yaşayan meşhur sihirbazları bir bir arayıp buldular ve onları bu önemli yarışma için başkente getirdiler.
Bu sihirbazlar, Hz. Musa (a.s.) ile karşılaşacakları bayram günü, bayram alanına getirildiler. Diğer taraftan halkın yoğun bir şekilde katılımını sağlamak için gereken her şey yapılmıştı. Görevlilerin teşvikiyle bayram yerine koşan insanlar, aralarında, sihirbazlar galip gelirse onlara uyacaklarını konuşuyorlardı. Galip geleceklerinden emin görünen sihirbazlar ise, devlet ricalinin ortasında tahtına kurulmuş oturan Firavun’a, galip geldikleri takdirde alacakları mükâfatı soruyorlardı. Firavun da, onların üstün geleceğinden emindi, bu takdirde sadece maddî mükafat vermekle yetinmeyeceğini, onları aynı zamanda yakın adamları arasına alacağını vâdediyordu. Yüce Allah, onların bu durumunu şöyle açıklamıştır:
“Böylece sihirbazlar, belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi. Halka, ‘ Siz de toplanıyor musunuz? (haydi çabuk olun!)’ denildi.
İnsanlar, ‘Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız.’ de¬diler. Sihirbazlar geldiklerinde, Firavun’a, ‘Şayet biz galip gelirsek, muhakkak bize bir ücret var, değil mi?’ dediler. Firavun cevaben, ‘Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin gözde kimselerden olacaksınız.’ dedi.”
Müsabakanın başlaması için artık her şey hazırdı. Ancak Hz. Musa (a.s.), müsabakaya başlamadan önce karşısında toplanan sihirbazları uyarmak ve onları bu işten vazgeçirmek istedi. Allah adına yalan ve hileye başvurmaları durumunda büyük bir azaba çarptırılacaklarını hatırlattı. Onun bu sözlerinden etkilendikleri anlaşılan sihirbazlar, aralarında fısıldaşarak yaptıkları konuşmada, Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.)’m Mısır halkının dinini değiştirmek, Firavun ve kavmini yurtlarından çıkarıp iktidarı ellerine geçirmek için çalışan iki sihirbaz olduğunda görüş birliğine vardılar. Daha sonra mücadeleye başlamak için saflar halinde ilerlediler ve Hz. Musa (a.s.)’a İster sen başla, ister biz başlayalım!’ dediler. Hz. Musa (a.s.), ‘Siz başlayın!.’ deyince, sihirlerini ortaya koydular. Sihir malzemesi olarak kullandıkları iplerini ve bastonlarını yere bıraktıklarında, bunlar canlanıp yılanlara dönüşmüştü. Hz. Musa (a.s.) da diğer insanlar gibi, bu yılanları hareket eder bir halde gördü. Kur’ân-ı Kerim, yarışın başlaması anını şöyle anlatmıştır:
“Bunun üzerine Firavun, dönüp tedbir almaya girişti. Ne kadar sihirbaz varsa onlan topladı ve sonra buluşma yerine getirdi.
Musa, sihirbazlara, ‘Vay halinize! Sakın Allah’a karşı yalan uydurmayın. Yoksa sizi azabıyla helak eder. İftira atanlar mutla¬ka hüsrana uğrar!’ dedi. Onlar aralarında durumlarını tartıştılar ve gizlice fısildaştılar. Dediler ki: ‘Şüphesiz bunlar, iki sihirbazdır; sizi yerinizden çıkarmak ve sizin üstün yolunuzu (dosdoğru dini¬nizi) ortadan kaldırmak istiyorlar. Onun için, siz hilenizi toplayın, sonra saflar halinde gelin. Bugün galip gelen mutlaka zafere er-miş olacak!’
Sihirbazlar, ‘Ey Musa! Ya sen at, veya önce biz atalım.! dediler.
Musa, ‘Hayır, siz atın.’ dedi. Bir de ne görsün, attıkları ipleri ve bastonları, onların sihirleri dolayısıyla, Musa’ya gerçekten hareket ediyorlarmış gibi görünüyor!”

Sihirbazların yapmış olduğu bu sihirle ortaya çıkan görüntüler, Firavun ve adamlarını sevindirmişti. Onların galip geleceğinden son derece emindiler. Bu ürkütücü manzara, gözleri büyülenmiş olan halkı ise çok korkutmuştu. Kur’ân-ı Kerim, onların gözlerinin büyülenmesine ve korkularına şöyle işaret etmektedir:
“Sihirbazlar şöyle dediler: ‘Ey Musa! Hünerini önce sen mi ortaya koyacaksın, yoksa ilk başlayanlar biz mi olalım?’ Bunun üzerine Musa, ‘Önce siz atın.’ dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyup sihirlerini yapınca, insanların gözlerini büyülediler ve onlan korkuttular. Böylece büyük bir sihir getirmiş oldular.”
Bu dehşet verici manzara, Hz. Musa (a.s.)’ın gönlünde de bir korku husule getirmişti. Belki de onun asıl korkusu, halkın, sihirbazların sihir ve büyüsüne aldanacağı endişesinden kaynaklanıyordu. İşte tam bu esnada, Allah Teâlâ yardımına yetişti, ona korkmamasını söyledi ve sihirbazlara karşı mutlaka üstün geleceğini müjdeleyerek elindeki asasını yere atmasını emretti. Sihirbazların yaptığının ancak bir sihirbaz tuzağı olduğunu ve asanın onları yutacağını, nereye giderlerse gitsinler sihirbazların asla iflah olmayacaklarını bildirdi. Hz. Musa (a.s.), Allah (c.c.)’ dan aldığı emir üzerine asasını yere bırakınca, büyük bir ejderhaya dönüşen asa bütün yılanları yutuvermişti. Bu müthiş manzara karşısında sihirbazlar onun yaptığının bir sihir olmadı¬ğını anlayıp derhal secdeye kapandılar ve bir ağızdan, “Musa ile Harun’un Rabbine iman ettik.” dediler. Kur’ân-i Kerim, bu anı şöyle açıklamaktadır:
“Musa, içinde bir korku hissetti. Biz, ona şöyle dedik: ‘Korkma! Üstün gelecek mutlaka sensin, sen! Sağ elindeki asanı at da, onların yaptıklarını yutsun. Çünkü onların yaptıktan, ancak bir sihirbaz tuzağıdır. Zâten sihirbaz, her ne isterse istesin asla felah bulmaz.’ Musa’nın asası, bütün sihirleri yutunca, sihirbazlar, secdeye kapandılar ve, ‘Biz, Harun ve Musa’nın Rabbi’ne iman ettik.’ dediler.”
Hz. Musa (a.s.)’m asası, Yüce Allah’ın lütfuyla büyük bir yılana dönüşmüş, sihirbazların yılan şeklinde görünen ip ve sopa¬larını bir bir yutmuştu. Toplanmış olan kalabalık, gözleri önünde cereyan eden bu müthiş manzarayı büyük bir hayretle seyretti. Böylece, Hz, Musa (a.s.)’a verilen mucize, sihirbazların büyülerini ortadan kaldırmış, açık bir şekilde hak bâtıla üstün gelmişti. Kendilerine son derece güvenen meşhur sihirbazlar, bütün maharetlerini kullanarak gerçekleştirdikleri sihrin bir anda yok olduğunu görünce şaşırmışlar, Hz. Musa (a.s.)’ın yaptığının, kendilerinin yaptığı gibi bir sihir değil; aksine İlâhî bir güç oldu¬ğunu anlamışlardı. Bu müthiş mucize karşısında hemen secdeye kapanarak, âlemlerin Rabbi olan, Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.)’m rabbine iman ettiklerini söylediler. Bir kaç saniye öncesine kadar Firavun’un kendilerine vereceği bahşişi düşünen bu insanlar, öfkeden köpürmüş bir vaziyette kendilerini Hz. Musa (a.s.)’ın talebeleri olmakla itham edip ölümle tehdit eden Firavun’un sözlerine hiç aldırmadılar, öldürülmekten korkmadıklarını; aksine iman etmiş olmakla Allah tarafından affedilme ümidi taşıdıklarını ve bu yüzden rahat olduklarını açıkladılar. Kur’ân-ı Kerim, müsabaka ve onların tavrını şöyle açıklamaktadır:
“Musa, sihirbazlara, ‘Ortaya koyacağınız ne varsa koyun.’ dedi Onlar, sihir iplerini ve asalarını atıp, ‘Firavun hakkı için mutlaka galip gelecek olanlar biziz.’ dediler.
Musa da, asasını bırakıverdi. Bir de ne görsünler, asa onların uydurdukları şeyleri hep yutuyor! Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar. ‘Alemlerin Rabbine, Musa’nın ve Harun’un Rabbine iman ettik.’ dediler.
Firavun, ‘Ben size izin vermeden, ona iman mı ettiniz? Meğer o, size sihir öğreten büyüğünüzmüş! Yakında göreceksiniz, mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!’ dedi.
İman eden sihirbazlar, ‘Zararı yok, bizim için fark etmez nasıl olsa biz, Rabbimize döneceğiz! îman edenlerin ilki olduğumuzdan, Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını kuvvetle ümit ederiz!’ dediler”

Sihirbazların Hz. Musa (a.s.) karşısında mağlup düşmekle kalmayıp, onun gerçek peygamber olduğunu kabul ederek ona iman ettiklerini söylemeleri, Firavun’u öfkeden çıldıracak hale getirmişti. Rivayete göre, bilgileri sayesinde gerçeği gören bu sihirbazların peşinden İsrailoğulları’nm pek çoğu da Hz. Musa (a.s.)’a iman etmişti. Firavun, sihirbazlarının kendisinden izinsiz Hz. Musa (a.s.)’a iman etmelerine akıl erdiremiyordu. Şüphesiz ki, bunun, kamu oyunda Hz. Musa (a.s.) lehine çok güçlü bir delil kabul edilmesinden de çok korkmuştu. Allah’a ve peygamberine iman edilince, tahakküm ve zulüm yollarının kapanaca¬ğını bildiği için, kamuoyunu yanıltarak, Hz. Musa (a.s.) lehine gelişen olumlu havayı ortadan kaldırmak istedi. Sihirbazları, kendisini ve kavmini ülkeden çıkarmak maksadıyla Hz. Musa (a.s.) ile işbirliği yapmak ve bu tuzağı birlikte hazırlamakla itham etti. Onların, İsrailoğulları’nm desteğiyle iktidarı ellerine alıp, Mısır’ın yerli halkı Kıbtiler’i ülkeden çıkarmak niyetinde olduklarını söyledi. Halbuki o, ülkesinin muhtelif şehirlerinden toplatmış olduğu bu sihirbazların uzun bir süre Medyen’de kalan Hz. Musa (a.s.) ile tanışmadıklarını çok iyi biliyordu. Maksadı, vatan elden gidiyor telâşına düşürerek halkı galeyana getirmekti. Geçtiği gibi, sihirbazları öldürüp cesetlerini astıracağına yemin etmişti. Ancak gerçeği görüp samimi bir şekilde iman etmiş olan sihirbazlar, bu tehditlere hiç aldırmadılar. Cenab-ı Hakk’a duâ ederek, kendilerine sabır vermesini ve müslümanlar olarak ölmeyi nasip etmesini istediler. Kur’ân-ı Kerim, hadiseyi bir başka yerde şöyle dile getirir; “Biz, Musa’ya, ‘Asanı bırak!’ diye vahyettik. Bir de ne görsünler, asa, onların büyü ile uydurdukları şeyleri yutuyor. Artık hak meydana çıktı ve onların bütün yaptıklarının gerçek olmadığı anlaşıldı. Artık orada yenilmişler ve küçük düşmüşlerdi. (Gördükleri gerçek karşısında) sihirbazlar, secdeye kapandılar ve şöyle dediler: ‘Alemlerin Rabbine Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik.’
Firavun şöyle dedi: ‘Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Şüphesiz bu, halkı ülkeden çıkarmak için şehirde kurmuş ol¬duğunuz bir tuzaktır. Yakında başınıza gelecekleri göreceksiniz: Yemin olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim! Sonra da, topunuzu astıracağım!’
Sihirbazlar ise ona, ‘Şüphesiz biz, Rabbimize döneceğiz. Senin bize kızman ve bizden intikam alman da, sırf Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır.’ dediler (ve sözlerini şu duâ ile tamamladılar) Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür.”
Firavun’un öfke ve tehdidi, gerçeği anlayınca hemen iman eden sihirbazları hiç etkilememişti. Çünkü onlar, artık gerçeği görmüşler ve samimi bir şekilde iman etmişlerdi. İnançları uğrunda çarptırılacakları her türlü cezayı göze alabilirlerdi. Nitekim, kendilerini yoktan var eden Allah’a karşı asla Firavun’u tercih edemeyeceklerini söylediler. Firavun’un vereceği cezanın sadece bu dünyada geçerli olacağını belirterek, o anda kendilerine düşenin Allah’a sığınarak, yapmış oldukları kötülükleri ve bilhassa Firavun’un zorlaması sonucu yaptıkları sihrin günahını affetmesini dilemek olduğunu ifade ettiler. Bu tür tehditler, Allah’a ve Ahiret gününe gerçekten inanan mü’minleri dinlerinden döndürmek şöyle dursun; aksine her defasında olduğu gibi imanlarmı güçlendirmeye yaramıştı. Çünkü imanın kuvveti ve samimiyeti ancak bu tür zorluklar karşısında ortaya çıkıyordu. Sihirbazlar, iman ettikten sonra bambaşka bir dünyanın insanı olmuşlardı, artık sadece yaşamakta oldukları geçici dünya hayatını değil, ebedî hayat olan âhireti de düşünüyorlardı. Kendilerini en korkunç bir şekilde öldüreceğini söyleyen Firavun ve adamlarina, âhirette kötülerin ve iyilerin karşılaşacakları durumları hatırlatarak, bundan sonra bütün davranışlarında, orada karşılaşacakları durumu dikkate alacaklarını bildiriyorlardı. İmanlarındaki samimiyetlerinde en küçük bir şüphe dahi bırakmayan ibret dolu cevaplan şöyle olmuştu:

“Firavun, sihirbazlara, ‘Ben izin vermeden Musa’ya inandınız ha! O, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse, ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! O zaman hangimizin azabı daha şiddetli ve daha sürekli imiş, bileceksiniz!’ dedi.
îman etmiş olan sihirbazlar dediler ki: ‘Biz, seni, bize gelen açık delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Yapacağını yap, sen ancak bu dünya hayatında (istediğini) yapabilirsin. Biz, Rabbimize inandık ki O, bizim günahlarımızı ve senin bizi yapmaya zorladığın sihiri bağışlasın. Allah, daha hayırlı ve O’nun mükafat ve cezası daha süreklidir.’
Şüphesiz, kim Rabbine suçlu olarak gelirse, onun için Cehennem vardır; orada ne ölür, ne de yaşar. Kim de Rabbinin huzuruna sâlih ameller işlemiş bir mü’min olarak gelirse, işte onlar için yüksek dereceler vardır. İçinde ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada sürekli kalırlar. İşte kendisini günahlardan arındıranın mükafatı budur.”
Hz. Musa (a.s.)’a iman eden bu sihirbazlar, bâzı rivayetlere göre, Firavun tarafından hemen o gün öldürülmüşlerdir. İbn Kesir, olayların akışından, onların aynı gün şehid edildiğinin anlar sildiğini belirtir. Ancak Kur’ân-ı Kerim, bu konuda bilgi vermemiştir. Buna bakarak, onların idam edilmemiş olabileceğini düşünenler de olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder